Başarabilir miyiz?
Nilay Caki
 

Düşünen her beyin, başarı kavramını mutlaka yaşamının bir veya birçok evresinde sorgulamıştır. Çoğumuzun cevabı da ben’imize ait hayatı algılama kapsamı ile paralel olarak değişmektedir muhtemelen…

Örneklemek gerekirse başarı, doktorluk yapan biri için belki her defasında bir yaşamın devam etmesine vesile olmak iken başka bir doktor açısından uluslararası bir akademik kariyer ile insanlık için bir buluşa imza atmaktır.

Bir ticaret adamı için başarı, likiditesini sürekli kılarak kârının devamlılığını sağlamak iken bir diğeri için global bir markayı yaratıp markanın yaşam eğrisini uzun sürelere yaymak;

Bir anne için çocuklarının sağlıklı, mutlu ve iyi insanlar olarak hayatını devam ettirdiğini görmek, bir diğeri için ise müspet bir vesile ile tarihe imza atmış (atacak) bir birey yetiştirmiş olmaktır…

Örneklerden de anlaşıldığı üzere, başarı denilen olgu, kişiye, kapasiteye ve ana göre çok geniş bir skala içinde göreceli olarak değişken bir yere sahip olabilir.

Bize daha yakın gelen konular üzerinden başarı kavramını değerlendirmeye devam edelim:

Yaratıcının sistemini anlamaya ve O’nun ahlakı ile bu sistemi yaşamaya adamış biri için başarı öldükten sonraki yurdunun salihler arasında olması iken, bir diğeri için başarı diye bir kavram dahi yoktur; başını bu yolda kesmek (nefsini bilip terbiye ederek ”ben-beden“ kaydından kurtulmak) onun varoluş sebebidir.

Hepimiz bu yolda düşe kalka ilerlemeye çalışırken, ki bu sularda o yüzden dolaşıyoruzdur, Allah ahlakıyla ahlaklanıp ilmini bilip hayata geçirebilen İNSAN olma hedefindeyiz.

 Efendimiz’den (Allahume salli ala seyidina Muhammedin ve ala Al-i Muhammed) bugüne kadar, tüm mana ehli, İNSAN olabilmenin şartlarını tanımlarken hep en öne “yaratılmışda eksik, noksan, ayrılık, gayrılık görmemeyi, sen ben davası gütmemeyi, kendini ayrı bilmemeyi” şart koşmuşlardır.

Hz. Mevlânâ:

 “...İster kâfir, ister mecûsi, ister putperest ol; ister yüz kere tövbeni bozmuş ol, yine gel!..” diyerek  dergâhının kapısını tüm noksanlıklara açarken;

Yunus Emre:

“Yaradılan’ı sev Yaradan"dan ötürü!..” der, “NE YANA DÖNERSEN ALLAH’IN VECHİNİ GÖRÜRSÜN” (2/115) ayetini tefsir edercesine…

Bugünün bilmi ile İLMİ beyinlerimizde kavuşturan, bizleri karşılıksız uyaran Ahmed Hulusi ise SİSTEMİ günümüze deşifre ederken konuyu daha da netleştirmiş ve şöyle ele almıştır:

 

HER ZERRE, HAKK’IN VARLIĞI DIŞINDA HİÇBİR ŞEYE SAHİP DEĞİLDİR!

“Hakk” ismi ile kastettiğimiz varlık, her zerrede, her “zerre” adı altında tümüyle; yani, zâtıyla, sıfatı dediğimiz benliği hüviyeti ile ve bu benliği hüviyetine ait sayısız mânâlar ve bu mânâların bir kısmının isimleri olan Esmâ-ül Hüsnâ ile ve bu mânâların ortaya çıkışı demek olan, Ef’al mertebesi hâli mevcuttur...

Kısacası, her “zerre”, Hakk’ın varlığı dışında hiçbir şeye sahip değildir!...

Bu böyle tahta, taş, hayvan, nebat, gaz, dünya, yıldız, galaksi, kara delik veya boşluk gibi hangi isimle neyi kastedersek edelim, bu isimlerin müsemması olan varlık, ancak ve ancak “Hakk” ın varlığıdır!.. İsimlerin müsemmasında, Hakk’tan gayrına ait hiçbir varlık kesinlikle mevcut değildir.

Her "insan" ismi altında, mutlak olarak hükmünü yerine getiren Hakk'tır!

Aslında, bütün isimlerin müsemmâsı tek bir varlıktır!.. Tek bir varlıkta tek bir mânâdır!..Değişik mânâlar, değişik isimlerle varolmaktadır.. Dolayısıyla sen, hangi mânâ yönünden ele alsan, o tek varlığı ele almış, tek kaynağı ele almış olursun ki; işte çokluk-teklik noktası bu ince noktada birleşmektedir!.. Burada tek, çok olmaktadır!..

Ancak basiretinin verdiği teklikle, fiiller düzeyinin verdiği çok oluş, sende

aynı anda müşâhede edilmelidir...

Şayet biri diğerine ağır basarsa, mutlaka bir taraftan Hakk’ı inkâra sapmış olursun!..

Çokluğu inkâr, Hakk’ı inkâr olur!... Tekliği inkâr yine Hakk’ı inkâr olur!..

Çokluk altındaki varlığı inkâr ettiğin zaman, çokluk adı altındaki varlık, gene onun varlığıdır!.. Tekliği kabul et çokluğu inkâr et, Hakk’ı inkâr edersin!.. 

Çokluğu kabul et, Tekliği kabul etme, yine Hakk’ı inkâr etmiş olursun!.. http://www.allahvesistemi.org/ahmedhulusidekavramlar/
kavramlar/hak/index.htm

Hal böyle iken ve mana ehli kesintisiz olarak uyarmaya devam ederken, bize de uymak düşüyor da lakin öyle “iyiyi de kötüyü de kabullendim, sevdim” demekle bitmiyor; tecrübe etmek, hissetmek şart ki aslında her an yaşamak en zoru! Bir yerlerde kaçırdığımız bir nokta var, beynimizi bu anlamda iyileştirmek, hani tabir yerindeyse aklımıza bu doğrultuda mukayyet olmak için eksiği tamamlamak lazım…

O halde, bizi sürekli uyaran Ahmed Hulusi’nin son dönemlerde daha da yoğun biçimde değindiği belki de kapıyı açan anahtar “BEYİN” konusuna geri dönelim!

Nörobilimciler, beynin çeşitli bölümlerinde ayna nöronların işlevi olan “aynalamanın” başkalarının zihnini “oku”yabilen ve onlarla empati kuran bir mekanizma olduğunu düşünmekteler. Karşı tarafın zihninden geçeni okuyarak o üzüldüğünde üzülebilme, acı hissettiğinde hissedebilme ve gülümsediğinde gülümseme ve hatta yüz mimikleriyle aynı fiili tepkileri verme gibi… http://www.sufizmveinsan.com/arastirma/aynanoronlar.html

Özellikle tiyatral sanatları icra edenlerin beyinlerinde ayna nöronları çalıştırma yani empati kapasitesinin yüksek olduğu varsayılmaktadır. Kimbilir, belki de gerçek sanatçıların biraz daha hassas ve SEVMEK (kendini karşıdakinin yerine koyabilmek) konusunda daha gelişkin olması bu sebepledir. 7. Sanat dalı olarak kabul edilen Sinema’da birçok önemli işe imzasını atan ve kolektif bilinçte “The Message” ÇAĞRI filmi ile ayrı bir yer edinmiş olan Anthony Quinn, ölümünden önceki son yıllarında yine bir başka önemli filmi ZORBA ile kolektif bilincinde yer ettiği Yunanistan’ın yine önemli bir sanatçısı Mikis Theodorakis’in bizzat davet ettiği Münich’deki konserinde, konuşmasının son sözlerini şöyle bitirmiştir: “To live life fully, you must always love” (Hayatı dolu dolu yaşamak için, daima SEVMELİSİNİZ)

http://vodpod.com/watch/3175762-anthony-quinn-mikis-theodorakis-2000-reunion-in-munich

Yaratıcının kulları aracılığıyla verdiği mesaj her yerde aynı…

Anlamak durumundayız ki, ayrılık, gayrılık dediğimiz aslında zaman, mekân, yaratılan farklılıklarını algılayan beyinlerimizde sadece…

 

Karşılıksız uyaran Ahmed Hulusi, bizleri ilk olarak 2006 yılında açıkça, beyinde bulunan ayna nöronlar konusunda ikaz etmiş, beraberinde olduğumuz kişilerin ayna nöronlar aracılığıyla duygu ve düşüncelerinin bizlerde akis bulduğunu ve biz farkında olmadan bu doğrultuda beynimizin yönlendirildiğini belirtmiştir.

Bu konuda özellikle salavat aracılığıyla beyin frekansımızı Rasulallah’a (Allahume salli ala seyidina Muhammedin ve ala Al-i Muhammed) yönlendirip onun ruhuyla, bilinciyle iletişim kurmamızı tavsiye etmiş ve o kanaldan akan bilgiyi değerlendirebilme kapasitemiz doğrultusunda kendimizi geliştirebileceğimizi ifade etmiştir. Dolayısıyla Allah (c.c.) ahlakı ile ahlaklanabilmenin çok önemli bir gizli anahtarını nedenleriyle deşifre etmiştir. http://www.ahmedhulusi.org/yazi/salavat.htm

Allah bu konuda Ayet-i kerime ile uyarmıştır:

Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebi'ye salât eder... Ey iman edenler, siz de O'na  salât (yönelin) edin ve teslimiyet ile selâm verin! (Ahzab/ 56) Allâh İlminden Yansımalarla KUR'ÂN-I KERÎM ÇÖZÜMÜ- Ahmed Hulusi

Tüm bu uyarılar ile çözümleyebildiğimiz, başta Efendimiz’e (Allahume salli ala seyidina Muhammedin ve ala Al-i Muhammed) yönelerek, mana ehlinin takipçisi olmak, onları okumak, anlamak, dinlemek ve bu yöntemle beyindeki ayna nöronların yönlendirilmesi, bu yolda başarı diye tanımladığımız geçilmesi istenilen aşamaların gerçekleşmesinde önemli anahtardır.

Beşer gözüyle bakan, hayrı ve şerri;  Hak gözüyle bakan, sonsuz kemâli seyreder!..(A.H.)

Son olarak Ehli’nin ikazını iletmek isterim: Konuşma ve sohbet sırasında Rasulallah’ın adı geçtiğinde içimizden dahi olsa şu şekli ile salavat getirmek önemli, kaçırılmaması gerekiyor: “Allahume salli ala seyidina Muhammedin ve ala Al-i Muhammed”.

Ayrıca Dua ve Zikir’de yer alan Salavat’ların tekrarı da bizlerin mutlaka devam etmesi gerekenlerdendir. http://www.ahmedhulusi.org/kitap/duavezikir.htm

 

 

 
 
05.01.2011
ncaki2007@yahoo.com

http://sufizmveinsan.com