19-mayıs-2009
Zaman, tüm sesi ile en
şiddetli rüzgarlar gibi esti geçti..aynı O’nun anlamını
ilk tanıdığı halindeki gibi esiyordu..çocuk, O’nun
korkusundan sığınacak yer arıyordu hani..”benim binlerce
dervişim var ama senin gibi dervişim hiç olmadı ..senin
gibisini hiç görmedim..sen nasıl bir şeysin.?.her
istediğin hemen olsun istiyorsun ..ben senin kalbini
acıtmak için, ağlatmak için var değilim”….ve esti.. ve
gürledi, çocuğu en alıngan yerinden vurdu geçti…ve çocuk
şiddetli yağmurlar gibi sağanak sağanak ağladı..oysa,
başına çektiği örtülerinin içinde, ağlayarak
düşünüyordu:bu ne kadar kontrollü bir öfkeydi ..o
sözler ne kadar seçilerek söylenmişti.. ne değerli-övgü
dolu kelimelerdi.. mutluluk ,sahiplenilmişlik ve
korunmuşluk bahşeden,herkesle konuşulmayan, dostlarla
paylaşılan meseleler-sorunlardı..çocuk, O’nu görememenin
ızdırabından, hiçbir şey anlayacak halde değildi…O’nu
üzmüştü,incitmişti, kırmıştı..
hayatındaki herkesi yok
etmişti..sadece O vardı..kimseyi istemiyordu
yanında..kimseyle konuşmak bile istemiyordu..çünkü,
başkaları olunca, O’nu düşünemiyordu..yapayanlız kalmak
ve sadece O’nu düşünmek istiyordu..”bir daha O’nu
görmeye gitmeyeceğim” dedi.. “bir daha asla
anmayacağım.. bitti her şey”.çocuğun elinde olsa O’nu
severmiydi ki?(evettt.. sadece O’nu severdi:)sevmek
kimsenin elinde değilmiş meğer ,gönül kimi-ne
vakit-nasıl seveceğine kendisi karar veriyormuş..ferman
da dinlemiyormuş ne yazık ki..
”hakikatte madem ki her şey bir, neden bende, diğer
insanlar gibi normal yaşamıyor ve bu zorlu yolu
istiyorum” dedi..istediği olmayacak bir şeydi, bunu
bildiği halde istiyordu ve bir hayalden başka bir şey de
değildi..ama çocuk tüm çırpınışlarına rağmen bu hayalden
uyanamıyordu..oyundan çıkmak istiyordu..çok yorulmuştu
ve çok usanmıştı. mızıkmıştı..ama oyundan çıkmasına izin
vermiyorlardı..aynı Evvel Zaman’ın, ona söylediği
gibi:”artık korunmak lazım” demişti “yol
tehlikelileşiyor..”
Makam-ı Kul’u vardı
çocuğun.. en sevilen.. O sevildiği için; her şey gibi,
çocukta var edilmişti ya zaten.. O varken, hiçbir şey
çocuğa yaklaşamazdı.. bunun eminliğinden-himayesinden
çocuk bu kadar cesurdu ..çocuk “gitmeyeceğim” dedi..
tekrar,”bitti..artık O’nu düşünmeyeceğim..”ama ne kalbi
ne ayakları onu dinledi..bir kaç saat sonra
Kabe’sindeydi....O, ritüellerini yaparken öyle çok
ağladı ki; çocuk kendisine, kendi bile acıdı..ne hale
gelmişti..madem bu kadar sevebilme potansiyeli
vardı..neden şimdiye dek, bu, belli bile
olmamıştı,neden?...ömrü bitmek üzereydi..peki bu kalp
neden vaktinde ve gerektiğinde, kimseyi sevmeyi
başaramamıştı?bir zamanlar, kendilerini sevsin diye,
kendisine ağlayarak yalvaranları bile sevememişti
çocuk..böyle sevgi olur mu?ne tehlikeli bir şey bu..öyle
çok ağladı kiii, selamlarına gözyaşları eşlik etti
durdu..ve beklerken:” geri döneceğim, benim ne işim var
burada ..daha fazlasını kaldıramam ,yapamıyorum ,benim
sıradanlığım ve basitliğim için değil bu işler”
dedi..ama ne ayakları ne gönlü onu yine
dinlemedi..kapıya geldi..öyle çok görüşmek için
bekleyen vardı ki.. lütfedildi ve çocuk ilk önce içeri
alındı..
birkaç saat evvel esip gürleyen ile; zavallı ağlayan
karşı karşıya idiler..çocuk Güneş’ini görünce her şeyi
unutup gülümsedi..ve istediğini yapmak istedi..Makam-ı
Disiplin Güneş’i dedi ki:”benim dediğimi yapmazsan
seninle konuşmam.. bak!! çıkar giderim..”bu ne inanılmaz
cümleydi..O çıkıp gidecekti..çocuğa ,sen çık git!!
demiyordu..lütfediyordu..”tamam “dedi uslu çocuk..
dediğini yaptı..
”al.. bak!!” dedi gülen çocuk gözleri ile Zaman..”bu
senin.. sana.. Ben’den.. sadece senin için…”çocuk
hayatında hiç bu kadar, tek tek anlam yüklenmiş değerli
sözlerle;böyle, inanılmaz saf- temiz -çocuk ruh gözleri
ile, ona hediye vereni görmemişti. İki çocuk ruh kadar
tertemiz ve safdılar şimdi....duygulanarak,gözleri
dolarak hediyesini aldı ve baktı..şeffaf bir kutu
içinde acve hurmaları, aynı akik taşları gibi
dizilmişlerdi…mahçup,gülümseyerek teşekkür etti
çocuk..ne olmuştu da böyle sukün olmuştu,hayret..onun
yanındayken neden bu kadar sakinleşiyor ve huzur
buluyordu, hayret..hiç bir şey düşünemiyordu..sadece
O’nu seyretsin ve sohbet etsinler..başka ne
istenebilirdi ki?O, çocuğa o kadar güzel gözüküyordu,o
kadar anlamlı duruyordu ,o kadar saf ve derindi ki..O
celalin ve cemalin ötesindeydi.. günahın ve sevabın
ötesindeydi ..kuralsızlığın kural koyucusuydu sanki.öyle
değerliydi ki..başka biri yoktu çocuk için, sadece O
vardı…eşsiz ve benzersizdi..
ve Zaman çocuğa ikramda bulundu ve evindeki bir halinden
bahsetti..çocuk utanarak gülümsedi…bir şeyler
söyledi..babasına, sorduğu soruyu hatırladı.”beni,
evimde yada başka yerde görebilir mi, izler mi?”
demişti..”evet.. izler..seyretmek çok kolay.. bunda bir
şey yok..ama O tenezzül etmez, bakmaz “demişti
babası..demek seyretmiş, tenezzül etmiş diye düşündü
çocuk..mahzuru yoktu.. çünkü çocuk kendisini O’ndan ayrı
düşünmüyordu..o teslimdi ve O’nda yok olana dek asla
huzura ermeyecekti..o ise, O’nu ,seyretmeye dayanamazdı.
çünkü O’na karşı çok kıskançtı, onun için..
çocuk konuştu..Zaman konuştu..çocuk o rüzgarın etkisi
ile sık sık, onun sözünü kesti, edebsizce ve incindiğini
sandığı için konuştu durdu..Zaman, onu sabırla
dinledi..”bana bağırdınız” dedi çocuk..”sana bağırmadım
ben,üzüldüm” dedi..”senin o kadar ağlaman beni çok
üzüyor ..ben seni mutlu ve huzurlu etmek için varım
..sen bu kadar ağlıyorsan, ben, vazifemi yapamıyorum”
demektir dedi..”istemezseniz bir daha asla gelmem” dedi
çocuk..”hayır, gel” dedi Zaman..”istemezseniz bir daha
asla aramam “dedi çocuk..”hayır, ara” dedi Zaman..çocuk
O’na olan sevgisinin anlamını anlattı..dedi Zaman:”
hayır.. sen nefsinle seviyorsun..o dediğin şekilde
sevmiyorsun ki..””nereden anladınız? “dedi çocuk..”çünkü
hala istiyorsun ..sevmenin ve duyguların günahı
olmaz.bunlar insanın elinde değildir” dedi Zaman.”ama
istemek iradeden kaynaklanır. o yüzden de istemenin
günahı olur..sen hala istiyorsun bak!..saf sevgi kalması
lazım..”bu arada çocuk kaç kere:” istiyorum” dediyse
Zaman ona işaret ediyordu:”bak yine istiyorum dedin
?””peki” dedi çocuk” nasıl anlayacağız.”.”benim işim bu”
dedi Makam-ı İrşad:” ben anlarım..sen de
anlayacaksın..bu geliş gidişlerde-dersler devam etikçe
zamanla bakacağız, sen ilerleyeceksin..istek
kalmayacak. saf sevgi kalacak,istemeyeceksin.. sen
bile anlayacaksın.”
çocuk hırçındı:”ben, ait olduğum yere geri dönmek
istiyorum” dedi..”dönemezsin” dedi Zaman..”her gün
ölebilmek için dua ediyorum ,bu dünyada hiçbir şeyde
başarılı olamıyorum ..hiçbir şeye ilgi duymuyorum..geri
dönmek istiyorum..””hoppala” dedi zaman..”o zaman boşuna
uğraşıyorum ..ben senin mutlu ve huzurlu olman için
varım..bu demektir ki başarılı olamıyorum.”.”kimseyi
sevemiyorum, sizden başka” dedi çocuk..gülümseyerek”
seversin” dedi Zaman..”sevemiyorum” dedi çocuk
..”seversin” dedi yine Zaman..
Zaman sakin ve sabırla çocuğa anlatı..anlattı..anlattı..
dedi ki Zaman:”aldığın nefes bir an kesilse ne
olur?..sen, bir nefesini milyarlara değişir misin?”çocuk
daha, O, cümleyi kurarken hayatında verdiği en akıllı
cevabı aniden söyledi..söylerken kendisi bile bu
muhteşem cevaba şaştı..bu cevap onun ruhundan dı,
anladı..gülümseyerek :”vermem” dedi çocuk..”o nefes
sizsiniz çünkü..”
ve anlattı Makam-ı KUL:”sen
başına geleni kabul ediyorsun ama aslında razı
değilsin..o yüzden de acı çekiyorsun, çünkü istiyorsun.”
çocuk biliyordu bunu.. sesli istemiyordu ki.. ama dedi
Zaman bilerek:” için istiyor..razı ol,şükret bak, her
şey değişecek ..sen olana sabrediyorsun ama razı
değilsin..için razı değil” dedi..”evet “dedi çocuk
“razı değilim” dedi..çok kırgındı çocuk, çokkkk..her an
yeniden kanatan, camdan can kırıkları vardı onun..her
olup biteni kabul etse,sabretse de o kırgınlık ,o
dağılmışlık ,o koskocaman hüzün dağılmıyordu ki..elinde
değildi..çocuk kendi istediği gibi olmayan her şeyi red
ederdi gerçekten de..sadece onun dilediği gibi
olmalıydı.. ne yazık ki buda hiç
gerçekleşmiyordu..gerçekleşse de işte böyle ulaşılamaz
oluyordu..”ne gelirse kabul edeceksin,eyvallah
diyeceksin” dedi çocuğa Zaman.”.eyvallah deyip geçmeyi
öğreneceksin..”
bugün farklı idi..çocuk onunla dost oluyordu, bunu
tahmin ediyordu…onunla öyle dost olmak istiyordu ki,
teklifsiz ve karşılıksız olsun..en safından birbirlerine
karışmış, birbirlerinde yok olmuş gibi..ancak bu
kadarını hayal edebiliyordu istediği dostluğun..daha
ilerisini hayal edemiyordu..bu sevgi gönül işiymiş ya
hani..o gönlünde ne cinsiyeti varmış, nede bir bedeni ya
hani..işte burası bilinmeyen ak noktalar diyarı
gibiymiş..nur tarlası..
çocuk
imkansızlıklardan dem vurdu..”imkansız diye bir şey
yoktur” dedi Zaman..”bak” dedi “ben varım ama ..”çocuk
ona inanamayan gözlerle gülümsedi..”varım” dedi
Zaman..”hayattayım ve yaşıyorum..”çocuk aynı inanmayan
gözlerle O’na sevgi ve şefkatle gülümsedi..çocuk
yaşlanıyordu ve zaman geçiyordu.. “vakit
bereketlenebilir ,biliyorsun” dedi Zaman..çocuk
gülümsedi..çocuk bu alemden kopmuştu..öyle bir kopuş ki,
onu tutan ip sadece O’nun elindeydi ve o çocuğun
karşısındaydı. çocuk sadece O’nunla yaşama
tutunabilirdi..
çocuk giderek duygularının ve düşüncelerinin daha
latifleştiğini hissediyordu..her baktığı ,her duyduğu
söze pek çok anlam yükleyebiliyordu..bu sonsuza
gidebilirdi, anlamıştı..”ilmi isteyene veririm buydu
işte.”ilim hep çoğalmaya mahkumdu..ama sevgi ilimden çok
daha özel ve derindi..ilim neydi ki, aşk ın yanında..hiç
ti..teferruattı..
sanki içi boşalmıştı..sadece kılıf gibiydi bedeni..ve
artık insanlar onu daha çok incitiyordu..daha çok
ıssızlaşmak ihtiyacı duyuyordu..o buraya ait
değildi..gitmek istiyordu..O’da ulaşamayacağı kadar
yukarıdaydı..
O’na masallarını uzattı..masallarından başka verecek
hiçbir şeyi yoktu çocuğun ve masalları da O’ndan
geliyordu..çocuğun masalları O’nun izniyle yazıldığı
için canlıydı..aynı sevdiği,okuduğu canlı kitapları gibi
canlıydı..bu tenezzülün en doruk noktasıydı anlayan
için..o sadece bir papağandı..ama O’nun papağanı… bu
bile güzeldi..
çocuk yoktu.. aynı masalları gibi bir masaldı ve O’da
çocuğun masal kahramanıydı..tabii çocuk yazarken
ağlıyormuş…..
…………………
eve dönünce hurmalarından
yedi çocuk ve uyudu..sabah gülümseyerek-teşekkürlerle
uyandı ve şöyle dedi..Yunus’un söyledikleri
doğruymuş..isteyene ver onu.. ben, seni istiyorum. seni
seyretmek ve seni dinlemek, başka hiçbir şey
değil:)dedi…
tv. yi açtı..bir
kanalda Kur’an meali vardı..Hz. Süleyman’ın, Belkıs’ı
sarayındaki havuzdan geçirmesinin ayetiydi..çocuk ahh
dedi ahh anlama bak…cam silicisinin cilaladığı, o
camdan kalbi hayal etti..Belkıs’ın, Süleyman’ın gönlüne
taht kuruşunu düşündü..ne güzeldi..sevindi..Süleyman
önce;” tahtı-arş’ı-gönlü”, sonra o tahtın sahibini
gönlüne getirmişti ve hane mamur olmuştu..yada bu ters
manada olsa bile fark etmiyordu..gönüller bir
olmuştu..önemli olanda buydu..onlar bir ve
aynıydılar..bir beden de iki gönül olamayacağı için;
aslında Belkıs’ın getirdiğini sandığı, o, taht-ı arş-ı
gönül , Süleyman’ın, ona yolladığı
mülküydü..Süleyman’ın bildiğiydi bu ilim.sadece, bunun
yeni farkına varan Belkıs’tı,o kadar..bir bedende iki
balıkçıl kuşu kadar mutluydular şimdi..
hurma kutusunu eline aldı üzerindekileri okudu..Medine
Hurmacısı.. ve sahibinin ismine baktı..”bir insanın bu
kadar ihtişamlı ismi olur mu? Olursa ne olur? “diye
düşündü ve güldü..O, olurdu tabii..hurmacının adresine
baktı..muhteşemdi..her şey çok anlamlıydı ve çocuk mecaz
çözmeyi ne çok seviyordu..O’nun kelimelerinin
,cümlelerinin mana arkeoloğuna dönüşmüştü..her şey ne
güzeldi şimdi..bu hurma kutusu; çocuğun ona sunduğu
latif kalbinin ikiziydi-izdüşümüydü aslında..ne
incelikli bir hediye…Hz. Mevlana demişti ki:” kimin öyle
bir kalbi olursa, o kişi, işi gücü bırakıp, o gönlün
bekçisi olsun..zira en ufak çatlak istemezdi o gönül,
içindeki inciler akıp giderdi çünkü..”işte çocuk bu
manayı öğrendiği için hak etmediği o kalbi, ait olduğu
yere iade etmişti..çocuk hem çok incinirdi, hem de bol
bol incitirdi..şimdi anlamıştı çocuk neler olduğunu..ve
işaretlerini okumaya başladı..
çocuk dikdörtgen hurma kutusuna baktı..ona sunduğu
latif küre gönlünü hayal etti..dairenin izdüşümü
kareymiş ya hani, aklına geldi; Kabe’nin hatim bölgesi
ile dikdörtgen olduğu ve gülümsedi(hz.İbrahim ve Hacer
i hayal etti..)çocuk ona batınını sunmuştu O, ise zuhur
mahaliydi..iç ve dış birleşmişti yani..ve çocuk O’na içi
boş himmetleri vermişti.. O bunları, Peygamberin eli
ile diktiği, o muhteşem akik taşına benzeyen hurmalar
ile doldurmuştu..ve çocuk hurmalarına baktı..bu kutuya,
iki sıra halinde, muntazam dizilmiş hurmaları saydı tam
100 adettiler..her katta 50(o. :) hurma vardı ve 5
muhteşem bir rakamdı..Celali ve Cemali.iki elin
birliğini..aileyi..sabr-ı, asr-ı, bir nebze anladı
sanki..ve tesbihin manasını belki de…gülümsedi
çocuk..insan bu kadar mı anlamlı hediye verebilirdi.?.
bu kadar mı sonsuz manayı bir şeffaf kutuya
sığdırabilirdi?çocuk ne şanslıydı…O’nun dediği gibi
şükretmeliydi,çokkk şükretmeliydi..O çocuğa demişti ki:”
siz şükretmelisiniz, hem de çok şükretmelisiniz..”çocuk
O’na gönlünü vermişti ya hani, işte ,o gönüle girdiğinin
deliliydi bu hurma kutusu çocuk için..ve o gönle giren
asla çıkamazdı..bunu kendisi söylemişti çocuğa..
çocuk son zamanlarda nedense
içinde hacca gideceği hissiyle yaşıyordu..nasıl olacak
bilmiyordu ama gidecekti işte.. demek ki
gitmişti..bilmeden hem de O’nun gönlünde..
Makam-ı LAcivert
gittiği arınmışlık denizinde öyle arınmıştı ki, bu aleme
döndüğünde kirlenmesi lazımdı.ama kirlenmeyen, arı duru
kaynağı, kendisinin makamıydı..kir orada duramazdı
ki...O beşerdi ve beşerler hata yapardı.ve en büyük
günah belki de mahsun,O’nu gerçekten seven bir gönlü
yıkmaktı..işte, O bunu gerçekleştirmişti.. artık
anlamıştı ki, kırdığı o kalp çocuğa ait değildi.. O,
kendi gönlünü kırmıştı..ve O’nun gönlü asla
kırılmazdı..işte akıp giden incilerinin yerine, gerçek
mana hurmaları ile dolu bir şeffaf kalp getirmişti..o
çocuğun tüm günahlarını üstlenip, çocuğu
paklamıştı..çocuk buna layık değildi..ve şükrediyordu
….çünkü büyük tevbe ayındaydılar ve artık çocuğun hayatı
saatli maarif takvimine endeksli gidiyordu..O, gerçek
bir Mutlak Mürşid-i Azam’dı ve müfredata sonuna dek
uyuyordu..tabiat-tarih ve çocuk bir bütündü..gönlünün
ihtiyaçları,ruhunun ihtiyaçları,nefsinin
ihtiyaçları,bedenin ihtiyaçları bir bütün olarak
vaktinde seyrettiriliyordu..
babanne kelimesine baktı..baba anne, bab anne ve daha ne
çok mana var.. ah ne güzeldi..şimdiye dek, neden bunun
farkına varmamıştı ki.?.bu kendisini bilemeyen kadını
düşündü..bazen Allah işlediği eli kendisine bildirmezmiş
ya hani..işte çocuğun babannesi de böyle kendisini
bilemeyen aletlerdenmiş..ata dedelerine, padişah fermanı
ile verilmiş bir beziryağı değirmenleri varmış
eskiden..babannesi geceleri tek başına işte bu değirmeni
beklermiş....orada geceler boyu korkmadan ne düşündüğünü
merak etmiş.çocuk, bostanın altından akan dereye
gitmiş..her yer amazon gibi olduğu için çaresiz bakıp
geri dönmek zorunda kalmış ..zaten, değirmenin devasa
taşları da, evin bahçe duvarında diziliymiş..3 tane
tekerlek taş..bir devasa daire taş.. diğeri iki eşit
büyüklükte onun yarısı kadar iki daire taş..anlamlıymış
tabii..manaya gel demiş çocuk yazarken manaya
gel…değirmenin yerinde ise yeller esiyormuş. sadece
akan-kıvrım kıvrım bir dere, uzun ince bir yolda,
seyrine devam ediyormuş..
köylüler hiç
korkmazlarmış..oysa bizler- şehirliler ne korkakız değil
mi?herkeslerden korkarız ..herkesi suçlu
biliriz..evimize tanımadıklarımızı almayız mesela..ama
köylüler-yakın olanlar, hiç tanımadıklarına bile
kapılarını açar ve yedirip,içirebilirler hatta yatıya
kaldırabilirlermiş..insan köye gittiğinde kendisini çok
değerli hissediyormuş..çok ilginçmiş bu…şehirde ise
kimsenin kimseye değer falan verdiği yokmuş
hakikatte..korkunç bir bencillik varmış
nedense..doğallıktan uzaklaştıkça belki de huylarda
yapmacıklaştığı içindir..kontrollü ve kurallı ama
samimiyetsiz bir kontrol ve kural bu..
ve köy evlerini düşünmüş çocuk..sanki Nuh’un tufanını
görmüş ve o zamana öykünmüşlerin, bir daha tufan olursa
limana demir atmış –Nuh’un gemisi –evi gibi yaptıkları
bir evmiş, bu ev..sanki bir daha tufan olsa, ev
direklerin üzerinden çıkıp yüzebilecek gemi gibi
gelirmiş çocuğa..ev sadece direkler
üzerindeymiş..zeminde,direk aralarına, bölümlere
hayvanlar için “dam”-ahır yapılmış..ön direklerin
altında kışlık odunlar istif edilirmiş..önden, seki
üstünde tek katlı duran bu çatılı ahşap kütüklerden
yapılmış evde hiç çivi yokmuş mesela eskiden..geçme
usulmüş..arkadan iki katlı gözükürmüş çatı ile üç
kat..ve eve bir gemiye biner gibi” basak” denilen bir
ahşap köprüden girilirmiş..ve direk “hayat” denilen
koskocaman bir salon güverteye..hayat ın iki yanında
eşit dizimli oda-“evler” varmış.evlerin her birinin
içinde; gizli bir dolap şeklinde“hamam”-banyo ve yanında
bir taş örme “ocak”-şömine ve “yüklük”-dolap
varmış..tavana yakın “tereke”-raflar olurmuş
oda-evlerde..her evde,sabit ahşap, seki şeklinde bir
“pereke”-divan varmış..”hel-a”-tuvaletleride içindeymiş
bu köy evlerinin..demek ki eskiden yaşayan bu insanlar
kişisel özgürlüklerine çok düşkünlermiş..kendi
cumhuriyetleri, aynı evin içinde bile varmış..şimdi bu
şekilde, şehirde kaç ev varmış düşünmek
lazımmış..Anadolu Medeniyeti nereden gelmiş düşünmek
lazımmış değil mi?büyük şehirlerde bile, hiç hava
almayan duvarlara sahip,plastik pencerelerle
dolu,plastik aksesuarlı küçük bir dairelerde tek banyoyu
,işlevsiz küçük odaları ,iç içe senelerdir kullanan-bir
iki-bazen daha fazla nesil, bir arada yaşayan sözde
Müslüman ailelerin düşünmesi lazımmış..aileye saygı
nedir..mahremiyet nedir?insan geçmişinden neden utansın
ki?..olan olmuş ve geçmiştir ..onlar tüm
imkansızlıklarla neler yapmışlar .biz, kendimiz, onların
koyduğunun üzerine ne koyabilmişiz ona
bakmalıyız..utanacak biri varsa oda biziz..ne kadar
ileri gittiğimiz sadece evlerimizden bile belli
olur..teknoloji rahatlıktır ama mutluluk ve huzur başka
bir şeydir..her şeyi alabilirsiniz,her şey bir “tık
“mesafesinde ve kolaylığında olabilir ama
mutluluğu-huzuru satın alamazsınız..bugün diplomaları
bile satın alanlar var-makamları
mevkileri..insanları…huzuru ve iç dingiliği satın
alabilene henüz rastlanamamış ne yazık ki..burada
düşünmek lazım biz ne kadar medeni ve gelişmişiz diye
değil mi?gelişmiş olan makineler mi yoksa insan
mı?galiba gelişen sadece makineler değil mi?işte bizde o
yüzden” insan olmak yerine; ne zaman daha tekno
robotlara dönüşebileceğimizi merak eder olmuşuz..”
çocuk geçmişini arıyormuş ya hani..işte eskiden bir gün,
tv de Eurovision yarışmasının sonuçlarını
görmüş..Ukrayna denen bir ülke kazanmışmış..ve parçayı
girmiş haberler..çocuk bu vahşi ve çığlıklı müziği
duyduğunda tüm bedeninde ve kalbinde acaip hisler
uyanmış..o kadar coşkun bir sevinç.. aynı o vahşiler
gibi dans etmek istiyormuş..çok şaşırmış ve hemen
haritaya bakmış..Ukrayna, çocuğun köyünün tam karşı
sahili değilmiymiş.. bu bölümü kardeşleri gülsün diye
yazıyormuş çocuk ve Zaman’a bir şeyi olur dedirtmek için
tabii(geleneksel selamlama için, tüm fırsatları
değerlendirebilmek adına:)ve bir hafta sonra bir
belgesel izlemiş..Finli’ler kendi köklerini
arıyorlarmış..Ukrayna da bir 2000 küsur sene evvelinin
Amazon Kadın kemiklerinden aldıkları DNA örneklerini
araştırıyorlarmış..işte, gelmişler gelmişler bu kadının
yeşil gözlü ve sarışın-kumral ve Türkçe konuşan biri
olduğunda hemfikir olmuşlar ve gitmişler gitmişler o
küçük kadını bile bulmuşlar..çocuk ağlayarak izlemiş bu
son sahneyi-küçük kızın adının anlamındanmış bu
gözyaşları.. zaten Finli araştırmacılar bile
sevinçlerinden ağlamışlar..Çin sınırında, Tibet
tepelerinde, bir küçük Türk göçerleri varmış..işte bu
Türk göçerlerininde, 9 yaşında Müslüman-Meyrem Gül
isimli kızı..üstelik bu kız açık kumral ve yeşil-ela
gözlüymüş ve Türkçe konuşuyormuş ..kızdan alınan tükürük
ve kan örnekleri Avrupa’ya yollanmış..sonuç
gelmiş..yüzde doksandokuz Meyrem Gül ve 2000 küsur
senelik Amazon Kadın aynı genlere sahipmiş..Avrupalılar
bir daha soylarını hiç merak edip aramadılar
sanırım:)ironik tabii..
bunu neden yazmış çocuk.?.…masallarına anlam
yükleyenler için yazmış tabii..olmayan geçmişini de aynı
masalları gibi, bu şekilde, oradan buradan nasıl
kolayca kurgulayabildiği anlaşılsın diye mesela..mana
atfedilmesin diye ..”anlayan anladı ..anlamayan yalan
saydı” misali işte:)hayal perdesi bu ya..sen kendi
filmini “kolaj et” yeter ki hali..birde akrabaları
gülsünler diye..madem bilinen bir geçmişleri
yokmuş..sanal-yalan alemde çok kolay tarih
yazılabiliyormuş…aslında geçmişini yok edenlere biraz
daha kızarsa çok daha görkemli,derin köklerine
gidebilirmiş çocuk..en nihayet ademe ve evveli olan
toprak haline bile.hatta…….
tabii mesele bu değilmiş aslında..Eski Mısır ve Eski
Amerika uygarlıklarına dair belki yüzlerce- binlerce
belgesel ve araştırma varmış yanlı yayın yapan belgesel
kanallarında..oysaki nedense ne Sümer’lilere ait nede
Hitit’lere ait hiçbir çalışma gösterilmiyormuş..çocuk da
buna çok içerliyormuş..neden bizim kimselere benzemeyen
çok zeki ve kültürlü kişilerimiz, yabancı hayranlıkları
yerine kendi köklerine eğilmiyorlarmış çok merak
ediyormuş…adamlar bir şey bulmuşlar ki bu denli özenle
saklıyorlarmış değil mi?insan ne bulduklarını merak
etmez mi ya huuu…
ve çocuk hayalden hayale atlamış..gelelim seyr-ü
sülük hayallerine demiş..şu evrim meraklıları mesela
demiş çocuk..illa bir hayvandan geldiklerini ispatlamaya
çalışanlar ne haklılar ah bilseler demiş..ama bunu ancak
bir Kamil’le seyr-ü sefer yaparsa müşahede
yapabilirlermiş..ve hayvanlık alanlarında
uzmanlaştıkları varlığı hakkı ile
öğrenebilirlermiş..belki buna gerek bile
yokmuş..rüyalarına bakacaklarmış ve tabii
huylarına..hayallerinde hangi hayvanlarla haşır
neşir..hangi hayvanları görüyor ve hayvanlarla arası
nasıl ..al işte.. o esnalarda hangi hayvan mertebesinde
seyrettiğinin evrimiymiş bu..en tehlikeli hayvanlardan,
semalarda kanat çırpana dek mecazlı manaları varmış
onların..evrim her an sürüyormuş yani.her kişide hem de
..bunun için Darvin amcaya bile gerek
yokmuş..huylarımıza ve onların temsil ettiği hayvan
boyutlarına baksak yeter değil mi?ayrıca çocuğun
sakladığı bir gazete sayfası varmış seneler
evvelinden..tam sayfada pek çok köpek sahibi ile
köpeğinin fotosu varmış..tüm köpekler sahiplerine ikizi
kadar benziyormuş..demek ki bizi çeken, bizim için cazip
olanlara da bakmak lazım galiba..aynı olanlar
birbirlerini bulur derler ya …
ve illa ben teknolojik robot olmak istiyorum diyen üstün
zekalı kişiler içinde seyr-ü seferde yer varmış..mesela
bu kişiler beyinlerinin nasıl çalıştığının sesini bir
duysalar asla biyolojik bir makine olmak
istemeyebilirlermiş..belkide biyolojik bir robot
olduklarını sanıp sukütu hayale uğrarlarmış..Allahımmm!!
beni öldür!! ne olur öldür!! diye yalvarırlarmış belki
de.ve dr. efendiler de onları şoklar-elektirik felan
verirlermiş..deli diye:)hiç mükemmel olan ruh, hasta
olabilir mi ki,ona elektirik verilsin..bu işkencenin
vebalini kim ödeyebilir?..beden ,ruh ile anlaşamadığı
için nefsin zulmüdür bu..hastayı hasta eden
haller-kişiler ortadan kaldırılmadıkça, hastaya trofodan
elektirik versen ne olur değil mi?
beden bilimciler, mesela;
onlar içinde hayal perdemiz de seyir varmış..bak, nefsin
gider, orada hiç haberi bile olmayan biri ile bir halt
yaparmış..ve sen bakarmışsın..ve beynindeki bir noktaya
bir görünmeyen el kumanda edermiş. “tık” ve o hoşluk
hissi gereken mahale gelirmiş..ne alaka dermişsin, bu
ne yani şimdi?..hemen delimi oldum yani şimdi?..kim, bu
muhteşem sistemi ilaçla uyutabilir ki.?.o uyumaz..biz
uyuttuğumuzu sanırız..o bizi uyutur..
yada her parçan ayrı ayrı olurmuş ..bakarmışsın ki
bunların birbirlerine değmeleri bile mümkün
değil..aralarında cazibe-mıknatisiyet yok ki..hangi
kudret bunları birleştirmiş ..bu nasıl ilimmiş..Allah,
Allah, Allah..
yada ben müzisyenim-sesim..dehayım ..sana da seyir
varmış..al bak dalga boylarınla ister cızırtılı
frekansla yayın yap, ister huzurla salınarak..işte insan
beyni bu.. acaip ötesi acaip ..her yanı hayret.her anı
hayret..
ama bunlar insanı kesmez, boşa bu gayret..maksat
Muhabbet..sadece O Yar’e beni biraz daha fazla
okusun-benle biraz daha hemhal olsun,okurken birazcık
gülümsesin diye bu marifet:)bütün ilimler sadece O’na
ulaşabilmek için, O’nu sevebilmek için bahane…
sürebilme ihtimalini bile sevdiğim…. kalbimle.. |