Bir tek islam alemi başsız
Tabip Dr. Mevlüt Katırcı
 

Batılı emperyalist güçler, yüzyıllarca uğraştılar ve sonunda amaçladıkları gibi Hilafet'i kaldırtarak, İslam alemini başsız bıraktılar. Dünyanın bugün içinde bulunduğu durum dikkate alındığında Hristiyanlık ve Yahudiliği bir arada tutabilecek Papa, Patrik ve Hahambaşları varken, bir tek İslam alemi halifesiz ve başsız.

Hristiyan ve Yahudileri birleştirici niteliğindeki kurumlar hayatiyetini bugün hala sürdürürken, bir tek Müslümanları toparlıyabilecek halifelik makamı kaldırıldı. Yani başka bir deyişle Katoliği papa, Ortodoksu patrik, Museviyi ise hahambaşı toplarken, bir tek islam aleminin başsız olması dikkat çekiyor.

Bu durum halifeliğin kaldırılmasından bu yana büyük bir  yara gibi kanayıp durmakta, buna bağlı olarak da İslam alemi başıboş bir halde ortada kalakalmaktadır. İslam aleminin bugünkü durumu gözönüne alındığında Bosnai Kosova, Filistin, Çeçenistan ve dünyanın daha birçok yerinde Müslümanlara yapılan zulumerin en büyük nedenlerinden biri olarak bu başsızlık gösterilebilir. Oysa tam uygulanmayan Hilafet müessesesi bile başsızlıktan daha iyi olmuştur. Kurtuluş Savaşı yıllarında bile tam olarak uygulanamamasına ve anlamını büyük oranda yitirmesine rağmen, halifeliğin merkesi olduğu için Türkiye'ye dünyanın bir çok yerinden yardımlar geliyor ve ülkenin kurtarılması için elden gelen tüm imkanlar seferber ediliyordu. Hilafet herşeye rağmen toparlayıcı bir unsur olarak İslam alemini birleştiriyordu.

3 Mart 1924' de Hilafet makamı ilga edilince, İslam alemi bölük pörçük bir halde bugünlerebirçok acılar çekerek geldi. 1924 yılında " Hilafet'in ilgasına ve Hanedan-ı Osman'ın Türkiye Cumhuriyeti Memalık Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun"  la ila edilen Halifelik makamı, aslında ilgili  kanunun 1. maddesinde "Halife hal edilmiştir. Hilafet, hükümet ve cumhuriyet mana  ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan, Hilafet makamı mülgadır" şeklinde ifade edildiği gibi Osmanlı hanedanı'nın uhdesinden alınarak TBMM'nin manevi şahsına tevdi edilmiştir.

Buna göre TBMM'nin şeklini, statüsünü, yöntemini tesbit edeceği bir hilafet makamı yeniden tesis edilebilir. Bu bir hayal değildir. Dünya üzerindeki BM, AB, AGİK, NATO ve bunun gibi benzeri yapılanmalar biçiminde bir tür pakt kurularak, bu makamın  gerekleri yerine getilebilir. İslam alemini toparlayıcı bir unsur olabilecek Hilafet makamının yeniden tesisi kolay olmayabilir, ancak  İslam aleminin bugün içinde bulunduğu duruma gelmesindeki en büyük etkenlerden olan halifeliğin kaldırılması de öyle kolay olmamıştır.

HİLAFET NASIL İLGA EDİLDİ ?

İslam alemini birarada tutan ve birleştiren en önemli unsurlardan biri olan halifelik makamı bundan tam 490 yıl önce Yavuz Sultan Selim'le birlikte Osmanlı İmparatorluğu'na geçti. Hilafet makamı, Osmanlının yaşadığı sürece topraklarında huzuru temin  ve Müslümanları birarada tutma konusunda büyük yararlılıklar göstermişti, ta ki işgal kuvvetlerinin Osmanlı topraklarını işgal etmesine değin.

Osmanlı İmparatorluğu'nun işgal kuvvetlerince topraklarının paylaşılmasından sonra başlayan Kurtuluş  Savaşı  ve bu mücadelenin başarıya ulaşmasının ardından 1 kasım 1922' de 308 sayılı kanunla saltanat kaldırıldı. 4 Kasım 1922 de TBMM Hükümeti, İstanbulun idaresine el koydu.  Bu karar Sultan Vahdettin'e Yıldız Sarayı'de Refet Paşa tarafından tebliğ edildi. Saltanat kaldırıldıktan sonra, sadece "Halife" sıfatıyla kalan ve kendi ülkesinde bir kardeş kavgasına fırsat vermek istemeyen Vahdettin, 17 Kasım 1922'de Malaya adlı bir gemiyle yurtdışına çıkarken, yanında devlete ait tek bir mal almamıştı.  600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu böylece sona ermiş oldu. Sultan Vahdettin'in Osmanlı topraklarından ayrılmasıyla İslam Alemi halifesiz kaldı. Artık İstanbul'da halife yoktu. Mustafa Kemal bu durumun İngilizler tarafından kullanılabileceği düşüncesiyle harekete geçti ve Ankara hükümetinin İstanbul'daki temsilcisi olan Refet Paşa'ya bir telgraf göndererek Abdulmecid Efendinin kanaatlerini  öğrenmesini istedi. Aradığı şart, halife seçilecek kişinin tekrar padişahlık iddiasında bulunmamasıydı. Zaten  saltanatın kaldırılmasıyla ilgili kanunda Hilafet'in Al-i Osman'a ait olduğu açıkça yazdığından, yeni Halifenin Abdulmecid Efendi olacağı kesin gibiydi.

MECLİS'TE HARARETLİ TARTIŞMALAR...

Bu gelişmelerin ardından TBMM Halifeyi seçmekle karşı karşıya gelmişti. 17-19 Kasım 1922 tarihlerinde, Mecliste Halifelik seçimi,  şartları ve usulleri üzerine çok hararetli tartışmalar yapıldı.  18 Kasım 1922' de, Meclis Başkanı Rauf Orbay'ın teklifleriyle, TBMM içinde Halife'nin seçimi için müzakerelere başladı.  Meclis Başkanı "Münhal kalan İslamlığın İmamlığına"  birinin  seçilmesinin acil ve zaruri olduğunu işaret etmişti. Halifenin kim olacağı konusunda fazla bir tartışma olmadı. Bütün görüşler Abdulmecid Efendi'nin Halifeliği üzerinde yoğunlaşıyordu. Ancak seçilecek halifenin artık İstanbul'da duramayacağı ve TBMM'nin başında bulunması gerektiği söyleniyordu. Bu konuda ısrarlı ve yoğun görüşmeler, Meclis kürsüsünden dile getiriliyordu. Müzakerelerin bir yerinde konu ilginç bir noktaya geldi. Kurmay Albay Selahaddin Bey, halifenin seçilmesinin yetmeyeceğini, bütün Meclis'in ve Mustafa Kemal'in seçilecek halifeye biat etmesi gerektiğini söyleyerek "Şeriat için biat zaruridir" demişti. Ancak bu yerine getirilemedi.

Müzakerelerin ikinci bölümünde halifenin görev ve yetkilerinin de tesbit edilmesi hususunda hararetli tartışmalar yaşanmış ancak bu tartışmalardan bir sonuç çıkmamıştı.   Sabah olduğunda ise gelinen nokta şu olmuştu;  Meclis'te bulunan 162 milletvekilinin 148'i Abdulmecid Efendi'ye, 2'si Sultan Abdulhamid'in  oğullarından Abdurrahim'e, 3'ü de Abdulhamid'in büyük oğlu Selim'e oy  vermişti. 9 kişinin çekimser kaldığı oylama sonucunda Şehzade Abdulmecid yeni Halife seçilmişti. Seçilen halife yetkisiz,  vazifesiz ve kendisine biat edilmemişti. Yani Halife seçilmiş ama fiilen Hilafet kaldırılmıştı.

VE  HİLAFET  KALDIRILIYOR...

İlerleyen günlerde, Cumhuriyet'in ilanı üzerine Meclis'te tepkiler görüldü. Bazı milletvekilleri, Meclis'te Hilafet lehine olması gerekenleri anlatmaya çalıştılar. Broşürler yayımlıyarak " Halife Meclis'in, Meclis Halife'nindir" diyerek Halife'nin konumunu açıklamaya çalışıyorlardı.

Bazı milletvekilleri, Halife Abdulmecid'in  etrafında toplanmışlar, yoğun bir çalışmaya girişmişlerdi. Halife'nin tüm Müslümanları yönetmesi gerektiği gerçeği dile getiriliyordu. Ancak olan olmuştu... Artık 1400 seneden beri devam eden " İslam  Hilafeti'nin  yıkılmasının kapısı açılmıştı... Sıra Halifeliğin resmi olarak kaldırılmasına gelmişti ! Meclis'te birçok tartışmanın  yanısıra İstiklal Mahkemeleri tarafından birçok da tutuklama ve idamların ardından 3 Mart 1924'de Halifelik resmen  ilga edildi.

İslam; insanlığın refaha ulaşması ilkesiyle, hayatın her alanına ilişkin kurallar getirerek geldiği  günden beri  toplum yaşamının  hiçbir alanında bir belirsizliğe yer bırakmamıştır. Zaten birçok ayete de bu tesbit açık şekilde verilmektedir. İslam'ın devlet  başkanlığı sistemi de diyebileceğimiz "Hilafet müessesesi" de, aykırı görüşlere rağmen, yukarıdaki çerçevede tesis edilen İslami bir kurumdur. Bu nedenle ilgası, İslam alemi açısından hiçbir zaman olumlu bir gelişme olmamıştır.

HİLAFET HEP BİRLEŞTİRDİ...

Kaldırıldığı tarihe kadar teorik ve pratik olarak gelişimini sürdüren Hilafet müesesesi, bu süreçte siyasi olarak da birtakım değişik uygulamalarla hayata geçirilmiş olsa da, buna rağmen her dönem de Müslümanlara çok büyük  faydalar sağlamıştır. Hilafet değişik dönemlerde muhtelif tartışmalara neden olsa da, İslam alemi tarafından her zaman baştacı edilmiş  ve bütün dünya  Müslümanları Hilafetin başlarında birleştirici ve koruyucu bir kalkan gibi durmasını istemiştir. Tüm İslam alemi Kurtuluş Savaşı sırasında  bile Halifeyi tanımış ve İslam alemi tarafından birçok yardımlar yapılmıştır. Örneğin Kurtuluş  Mücadelesi yıllarında İslam Alemi tarafından Hilafet makamının merkezi olması nedeniyle Pakista^n'dan, Güney Asya Müslümanlarına kadar birçok ülkeden Türkiye'ye yardım gelmiştir. Hatta Güney Asya Müslümanların lideri Muhammed Ali, Hilafet için "gönüllüler ordusu" nu kurmaya çalışırken, Hilafetin ilga edildiğini duyunca yıkılıyordu. Milli Mücadele için topladığı 1milyon 500 bin sterlin de elinde kalıyordu. Bunun  yanısıra Hindistan'da  Ağa Han ile Emir  Ali, Başvekil İsmet Paşa'ya ve Reisicumhur Mustafa Kemal'e Hilafete dokunulmamasını isteyen mektuplar göndermişlerdi.

Dört büyük halife döneminin ardından hilafeti devralan Emeviler devrinde geçmiş dönemdeki seçim ve şura usüllerini kaybetmiş olsa da Hilafet, Osmanlı  döneminde büyük fonksiyonları olmuş  ve  ümmetin başsız kalmasını önlemiştir. Diğer dinlerin  aksine şu an İslam Aleminin içinde bulunduğu başıboşluk ve sahipsizlik dikkate alındığında  kaldırılan  Hilafetin, Müslümanlar için  ne derece önemli olduğu açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Çünkü şekil olarak olmasada öz itibariyle Hilafetin yeniden tesisi, dünya Müslümanlarının birliği, beraberliği ve aralarındaki sorunların ortadan kaldırılması açısından artık bir zorunluluk haline gaelmiştir.

Globalleşen dünyada gidiş her açıdan zaten bu yöndedir.

Haçlı zihniyetinin yön verdiği  Batı dünyasının İslam alemini başsız bırakma amaçları doğrultusunda kaldırılan  Hilafet müesssesinin hayata geçirilmesi, bugün şekil olarak mümkün olmaz gibi görünsede, taşıdığı mana itibariyle yeniden ihya edilmesi İslam alemi için mecburiyettir.  Halifelik makamının tekrardan işletilmemesi  durumunda İslam dünyasının bugün içinde bulunduğu kötü ve içler  acısı durumdan kurtulması imkansız gibi gözükmektedir.

MECLİS AÇILIŞ KONUŞMASI

Mustafa  kemal'in  Meclis açılış konuşması, Hilafetin kaldırılacağına dair en  küçük bir kuşku bile uyandırmıyordu. M.Kemal'in konuşmasının ateşli bir hilafet taraftarlığı içinde geçmiş olması ve mecliste çoğunlukta bulunan mütedeyyin  milletvekillerine, Hilafetin kaldırılmayacağına dair bir nev'i senet veriliyordu sanki, ancak bu konuşmanın bir tek temeli vardı; Meclis'teki ikinci grup milletvekillerin itirazlarına meydan vermeyecek şekilde Hilafetin sevildiği ve yüceltildiği  fikrini uyandırmaktı.

İşte Mustafa Kemal'in tam bir Hilafet taraftarı niteliğindeki açılış konuşmasından bazı kesitler....

"...Sonunda dağılma ve dağınıklığın derhal önüne geçmek lüzumuna inanan Hz.Ömer'in gayreti ile Hz. Ebubekir'e biat olundu.

Görülüyor ki, ilk halifenin seçiminde halk eğiliminin tabii birleşmesinden ziyade şahsi tesir şekli tesbit edilmiştir. Efendiler, bu muhalefet tartışmaların yersiz olduğunu sanmayalım.  Gerçekte, halifelik müessesesii İslam milletlerince en büyük maslahattır.

Çünkü efendiler,

Peygamberin Halifeliği, İslamlar arasında din vazifesi gören bir emirliktir, hükümet yetkisini taşıyan bir kuruluştur. İslamların tek söz ve imamda birleşmelerini sağlayan bir emirliktir. Emirlik ise, Tanrının bir sır ve hikmetidir ki, kurulması daima satvet ve kudret şartına bağlıdır.

Asıl maksadı her türlü fesadın ortadan kaldırılması, beldelerin huzur ve güveninin korunması, savaş işlerinin  düzenlenmesi, kamu işlerinin yürütülmesidir. Bunlar dahi ancak satvet ve kudrete bağlıdır. Tanrı'nın  kuralı bu vechile akıp gelmiştir.

...Hazreti Ebubekir'in etki kullanarak Halifeliği alması isabetli olmuştur. İşte bu suretli Peygamberimiz'in, irtihalinden sonra, Halifelik adı ile bir İslam emirliği kurulmuştur.

...Ebubekir, son demlerine yaklaşınca kendi seçimindeki güçlükleri hatırladı ve Hazreti Ömer'i vasiyet mektubu ile kendisi seçip millete sundu.

...Efendiler, Abbasi halifeleri devrinde Bağdat'ta ve ondan sonra Mısır'da halifelik makamının, yüzyıllarca saltanat makamı ile yanyana, fakat ayrı ayrı bulunduğunu  gördük. Bugün de saltanat ve egemenlik makamı ile Halifeliğin yanyana bulunabilmesi en tabi hallerdendir.

...Halifelik makamında da Bağdat ve Mısır'da olduğu gibi kudretsiz sığıntı bir aciz şahıs değil, dayanağı Türkiye Devleti olan bir yüksek şahıs oturacaktır.

Bu surette bir taraftan Türkiye bir taraftan Türkiye, bir taraftan Türkiye halkı asri bir uygar devlet halinde her gün daha kuvvetlenecek, her gün  daha mesut ve refahlı olacak, her gün daha çok   insanlığını ve benliğini anlıyacak, şahısların hıyanetine uğramak tehlikesine kendisini maruz bulundurmayacak ve diğer taraftan  Halifelik makamı de bütün İslam aleminin ruh ve vicdanının ve imamının birleşim noktası, İslam kalplerine ferahlık verebilecek bir şeref ve yücelikte tecelli edecektir.

... Bundan sonra  Halifelik makamının da Türkiye Devleti için ve bütün İslam  alemi için ne kadar feyzli olacağını da, gelecek günler, açıklığı ile gösterecektir. ("İnşaallah" sesleri)

Türk ve İslam Türkiye Devleti, iki saadetin tecelli ve tezahürüne kaynak ve beşik olmakla dünyanın en bahtiyar bir devleti olacaktır. ("İnşaallah" sesleri)

Selametle...

 

 
 

Tabip Dr. Mevlüt Katırcı
hursidnasiri@gmail.com
Başakşehir - İstanbul - 16.09.2008

http://sufizmveinsan.com