Büyük sorun: Mutlak nasıl değişmezdir?-1
V. Korhan Koral
 

Allah değişimden, dolayısıyla zaman ve mekândan münezzeh olduğuna, alemler, tüm varlıklar, Mutlak Varlık olamamalarının gereği olarak değişime, zaman ve mekâna bağlı olduğuna (manevi alemler bile kendi tarzında bir zaman ve mekânla kaimdir, aksi hal mutlak varlık olmalarını gerektirir) ve Allah' ın ilmi suretleri olan alemlerdeki değişim, Allah' tan südur ettiğine göre, Allah nasıl olur da değişmez? Yani ancak O'nda bir faaliyet olmasıyla alemlerin oluyor olması mümkün değil midir? Ama faaliyet varsa değişim de var demektir. Bu noktada, Peygamberimizin "zatı tefekkür etmeyin (düşünüp çözmeye çalışmayın)" hadisini mihenk taşı olarak almak gerekir.

Bu sorunun çözümünde, Allah'ın yaratmasına, Allah'tan yansıma ya da südur etme olarak bakmak, aslında aynı şeyi değişik tarzda ifade etmekten başka bir anlam taşımaz. Zira yaratsa da (iradi olarak) ve ya O'ndan yansısa da, O'nda bir değişim ve faaliyet olması zaruridir. Bu noktada, ilmi sureti ve ilmin kaynağını şöyle basitçe modelleme cüretini gösterirsek, konu daha da aydınlanacaktır: Rüyalar uyuyan adamdan südur eder, belki uyuyan adam, örtülü ya da açık bir bilinç ve iradeyle rüyalarını yaratıyor denebilir. Rüya daki adam, uyuyan adamdandır, ondan ayrı bir varlığı yoktur; ancak rüya daki adam, asla uyan adam değildir; uyuyan adam rüyasında kendini görmüş olsa bile, rüyasındaki kendisi, gerçek zatı değildir. Rüya daki adam, uyuyan adama ulaşabilir, görebilir ya da "özümde uyuyan adam var, ben uyuyan adamım" diyebilir mi? Yani aslolan vahdeti vücut mudur, yoksa sadece Mutlağın yansımalarının Mutlak'tan olduğuna şahit olduğumuz vahdeti şuhut mudur? (Bu konuyu başka yazılarımızda işledik, işleyeceğiz) Allah, tam anlamıyla ulaşılamaz ve bilinemez olmak durumundadır; zira tamamen izafilerden farklı bir düzlemdedir (düzlem farkı, Mutlağı ifade etmek için mecburen kullanılır. Allah, zaman, mekân ve değişimden ( üçü de aynı kavramdır) münezzeh olmak durumundadır çünkü değişimle olabilen varlıklar kendileri gibi değişimle olabilenlere dayanarak ezelden ebede olamaz)

Ancak sorun şudur ki, Allah'tan südur etme ya da Allah'ın yaratmasında, Allah da nasıl bir değişme, faaliyet olmaz? Uyuyan adam değişmez midir? Değişmez olsa, rüya nasıl oluşur? Beyinsel ya da ruhsal bir dalgalanma, bir faaliyet olmak zorunda değil midir? Elbette bunlar, bizim zamana kayıtlı bilinçlerimizde oluşan çelişkiler ve sorunlardır; ancak olayı Zat'ın varlığının mahiyetini düşünerek bir şekilde çözebilmemiz mümkün müdür?

Aynı örneğimizi, daha iradeli bir yaratıma örnek olarak, hayal etme şeklinde de düşünebiliriz.  Bir şey hayal ettiğim zaman, elbette bende bir değişim olur. Maddi olarak beyinde biyokimyasal faaliyetler, manevi olarak belki ruhsal dalgalanma ve ruhun bilgi kazanımı ve/ve ya bilgi yansıtımı.  Ben hayalimi bilip kurarken, nasıl değişmem? Bu boyutta düşündüğümüzde, Allah'ın her şeyi oluştururken, bilirken değişmemesi, nasıl olur? Daha doğrusu boyutlarımızla sınırlı aklımızın buna cevap verme şansı nedir ve tatmin edici bir cevap, bu sınırlar altında, nasıl olabilir?

Bildiğimiz her şey değişir ve her şey ezelden ebede sadece değişen şeylere dayanarak nasıl var olagelmektedir ve nasıl varolacaktır? Denebilir ki bir hiç bir şey, ezelden ebede değildir. Ancak varlık veya varlıkların ardındaki Mutlak Varlık, ezelden ebede değildiyse, öncesinde veya sonrasında bir mutlak hiçlik olmalıdır. Mutlak hiçlik var idiyse hiçbir zaman hiçbir şey olmaması gerekirdi; zira mutlak hiçlik, hiçbir zerreye varlık hakkı tanımaz; mutlak hiçlik vardır demek bile bir çelişkidir çünkü mutlak anlamda bir yoklukla varlık kavramını aynı şey için nasıl kullanabiliriz (Detaylar için diğer yazılarımıza bakınız)?

Bu durumda, sorunumuza olası bir cevap olarak, Tanrı'nın bizle birlikte sürekli değişim içinde olduğunu düşünmek, ezelden ebede, her şeyde ve gerisindeki Mutlak Varlıkta bir değişim olduğunu iddia etmektir ki, bu muhal olup Mutlağın tanımına uymaz. Ancak muhal oluşu Mutlağın tanımına uymayışından değil, Mutlağın olmak zorunda olduğunu aklın kavramasındandır. Yani izafi alemlerdeki değişim bir şekilde bir değişmeze dayanarak sürüyor olmalıdır ama sorun şudur ki, izafi alemlerdeki değişimin dayandığı değişmez, izafi alemlerde değişim oluşturduğuna göre, nasıl kendisi değişmez olarak kalabilir? Yok, O da değişir derseniz, değişim ezelden ebede nasıl sürer gider? Değişim hep gelişmek olarak varsayılsa bile (ki değişim yoklukla varlık arasında gidip gelmedir) başlangıç noktasında nasıl bir Hiçlik'ten südur ederek gelişip bu ana gelebilir? O Hiçlik, mutlak hiçlik olmasa gerektir, olsa olsa izafilerin algılayamayacağı ve hiçlik diyeceği ama aslında tam olan kemal bir Mutlak Varlık'tır. Ancak bu mutlak varlık, değişimden münezzeh olarak nasıl kudret, ilim ve irade oluşturarak alemleri kendinden südur ettirir, yaratır, ya da yansıtır? Belirmeye başladığı gibi, bu sorun, bu düzlemde çözebileceğimiz bir sorun değildir.

Peki evrenin hep vardı olarak düşünülmesi, bu sorunu anlamsızlaştırabilir mi? Burada elbette kastettiğimiz bir başlangıcı olan ve sırf bu yüzden sonu da olacak olan maddi evren değil, maddi evrenin enerjisel oluşturucu özü yani evren içre bir kudrettir. Ancak bu kudret, hep vardıyken izafileri oluşturmadan önce değişmezdi de izafileri oluşturduktan sonra değişir olamaz elbet. Değişmezde herhangi bir anda değişim olduğunu düşünmek, değişmezin aslında değişmez olmadığını düşünmektir. Yani ‘Mutlak’ın olmadığını söylemektir. Bütün ya da enerji değişendir idiyse ezelden ebede olması muhaldir. Veya ezeldendi de ebede olmayacak veya yarısı ezelden ebede öbür yarısı zamanla kısıtlı demek, ne derece doğru olabilir?

Mutlak, izafilerle sürekli irtibat halindeyse (ki böyle olması gerekliliği mantığımızın zorunlu bir çıkarımıdır ve böyle olmak durumundadır) değişmez şey değişenlerle sürekli irtibatta olurken nasıl değişmez olabilir? Aslolan vahdet-i vücutsa, izafiler mutlağın parçası, unsuru, gölgesi eya da bünyesinde demektir. Değişim elbette zamanla ve yaratılışla başlar zira dediğimiz gibi mekân ve türevi zaman değişimin unsurları ve/veya aksi bakışla tersidir. Değişmezliğin ya da değişirliğin değerli olup olmaması da ilgilendiğimiz konuyla alakalı değildir zira bu bizce olan bir değer biçiştir. Asıl mesele, vahdeti vücut ise aslolan, bu vahtet halindeki vücudun unsurlarında ve ya gölgelerinde yaradılıştan sonra oluşsa bile bir değişim olduğuna göre, vahdet-i vücut nasıl değişmez olarak daimdir? Veya aslolan vahdet-i şuhutsa (ki mutlak mantığa göre ve alemleri Allah'ın indinde Allah'ın ilminden olarak gören, Allah'ın şeyi şeyin özünden ihata ettiğini söylerken aynı zamanda alemlerden de mustağni olduğunun üzerinde duran, yani tenzihle teşbihi tevhid eden İslama göre de doğrusu budur; ve vahdet-i vücut, vahdet-i şuhut olan gerçeğin algılanmasında bir ara aşamadır) Allah'ın ilminde değişim üzre olan izafiler, izafi varlıklarını son tahlilde Allah'ın kudretine dayanarak sürdürülürken Allah'ın zatı nasıl değişimden münezzehtir.

 

 
 
V. Korhan Koral
Samsun - 24.12.2008
http://www.korhankoral.com
korhan@korhankoral.com

korhankoral@gmail.com

http://sufizmveinsan.com