Yüce dinimiz, insanlık
yaşadıkça onları yüceltecek ve mutlu edecek verileri ihtiva ediyor.
Dine samimi yaklaşıp onu kaynağından araştırmak hayati öneme haiz.
Türk toplumu olarak bu anlamda çok hassas olmamız gerekli. Zira din
taklit kabul etmiyor. Onu hakiki veçhesiyle bir sistem olarak ele
alıp değerlendirmek durumundayız.
Allah ismiyle işaret
edilen mutlak varlığın yaratmış olduğu sistem ve düzeni açıklayan
İslam dini, kati surette bu orijin yönüyle değerlendirilmelidir.
Gelenekçi anlayışlardan ve hurafelerden şiddetle kaçınılmalı, takva
boyutu dini yaşamada öne çıkarılmalı ve bağnaz anlayışlarla sürekli
mücadele edilmelidir kanımca.
İnsanların dini
yaşayıp yaşam sistemini değerlendirmesinde en önemli faktörlerden
biri de hiç şüphesiz ki ekonomik istikrar faktörüdür. Bir ülkede bu
istikrar düzeyi ne kadar yüksekse orada dini yaşam da o derece
kolaylaşacaktır. Günümüz insanı maalesef ekonomik istikrarın
sağlanamamasından dolayı muzdariptir. Bu sorun bütün dünya
insanlığının sorunu aslında. Geçim sıkıntısı, özellikle işsiz
insanların çoğalması ve sosyal güvenceden yoksun bırakılmaları,
yaşam mücadelesinde oldukça yıpranmalarına neden olmaktadır.
İnsanlara dinamik yaşam olanakları sunulması yerine daha ziyade
hazıra alışan bir kitle yaratılmaktadır. Modernleşen hayat
şartlarına ayak uydurmakta da bir hayli zorlanılmaktadır. Kapital
sistemin yaygınlaşması, sermayenin eşit dağılımında en önemli engeli
teşkil ediyor. Asgari yaşam şartlarına göre düzenlenmesi gereken
asgari ücret uygulaması da insanların temel asgari ihtiyaçlarına
cevap veremiyor. Ailevi sorunlar gerek ülkemizde gerekse batı
toplumlarında had safhada. İntihar olayları alabildiğince
fazlalaşıyor. Bütün bunların üzerine, asrımızın değerli fikir
çilekeşlerinden Yaşar Nuri Öztürk’ün deyimiyle Allah
söylemiyle aldatma da eklenince insanların kuşatıldığı ateş
çemberinin tehlikesi ve dehşeti iyice belirginleşiyor. Bütün bu
olumsuz şartları bir arada değerlendirdiğimizde insanların dinin
mistik yönü olan maneviyatı yaşamalarının da oldukça güçleştiğini
üzülerek belirtmeliyiz. Bu sorun, başta da belirttiğimiz gibi
temelde ekonomik istikrarla orantılı olan refah düzeyinin düşük
olmasından kaynaklanmaktadır kanaatimizce. İnsanlar geçim derdinden
ve sosyal yaşam şartlarının elverişsizliğinden yakınırken aynı
zamanda bu nedenden ötürü dini yaşamın pratik uygulamalarını yerine
getirmekte de oldukça zorlanmaktadır. Günde beş vakit namazın
haftada bir Cuma namazına indirgenmesi buna bir örnektir. En önemli
çalışmalardan olan zikir bile mesai yoğunluğu sebebiyle ancak mesai
saatleri sonrasındaki süreçte yapılabilmektedir belki de. Tabii ki
istisnalar vardır fakat yaşanan gerçek bu. Gece namazını ise hiç
sormayın. Yoğun iş temposuyla boğuşan insanların gece namazına
kalkabilmeleri neredeyse imkansız hale geliyor.
Sonuç olarak
çoğunluğu Müslüman olarak değerlendirilen bir ülkede yaşıyoruz. Asya
ülkeleri içinde belki de en şanslı ülkeyiz. Bu anlamda maddi ve
manevi kültür mirasımız ve kaynaklarımızın gücü ve değeri
küçümsenemeyecek derecede güçlü. Her şeyden önemlisi demokrasi
anlayışını oturtan ve benimseyen yapısıyla oldukça özgür ve
toleranslı toplum yapımız var. Bu kadar güzelliği bir arada
barındıran ülkemizin de en kısa süreçte ekonomik istikrara
kavuşmasını özlemle arzuluyor ve bekliyoruz. Avam kesiminden
Havassa kadar tüm insanımız aşkla ve şevkle bunun
gerçekleşmesini istiyor ve bekliyor. Onların samimiyetlerine
yürekten inanıyoruz. Yeter ki bu imkanlar onlara verilsin ve
insanımız gelecek günlere umutla bakabilsin. O zaman görülecektir ki
insanımız tüm donanımlarıyla ve azmiyle yaşamda daha aktif olarak
yer alacak, gerek yurt düzeyinde, gerekse dünya ölçeğinde layık
olduğu maddi ve manevi mevkilere gelebilecektir. Bu istikrarın
gerçekleşmemesi durumunda ise insanlara dini yaşamı telkin metotları
tesirini yitirecektir. |