Yazmak
hayatın sıkıntılarından kaçıp sığındığım bir barınak
oldu. İçimden ne geçiyorsa yazmak istiyorum.
Bilgisayar bir defterle kalemin verdiği sıcaklığı
vermiyor. Hisler fikir oluyor, beyin bunları
harflere dönüştürüyor ve kalemin ucundan kâğıda
dökülüyorlar. Parmakların ucundan tuşlar
aracılığıyla ekrana akseden aynı düşünce olsa da
aynı sıcaklığı hissettirmiyor. Bir defter ve bir
kalemin dostluğu yüreğimi ısıtıyor. Yazı makinesinin
tık tıkları vardı önceden. Zaman her şey gibi yazıyı
da dijitalleştirdi, sıfırla bir arası düşünceler
üretmiyoruz ki, duygularımızı sıfırla bir arası
aktaralım. Ama zamanın getirdiği yeniliklerden
kaçmak mümkün olmuyor. Düşüncelerimiz beyaz
kâğıtlara akseden karakteristik özelliğimiz olmaktan
çıkıp, bakır iletkenlerde sıfır bir biçiminde
gezinen akımlara dönüşüyor.
Yazı
makinesinde yazardım. Tık, tık tık, tık… Sonra
onları fotokopiyle çoğaltıp postayla gönderirdim.
Şimdilerde postacılar da özlem oldu. Şimdi bir tuşla
dilediğinizi dilediğiniz yere göndermeniz mümkün.
Zaman her şeyi kolaylaştırıyor, her şeyi
ruhsuzlaştırıyor. Düşüncelerimiz gibi özlemlerimiz,
beklentilerimiz de elektronikleşmekte. Asrımızı
sıfırlar ve birler üzerine inşa ettik.
Mektuplarımız tarih oldu. Gönderenin el yazısında
sevgi dolu yüreğini bulduğumuz mektuplar yok artık.
Tellendirilen bir cigara ile ucundan yakılıp
özlemler hasretler yüklü mektuplar gelmiyor artık.
Konya’daki akrabalarımıza, askerdeki ağabeylerimize
gönderilen sevgi dolu mektuplar, ardından yolu
gözlenen postacılar yoklar. Postacılar hayatımda
ayrı bir yere sahipti. Canlı kanlı postacılar,
elektronik postaların olmadığı yıllardı. Hayatımızda
defterimiz, kalemimiz bir de daktilomuz vardı.
İletişim hayatımızda yegâne kurum PTT vardı. Google,
Yahoo, Mynet daha doğmamışlardı.
Üniversiteye başladığım sene aklıma bir fikir geldi,
geçtim daktilo başına,
“…
Üniversitesinde doktora yapıyorum, ülkenizin tarih,
sanat, kültür vb. hakkında bir araştırma yapmaktayım
bana kaynak gönderiniz.” Bu bağlamda oldukça ağdalı
bir mektup. Sağolsun arkadaşlarım bu metni
İngilizce, Almanca ve Arapçaya çevirdiler.
Süleymaniye kütüphanesinde çalışan bir ablam da aynı
metni Farsçaya aktardı. Ve her bir dostum ifadeleri
o dilde etkili olacak bir şekilde dönüştürdüler.
1992–1998 arası, İRCİCA’dan aldığım bir rehberden
istifade ederek lisanlarına göre dünyanın dört bir
yanına mektuplarımı gönderdim. Hepsinin üzerine
gidecekleri enstitü, üniversite, bakanlık vb.
adreslerini itinayla yazıyor ve doğru PTT’ye
gidiyordum.
Bir
müddet sonra postacı haftada iki üç uğrar oldu. Kimi
yerden ufak tefek risaleler geliyor, kimi yerlerden
de kocaman koliler getiriyordu. Her gelen malzeme
bende ayrı bir heyecana sebep oluyordu. Bir an
kendimi o malzemeleri gönderenle yan yana
hissediyordum. Bazen de postacımız koca bir çuvalın
geldiğini, gelip benim almamı rica ederdi. Ben de
postacıdan evvel soluğu postanede alırdım. Şimdi
yazarken bile seneler ötesinde kalan mutluluğu yaşar
gibiyim.
İran,
Libya, Katar, Japonya çok alaka gösteren
devletlerdi. Bir gün İstanbul’daki Japonya
Konsolosluğu’ndan bir pusula geldi. Gittim. Oturup
beklememi söylediler. Bir müddet sonra ne Japon’a ne
de Türk’e benzemeyen bir bey beni alıp içeri
geçirdi. Japonya ile ilgili malzemelerin olduğu bir
masanın önünde durup istediğim kadar alabileceğimi
ifade etti. Biraz sohbet edip taşıyabileceğim kadar
eser aldım. Her dilden kitaplar seçmiştim, ben
okuyamasam da bir gün birilerine lazım olur diye
düşünürdüm hep. Zaman geldi Japonca bilen ve de
kaynak sıkıntısı çeken bir bayana lazım oldular. Bir
kısmı da o günlerin hatırasını tazelemek için
dururlar.
Başka
bir gün İran Devleti’nin Ankara’daki elçiliğinden
bir davet geldi. İran Milli Eğitim Bakanlığı
mektubumu buraya yönlendirmiş, onlarda İstanbul’daki
konsolosluklarından istediğim eserleri alabileceğimi
söylüyorlardı. Oradan da taşıyabildiğim kadar eser
aldım. İspanya’nın yazlık konsolosluğu, Büyükdere
caddesinde, oradan da birçok yayın vermişlerdi. O
günler için neşeli ve de faydalı bir çalışma
olmuştu. Ülkeleri daha yakından tanımama vesile
oldu. Libya Yeşil Kitap Enstitüsünden abartısız bir
çuval muhtelif dillerde eser gönderdiler.
Saymakla bitmez bir kâğıt ve kalemle dünyanın dört
tarafından gelen ilgi ve sıcaklık. Hala postacının
yolunu gözlerim, elimde olmadan. Ama şimdi sıcak
dost mektupları gelmiyor, getirdikleri can sıkıcı
fatura ve hesap özetlerinden başka ne ki?
Defterlerimi saklarım, seneler sonra vakit bulup da
yeniden o günlere yolculuk yapmak isterim. Bugün de
defter ve kalem en sadık arkadaşlarım arasında.
İçimdeki sıkıntılar katlanılmaz hale gelince açarım
defterimi başlarım yazmaya, sayfalar dolmaya
başladıkça sıkıntılarım biraz olsun hafifler. Ailem
kafa bulur, başımıza yazar mı olacaksın derler,
şakayla karışık “bu memlekette yazarları fazla
sevmezler arkadaş” diye takılırlar.
Söyleyecek sözü olan, içinde bir dert barındıran
herkes bir yazardır aslında. Herkes okur-yazardır.
Ruhunun derinliklerinden kopan fırtınayı kâğıda
aktarmaktan korkmayanlar belki de yazar olarak
algılanıyor. Defterimiz en sadık dostlarımız,
kitaplarımız muallimlerimiz ise, hayat her daim
gülen yüzünü gösterecektir bize, dertlerinden sevinç
çıkarmayı öretecektir. Bahçelerin çiçeklerle,
evlerimizin kitaplarla dolduğu günlerin
defterlerimizin yapraklarında şekilleneceğine
inanıyorum. |