İslamın, gelmiş geçmiş tüm
peygamberlerin özlerinde bulduğu doğal din olması, bu
konudaki birçok ayet gibi, şu vereceğimiz bazı ayetlere
de yansımıştır: “Bunu İbrahim de kendi oğullarına
vasiyet etti, Yakub da: Oğullarım! Allah sizin için bu
dini (İslam’ı) seçti. O halde sadece müslümanlar olarak
ölünüz (dedi).” (2/132),“İnkar edenler, inananlar için:
“Eğer İslamiyet’te bir hayır olsaydı, onlar onu kabulde
bizi geçemezlerdi” derler. Bununla doğru yola
girmedikleri için de, “Bu, eski bir uydurmadır”
diyeceklerdir.” (46/11), “’Ve sizin dininize uyanlardan
başkasına inanıp güvenmeyin.’ De ki: ‘Şüphesiz doğru yol
Allah’ın dosdoğru yoludur. Size verilenin bir benzeri
birine (İslam peygamberine) veriliyor ya da Rabbinizin
katında onlar (müslümanlar) size karşı deliller
getiriyorlar, diye mi (bu telaşınız?) De ki: ‘Şüphesiz
‘lutuf ve ihsan (fazl)’ Allah’ın elindedir, onu
dilediğine verir. Allah (rahmeti) geniş olandır,
bilendir.’” (3/73), “Gerçekten Tevrat’ı biz indirdik,
onda yol gösterme ve nur vardır. İslam olmuş
peygamberler, onunla yahudilere hüküm verirlerdi,
kendilerini Rablerine vermiş zahidler ve alimler de
“Allah’ın Kitabını korumakla görevlendirildiklerinden
onunla (hüküm verirlerdi) ve onu gözetip kollarlardı.
(Ey hakimler), insanlardan korkmayın, benden korkun ve
benim ayetlerimi az bir paraya satmayın! Kim Allah’ın
indirdiği ile hükmetmezse işte kafirler onlardır!”
(5/44) Hz. İbrahim’de, oğulları da, Hz. Yakup’da
İslam’dı. Yahudi peygamberler de, alim ve zahitler de,
Allah’ın indirdiği ve içinde yol gösterme ve nur olan
Tevrat’la Yahudilere hüküm veren, İslam olmuş
peygamberler ve alimlerdi. Müslümanlığın, İslam ortak
paydasından dolayı diğer dinlerle olan benzerliği de,
inanmayanlar tarafından bu eskilerin bir uydurmasıdır
denerek dile getirilir. (3/73) Ayetinde de,
ehli kitap alimlerinin, müslümanlıkla hıristiyanlık ve
museviliğin benzerliğinden telaşa kapılmış oldukları
belirtiliyor.
Öyleyse, A.F. Yüksel’in de
dediği gibi, Allah indindeki dini kabul ve yaşam,
kişinin kendi özü’ne yönelimi ile ilgili, esasta içsel,
enfüsi bir meseledir. Bu durumda
yeryüzünde
gelmiş geçmiş ve gelecek insan sayısı kadar farklı din
vardır. Ama bu dinler özde bir olan bir Din’den
gelir. Sadece
bakan bilince göre şekillenen ve içsellenen vahy
vardır. (http://www.korhankoral.com/wordpress/?page_id=807)
Bu içselleşmiş vahyin mutlak
Vahy’e paralelliği doğrultusunda
kişinin özel
dini gerçek anlamda Özsel Din olur. Sırf bu
gerçekten dolayıdır ki laiklik özsel dinin olmazsa olmaz
unsurudur. Dinsel anlamda
laiklik,
metafiziksel özü yaşama serbestliğidir. Eğer
zannınıza ya da başkalarının zannına köle olup Allah’a
ve vahyine kulluktan saparsanız, sizin dininiz size,
benim dinim banadır. Hiçbir otorite, kişilerin özel
dinini kendi özel dinlerine uydurma gücünde olmamalıdır.
Laiklik de budur. Aksi hal, Özsel Din’e ve kulun Allah’a
yönelimine yapılacak en büyük yanlışı doğurur.
Peygamber’in bile Mutlak Doğruyu ileten idraği, özel
dinleri ÖZSEL DİN’e zorla monte eden bir irade olmamış,
kişisel seçimi özgür bırakarak, karşılığının hakça
alınacak olmasını sağlamıştır.
Bagavat Gitta’da “Her
yerde su varken bir su kuyusunun ne yararı olursa, Yüce
Olanı her yerde görebilen biri için de kutsal metinlerin
o kadar yararı vardır. Zihnin yanılsama batağından
kurtulunca geçmiş ve gelecek zamanların kutsal
metinlerindeki düşüncelerin yarattığı çelişkilerin
ötesine geçecek ve bunların hepsine kayıtsız kalacaksın.
İşte o zaman zihnin tek bir şeye yoğunlaşmış olacak ve
Yoga’nın yetkinliğine ulaşmış olacaksın.” denirken
bu gerçek, özsel, doğal dinden bahsedilir. Zira Hua hu
ching’de dendiği gibi, “Tao’nun gerçekleşmesini
sağlayacak hiçbir yöntem yoktur/ Herhangi bir yöntemin
yegane yöntem olduğunu düşünmek/ İkilik yaratmaktır ki,/
Bu latif hakikatin anlaşılmasını geciktirir”
Bagavad Gita’da Tanrı, Bagavad Gitta’dan önce yazılmış
kutsal metinler olan Vedalara atıfta bulunarak
“Bütün Vedaların bildirdiği sadece benim ve Vedaları
bilen de yazan da yine benim” der; ve kendisini
bütün inançların üzerine koyar. Hazreti İsa
da, Kudüslü hahamlara, şu mealdeki sözü söyler: “Musa’nın
sözlerini sizler ölü hükümler gibi taşlara yazmışsınız,
oysa onlar canlıdırlar ve sizden beklenen onları taşlara
yazıp bırakmanız değil, kalplerinize yazmanızdır…”
Eğer biz de Kur’an’ın ruhunu anlayabilirsek o zaman
fakederiz ki, kadim dinlerden bu yana, Kur’an da anılan
ya da anılmayan tüm dinler esasta aynı ruhu okumuş ve
kitabın hükümlerini bildirmişleridir: “Deyin ki: Biz
Allah’a iman ettiğimiz gibi, bize ne indirildiyse,
İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve evladına ne
indirildi ise, Musa’ya, İsa’ya ne verildi ise ve
enbiyaya Rableri tarafından ne verildiyse, hepsine iman
ettik. Onların birini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz
nefsimizi O’na teslim etmişiz”. (2/136) Şu ayetten
de, Allah’ın türlü kavimlere türlü nebiler yolladığı
anlaşılır: “Yoksa, “Bunu kendiliğinden uydurdu” mu
diyorlar? Hayır! O, senden önce kendilerine bir uyarıcı
verilmemiş olan bir kavim için, hidayete vesile olsun
diye, Rabbinden Hak olarak indirilmiş bir kitaptır…”
(32/3) Ayette, “senden önce kendilerine bir
uyarıcı verilmemiş olan bir kavim için” dendiğine
göre, demek ki başka kavimlere başka uyarıcılar
gönderilmiştir. |