BABANNEM ve DÜŞlerimden DÜŞürdüklerimin MASALı..(2)
Nur Cihan
 
 

19-mayıs-2009

Zaman, tüm sesi ile en şiddetli rüzgarlar gibi esti geçti..aynı O’nun anlamını  ilk tanıdığı halindeki gibi esiyordu..çocuk, O’nun korkusundan sığınacak yer arıyordu hani..”benim binlerce dervişim var ama  senin gibi dervişim hiç olmadı ..senin gibisini hiç görmedim..sen nasıl bir şeysin.?.her istediğin hemen olsun istiyorsun ..ben senin kalbini acıtmak için, ağlatmak için var değilim”….ve esti.. ve gürledi, çocuğu en alıngan yerinden vurdu geçti…ve çocuk şiddetli yağmurlar gibi sağanak sağanak ağladı..oysa, başına çektiği örtülerinin içinde, ağlayarak  düşünüyordu:bu ne kadar kontrollü bir öfkeydi  ..o sözler ne kadar seçilerek söylenmişti.. ne değerli-övgü dolu kelimelerdi.. mutluluk ,sahiplenilmişlik ve korunmuşluk bahşeden,herkesle konuşulmayan, dostlarla paylaşılan meseleler-sorunlardı..çocuk, O’nu görememenin ızdırabından, hiçbir şey anlayacak halde değildi…O’nu üzmüştü,incitmişti, kırmıştı..
 

hayatındaki herkesi yok etmişti..sadece O vardı..kimseyi istemiyordu yanında..kimseyle konuşmak bile istemiyordu..çünkü, başkaları olunca, O’nu düşünemiyordu..yapayanlız kalmak ve sadece O’nu düşünmek istiyordu..”bir daha O’nu görmeye gitmeyeceğim” dedi.. “bir daha asla anmayacağım.. bitti her şey”.çocuğun elinde olsa O’nu severmiydi ki?(evettt.. sadece O’nu severdi:)sevmek kimsenin elinde değilmiş meğer ,gönül kimi-ne vakit-nasıl seveceğine kendisi karar veriyormuş..ferman da dinlemiyormuş ne yazık ki..

”hakikatte madem ki her şey bir, neden bende, diğer insanlar gibi normal yaşamıyor  ve bu zorlu yolu istiyorum”  dedi..istediği olmayacak bir şeydi, bunu bildiği halde istiyordu ve bir hayalden başka bir şey de değildi..ama çocuk tüm çırpınışlarına rağmen bu hayalden uyanamıyordu..oyundan çıkmak istiyordu..çok yorulmuştu ve çok usanmıştı. mızıkmıştı..ama oyundan çıkmasına izin vermiyorlardı..aynı Evvel Zaman’ın, ona söylediği gibi:”artık korunmak lazım” demişti “yol tehlikelileşiyor..”
Makam-ı Kul’u vardı çocuğun.. en sevilen.. O sevildiği için; her şey gibi, çocukta var edilmişti ya zaten.. O varken, hiçbir şey çocuğa yaklaşamazdı.. bunun eminliğinden-himayesinden çocuk bu kadar cesurdu ..çocuk “gitmeyeceğim” dedi.. tekrar,”bitti..artık O’nu düşünmeyeceğim..”ama ne kalbi ne ayakları onu dinledi..bir kaç saat sonra  Kabe’sindeydi....O, ritüellerini yaparken öyle çok ağladı ki; çocuk kendisine, kendi bile acıdı..ne hale gelmişti..madem bu kadar sevebilme potansiyeli vardı..neden şimdiye dek, bu, belli bile olmamıştı,neden?...ömrü bitmek üzereydi..peki bu kalp neden vaktinde ve gerektiğinde, kimseyi sevmeyi başaramamıştı?bir zamanlar, kendilerini sevsin diye, kendisine ağlayarak yalvaranları bile sevememişti çocuk..böyle sevgi olur mu?ne tehlikeli bir şey bu..öyle çok ağladı kiii, selamlarına gözyaşları eşlik etti durdu..ve beklerken:” geri döneceğim, benim ne işim var  burada ..daha fazlasını kaldıramam ,yapamıyorum ,benim sıradanlığım ve basitliğim için değil bu işler” dedi..ama ne ayakları ne gönlü onu yine dinlemedi..kapıya geldi..öyle  çok görüşmek için bekleyen vardı ki.. lütfedildi ve çocuk ilk önce içeri alındı..

birkaç saat evvel esip  gürleyen ile; zavallı ağlayan karşı karşıya idiler..çocuk Güneş’ini görünce her şeyi unutup gülümsedi..ve istediğini yapmak istedi..Makam-ı Disiplin Güneş’i dedi ki:”benim dediğimi yapmazsan seninle konuşmam.. bak!! çıkar giderim..”bu ne inanılmaz cümleydi..O çıkıp gidecekti..çocuğa ,sen çık git!! demiyordu..lütfediyordu..”tamam “dedi uslu çocuk.. dediğini yaptı..
”al.. bak!!” dedi gülen çocuk gözleri ile Zaman..”bu senin.. sana.. Ben’den.. sadece senin için…”çocuk  hayatında hiç bu kadar, tek tek anlam yüklenmiş değerli sözlerle;böyle, inanılmaz saf- temiz -çocuk ruh gözleri ile, ona hediye vereni görmemişti. İki çocuk ruh kadar tertemiz ve safdılar şimdi....duygulanarak,gözleri dolarak hediyesini aldı ve baktı..şeffaf bir kutu  içinde acve hurmaları, aynı akik taşları gibi dizilmişlerdi…mahçup,gülümseyerek teşekkür etti çocuk..ne olmuştu da böyle sukün olmuştu,hayret..onun yanındayken neden bu kadar sakinleşiyor ve huzur buluyordu, hayret..hiç bir şey düşünemiyordu..sadece O’nu seyretsin ve sohbet etsinler..başka ne istenebilirdi ki?O, çocuğa o kadar güzel gözüküyordu,o kadar anlamlı duruyordu ,o kadar saf ve derindi ki..O celalin ve cemalin ötesindeydi.. günahın ve sevabın ötesindeydi ..kuralsızlığın kural koyucusuydu sanki.öyle değerliydi ki..başka biri yoktu çocuk için, sadece O vardı…eşsiz ve benzersizdi..

ve Zaman çocuğa ikramda bulundu ve evindeki bir halinden bahsetti..çocuk utanarak gülümsedi…bir şeyler söyledi..babasına, sorduğu soruyu hatırladı.”beni, evimde yada başka yerde görebilir mi, izler mi?” demişti..”evet.. izler..seyretmek çok kolay.. bunda bir şey yok..ama O tenezzül etmez, bakmaz “demişti babası..demek seyretmiş, tenezzül etmiş diye düşündü çocuk..mahzuru yoktu.. çünkü çocuk kendisini O’ndan ayrı düşünmüyordu..o teslimdi ve O’nda yok olana dek asla huzura ermeyecekti..o ise, O’nu ,seyretmeye dayanamazdı. çünkü O’na karşı çok kıskançtı, onun için..


çocuk konuştu..Zaman konuştu..çocuk o rüzgarın etkisi ile sık sık, onun sözünü kesti, edebsizce ve incindiğini sandığı için  konuştu durdu..Zaman, onu sabırla dinledi..”bana bağırdınız” dedi çocuk..”sana bağırmadım ben,üzüldüm”  dedi..”senin o kadar ağlaman beni çok üzüyor ..ben seni mutlu ve huzurlu etmek için varım ..sen bu kadar ağlıyorsan, ben, vazifemi yapamıyorum” demektir dedi..”istemezseniz bir daha asla gelmem” dedi çocuk..”hayır, gel” dedi Zaman..”istemezseniz bir daha asla aramam “dedi çocuk..”hayır, ara” dedi Zaman..çocuk O’na olan sevgisinin anlamını  anlattı..dedi  Zaman:” hayır.. sen nefsinle seviyorsun..o dediğin şekilde sevmiyorsun ki..””nereden anladınız? “dedi çocuk..”çünkü hala istiyorsun ..sevmenin ve duyguların günahı olmaz.bunlar insanın elinde değildir” dedi Zaman.”ama istemek iradeden kaynaklanır. o yüzden de istemenin günahı olur..sen hala istiyorsun bak!..saf sevgi kalması lazım..”bu arada çocuk kaç kere:” istiyorum” dediyse Zaman ona işaret ediyordu:”bak yine istiyorum dedin ?””peki” dedi çocuk” nasıl anlayacağız.”.”benim işim bu” dedi Makam-ı İrşad:” ben anlarım..sen de anlayacaksın..bu geliş gidişlerde-dersler devam etikçe zamanla bakacağız, sen ilerleyeceksin..istek kalmayacak. saf sevgi kalacak,istemeyeceksin.. sen bile anlayacaksın.”

çocuk hırçındı:”ben, ait olduğum yere geri dönmek istiyorum” dedi..”dönemezsin” dedi Zaman..”her gün ölebilmek için dua ediyorum ,bu dünyada hiçbir şeyde başarılı olamıyorum ..hiçbir şeye ilgi duymuyorum..geri dönmek istiyorum..””hoppala” dedi zaman..”o zaman boşuna uğraşıyorum ..ben senin mutlu ve huzurlu olman için varım..bu demektir ki  başarılı olamıyorum.”.”kimseyi sevemiyorum, sizden başka” dedi çocuk..gülümseyerek” seversin” dedi Zaman..”sevemiyorum” dedi çocuk ..”seversin” dedi yine Zaman..
Zaman sakin ve sabırla çocuğa anlatı..anlattı..anlattı..

dedi ki Zaman:”aldığın nefes bir an kesilse ne olur?..sen, bir nefesini milyarlara değişir misin?”çocuk daha, O, cümleyi kurarken hayatında verdiği en akıllı cevabı aniden söyledi..söylerken kendisi bile bu muhteşem cevaba şaştı..bu cevap onun ruhundan dı, anladı..gülümseyerek :”vermem” dedi çocuk..”o nefes sizsiniz çünkü..”


ve anlattı
Makam-ı KUL:”sen başına geleni kabul ediyorsun ama aslında razı değilsin..o yüzden de acı çekiyorsun, çünkü istiyorsun.” çocuk biliyordu bunu.. sesli istemiyordu ki..  ama dedi Zaman bilerek:” için istiyor..razı ol,şükret bak, her şey değişecek ..sen olana sabrediyorsun ama razı değilsin..için razı değil” dedi..”evet “dedi çocuk  “razı değilim” dedi..çok kırgındı çocuk, çokkkk..her an yeniden kanatan, camdan can kırıkları vardı onun..her olup biteni kabul etse,sabretse de o kırgınlık ,o dağılmışlık ,o koskocaman hüzün dağılmıyordu ki..elinde değildi..çocuk kendi istediği gibi olmayan her şeyi red ederdi gerçekten de..sadece onun dilediği gibi olmalıydı.. ne yazık ki buda hiç gerçekleşmiyordu..gerçekleşse de işte böyle ulaşılamaz oluyordu..”ne gelirse kabul edeceksin,eyvallah diyeceksin” dedi çocuğa Zaman.”.eyvallah deyip geçmeyi öğreneceksin..”


bugün farklı idi..çocuk onunla dost oluyordu, bunu tahmin ediyordu…onunla öyle dost olmak istiyordu ki, teklifsiz ve karşılıksız olsun..en safından birbirlerine karışmış, birbirlerinde yok olmuş gibi..ancak bu kadarını hayal edebiliyordu istediği dostluğun..daha ilerisini hayal edemiyordu..bu sevgi gönül işiymiş ya hani..o gönlünde ne cinsiyeti varmış, nede bir bedeni ya hani..işte burası bilinmeyen ak noktalar diyarı gibiymiş..nur tarlası..


çocuk imkansızlıklardan dem vurdu..”imkansız diye bir şey yoktur” dedi Zaman..”bak” dedi “ben varım ama ..”çocuk ona inanamayan gözlerle gülümsedi..”varım” dedi Zaman..”hayattayım ve yaşıyorum..”çocuk aynı inanmayan gözlerle O’na sevgi ve şefkatle gülümsedi..çocuk yaşlanıyordu ve zaman geçiyordu.. “vakit bereketlenebilir ,biliyorsun” dedi Zaman..çocuk gülümsedi..çocuk bu alemden kopmuştu..öyle bir kopuş ki, onu tutan ip sadece O’nun elindeydi ve o çocuğun karşısındaydı. çocuk sadece O’nunla yaşama tutunabilirdi..

çocuk giderek duygularının ve düşüncelerinin daha latifleştiğini hissediyordu..her baktığı ,her duyduğu söze pek çok anlam yükleyebiliyordu..bu sonsuza gidebilirdi, anlamıştı..”ilmi isteyene veririm buydu işte.”ilim hep çoğalmaya mahkumdu..ama sevgi ilimden çok daha özel ve derindi..ilim neydi ki, aşk ın yanında..hiç ti..teferruattı..

sanki içi boşalmıştı..sadece kılıf gibiydi bedeni..ve artık insanlar onu daha çok incitiyordu..daha çok ıssızlaşmak ihtiyacı duyuyordu..o buraya ait değildi..gitmek istiyordu..O’da ulaşamayacağı kadar yukarıdaydı..


 O’na masallarını uzattı..masallarından başka verecek hiçbir şeyi yoktu çocuğun ve masalları da O’ndan geliyordu..çocuğun masalları O’nun izniyle yazıldığı için canlıydı..aynı sevdiği,okuduğu canlı kitapları gibi canlıydı..bu tenezzülün en doruk noktasıydı anlayan için..o sadece bir papağandı..ama O’nun papağanı… bu bile güzeldi..
çocuk yoktu.. aynı masalları gibi bir masaldı ve O’da çocuğun masal kahramanıydı..tabii çocuk yazarken ağlıyormuş…..

…………………

eve dönünce hurmalarından yedi çocuk ve uyudu..sabah gülümseyerek-teşekkürlerle uyandı ve şöyle dedi..Yunus’un söyledikleri doğruymuş..isteyene ver onu.. ben, seni istiyorum. seni seyretmek ve seni dinlemek, başka hiçbir şey  değil:)dedi…

tv. yi açtı..bir kanalda Kur’an meali vardı..Hz. Süleyman’ın, Belkıs’ı sarayındaki havuzdan geçirmesinin ayetiydi..çocuk ahh dedi ahh  anlama bak…cam silicisinin cilaladığı, o camdan kalbi hayal etti..Belkıs’ın, Süleyman’ın gönlüne taht kuruşunu  düşündü..ne güzeldi..sevindi..Süleyman önce;” tahtı-arş’ı-gönlü”, sonra o tahtın sahibini gönlüne getirmişti ve hane mamur olmuştu..yada bu ters manada olsa bile fark etmiyordu..gönüller bir olmuştu..önemli olanda buydu..onlar bir ve aynıydılar..bir beden de iki gönül olamayacağı için; aslında Belkıs’ın getirdiğini sandığı, o, taht-ı arş-ı gönül , Süleyman’ın, ona yolladığı mülküydü..Süleyman’ın  bildiğiydi bu ilim.sadece, bunun yeni farkına varan Belkıs’tı,o kadar..bir bedende iki balıkçıl kuşu kadar mutluydular şimdi..

hurma kutusunu eline aldı üzerindekileri okudu..Medine Hurmacısı.. ve sahibinin ismine baktı..”bir insanın bu kadar ihtişamlı ismi olur mu? Olursa ne olur? “diye düşündü ve güldü..O, olurdu tabii..hurmacının adresine baktı..muhteşemdi..her şey çok anlamlıydı ve çocuk mecaz çözmeyi ne çok seviyordu..O’nun kelimelerinin ,cümlelerinin mana arkeoloğuna dönüşmüştü..her şey ne güzeldi şimdi..bu hurma kutusu; çocuğun ona sunduğu latif kalbinin ikiziydi-izdüşümüydü aslında..ne incelikli bir hediye…Hz. Mevlana demişti ki:” kimin öyle bir kalbi olursa, o kişi, işi gücü bırakıp, o gönlün bekçisi olsun..zira en ufak çatlak istemezdi o gönül, içindeki inciler akıp giderdi çünkü..”işte çocuk bu manayı öğrendiği için hak etmediği o kalbi, ait olduğu yere iade etmişti..çocuk hem çok incinirdi, hem de bol bol incitirdi..şimdi anlamıştı çocuk neler olduğunu..ve işaretlerini okumaya başladı..


çocuk dikdörtgen hurma kutusuna baktı..ona sunduğu latif küre  gönlünü hayal etti..dairenin izdüşümü kareymiş ya hani, aklına geldi; Kabe’nin hatim bölgesi ile  dikdörtgen olduğu ve gülümsedi(hz.İbrahim ve Hacer i hayal etti..)çocuk ona batınını sunmuştu O, ise zuhur mahaliydi..iç ve dış birleşmişti yani..ve çocuk O’na içi boş himmetleri vermişti.. O bunları,  Peygamberin eli ile diktiği, o muhteşem akik taşına benzeyen hurmalar ile doldurmuştu..ve çocuk hurmalarına baktı..bu kutuya, iki sıra halinde, muntazam dizilmiş hurmaları saydı tam 100 adettiler..her katta 50(o. :) hurma vardı ve 5 muhteşem bir rakamdı..Celali ve Cemali.iki elin birliğini..aileyi..sabr-ı, asr-ı,  bir nebze anladı sanki..ve tesbihin manasını belki de…gülümsedi çocuk..insan bu kadar mı anlamlı hediye verebilirdi.?. bu kadar mı sonsuz manayı bir şeffaf kutuya sığdırabilirdi?çocuk ne şanslıydı…O’nun dediği gibi şükretmeliydi,çokkk şükretmeliydi..O çocuğa demişti ki:” siz şükretmelisiniz, hem de çok şükretmelisiniz..”çocuk O’na gönlünü vermişti ya hani, işte ,o gönüle girdiğinin deliliydi bu hurma kutusu çocuk için..ve o gönle giren asla çıkamazdı..bunu kendisi söylemişti çocuğa..

 

çocuk son zamanlarda nedense içinde hacca gideceği hissiyle yaşıyordu..nasıl olacak bilmiyordu ama gidecekti işte.. demek ki gitmişti..bilmeden hem de O’nun gönlünde..
Makam-ı LAcivert gittiği arınmışlık denizinde öyle arınmıştı ki, bu aleme döndüğünde kirlenmesi lazımdı.ama kirlenmeyen, arı duru kaynağı, kendisinin makamıydı..kir orada duramazdı ki...O beşerdi ve beşerler hata yapardı.ve en büyük günah belki de mahsun,O’nu gerçekten seven bir gönlü yıkmaktı..işte, O bunu gerçekleştirmişti.. artık anlamıştı ki, kırdığı o kalp çocuğa ait değildi.. O, kendi gönlünü kırmıştı..ve O’nun gönlü asla kırılmazdı..işte akıp giden incilerinin yerine, gerçek mana hurmaları ile dolu bir şeffaf  kalp getirmişti..o çocuğun tüm günahlarını üstlenip, çocuğu paklamıştı..çocuk buna layık değildi..ve şükrediyordu ….çünkü büyük tevbe ayındaydılar ve artık çocuğun hayatı saatli maarif takvimine endeksli gidiyordu..O, gerçek bir Mutlak Mürşid-i Azam’dı ve müfredata sonuna dek uyuyordu..tabiat-tarih ve çocuk bir bütündü..gönlünün ihtiyaçları,ruhunun ihtiyaçları,nefsinin ihtiyaçları,bedenin ihtiyaçları bir bütün olarak vaktinde seyrettiriliyordu..

babanne kelimesine baktı..baba anne, bab anne ve daha ne çok mana var.. ah ne güzeldi..şimdiye dek, neden bunun farkına varmamıştı ki.?.bu kendisini bilemeyen kadını düşündü..bazen Allah işlediği eli kendisine bildirmezmiş ya hani..işte çocuğun babannesi de böyle kendisini bilemeyen aletlerdenmiş..ata dedelerine, padişah fermanı ile verilmiş bir beziryağı değirmenleri varmış eskiden..babannesi geceleri tek başına işte bu değirmeni beklermiş....orada geceler boyu korkmadan ne düşündüğünü merak etmiş.çocuk, bostanın altından akan dereye gitmiş..her yer amazon gibi olduğu için çaresiz bakıp geri dönmek zorunda kalmış ..zaten, değirmenin  devasa taşları da, evin bahçe duvarında diziliymiş..3 tane tekerlek taş..bir devasa daire taş.. diğeri iki eşit büyüklükte onun yarısı kadar iki daire taş..anlamlıymış tabii..manaya gel demiş çocuk yazarken manaya gel…değirmenin yerinde ise yeller esiyormuş. sadece akan-kıvrım kıvrım bir dere, uzun ince bir yolda, seyrine devam ediyormuş..

köylüler hiç korkmazlarmış..oysa bizler- şehirliler ne korkakız değil mi?herkeslerden korkarız ..herkesi suçlu biliriz..evimize tanımadıklarımızı almayız mesela..ama köylüler-yakın olanlar, hiç tanımadıklarına bile kapılarını açar ve yedirip,içirebilirler hatta yatıya kaldırabilirlermiş..insan köye gittiğinde kendisini çok değerli hissediyormuş..çok ilginçmiş bu…şehirde ise kimsenin kimseye değer falan verdiği yokmuş hakikatte..korkunç bir bencillik varmış nedense..doğallıktan uzaklaştıkça belki de huylarda yapmacıklaştığı içindir..kontrollü ve kurallı ama samimiyetsiz bir kontrol ve kural bu..

ve köy evlerini düşünmüş çocuk..sanki Nuh’un tufanını görmüş  ve o zamana öykünmüşlerin, bir daha tufan olursa limana demir atmış –Nuh’un gemisi –evi gibi yaptıkları bir evmiş, bu ev..sanki bir daha tufan olsa, ev direklerin üzerinden çıkıp yüzebilecek gemi gibi gelirmiş çocuğa..ev sadece direkler üzerindeymiş..zeminde,direk aralarına, bölümlere hayvanlar için “dam”-ahır yapılmış..ön direklerin altında kışlık odunlar istif edilirmiş..önden, seki üstünde tek katlı duran bu çatılı ahşap kütüklerden yapılmış evde hiç çivi yokmuş mesela eskiden..geçme usulmüş..arkadan iki katlı gözükürmüş çatı ile üç kat..ve eve bir gemiye biner gibi” basak” denilen bir ahşap köprüden girilirmiş..ve direk “hayat” denilen koskocaman bir salon güverteye..hayat ın iki yanında eşit dizimli oda-“evler” varmış.evlerin her birinin içinde; gizli bir dolap şeklinde“hamam”-banyo ve yanında bir taş örme “ocak”-şömine ve “yüklük”-dolap varmış..tavana yakın “tereke”-raflar olurmuş oda-evlerde..her evde,sabit ahşap, seki şeklinde bir “pereke”-divan varmış..”hel-a”-tuvaletleride içindeymiş bu köy evlerinin..demek ki eskiden yaşayan bu insanlar kişisel özgürlüklerine çok düşkünlermiş..kendi cumhuriyetleri, aynı evin içinde bile varmış..şimdi bu şekilde, şehirde kaç ev varmış düşünmek lazımmış..Anadolu Medeniyeti nereden gelmiş düşünmek lazımmış değil mi?büyük şehirlerde bile, hiç hava almayan duvarlara sahip,plastik pencerelerle dolu,plastik aksesuarlı küçük bir dairelerde tek banyoyu ,işlevsiz küçük odaları ,iç içe senelerdir kullanan-bir iki-bazen daha fazla nesil, bir arada yaşayan sözde Müslüman ailelerin düşünmesi lazımmış..aileye saygı nedir..mahremiyet nedir?insan geçmişinden neden utansın ki?..olan olmuş ve geçmiştir ..onlar tüm imkansızlıklarla neler yapmışlar .biz, kendimiz, onların koyduğunun üzerine ne koyabilmişiz ona bakmalıyız..utanacak biri varsa oda biziz..ne kadar ileri gittiğimiz sadece evlerimizden bile belli olur..teknoloji rahatlıktır ama mutluluk ve huzur başka bir şeydir..her şeyi alabilirsiniz,her şey bir “tık “mesafesinde ve kolaylığında olabilir ama mutluluğu-huzuru satın alamazsınız..bugün diplomaları bile satın alanlar var-makamları mevkileri..insanları…huzuru ve iç dingiliği satın alabilene henüz rastlanamamış ne yazık ki..burada düşünmek lazım biz ne kadar medeni ve gelişmişiz diye değil mi?gelişmiş olan makineler mi yoksa insan mı?galiba gelişen sadece makineler değil mi?işte bizde o yüzden” insan olmak yerine; ne zaman daha tekno robotlara dönüşebileceğimizi merak eder olmuşuz..”

çocuk geçmişini arıyormuş ya hani..işte eskiden bir gün, tv de Eurovision yarışmasının sonuçlarını görmüş..Ukrayna denen bir ülke kazanmışmış..ve parçayı girmiş haberler..çocuk bu vahşi ve çığlıklı müziği duyduğunda tüm bedeninde ve kalbinde acaip hisler uyanmış..o kadar coşkun bir sevinç.. aynı o vahşiler gibi dans etmek istiyormuş..çok şaşırmış ve hemen haritaya bakmış..Ukrayna, çocuğun köyünün tam karşı sahili değilmiymiş.. bu bölümü kardeşleri gülsün diye yazıyormuş çocuk ve Zaman’a bir şeyi olur dedirtmek için tabii(geleneksel selamlama için, tüm fırsatları değerlendirebilmek adına:)ve bir hafta sonra bir belgesel izlemiş..Finli’ler kendi köklerini arıyorlarmış..Ukrayna da bir 2000 küsur sene evvelinin Amazon Kadın kemiklerinden aldıkları DNA örneklerini araştırıyorlarmış..işte, gelmişler gelmişler bu kadının yeşil gözlü ve sarışın-kumral ve Türkçe konuşan biri olduğunda hemfikir olmuşlar ve gitmişler gitmişler o küçük kadını bile bulmuşlar..çocuk ağlayarak izlemiş bu son sahneyi-küçük kızın adının anlamındanmış bu gözyaşları.. zaten Finli araştırmacılar bile sevinçlerinden ağlamışlar..Çin sınırında, Tibet tepelerinde, bir küçük Türk göçerleri varmış..işte bu Türk göçerlerininde, 9 yaşında Müslüman-Meyrem Gül isimli kızı..üstelik bu kız açık kumral ve yeşil-ela gözlüymüş ve Türkçe konuşuyormuş ..kızdan alınan tükürük ve kan örnekleri Avrupa’ya yollanmış..sonuç gelmiş..yüzde doksandokuz Meyrem Gül ve 2000 küsur senelik Amazon Kadın aynı genlere sahipmiş..Avrupalılar bir daha soylarını hiç merak edip aramadılar sanırım:)ironik tabii..

bunu neden yazmış çocuk.?.…masallarına  anlam yükleyenler için yazmış tabii..olmayan geçmişini de aynı masalları gibi, bu şekilde, oradan buradan  nasıl kolayca kurgulayabildiği anlaşılsın diye mesela..mana atfedilmesin diye ..”anlayan anladı ..anlamayan yalan saydı” misali işte:)hayal perdesi bu ya..sen kendi filmini “kolaj et” yeter ki hali..birde akrabaları gülsünler diye..madem bilinen bir geçmişleri yokmuş..sanal-yalan alemde çok kolay tarih yazılabiliyormuş…aslında geçmişini yok edenlere biraz daha kızarsa çok daha görkemli,derin köklerine gidebilirmiş çocuk..en nihayet ademe ve evveli olan toprak haline bile.hatta…….

tabii mesele bu değilmiş aslında..Eski Mısır ve Eski Amerika uygarlıklarına dair belki yüzlerce- binlerce belgesel ve araştırma varmış yanlı yayın yapan belgesel kanallarında..oysaki nedense ne Sümer’lilere ait nede Hitit’lere ait hiçbir çalışma gösterilmiyormuş..çocuk da buna çok içerliyormuş..neden bizim kimselere benzemeyen çok zeki ve kültürlü kişilerimiz, yabancı hayranlıkları yerine kendi köklerine eğilmiyorlarmış çok merak ediyormuş…adamlar bir şey bulmuşlar ki bu denli özenle saklıyorlarmış değil mi?insan ne bulduklarını merak etmez mi ya huuu…

ve çocuk hayalden hayale atlamış..gelelim seyr-ü sülük hayallerine demiş..şu evrim meraklıları mesela demiş çocuk..illa bir hayvandan geldiklerini ispatlamaya çalışanlar ne haklılar ah bilseler demiş..ama bunu ancak bir Kamil’le seyr-ü sefer yaparsa müşahede yapabilirlermiş..ve hayvanlık alanlarında uzmanlaştıkları varlığı hakkı ile öğrenebilirlermiş..belki buna gerek bile yokmuş..rüyalarına bakacaklarmış ve tabii huylarına..hayallerinde hangi hayvanlarla haşır neşir..hangi hayvanları görüyor ve hayvanlarla arası nasıl ..al işte.. o esnalarda hangi hayvan mertebesinde seyrettiğinin evrimiymiş bu..en tehlikeli hayvanlardan, semalarda kanat çırpana dek mecazlı manaları varmış onların..evrim her an sürüyormuş yani.her kişide hem de ..bunun için Darvin amcaya bile gerek yokmuş..huylarımıza ve onların temsil ettiği hayvan boyutlarına baksak yeter değil mi?ayrıca çocuğun  sakladığı bir gazete sayfası varmış seneler evvelinden..tam sayfada pek çok köpek sahibi ile köpeğinin fotosu varmış..tüm köpekler sahiplerine ikizi kadar benziyormuş..demek ki bizi çeken, bizim için cazip olanlara da bakmak lazım galiba..aynı olanlar birbirlerini bulur derler ya …


ve illa ben teknolojik robot olmak istiyorum diyen üstün zekalı kişiler içinde seyr-ü seferde yer varmış..mesela bu kişiler beyinlerinin nasıl çalıştığının sesini bir duysalar asla biyolojik bir makine olmak istemeyebilirlermiş..belkide biyolojik bir robot olduklarını sanıp sukütu hayale uğrarlarmış..Allahımmm!! beni öldür!! ne olur öldür!! diye yalvarırlarmış belki de.ve dr. efendiler de onları şoklar-elektirik felan verirlermiş..deli diye:)hiç mükemmel olan ruh, hasta olabilir mi ki,ona elektirik verilsin..bu işkencenin vebalini kim ödeyebilir?..beden ,ruh ile anlaşamadığı için nefsin zulmüdür bu..hastayı hasta eden haller-kişiler ortadan kaldırılmadıkça, hastaya trofodan elektirik versen ne olur değil mi?

beden bilimciler, mesela; onlar içinde hayal perdemiz de seyir varmış..bak, nefsin gider, orada hiç haberi bile olmayan biri ile bir halt yaparmış..ve sen bakarmışsın..ve beynindeki bir noktaya bir görünmeyen el kumanda edermiş. “tık” ve o hoşluk hissi gereken mahale  gelirmiş..ne alaka dermişsin, bu ne yani şimdi?..hemen delimi oldum yani şimdi?..kim, bu muhteşem sistemi ilaçla uyutabilir ki.?.o uyumaz..biz uyuttuğumuzu sanırız..o bizi uyutur..

yada her parçan ayrı ayrı olurmuş ..bakarmışsın ki bunların birbirlerine değmeleri bile mümkün değil..aralarında cazibe-mıknatisiyet yok ki..hangi kudret bunları birleştirmiş ..bu nasıl ilimmiş..Allah, Allah, Allah..
yada ben müzisyenim-sesim..dehayım ..sana da seyir varmış..al bak dalga boylarınla ister cızırtılı frekansla yayın yap, ister huzurla salınarak..işte insan beyni bu.. acaip ötesi acaip ..her yanı hayret.her anı hayret..

ama bunlar insanı kesmez, boşa bu gayret..maksat Muhabbet..sadece O Yar’e beni biraz daha fazla okusun-benle biraz daha hemhal olsun,okurken birazcık gülümsesin  diye bu marifet:)bütün ilimler sadece O’na ulaşabilmek için, O’nu sevebilmek için bahane…
sürebilme ihtimalini bile sevdiğim…. kalbimle..

 

 
 
Nur Cihan
19.05.2009
nuralem7@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com