Allah
değişimden, dolayısıyla zaman ve mekândan münezzeh
olduğuna, alemler, tüm varlıklar, Mutlak Varlık
olamamalarının gereği olarak değişime, zaman ve mekâna
bağlı olduğuna (manevi alemler bile kendi tarzında bir
zaman ve mekânla
kaimdir, aksi hal mutlak varlık olmalarını gerektirir)
ve Allah' ın ilmi suretleri olan alemlerdeki değişim,
Allah' tan südur ettiğine göre, Allah nasıl olur da
değişmez? Yani ancak O'nda bir faaliyet olmasıyla
alemlerin oluyor olması mümkün değil midir? Ama faaliyet
varsa değişim de var demektir. Bu noktada,
Peygamberimizin "zatı tefekkür etmeyin (düşünüp çözmeye
çalışmayın)" hadisini mihenk taşı olarak almak gerekir.
Bu sorunun
çözümünde, Allah'ın yaratmasına, Allah'tan yansıma ya da
südur etme olarak bakmak, aslında aynı şeyi değişik
tarzda ifade etmekten başka bir anlam taşımaz. Zira
yaratsa da (iradi olarak) ve ya O'ndan yansısa da, O'nda
bir değişim ve faaliyet olması zaruridir. Bu noktada,
ilmi sureti ve ilmin kaynağını şöyle basitçe modelleme
cüretini gösterirsek, konu daha da aydınlanacaktır:
Rüyalar uyuyan adamdan südur eder, belki uyuyan adam,
örtülü ya da açık bir bilinç ve iradeyle rüyalarını
yaratıyor denebilir. Rüya daki adam, uyuyan adamdandır,
ondan ayrı bir varlığı yoktur; ancak rüya daki adam,
asla uyan adam değildir; uyuyan adam rüyasında kendini
görmüş olsa bile, rüyasındaki kendisi, gerçek zatı
değildir. Rüya daki adam, uyuyan adama ulaşabilir,
görebilir ya da "özümde uyuyan adam var, ben uyuyan
adamım" diyebilir mi? Yani aslolan vahdeti vücut mudur,
yoksa sadece Mutlağın yansımalarının Mutlak'tan olduğuna
şahit olduğumuz vahdeti şuhut mudur? (Bu konuyu başka
yazılarımızda işledik, işleyeceğiz) Allah, tam anlamıyla
ulaşılamaz ve bilinemez olmak durumundadır; zira tamamen
izafilerden farklı bir düzlemdedir (düzlem farkı,
Mutlağı ifade etmek için mecburen kullanılır. Allah,
zaman, mekân ve değişimden ( üçü de aynı kavramdır)
münezzeh olmak durumundadır çünkü değişimle olabilen
varlıklar kendileri gibi değişimle olabilenlere
dayanarak ezelden ebede olamaz)
Ancak sorun
şudur ki, Allah'tan südur etme ya da Allah'ın
yaratmasında, Allah da nasıl bir değişme, faaliyet
olmaz? Uyuyan adam değişmez midir? Değişmez olsa, rüya
nasıl oluşur? Beyinsel ya da ruhsal bir dalgalanma, bir
faaliyet olmak zorunda değil midir? Elbette bunlar,
bizim zamana kayıtlı bilinçlerimizde oluşan çelişkiler
ve sorunlardır; ancak olayı Zat'ın varlığının mahiyetini
düşünerek bir şekilde çözebilmemiz mümkün müdür?
Aynı
örneğimizi, daha iradeli bir yaratıma örnek olarak,
hayal etme şeklinde de düşünebiliriz. Bir şey hayal
ettiğim zaman, elbette bende bir değişim olur. Maddi
olarak beyinde biyokimyasal faaliyetler, manevi olarak
belki ruhsal dalgalanma ve ruhun bilgi kazanımı ve/ve ya
bilgi yansıtımı. Ben hayalimi bilip kurarken, nasıl
değişmem? Bu boyutta düşündüğümüzde, Allah'ın her şeyi
oluştururken, bilirken değişmemesi, nasıl olur? Daha
doğrusu boyutlarımızla sınırlı aklımızın buna cevap
verme şansı nedir ve tatmin edici bir cevap, bu sınırlar
altında, nasıl olabilir?
Bildiğimiz
her şey değişir ve her şey ezelden ebede sadece değişen
şeylere dayanarak nasıl var olagelmektedir ve nasıl
varolacaktır? Denebilir ki bir hiç bir şey, ezelden
ebede değildir. Ancak varlık veya varlıkların ardındaki
Mutlak Varlık, ezelden ebede değildiyse, öncesinde veya
sonrasında bir mutlak hiçlik olmalıdır. Mutlak hiçlik
var idiyse hiçbir zaman hiçbir şey olmaması gerekirdi;
zira mutlak hiçlik, hiçbir zerreye varlık hakkı tanımaz;
mutlak hiçlik vardır demek bile bir çelişkidir çünkü
mutlak anlamda bir yoklukla varlık kavramını aynı şey
için nasıl kullanabiliriz (Detaylar için diğer
yazılarımıza bakınız)?
Bu durumda,
sorunumuza olası bir cevap olarak, Tanrı'nın bizle
birlikte sürekli değişim içinde olduğunu düşünmek,
ezelden ebede, her şeyde ve gerisindeki Mutlak Varlıkta
bir değişim olduğunu iddia etmektir ki, bu muhal olup
Mutlağın tanımına uymaz. Ancak muhal oluşu Mutlağın
tanımına uymayışından değil, Mutlağın olmak zorunda
olduğunu aklın kavramasındandır. Yani izafi alemlerdeki
değişim bir şekilde bir değişmeze dayanarak sürüyor
olmalıdır ama sorun şudur ki, izafi alemlerdeki
değişimin dayandığı değişmez, izafi alemlerde değişim
oluşturduğuna göre, nasıl kendisi değişmez olarak
kalabilir? Yok, O da değişir derseniz, değişim ezelden
ebede nasıl sürer gider? Değişim hep gelişmek olarak
varsayılsa bile (ki değişim yoklukla varlık arasında
gidip gelmedir) başlangıç noktasında nasıl bir
Hiçlik'ten südur ederek gelişip bu ana gelebilir? O
Hiçlik, mutlak hiçlik olmasa gerektir, olsa olsa
izafilerin algılayamayacağı ve hiçlik diyeceği ama
aslında tam olan kemal bir Mutlak Varlık'tır. Ancak bu
mutlak varlık, değişimden münezzeh olarak nasıl kudret,
ilim ve irade oluşturarak alemleri kendinden südur
ettirir, yaratır, ya da yansıtır? Belirmeye başladığı
gibi, bu sorun, bu düzlemde çözebileceğimiz bir sorun
değildir.
Peki
evrenin hep vardı olarak düşünülmesi, bu sorunu
anlamsızlaştırabilir mi? Burada elbette kastettiğimiz
bir başlangıcı olan ve sırf bu yüzden sonu da olacak
olan maddi evren değil, maddi evrenin enerjisel
oluşturucu özü yani evren içre bir kudrettir. Ancak bu
kudret, hep vardıyken izafileri oluşturmadan önce
değişmezdi de izafileri oluşturduktan sonra değişir
olamaz elbet. Değişmezde herhangi bir anda değişim
olduğunu düşünmek, değişmezin aslında değişmez
olmadığını düşünmektir. Yani ‘Mutlak’ın olmadığını
söylemektir. Bütün ya da enerji değişendir idiyse
ezelden ebede olması muhaldir. Veya ezeldendi de ebede
olmayacak veya yarısı ezelden ebede öbür yarısı zamanla
kısıtlı demek, ne derece doğru olabilir?
Mutlak,
izafilerle sürekli irtibat halindeyse (ki böyle olması
gerekliliği mantığımızın zorunlu bir çıkarımıdır ve
böyle olmak durumundadır) değişmez şey değişenlerle
sürekli irtibatta olurken nasıl değişmez olabilir?
Aslolan vahdet-i vücutsa, izafiler mutlağın parçası,
unsuru, gölgesi eya da bünyesinde demektir. Değişim
elbette zamanla ve yaratılışla başlar zira dediğimiz
gibi mekân ve türevi zaman değişimin unsurları ve/veya
aksi bakışla tersidir. Değişmezliğin ya da değişirliğin
değerli olup olmaması da ilgilendiğimiz konuyla alakalı
değildir zira bu bizce olan bir değer biçiştir. Asıl
mesele, vahdeti vücut ise aslolan, bu vahtet halindeki
vücudun unsurlarında ve ya gölgelerinde yaradılıştan
sonra oluşsa bile bir değişim olduğuna göre, vahdet-i
vücut nasıl değişmez olarak daimdir? Veya aslolan
vahdet-i şuhutsa (ki mutlak mantığa göre ve alemleri
Allah'ın indinde Allah'ın ilminden olarak gören,
Allah'ın şeyi şeyin özünden ihata ettiğini söylerken
aynı zamanda alemlerden de mustağni olduğunun üzerinde
duran, yani tenzihle teşbihi tevhid eden İslama göre de
doğrusu budur; ve vahdet-i vücut, vahdet-i şuhut olan
gerçeğin algılanmasında bir ara aşamadır) Allah'ın
ilminde değişim üzre olan izafiler, izafi varlıklarını
son tahlilde Allah'ın kudretine dayanarak sürdürülürken
Allah'ın zatı nasıl değişimden münezzehtir. |