| 
                             
							
							Batılı emperyalist güçler, yüzyıllarca uğraştılar ve 
							sonunda amaçladıkları gibi Hilafet'i kaldırtarak, 
							İslam alemini başsız bıraktılar. Dünyanın bugün 
							içinde bulunduğu durum dikkate alındığında 
							Hristiyanlık ve Yahudiliği bir arada tutabilecek 
							Papa, Patrik ve Hahambaşları varken, bir tek İslam 
							alemi halifesiz ve başsız. 
							
							
							Hristiyan ve Yahudileri birleştirici niteliğindeki 
							kurumlar hayatiyetini bugün hala sürdürürken, bir 
							tek Müslümanları toparlıyabilecek halifelik makamı 
							kaldırıldı. Yani başka bir deyişle Katoliği papa, 
							Ortodoksu patrik, Museviyi ise hahambaşı toplarken, 
							bir tek islam aleminin başsız olması dikkat çekiyor. 
							
							
							Bu durum halifeliğin kaldırılmasından bu yana büyük 
							bir  yara gibi kanayıp durmakta, buna bağlı olarak 
							da İslam alemi başıboş bir halde ortada 
							kalakalmaktadır. İslam aleminin bugünkü durumu 
							gözönüne alındığında Bosnai Kosova, Filistin, 
							Çeçenistan ve dünyanın daha birçok yerinde 
							Müslümanlara yapılan zulumerin en büyük 
							nedenlerinden biri olarak bu başsızlık 
							gösterilebilir. Oysa tam uygulanmayan Hilafet 
							müessesesi bile başsızlıktan daha iyi olmuştur. 
							Kurtuluş Savaşı yıllarında bile tam olarak 
							uygulanamamasına ve anlamını büyük oranda 
							yitirmesine rağmen, halifeliğin merkesi olduğu için 
							Türkiye'ye dünyanın bir çok yerinden yardımlar 
							geliyor ve ülkenin kurtarılması için elden gelen tüm 
							imkanlar seferber ediliyordu. Hilafet herşeye rağmen 
							toparlayıcı bir unsur olarak İslam alemini 
							birleştiriyordu.  
							
							
							3 Mart 1924' de Hilafet makamı ilga edilince, İslam 
							alemi bölük pörçük bir halde bugünlerebirçok acılar 
							çekerek geldi. 1924 yılında " Hilafet'in ilgasına ve 
							Hanedan-ı Osman'ın Türkiye Cumhuriyeti Memalık 
							Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun"  la ila edilen 
							Halifelik makamı, aslında ilgili  kanunun 1. 
							maddesinde "Halife hal edilmiştir. Hilafet, hükümet 
							ve cumhuriyet mana  ve mefhumunda esasen mündemiç 
							olduğundan, Hilafet makamı mülgadır" şeklinde ifade 
							edildiği gibi Osmanlı hanedanı'nın uhdesinden 
							alınarak TBMM'nin manevi şahsına tevdi edilmiştir. 
							
							
							Buna göre TBMM'nin şeklini, statüsünü, yöntemini 
							tesbit edeceği bir hilafet makamı yeniden tesis 
							edilebilir. Bu bir hayal değildir. Dünya üzerindeki 
							BM, AB, AGİK, NATO ve bunun gibi benzeri 
							yapılanmalar biçiminde bir tür pakt kurularak, bu 
							makamın  gerekleri yerine getilebilir. İslam alemini 
							toparlayıcı bir unsur olabilecek Hilafet makamının 
							yeniden tesisi kolay olmayabilir, ancak  İslam 
							aleminin bugün içinde bulunduğu duruma gelmesindeki 
							en büyük etkenlerden olan halifeliğin kaldırılması 
							de öyle kolay olmamıştır. 
							
							
							HİLAFET NASIL İLGA EDİLDİ ? 
							
							
							İslam alemini birarada tutan ve birleştiren en 
							önemli unsurlardan biri olan halifelik makamı bundan 
							tam 490 yıl önce Yavuz Sultan Selim'le birlikte 
							Osmanlı İmparatorluğu'na geçti. Hilafet makamı, 
							Osmanlının yaşadığı sürece topraklarında huzuru 
							temin  ve Müslümanları birarada tutma konusunda 
							büyük yararlılıklar göstermişti, ta ki işgal 
							kuvvetlerinin Osmanlı topraklarını işgal etmesine 
							değin. 
							
							
							Osmanlı İmparatorluğu'nun işgal kuvvetlerince 
							topraklarının paylaşılmasından sonra başlayan 
							Kurtuluş  Savaşı  ve bu mücadelenin başarıya 
							ulaşmasının ardından 1 kasım 1922' de 308 sayılı 
							kanunla saltanat kaldırıldı. 4 Kasım 1922 de TBMM 
							Hükümeti, İstanbulun idaresine el koydu.  Bu karar 
							Sultan Vahdettin'e Yıldız Sarayı'de Refet Paşa 
							tarafından tebliğ edildi. Saltanat kaldırıldıktan 
							sonra, sadece "Halife" sıfatıyla kalan ve kendi 
							ülkesinde bir kardeş kavgasına fırsat vermek 
							istemeyen Vahdettin, 17 Kasım 1922'de Malaya adlı 
							bir gemiyle yurtdışına çıkarken, yanında devlete ait 
							tek bir mal almamıştı.  600 yıllık Osmanlı 
							İmparatorluğu böylece sona ermiş oldu. Sultan 
							Vahdettin'in Osmanlı topraklarından ayrılmasıyla 
							İslam Alemi halifesiz kaldı. Artık İstanbul'da 
							halife yoktu. Mustafa Kemal bu durumun İngilizler 
							tarafından kullanılabileceği düşüncesiyle harekete 
							geçti ve Ankara hükümetinin İstanbul'daki temsilcisi 
							olan Refet Paşa'ya bir telgraf göndererek Abdulmecid 
							Efendinin kanaatlerini  öğrenmesini istedi. Aradığı 
							şart, halife seçilecek kişinin tekrar padişahlık 
							iddiasında bulunmamasıydı. Zaten  saltanatın 
							kaldırılmasıyla ilgili kanunda Hilafet'in Al-i 
							Osman'a ait olduğu açıkça yazdığından, yeni 
							Halifenin Abdulmecid Efendi olacağı kesin gibiydi.
							 
							
							
							MECLİS'TE HARARETLİ TARTIŞMALAR... 
							
							
							Bu gelişmelerin ardından TBMM Halifeyi seçmekle 
							karşı karşıya gelmişti. 17-19 Kasım 1922 
							tarihlerinde, Mecliste Halifelik seçimi,  şartları 
							ve usulleri üzerine çok hararetli tartışmalar 
							yapıldı.  18 Kasım 1922' de, Meclis Başkanı Rauf 
							Orbay'ın teklifleriyle, TBMM içinde Halife'nin 
							seçimi için müzakerelere başladı.  Meclis Başkanı 
							"Münhal kalan İslamlığın İmamlığına"  birinin  
							seçilmesinin acil ve zaruri olduğunu işaret etmişti. 
							Halifenin kim olacağı konusunda fazla bir tartışma 
							olmadı. Bütün görüşler Abdulmecid Efendi'nin 
							Halifeliği üzerinde yoğunlaşıyordu. Ancak seçilecek 
							halifenin artık İstanbul'da duramayacağı ve TBMM'nin 
							başında bulunması gerektiği söyleniyordu. Bu konuda 
							ısrarlı ve yoğun görüşmeler, Meclis kürsüsünden dile 
							getiriliyordu. Müzakerelerin bir yerinde konu ilginç 
							bir noktaya geldi. Kurmay Albay Selahaddin Bey, 
							halifenin seçilmesinin yetmeyeceğini, bütün 
							Meclis'in ve Mustafa Kemal'in seçilecek halifeye 
							biat etmesi gerektiğini söyleyerek "Şeriat için biat 
							zaruridir" demişti. Ancak bu yerine getirilemedi. 
							
							
							Müzakerelerin ikinci bölümünde halifenin görev ve 
							yetkilerinin de tesbit edilmesi hususunda hararetli 
							tartışmalar yaşanmış ancak bu tartışmalardan bir 
							sonuç çıkmamıştı.   Sabah olduğunda ise gelinen 
							nokta şu olmuştu;  Meclis'te bulunan 162 
							milletvekilinin 148'i Abdulmecid Efendi'ye, 2'si 
							Sultan Abdulhamid'in  oğullarından Abdurrahim'e, 3'ü 
							de Abdulhamid'in büyük oğlu Selim'e oy  vermişti. 9 
							kişinin çekimser kaldığı oylama sonucunda Şehzade 
							Abdulmecid yeni Halife seçilmişti. Seçilen halife 
							yetkisiz,  vazifesiz ve kendisine biat edilmemişti. 
							Yani Halife seçilmiş ama fiilen Hilafet 
							kaldırılmıştı. 
							
							
							VE  HİLAFET  KALDIRILIYOR... 
							
							
							İlerleyen günlerde, Cumhuriyet'in ilanı üzerine 
							Meclis'te tepkiler görüldü. Bazı milletvekilleri, 
							Meclis'te Hilafet lehine olması gerekenleri 
							anlatmaya çalıştılar. Broşürler yayımlıyarak " 
							Halife Meclis'in, Meclis Halife'nindir" diyerek 
							Halife'nin konumunu açıklamaya çalışıyorlardı. 
							
							
							Bazı milletvekilleri, Halife Abdulmecid'in  
							etrafında toplanmışlar, yoğun bir çalışmaya 
							girişmişlerdi. Halife'nin tüm Müslümanları yönetmesi 
							gerektiği gerçeği dile getiriliyordu. Ancak olan 
							olmuştu... Artık 1400 seneden beri devam eden " 
							İslam  Hilafeti'nin  yıkılmasının kapısı 
							açılmıştı... Sıra Halifeliğin resmi olarak 
							kaldırılmasına gelmişti ! Meclis'te birçok 
							tartışmanın  yanısıra İstiklal Mahkemeleri 
							tarafından birçok da tutuklama ve idamların ardından 
							3 Mart 1924'de Halifelik resmen  ilga edildi. 
							
							
							İslam; insanlığın refaha ulaşması ilkesiyle, hayatın 
							her alanına ilişkin kurallar getirerek geldiği  
							günden beri  toplum yaşamının  hiçbir alanında bir 
							belirsizliğe yer bırakmamıştır. Zaten birçok ayete 
							de bu tesbit açık şekilde verilmektedir. İslam'ın 
							devlet  başkanlığı sistemi de diyebileceğimiz 
							"Hilafet müessesesi" de, aykırı görüşlere rağmen, 
							yukarıdaki çerçevede tesis edilen İslami bir 
							kurumdur. Bu nedenle ilgası, İslam alemi açısından 
							hiçbir zaman olumlu bir gelişme olmamıştır. 
							
							
							HİLAFET HEP BİRLEŞTİRDİ... 
							
							
							Kaldırıldığı tarihe kadar teorik ve pratik olarak 
							gelişimini sürdüren Hilafet müesesesi, bu süreçte 
							siyasi olarak da birtakım değişik uygulamalarla 
							hayata geçirilmiş olsa da, buna rağmen her dönem de 
							Müslümanlara çok büyük  faydalar sağlamıştır. 
							Hilafet değişik dönemlerde muhtelif tartışmalara 
							neden olsa da, İslam alemi tarafından her zaman 
							baştacı edilmiş  ve bütün dünya  Müslümanları 
							Hilafetin başlarında birleştirici ve koruyucu bir 
							kalkan gibi durmasını istemiştir. Tüm İslam alemi 
							Kurtuluş Savaşı sırasında  bile Halifeyi tanımış ve 
							İslam alemi tarafından birçok yardımlar yapılmıştır. 
							Örneğin Kurtuluş  Mücadelesi yıllarında İslam Alemi 
							tarafından Hilafet makamının merkezi olması 
							nedeniyle Pakista^n'dan, Güney Asya Müslümanlarına 
							kadar birçok ülkeden Türkiye'ye yardım gelmiştir. 
							Hatta Güney Asya Müslümanların lideri Muhammed Ali, 
							Hilafet için "gönüllüler ordusu" nu kurmaya 
							çalışırken, Hilafetin ilga edildiğini duyunca 
							yıkılıyordu. Milli Mücadele için topladığı 1milyon 
							500 bin sterlin de elinde kalıyordu. Bunun  yanısıra 
							Hindistan'da  Ağa Han ile Emir  Ali, Başvekil İsmet 
							Paşa'ya ve Reisicumhur Mustafa Kemal'e Hilafete 
							dokunulmamasını isteyen mektuplar göndermişlerdi. 
							
							
							Dört büyük halife döneminin ardından hilafeti 
							devralan Emeviler devrinde geçmiş dönemdeki seçim ve 
							şura usüllerini kaybetmiş olsa da Hilafet, Osmanlı  
							döneminde büyük fonksiyonları olmuş  ve  ümmetin 
							başsız kalmasını önlemiştir. Diğer dinlerin  aksine 
							şu an İslam Aleminin içinde bulunduğu başıboşluk ve 
							sahipsizlik dikkate alındığında  kaldırılan  
							Hilafetin, Müslümanlar için  ne derece önemli olduğu 
							açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Çünkü şekil 
							olarak olmasada öz itibariyle Hilafetin yeniden 
							tesisi, dünya Müslümanlarının birliği, beraberliği 
							ve aralarındaki sorunların ortadan kaldırılması 
							açısından artık bir zorunluluk haline gaelmiştir. 
							
							
							Globalleşen dünyada gidiş her açıdan zaten bu 
							yöndedir. 
							
							
							Haçlı zihniyetinin yön verdiği  Batı dünyasının 
							İslam alemini başsız bırakma amaçları doğrultusunda 
							kaldırılan  Hilafet müesssesinin hayata geçirilmesi, 
							bugün şekil olarak mümkün olmaz gibi görünsede, 
							taşıdığı mana itibariyle yeniden ihya edilmesi İslam 
							alemi için mecburiyettir.  Halifelik makamının 
							tekrardan işletilmemesi  durumunda İslam dünyasının 
							bugün içinde bulunduğu kötü ve içler  acısı durumdan 
							kurtulması imkansız gibi gözükmektedir. 
							
							
							MECLİS AÇILIŞ KONUŞMASI 
							
							
							Mustafa  kemal'in  Meclis açılış konuşması, 
							Hilafetin kaldırılacağına dair en  küçük bir kuşku 
							bile uyandırmıyordu. M.Kemal'in konuşmasının ateşli 
							bir hilafet taraftarlığı içinde geçmiş olması ve 
							mecliste çoğunlukta bulunan mütedeyyin  
							milletvekillerine, Hilafetin kaldırılmayacağına dair 
							bir nev'i senet veriliyordu sanki, ancak bu 
							konuşmanın bir tek temeli vardı; Meclis'teki ikinci 
							grup milletvekillerin itirazlarına meydan vermeyecek 
							şekilde Hilafetin sevildiği ve yüceltildiği  fikrini 
							uyandırmaktı. 
							
							
							İşte Mustafa Kemal'in tam bir Hilafet taraftarı 
							niteliğindeki açılış konuşmasından bazı kesitler.... 
							
							
							"...Sonunda dağılma ve dağınıklığın derhal önüne 
							geçmek lüzumuna inanan Hz.Ömer'in gayreti ile Hz. 
							Ebubekir'e biat olundu. 
							
							
							Görülüyor ki, ilk halifenin seçiminde halk 
							eğiliminin tabii birleşmesinden ziyade şahsi tesir 
							şekli tesbit edilmiştir. Efendiler, bu muhalefet 
							tartışmaların yersiz olduğunu sanmayalım.  Gerçekte, 
							halifelik müessesesii İslam milletlerince en büyük 
							maslahattır. 
							
							
							Çünkü efendiler, 
							
							
							Peygamberin Halifeliği, İslamlar arasında din 
							vazifesi gören bir emirliktir, hükümet yetkisini 
							taşıyan bir kuruluştur. İslamların tek söz ve imamda 
							birleşmelerini sağlayan bir emirliktir. Emirlik ise, 
							Tanrının bir sır ve hikmetidir ki, kurulması daima 
							satvet ve kudret şartına bağlıdır. 
							
							
							Asıl maksadı her türlü fesadın ortadan kaldırılması, 
							beldelerin huzur ve güveninin korunması, savaş 
							işlerinin  düzenlenmesi, kamu işlerinin 
							yürütülmesidir. Bunlar dahi ancak satvet ve kudrete 
							bağlıdır. Tanrı'nın  kuralı bu vechile akıp 
							gelmiştir. 
							
							
							...Hazreti Ebubekir'in etki kullanarak Halifeliği 
							alması isabetli olmuştur. İşte bu suretli 
							Peygamberimiz'in, irtihalinden sonra, Halifelik adı 
							ile bir İslam emirliği kurulmuştur. 
							
							
							...Ebubekir, son demlerine yaklaşınca kendi 
							seçimindeki güçlükleri hatırladı ve Hazreti Ömer'i 
							vasiyet mektubu ile kendisi seçip millete sundu. 
							
							
							...Efendiler, Abbasi halifeleri devrinde Bağdat'ta 
							ve ondan sonra Mısır'da halifelik makamının, 
							yüzyıllarca saltanat makamı ile yanyana, fakat ayrı 
							ayrı bulunduğunu  gördük. Bugün de saltanat ve 
							egemenlik makamı ile Halifeliğin yanyana 
							bulunabilmesi en tabi hallerdendir. 
							
							
							...Halifelik makamında da Bağdat ve Mısır'da olduğu 
							gibi kudretsiz sığıntı bir aciz şahıs değil, 
							dayanağı Türkiye Devleti olan bir yüksek şahıs 
							oturacaktır. 
							
							
							Bu surette bir taraftan Türkiye bir taraftan 
							Türkiye, bir taraftan Türkiye halkı asri bir uygar 
							devlet halinde her gün daha kuvvetlenecek, her gün  
							daha mesut ve refahlı olacak, her gün daha çok   
							insanlığını ve benliğini anlıyacak, şahısların 
							hıyanetine uğramak tehlikesine kendisini maruz 
							bulundurmayacak ve diğer taraftan  Halifelik makamı 
							de bütün İslam aleminin ruh ve vicdanının ve 
							imamının birleşim noktası, İslam kalplerine ferahlık 
							verebilecek bir şeref ve yücelikte tecelli 
							edecektir. 
							
							
							... Bundan sonra  Halifelik makamının da Türkiye 
							Devleti için ve bütün İslam  alemi için ne kadar 
							feyzli olacağını da, gelecek günler, açıklığı ile 
							gösterecektir. ("İnşaallah" sesleri) 
							
							
							Türk ve İslam Türkiye Devleti, iki saadetin tecelli 
							ve tezahürüne kaynak ve beşik olmakla dünyanın en 
							bahtiyar bir devleti olacaktır. ("İnşaallah" 
							sesleri) 
							
							
							Selametle...  |