5-)
Efenadribü ankümüz Zikre safhan en küntüm kavmen
müsrifiyn;
Siz
(hakikatinizdeki kuvveleri) israf eden bir
topluluksunuz diye, sizi uyarmaktan vaz mı
geçelim?
36-)
Ve men ya'şü an zikrir Rahmani nukayyıd lehu
şeytanen fehuve lehu kariyn;
Kim
(dünyevî-dışa dönük şeylerle) Rahman'ın
zikrinden (Allah Esmâ'sının hakikati olduğunu
hatırlayarak bunun gereğini yaşamaktan) âmâ
(kör) olursa, ona bir şeytan (vehim, kendini
yalnızca beden kabulü ve beden zevkleri için
yaşama fikri) takdir ederiz; bu (kabulleniş),
onun (yeni) kişiliği olur!
51-)
Ve nada fir'avnu fiy kamihi kale ya kavmi eleyse
liy mülkü mısra ve hazihil enharu tecriy min
tahtiy* efela tubsırun;
Firavun, halkı içinde nida edip dedi ki: "Ey
halkım! Mısır'ın varlığı ve altımdan akan şu
nehirler benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz?”
ZUHRUF,yalancı
süs,gösteriş,ziynet,yaldız,mücevher gibi
anlamları olan bir sözcük.Yukarıdaki ayetler de
Zuhruf Suresi’ne ait ayetlerden üç tanesi…
Gündelik yaşam tanımı ile özetlediğimiz, yirmi
dört saatlik zaman çitleri ile çevrili bir
hayal yığını kümesinde, etrafındaki darılarla
bir yandan konuşan bir yandan da onları yemekten
hiç tereddüt etmeyen ve kendini tavuk sandığı
için kolları yerine kanatları olmasını dileyen
adamın durumu gibi bir halde olduğuma tanıklık
ettiğimde Zuhruf suresi beşinci ayet yansıyordu
gözlerimde…
Okudukça ard arda gelen bu üç ayetin tuttuğu
‘ayna’da seyredebildiklerim bu yazının konusu
nasipse…
Hakikatimdeki kuvvelere baktım 'ayna 'da
…’Ayna’nın adının anlamı ‘halis‘idi…Halis …Samed
gibi…Her noktasında aynı ,som…
Samed
ismi ile işaret edilen nasıl algılanırsa
algılansın her yönelene aynı hakikati açıyordu
isminin anlamı ‘halis ‘olan 'ayna' da…
Hakikatimin tasfirine baktım ‘ayna’da.Rüya
içinde rüya içinde rüya derken uyandırıyordu
rüyalardan ilkinden tatlı tatlı gülümseyen
manasıyla…
-Uyan
,uyan da anla ki darıdan ibaret olmayan bu dünya
gibi sen de darıya mahkum değilsin, tıpkı herkes
gıdakladığı için gıdaklamayı kutsal olana
haykırış sanmaya mahkum olmadığın gibi...
-Tüysüz kollarında bir tavuk kanadı değil asla
…Kendine bir baksana…
İrkilişim öyle ani oldu ki etraftaki
tavukçukların arkalarına bakmadan kaçışlarındaki
gı-daaaak sesleri ortalığı inlettiğini bile
duymamışım…
Bi kere ben baya uzundum tavuklardan,tüylerimin
olmayışı kanatlarımda bir sorun mu var diye
düşündürdüyse de hep, boyumun bu denli uzun
olabileceğini hiç düşünmemiştim..Sahi
ayaklarımda beş parmaklıydı ve kalındı
diğerlerine oranla…
Gagamın bile olmadığını gördüğümde büsbütün şok
geçirmiştim ki sanırım bu sebeple darıları
yerden alabilmem bu denli zordu…
Hiçbir yerim benzemiyordu
bildiklerime…Gördüklerime….Ben hep gördüklerimi
kendim sanırken yahut kendimi onlarda görürken
bir başkaydı bana dair olan biten her şey…
Birden ‘Ayna’da beliren görüntümde ben olduğum
yerde dururken ,sırtımdan tutup yukarı doğru
yükselmemi sağlayan birşeyin yardımı ile
ayaklarımın yerden ilk kez kesilişini
tattım…Yeryüzü,ayaklarımı daima kendine doğru
çeken,darıların da kaçamadan bana yem olmalarını
kolaylaştıran ,kendimi güvende hissettiğim ve
varoluşumu anlamlı kılan bu toprak ,şimdi yavaş
yavaş uzaklaşıyordu benden.
Havaya kaldırıldığım noktaya her baktığımda
eskiden durduğum nokta daha da görünmez oluyor
ve bildiğim gördüğüm ‘etraf’ım hiç
bilmediklerime bırakıyordu yerini…
Kümesi gördüm önce yukarıdan, sonra çiftliği
….Ve yükseldikçe değişti bildiklerimden ibaret
sandığım ‘gerçeğim’…Çiftlik bir sürü yolun
kesiştiği bir alan üzerine kuruluydu ve bu
arazide başka bedenli varlıklarda vardı biz
tavuklara hiç benzemeyen…Yollar uzadıkça
uzuyordu göz alabildiğine ve birbirine
dolandıkça dolanıyordu …Ve küçüldü gittikçe
etrafa uzanan yollarda…
O da nesi….İleride kocaman bir yalak vardı mavi
renkli …O kadar kocamandı ki benim gibi sayısız
tavuğu bıraksalar su içsinler diye sonsuza
kadar susuz kalmazdı sanki hiçbiri…
Her
şey örtüldü sonra beyaz beyaz pamuklardan
dokunmuş bir örtüyle…Altında kaldı her şey ve
yükseldikçe mavisi siyaha döndü etrafın.
Göz alabildiğine siyah ...
Uzaklara bakmanın adı siyah oldu … Bu uçsuz
bucaksız karanlığın içinde bana gözkırpan
parlak beyaz noktalar o kadar çoktu ki...
İçimi ürperten bu karanlığın içinde
parıldayanlar da ne böyle derken küçük bir mavi
küre kocaman siyah bir boşlukta asılı duran
parlak noktaların arasından bana bakıyordu
şimdi…Ne yani ben bu noktadan mı çıkıp
gelmiştim buralara...Ama o minicik bir nokta
nasıl olurda ….der demez hızla o noktaya doğru
düşmeye başladım .Okadar hızla düşüyordum ki
noktaya çarpınca ne olacak diye düşünürken
tüysüz kollarımı yüzüme doğru kaldırıp kendimi
korumaya çalışırken buldum kendimi...Ama
çarpmadım bir türlü ,düştüm düştükçe düştüm ve
beyaz pamukları tekrar gördüğümde anladım ki
çarpma yok...Noktaya yaklaştığımda çarpmak
yerine o nokta birden büyüyerek beni içine alan
bir dünya oluverebiliyordu...
………………………………………………………………………………………..
İşte o devasa yalakta yaklaştıkça yaklaştı …O
bitmek bilmeyen ,uzanan, kıvrılan yolları gördüm
sonra ve bizim çiftliği …Kümesin damından hemen
sonra yerdeydim artık..
Ayna’nın karşısında kımıldamadan yaptığım bu
yolculukta anladım ki eğer nasıl yapabileceğimi
öğrenebilirsem içinde yaşadığım o uçsuz bucaksız
mavi kürenin dışına çıkabilir ve onu bile mini
minnacık halde bırakabilirdim, toprağı karanlık
üzerine parlak taşlarla örtülü başka bir
yeryüzünün sonsuzluğunda...
Ve sordum ‘ayna’ya nasıl diye…
-Bak dedi bana bak yalnızca…yalnızca bak bana
ama yalnızca bana…
-Bakışlarını çevirirsen gördüklerinin esiri
olarak kalır gördüklerin kadar
bilebilirsin...Bende yansıyana odaklanırsan beni
tanıdıkça anlarsın ki 'ayna'da yansıyanlarında
ötesi var...
Ve döndüm yüzümü 'ayna'ya...Aklım
darılarda da kalsa döndüm yüzümü ,beni çağıran
darıların seslerinin arasından fısıldayan o
kısık sese kulak verip ardıma bakmamacasına...
Tavuklar aleminde en önemli şey
bizi büyütmek için var olmuş darıları israf
etmemekti..İsraf edilmiş darı bir tavuğun
boğazından geçme şerefine nail olamamış
darıydı...Durduğu yerden uzanıp alınmamış
,ihtiyaç duyulmamış olsa bile tüketilmemiş
darıydı israfın adı...
Boşa giden bir darı onu verenin yenisini
göndermeme riskini doğurduğu için israf
edilmemeliydi...
Peki ya beni kaldırıp o kadar yukarılara
çıkarabilecek bir 'ayna'ya bakmamak o 'ayna'da
kendimi bulmamak ne demekti?Kendimi bildim
bileli gördüklerimden ibaret sandığım gerçeğe
uzanabilmenin yolunu anlatacak biri varken
algıladıklarımın ötesinde bulabileceklerimin
öğrettiklerinde büyümek varken güven veren
bildiklerimde kalmak değil miydi asıl israf !!Ne
için yaratılmışsan ona yüzünü dönmemeyi tercih
etmek ,varlığının hakikatine eremeden duyduğunu
hakikat sanıp ,gördüğünü hakikat sanıp ,bedenini
,algılarını hakikat sanıp sınırsız sonsuzluğu
kendine hapsetmek mahkum etmek değil miydi israf
!!
Tam bunları düşünürken koluma giren bir başka
tavuğun telkinleriyle başladım yine darı peşinde
koşmaya...Koşarken bir yandan boyunlarımızı
uzatıp darıları topluyor bir yandan da
konuşuyorduk bağıra çağıra...
-Yahu bırak şu 'ayna'mıdır
nedir...
-Alt tarafı sana kendini yansıtıp duruyor
işte...
-Ne görmek istersen onu yansıtıyor sana...hayal
bunlar yahu...
-Yemeden içmeden kesilirsen nasıl yaşayacaksın
hem günde yedi sekiz yumurta çıkarabilmemiz
lazım biliyorsun...
-Hem üç civcivin var senin bir sürü sorumluluk
demek bu üç civciv daha onlara öğreteceklerin
var...
Zuhruf otuzaltıda bahsedilen
şeytan, hayatım ve onun gereklilikleri olarak
karşımda dikilmiş,
- Sen gıdaklamaktan ibaretsin’i öyle tatlı
söylüyordu ki o,aptal bir tavuksun,kuş
beyinlisin sen derken bile ben sorumluluk olarak
algılayıveriyor ve nedenini bilmez bir halde
darıları topluyordum durmadan,yılmadan...Az önce
kendim bulduğum aynayı unutmuş seytaniyetime
tabi olmuş bir halde...
Bu gelgitler arasında sürüklenirken
kümesin baş horozunun sesi geldi
ü-ürü-üüüüüüü...
Baş horoz....
Adını duyunca bile yer yerinden oynardı....
Koskoca baş horoz...
Hele bi de öttüyse ü-ürü-üüüüü diye hepimiz işi
gücü bırakıp onun etrafında toplanmalıydık...
Söze girdi beklemeden....
-Bu cennet kümeste dilediğince beslenen ,çoluk
çocuk sahibi olup,ev bark aramadan mutlu mesut
yasayan sizler hiç güvenlik sorunu ,can korkusu
yaşıyor musunuz burada?
-Neyiniz eksik...Darıysa darı ,yalaksa yalak, su
ise su...
Gülümsedim birden o kocaman mavi yalağı gören
dinler miydi şu kart horozun martavallarını
artık, hem dinlese de etkilenir miydi?Yüreği pır
pır edermiydi içi kof nutukların hayallerinde
,”Bir atom bombasını bir sineği öldürmek için
harcayanın hali “(A.H) gibi olmak pahasına da
olsa baş horoz dedi diye …
Sizden biriyim ben diye söze devam
etti....
Teknolojimiz o kadar gelişti ki toplumumuz
varlığını sürdürebilsin diye ne gerekiyorsa
yapabiliyoruz...
Hem varlığını sürdüremeyecekse bir toplum
ilmi,teknolojiyi,bilimi ne yapsın?
Varlığım ...Gıdaklamanın farklı
tonlamaları ile kurabildiğim birkaç cümleden
ibaret edebiyat ve sanat görüşümün dışında bu
toprak üstünde debelenip durmaktan ibaretken
ilim neyin ilmi olabilir di ki?
Ve Zuhruf otuzaltı'da bahsedilen
firavuna nasıl tabi olduğumu fark ettim bir
an...Ve verdim kararımı …Soyunacaktım bu
korkulardan,algılardan
,hayallerden,martavallardan…Ve çıkarıp atıverdim
kendimi ,kart horoz kümesi farkındalığının
yavanlığından bir çırpıda….
Günler geçti,zaman aktı bir nehir gibi....
Yüzümü 'Ayna'ya dönüp yansıtıklarında kendimi
bulmayı tercih ettiğimden beri meczup diyorlar
bana...Kümesin meczubuyum ben...
Ve A'yna'...
En son beni çıkardığı mavi noktanın içinde
olduğu parak noktacıklı karanlığın da ardındaki
manalar alemindeki sonsuzluğa Ekberiyet diye
bakanların yanolgılarını anlattı bana...
-Bu gördüğün sınırlı sonsuzluk....
-
İyi düşün bunu sınırlı sonsuzluk....
-Ekber
olanın sonsuzluğu sınırsızdır...Şimdi yolculuk
ona....
-Ve unutma Ahad olan Ekberiyet aynasına yansımış
da biz o aynın gölgesi olarak bulmuşuz kendi
aynalığımızı kendimizde...
-Ahad olan yalnızca Ahad mıdır?
-Yoksa Ahad olan Ahadiyet aynası hayalinde mi
seyretmiştir kendini sende sen bende ben olan
eniyetini keyfiyetiyle ?