Allah'ım,
salat ve selam (Es-selamu aleyke eyyühen-Nebiyyü)
Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) 'e ve onun âl ve
ashabına olsun.
Öyle bir
salat ki bizi her türlü korku, bela ve benzeri şeylerden
korusun, kurtarsın.
Bizi bütün
ayıp ve kusurlardan, günah ve isyanlardan temizlesin ve
bütün günahlarımızın affedilmesine sebep olsun.
Allahümme
salli ala seyyidina Muhammedin ve ala seyyidina
Muhammedin ve sellim.
*******
“Dostum, semâ
çağı geldi, sıçra, kalk; iş-güç vakti geldi-çattı; yarış
herkesle.
Binlerce başının ağırlığı yüzünden çok uyudun; şimdi
uyardılar seni; kalk.
Hele a uçup duran düşünce, uç bakalım; sen de şu gezip
duran kalıptan sıçra bakalım.
Kendine gel, sûfî, içinde bulunduğu vaktin oğludur;
geçen yıldan, gelecek yıldan geç; sıçra.
Aşka ar-namus sığmaz; utanmayı, ululanmayı bırak, kalk.
Ârif hânende tembellik ediyorsa hırkanı, sarığını ver
ona; sıçra.
Tanrı'nın buyruğunca cömertlik, kârdır, faydadır;
yüzlerce kantardan daha yeğdir bir aşk, kalk, sıçra.
Ayağının altında inciler döşeyenin aşkıyla coşup köpüren
denizin dalgası gibi kalk, sıçra.
İkiye ayrılmış saç gibi seni tutar, aşağıya çekerse sen,
sevgilinin kıvırcık saçları gibi kalk, sıçra.
Sevgilinin hayalinden bir davettir, geldi; sen de hayal
gibi sırlara dal da sıçra.
Düzenlere düştün, hilelere kapıldın hayli demdir; bir
kere de şu gaddar âlemden sıçra-gitsin.
Kafiyeler düzmeye çok sarıldın; sus da sözsüz bir sıçra
bakalım.”
Hz. Mevlâna Celaleddin-i Rumî (k.s.)
Dîvân-ı Kebîr, VI, b. 2917-2928
*******
ÇOOOK GÜZEL BİR MASAL
Efendim,Muhabbetim,Pirdeşime…………..
Bir VARmış Bir
YOKmuş..Masalın bir çocuğu var mışşş..
Çocuk onu
Beka ya götürecek olan Padişah-ı İlahisine gitmeye karar
vermiş..her zaman ki gibi, üzerinde tasarruf eden
dostlarını; göremese de, niyetle davet etmiş..çünkü, o,
her şeyi bir niyetle yaparmış ve bunu hiç
tanımadıklarına- tanıdıklarına hediye edermiş..bir tek
bu imkansız olduğunu bile bile istediği-sürüklenmek
zorunda olduğu sevdasını herkes den sakınıyormuş..
nihayetinde onu da sadece mana dostları ile cömertçe
paylaşabiliyormuş..tüm sıkıntılarını göremediği
dostlarına anlatıyor ve ağlıyor, onlarla da
seviniyormuş..”en sevdiğimize gidiyoruz, O’nu
seyredeceğiz “demiş çocuk…en sevdiklerinin O’nu işaret
edip, onu, O’na yollayanlarla,O’ na gidiyormuş işte…yani
MAKAM-I KUL’a…….
çocuk yaratılmış en geçimsiz ,en ukala,en huysuz ,en
şeddesi dört çekim medli inat, ve en taş
kalplilerdenmiş…hiç kimseyi, Evvel Zaman’a dek, belki de
hakikatten sevmemiş..çünkü o her şeye inanabilme
kabiliyetinde olduğundan her aldatana büyük bir imanla
bağlanmış ve kalbi defalarca yağmalanmış..taaa ki,
kalbinde kırıksız yer kalmayana dek …cimriliklerin
dünyasında kendisini kapatarak granit kayaya
dönüşmüş..ama tüm taşların içinde olduğu gibi işte bu
sert kayada da su varmış ve ehli, o suyu çıkartabilmek
için vakti gelince devreye girmiş..
bir gün ona öyle bir latif kalb-i küre yollanmış ki içi
hikmet-i nur damla dolu…küçük arş-ı rahman ama sahilsiz
umman..yeni kalbini hak edebilmesi için ise çokkk aşama
lazım mışş..
çocuk ilk
devrelerde çok hırpalanmış…değişik aletlerle(beşer-i
insan) imtihan ediliyor ve elinde olduğunu sandığı her
şey biranda alınıyormuş..neyi eliyle tutsa, ne aklına
gelse püfff -yok oluyormuş…sıra ile hayatına giren
rehberlerinden birisi demiş ki “evladım, sizi öyle
seviyor ki; aşkının şiddetinden sizi kabullenemiyor..
bunu nasıl ifade edebileceği bilemiyor..bir kedinin
yavrusunu severek boğması gibi “ demiş..çocuk seccadede
selsebile dönen gözyaşları ile “istemiyorummm…sevme
beni.. sevme” diye yalvarışını hatırlamış nedense..şimdi
ise:” her şeye değer.. her şeye..daha çok sev beni ama
canımı yakmadan sev.. “diyebiliyormuş.. ne güzelmiş
..ama neden canını bu kadar yaktığını bilmek de
istiyormuş..aslında belki de biliyormuş..başka türlü
O’na dönmeyecekmiş çünkü..o maddeye tutkunmuş..madde ise
ona yasakmış.. güzel nefs kedisinin ona nasıl sert
baktığını düşünmüş ve onu sevmek için elini uzatırken,
ruh kuşunun nasıl kızarak, şiddetle eline vurduğunu
hayal etmiş..neden yasak olduğunu…ve Turuk-ı Aliye nin
incilerini….Tarikat-ı Muhammediyeyi…selamları…..
ve Evvel Zaman’a:” nefs çok
güzel, neden ona kötü demişler?” deyişini
düşünmüş..şefkatle gülümseyerek Evvel Zaman-ı Zat-ı
İlahisi demiş ki :”evet o çok güzel ,hiç kötü olur mu
ama o mecaz ,anlatabilmek için öyle demişler..”
evet bugün öğrenmiş ki “terbiye edilmiş nefs enfes bir
nefes” gibiymiş….bütün imtihan da işte o enfes nefsini
bilebilmek adına imiş zaten…
çocuk geçmişte bir gün Evvel Zaman’a demiş ki:” neden
Hz. Peygamber bana hiç yüzünü göstermiyor.. neden hiçbir
mana eri yüzünü bana göstermiyor, onların hırkalarının
içi neden boş..beni neden sevmiyorlar.?.”..Padişah-ı
İlahisi çocuğa şefkatle gülümsemiş..”ama siz
görüyorsunuz ya zaten..size de sevdiklerini gösteriyor
ya.. aynı şey hiç farkı yok” demiş..o zaman çocuk bu
manayı anlayamamış ama şimdi bunu yaşayarak
anlayabiliyormuş.. O’nun lütfu keremi ile,tenezzülü
ile…Evvel Zaman da beka alemine gitmiş ve çocuk O’nu bir
kez hayalinde bile henüz görememişmiş..korktuğu, teslim
olması gerektiği halde senelerdir kaçtığı Makam-ı
İrşad-ı Ahir Zaman’a; sadece, O’nun yüzünde, Evvel
Zaman’ı görebilmek ümidi ile gittiği o anı
hatırlamış.oysa ki gördüğü kendi bakışından başka bir
şey olamamış ve kendisine tutsak olmuş..çünkü “Allah
güzeldir ve güzeli severmiş” tecelli etmiş…güzellik
ışıktan-nurdan kaynaklanan bir şeymiş.. o ışık bir an
alınsa.. çocuk sürekli korku ile ağlar hale
gelmiş..”havf ve reca” denen” ümit ve istek” ne manaya
geliyor öğreniyormuş..o lutfedilen aşk bir an alınsa
hayatı kararıyormuş.. verilse, asla yetmeyen bu muhteşem
hazzın hep artması, devamı için acziyetle
yakarıyormuş..kalbinden gelen o feyzin, tüm hücrelerine
yayılışını derin bir sükun içinde dinliyormuş..aradaki
kuvvetli bağı kopartmadan bu ışıkla beraber yaşaması
gerekiyormuş buda ancak aşkla olabilecek bir
şeymiş…kaçtığı o şey, onu, ancak aşkla avlayabilirmiş ve
çocuk o avcıya yakalanmış..korktuğu şeye artık razı
olmak üzereymiş..aslından çoktan razı olduğunu idrak
etmiş..kaçamayacağı taa ezelde yazılıymış çünkü…
çocuk
imkansız olduğunu öğrendiği bu aşktan feragat edebilmek
için babasına demiş ki:” her şeyi vermek-terk etmek
lazım ya hani ,aşkımı da vermeliyim?”..”hayır” demiş
babası “aşk verilmez ..aşkını verme..onunla yolda
gideceksin..aşk yoksa nasıl ilerleyebilirsin ki?”…ve
eklemiş..”sadece onu düşüneceksin. ondan başka bir şey
düşünmek yok..aklın fikrin o olacak.”.zaten çocuk ondan
başka bir şey düşünemiyormuş..
her hal ve davranışını eskiden kontrol etmediği kadar
kontrol eder olmuş..ya O’nu üzersem, ya O’nu
incitirsem..ya beni beğenmezse..henüz hiçbir kötü
huyunda değişiklik yoksa da, o ümitle devam
ediyormuş…halbuki O’ndan ne kadar uzakta ve başka
alemlerdeymiş..hiç görüşmeseler de, hiç konuşmasalar da
çocuğun gönlü ve aklı hep O’nda olduğundan artık sanki
çocuk değil, O, bu beden mülkünün Süleyman’ı olmuş..ve
hep aklında oruç varmış çocuğun nedense..oruç bana ait
diyeni hatırlıyormuş.…gerçek oruç bu mu demek acaba
diyormuş..bu nasıl bir perhiz, çok ağır…..
çocuk Hücre-i Saadet’ine girmiş..başkaları da
varmış..bir köşede dinlemeğe başlamış..diğer yolcu
öylesine durgunmuş ki, çocuğa, taş gibi
gelmiş..çocuk,onun gibi tüm coşkusunu yitirmemeyi
dilemiş içinden....hisleri alınmış gibiymiş..resim
yapamamaktan şikayetçi imiş. ne tesadüf demiş çocuk
içinden..senelerdir kendiside resim yapamadığı için,
içinde kopan yanardağları şimdi yazarak yaşatmaya
çalıştığını hatırlamış..tualleri ,boyaları, fırçaları
hepsi yağmalanmış.. sevdiği, ilgi duyduğu her şeyin bir
günde yağmalandığı gibi..ama alınan her şey şimdilerde
farklı tezahürlerle daha mükemmel geri iadeye
başlanmış..aynı ona vaat edildiği gibi arifane bir
incecik nezaketle..her masalında bir resim, bir film
yazıyormuş aslında çocuk..hikayesini bir kendi
biliyormuş birde onun rehberi olan Padişah-ı
İlahi’leri..ne yazacağına onlardan gelen kitap-söz ve
hareketler,hayaller,tezahürler,doğuşlar,alnından içeri
giren himmet daireleri ile bir nazar-ı ilahiyeleri yön
veriyormuş genelde..kalbine gelenler, hayallerine
hükmedenler ,dünyasına zuhur edenler…gelen her şey
himmet ve lutuflardanmış..çocukta hiçbir şey zaten
yokmuş..olmasına da imkan yok muş…verilenler, alınacak
korkusu ise çok ağırmış..ama çocuğun Allah’ı çok
cömertmiş ve verdiğini asla almazmış..
Makam-ı İrşad:”şimdi resim yapamıyorsan sonra
yapamayacak değilsin ki; bu bir aradır, sabret. yine
resim yapacağın anlar gelecektir” demiş o yolcuya ve
çocuğa da bakarak resim hakkında konuşmuş..çocuk
duvarlardaki tablolara bakmış..ve “bir deniz düşün
demiş, bir dalga gelir, o gider.. başka bir dalga daha
gelir.. dalgalara sakın takılma..her yeni gelen bir
dalgadır .. aynıdır. manaya bak”..çocuk onun anlatmak
istediğini anlıyormuş..ama anlamak istemiyormuş, her
zaman ki gibi..çünkü o, sadece bu dalgayı istiyormuş:)
ve yapacağı yolculukları ayrıntısı ile anlatmış onlara
..çünkü gerçek bir rehber bazı öğrencilerine bunları
anlatmak zorundaymış..bu öğrencilerin, O’na
muhabbetleri, onları yaşattığı için, O’nu
kaybedeceklerinde içine düşecekleri boşluktan onları
kurtarmak için tedbirdenmiş...ne kadar anlatsa yetmemiş
çocuğa bu geçen zaman …ne kadar acılı bir yok oluşmuş…ve
hata üstüne hata yapmış o yokken..henüz aradaki bağı
kuvvetlendiremediği için ve her yere kayabilme-
inanabilme kabiliyetinde olduğu için, kontrolsüz bir
zamanmış geçen…
diğer yolcular gitmişler ve çocuk tekrar başlamış..
”istiyorum” demiş..”şeriat “demiş Zat-ı
Mürşid…”istiyorum” demiş çocuk..”senin hayır sandığında
şer vardır. şer bildiğinde ise hayır vardır, sen
bilemezsin ..ben sana zarar veremem..seni ancak
koruyabilirim..ve hala istiyorum dediğin için, ben
istemiyorum bunu bil”…istediği çok basit bir şeymiş
aslında çocuğun..çok sıradan ve basit…çocuk:”sizi
hatırlayamıyorum..istediğim kadar yakından göreyim,
yoksunuz… siz istemezsiniz tabii.. çünkü siz olmuşsunuz.
oysa ben isteyebilirim, çünkü ben yolun başındayım”
demiş..İlahi Tabib çok büyük ciddiyetle:” hayır, ben de
henüz olmadım..sen öyle sanıyorsun..sen genel değil özel
olmak istiyorsun” demiş..”evet… özel bile değil, en özel
olmak istiyorum “demiş..oysa ki şu hali ile hem özel hem
de en genel olduğunun bilincindeymiş çocuk..aynı bir
çizginin en aşağısı ve en yukarısının ona tenezüllüymüş
bu yaşadıkları..çocuk daima en diplerde durmak
istiyormuş .. en yukarıdaki de en aşağıdakine tenezzül
etmek zorundaymış.. en sonun, en başa en yakın olduğu
an gibiymişler yani iki yay gibi.. bir dairenin
birleşimi gibi..sadece istenilenlerin içeriye davet
mahalli yani…davet istiyormuş,kapının açılmasını…
sanki iki yeni yaratılmış kolsuz,bacaksız,başsız ruh
gibilermiş.... birbirlerin her bakışını her hal ve
hareketini en derin manada ölçüp biçip ona göre hamle
yapan iki satranç taşı gibiymişler..biri Şah diğeri
er..askeri sistem hiç değişmiyormuş yani..selam aynı
selammış ve çocuk O’ndaki Nefes-i Rahmani tecelli-i
manayı daima selamlama duygusu ile dolup taşıyormuş…
Makam-ı İrşad:” ne kadar inatçısın, ne kadar inatsın
sen” demiş aniden..”hiç söz dinlemiyorsun..söz dinlesen
ne kadar hızlı yol alacaksın ve her şey ne kolay olacak
biliyormusun?..söz dinle!!” …”dinliyorum” demiş çocuk…
ve çaresizlikle:” artık istemiyorum, tamam” demiş… ama
aniden:” bunu ben değil Allah istiyor” demiş:)”bak”
demiş Zaman:” yanlış konuşuyorsun”..ve anlatmış çocuğa
ayetlerle..ayet olunca akan sular dururmuş çocuk için..
Allah konuşuyormuş çünkü..ve eklemiş:”bunu nefsinle mi
istiyorsun, ruhunla mı, yoksa Allah mı istiyor?
Sabredeceksin, zamanla bakacağız hangisi istiyor…eğer
bunu Allah istiyorsa, o zaman sen de, ben de devreden
çıkacağız. İşte o vakit , ikimizde olmayacağız
demiş..çocuk öylece kalakalmış..bu cevap hiç aklına
gelmeyen bir şeymiş..her şeye cevap bulan çocuk, nedense
Padişahına hep yenik düşüyormuş ve O’na yenik düşmekten
çok büyük sevinç duyuyormuş..bilmemek muhteşem bir
şeymiş..
çocuk:” ben karar verdim, sizinle ölmek istiyorum
..beraber ölelim”..”hayır” demiş Tabib-i İlahi “ben,
senin, benle ölmeni istemiyorum”..çocuk ağlamaya
başlamış “ben sizinle ölmek istiyorum,çünkü beni
dünyaya bağlayan hiçbir şey yok kii”..Padişah giderse
çocuk içine düşeceği derin çıkmazı hissediyormuş ve
Padişah’ı her seferinde onun gelecek olana hazırlamaya
çalışsa da bu şimdilik işe yaramıyormuş işte..gözyaşları
için mendil uzatmış Makam-ı Aşk:”ben senin yaşamanı ve
çok mutlu olmanı istiyorum..çok güzel günler yaşamanı
istiyorum”..ve yazmaya kıyamayacağı iki cümle daha
söylemiş..öyle tatlı ve öyle sevgi dolu imiş ki; dalga
dalga kaç gün çocuğun başının üzerinde bu cümleler
salınmış durmuş…çocuk ise gittikçe O’nunla ölmek
fikrinde sabitleniyormuş……
”ben ölsem, ben olmasam sen buraya gelmeyecek misin?”
demiş çocuğa Rehberi..”geleceğim tabii, nasıl gelmem”
demiş gönülsüzce çocuk :”burası benim evim gibi”..”o
zaman kişiyi değil müsseseyi seveceksin..kişiler gelir
gider ama yaşatılacak olan müssesedir ,kurumdur” demiş
Tabib-i İlahi…”sen müesseseyi sevmelisin” demiş..
çocuk yine kıskançlığının onda yaptığı zararları
anlatmış..ve korkularını..Padişah hiç umursamaz bir
şekilde:” hiçbir şey olmayacak, başaracaksın,sorun yok,
bunlar normal” demiş..çocuk:” normal değil”
demiş..Padişah-ı İlahi “hayır.. çok normal” demiş..ve
sevginin paylaştıkça çoğalacağını söylemiş.. ne kadar
kıskanırsa kıskansın, çocuğun ilgi duyduğu içinde
bulunduğu her şey ve herkes yavaş yavaş O’na akmaya
başlamış bile..çocuk bunları gördükçe kıvranıyormuş
lakin taa bunun farkındalığına vardığında yazdığı
masalla herkesi O’na niyet ettiren de kendisi değil
miymiş:) tabii ki niyeti kabul olmuş..
işte cömertlerle alışveriş böyle oluyormuş.. ..her şeyi
vereceksin, her şeyi yağmalayacaksın ne kadar can
alıcı..bir de sonsuzluğa uzanan kanlı bir kapı varmış
hatıralarında…..önünde, dehşetle, elleri yüzünde acı ile
ağladığı…artık buna da razıyım-hazırım demek istiyormuş
bu masalla çocuk.. acımayacak biliyorum..çünkü sen
varsın…sen acıtamazsın…
çocuk O’na tüm emanetlerini verdiğinde bir şeyi fark
etmiş..karşılık olarak tek istediği sadece
sevilmekmiş..ve demiş Zaman:” makamları, mertebeleri
vermek kolaydır ama benliğini vermiyor, inat ediyor..
onu da verecek” …çocuk o vakit bu söze çok
alınmış..düşününce;”doğru” demiş .”doğru”..ama bu
zamanla olacak şeymiş.. aşama aşama.. acelesi yok..
belki de bu mananın keyfini çıkartması lazımmış..hızla
çıkarsa o hızla düşebilirmiş.henüz rüyasında dahi bir
kere bile uçamayan bir kişi olarak hep düşe kalka ,
sürüne sürüne, kanaya kanaya giden bir yolcu
imiş..masalları okuyanlar onun ne halüsinasyonlar
gördüğünü sanıyorlarmış kimbilir.. oysaki gerçek,çocuğun
hayalde olsa henüz;manada ,özel kişilerde, hiçbir
sima-vech-beden görememesiymiş..işte göremediği için bu
kadar derin hissedebiliyormuş ya…o sadece yokluğu
bilebiliyormuş..ama derin derin varlığı da
hissediyormuş..
çocuk Padişah’ına bir soru sormuş..Padişah sertçe :”sen
beni imtihan mı ediyorsun?” demiş..”hayır” demiş çocuk
:”sadece bilmek istiyorum”..Padişah-ı Aşk, çok hoş bir
şekilde gülümsemiş ve çocuk istediği cevabı
almış..aslında hiç konuşmayınca da çok güzel manalar
yaşanıyormuş..çünkü gözlerin söylediğini başka ne
söyleyebilirmiş ki..henüz gönül gözü açık olamadığı
için, o satıhta bir bilmişliği yokmuş çocuğun…sadece
nadiren, gönlünden tüm hücrelerine yayılan hazzı
bilebiliyormuş şimdilik..
“aaaa..
masallarımı vermeyi unuttum” demiş çocuk..”evet,
masallarını bırak” demiş Padişah..
Zaman:” gitmem lazım” .. çocuk “gitmeyin”
demiş..”vazifem var, gitmeliyim” ve ikisi de ayağa
kalkmışlar.. ilk kez Zaman, çocuğa Kapı’yı açmış ve
çocuk, Kapı’dan geçmiş sonrada Mana Padişahı…. bu çok
anlamlıymış çocuk için.. ne değerli bir anmış..
ve zaman evlatlarına iki beyitlik okunan bir ilahiyi
açıklıyormuş..Hz Rasul’e yazılmış bu şiiri öyle bir
anlatmış kiii.orada olan herkese cevap varmış..hiç bir
kitap ilmi okuyan bu şekilde anlatamazmış..çünkü O, sadr
ından okuyormuş..çocuk artık her şeyi farklı anladığı
için ona cevaplar çok daha farklı gelmiş..taaa
başlangıçtan buraya her şeyi anlatıyormuş Zaman,
anlayana..yeni gidecekler için umreyi-haccı (ve oradan
hiç ayrılama(cak)yan-dönemeyen ebedi hacı ruhları)ve
Hakikat-i Muhammediyi.. O’nu taşıyanı, O’na salat ve
selam getirmenin manasını,O’nun miraç dönüşü; O’na
yapılan o buseli tazimi en ince ayarda, üstü çokk kapalı
anında geçerek anlatıyormuş..aslında bu alem sadece
O’nun için yaratıldığından bu alemin her zerresi
müminin yurduymuş ve her zerresi kıymetliymiş ..çünkü
O’nun nurundan yaratıldığı için..bu bilinçle yaşamak en
büyük ibadet ve hizmetmiş.ve her yer aslında O’nun
yurdu-asli vatanıymış..ne muazzam bir mana varmış burada
ama çocuk bunu yazamıyormuş işte…çünkü kimsenin bu
muhteşem imtihanı bozmasına izin yokmuş…ve çocuk
ağlayarak Allaha yalvarıyormuş..
”Yarabbi.. ben O’nu hakkı ile övemem ve sevemem. ne olur
benden O’nu seven, O’nu öven ve O’nu selamlayan Sen
ol…bastığı her yeri, aldığı her nefesi, söylediği her
kelimedeki -her harfteki her noktayı öperek secde
ettiğimi O’na ilet.. bunu ben yapamam sadece
söyleyebilirim.. ne olur Sen bunu benim için ilet…O’nu
benim için selamla…
ve Zaman demiş ki:” işte orada sema eden ruhlar vardır..
onlar hiçbir şeyin farkında değillerdir.. hep tazimle
meşguldürler..ve onlar bu alemde de hep tazim edecekleri
o mana peşinde koşarlar ..birde, duran ruhlar vardır
.onlar, semadaki ruhları izler.. işte biz o duran
ruhlarız ..çocuk durup onu izlediği için sevinçle gülmüş
yine..
ne güzel anlaşıyorlarmış..hiç konuşmadan masallarına tüm
cevaplar sohbetlerden yağıyormuş…sadece istenen, söz
dinlemesini öğrenmesiymiş..mana, o sözün içinde
olduğundan, söz dinleyen de ruhu olduğu için, kelamı da
en iyi o anlıyormuş..
çocuk Kur anın ona yazdığı” kur an, bana ağır geliyor”
şiirinden beri nerede ise hiç Kur an okuyamıyormuş
nedense..Evvel Zaman:” bu beklenen haberdi”
demişmiş..şimdi çocuk muhatabı Canlı Kuran olduğu için
mi bunların olup olmadığını bilmek istiyormuş..neden
güzel bir sesten Kur an dinlerken; harflerin yerinden
fırlayarak göğsünden içeri yağmalandıkları ve beraber
infilak etiklerini düşünüyormuş?neden bundan büyük bir
lezzetli zevk alıyormuş...neden mealini okuduğunda yada
dinlediğinde ne okunan nede yazılan ne de anlatılan gibi
değil de çok farklı manalarda anlıyormuş?.. bilmek
istiyormuş..neden Kur an a saygısızlık edildiğinde
celallendiğini de…aynı Mürşidine benziyormuş o zaman..
çocuk hep O’nun sözlerini dinliyormuş artık ve demiş
Zaman:
” bahar geldi, ağaçlara su
yürüyecek”..
takvim, ağaçlara su yürüme vaktini haber verdiği gün,
baharı gelmiş…..çocuğun ağacına su yürümüş..
baharın ikinci günü:
görünmeyen görüntüsü ve duyulmayan sesi ile
en törensel giysileriyle ve en törensel sesiyle
”Allahhhhh Hayyyyyyyyyyy
Atam İbrahim’in dini üzerindeyim” demiş
……………
ve hasret üşümüşşş
öyle soğuk öyle bir dondurucu soğukmuş ki yalvarmış
hasret&himmete
”gell dayanamıyorum çok soğuk lütfen.. gellllllllll”
ve himmet kuşatmış tüm hücrelerini
………………………….
çocuk müzik açmış ve bir kahve yapmış “neler oluyor
“demiş” neler oluyor?”
ve avuçlarını açarak himmeti hayal ederek uzatmış
teşekkürle..
ve iki büklüm olmuş..
bir daha ellerini şükranla uzatmış ve yine iki büklüm
kıvranmış..anlamış ki;
bu olacak olan bedeni bir şey değil..bu bedenin
dayanabileceği bir kudret değil..öyle bir kudret ki, bir
anına dahi tahammül edemez bu dünya bedeni…o yüzden de
söz dinleyip,inadından vazgeçip bu beden kaydından
çıkabilmeyi başarması gerekmiş..ne kadar takıntıları
varmış oysa..ne kadar çok
bağımlılıkları,şartlanmışlıkları..ama olsun aşk her şeyi
ezer geçermiş nasılsa..ve nedenli edebsizlik edip, bu
sevginin kendisinden mi yoksa yukarıdan mı geldiğinin
delilini istediği zamanı utançla hatırlamış..hiç var
olmamış biri için ne edebsizce bir düşünceymiş..oysa var
olan sadece ilahi bir lutufmuş. bunu anlamış olmak bile
çok şeye değermiş.artık her gece değişik tazim selamları
ile uyuyormuş ve uyandığında ilk sözleri bugünü dünden,
yarını bugünden daha selametli ve güzel geçsin oluyormuş
vesselam..
ÖNERİ:geçen
hafta yeni çıkmış olan”KIZILBAŞ” adında bir CD
aldım..bendeniz son derece tahsilsiz ve kariyersiz bir
bir ev hanımı olduğum için tabiî ki mutfakta yemek
pişirirken CD yi dinliyorum..ve öyle kavramsal
kelimeleri anlayamadığım-asla da okuyamadığım için de,
yemek tarifi gibi çok basit sıradan-halk dili ile
olursa anlatılanları anlayabiliyor ve aynı basitlikte
anlatabiliyorum malumunuz…işte bu Kızılbaş CD si ni,
alevi kardeşlerimiz kendilerini en doğru biçimde
tanıtabilmek adına eski nefeslerden derlemişler..bende
dinledim ,dinliyorum hiç ters bir şey anlayamadığım için
bu güzel manaları onları anlayabilmek adına hepimiz
dinleyebilelim istedim..bu CD de ki nefeslerde O VÜCUD
hiç bölünmemiş..tabii şunu da göz önünde tutmak lazım
dinlerken.. (nasıl ki mutfakta yemek yapan aşçıyı,
lokantada yemek yiyen müşteri göremezse; muhatabı servis
elemanı olursa: o aşçıda bilir ki, o yaptığı yemeklerin
tarifi ve malzemesi de bir yerden ona geliyor..)manalar
anlayışa ve yaşayış idrakine göre mertebe
mertebedir..herkes için her anlam aynı değildir..o
nefesleri söyleyenler gibi biz de hemen anlayacağız diye
iddia etmemeliyiz..küstahlaşmamalıyız..sadece” ilim
müminin yitik malıdır, nerede bulursanız alınız”
hükmünce işimize yarayanı alacağız..bizim olanı,
özümüzü, hakkı olan hakka teslim edeceğiz..mirasımıza
sahip çıkacağız..bu CD yi önermek için çok düşündüm ve o
esnada, tv de, bir hocaefendi şu konuşmayı yapıyordu
..(nasıl ki masallarımı her yerden topladıklarımla
kurguluyorsam buraya da o mana kendiliğinden gelmek
istemişti yani..)
hocaefendi diyordu ki:”sana
manada dense ki; sen Muhammed’sin..aynısın ve aynı
rahlede aynı dersi görseniz bile,aynı manaya sahipsiniz
dense bile.. sen demelisin ki:” hayır O, benden daima
üstündür.. O ilktir..ben O’nu asla geçemem.O
olamam.”.asla küstahlaşarak “ben O’yum dememek
lazımdır..kimse ne O olabilir, nede O’nun yerine
geçebilir..”
işte, artık dinleyebiliriz sanırım..ve daima
hatırlamalıyız ki:”ABDUHÜ VE RASULUHÜ” anlamında ilk
önce”KUL OLMAK” isteniyor..((ÇÜNKÜ ANCAK KUL A KUL
OLUNUR-efendi olarak gideceğin yerde, karşında daima
gerçek efendiyi bulursun))oysaki günümüzde herkes haşa
Allah ve Rasul olabilmek derdinde ne yazık ki…oysa ne
Allah Allah lığını verir ne de Rasul Rasul’luğünü…bizden
istenen sadece ALLAHLI VE RASULLÜ OLABİLMEKTİR..bu şirk
değildir..senin, O’nların yerine kendini koyman asıl
şirktir..O’nlardan ayrı ve gayrı olmadığını bilmen ise
TEVHİD dir..
sevgiler……….
***************
3. MEKTUP
Ankâzâde Halîl Efendi Köstendilî’nin dervişi Tûti
İhsan Efendi’ye yazmış olduğu mürşîdâne mektupların
üçüncüsüdür.
http://umutrehberi.wordpress.com/2009/04/08/3mektup/ |