Doğal Din
V. Korhan Koral
 

Doğal dini kişinin saf özünde bulması, daha önce o saf öze erenlerin hikmetlerinden nasiplenmediği sürece, gerçekleşmeyebilir. Hatta kişi, doğru yol üzere olduğunu sanıp aldanabilir de. Çalışmalarımızın amacı da tüm dinlerdeki özellikle İslamiyet’teki doğal dine ait verilerin elden geldiğince bir araya getirilerek kişiye klavuzluk etmesini sağlamaktır. Zira aksi hal, kişinin kendi hevasına (varsayım, zan ve heveslerine) ya da manevi otorite bildiklerinin hevasına uyması tehlikesini doğurabilir. Bu konudaki Kur’an’dan bazı uyarılar şunlardır: “Kendi hevasını tanrı edineni gördün mü?” (25/43), “Hevana tâbi olma!. Aksi halde bu, seni Allah yolundan saptırır.” (38/26), “Emr olunduğun gibi ol!.. Ve, onların hevâlarına tâbi olma!..” (42/15), “Hevasını kendisine ilâh edineni gördün mü!. Allah, o’nu bir ilim üzere saptırmış , kulağını ve kalbini mühürleyip, gözüne de perde çekmiştir. Artık, Allah’tan başka kim o’na hidayet edebilir?.. Düşünmez misiniz?..” (45/23), “Arkadaşınız, ne dalâlete düştü ne de batıla inandı. Ve O, hevasından konuşmaz. Bildirdikleri, vahyedilenden başkası değildir..” (53/2,3,4), “Halbuki onların bu hususta ilimleri yoktur. Onlar sadece zann’a tâbi oluyorlar… Zan ise, Hak’tan hiç bir şey ifade etmez!..” (53/28), “…Onlar ancak, zann’a nefislerinin hoşlandığı şeylere tabi olurlar. Andolsun, kendilerine rablerinden hidayet gelmiştir.” (53/ 23), “Rabbiniz (sizi yönlendiren) hakkında beslediğiniz zan var ya. İşte sizi o mahvetti. Ve siz, kaybedenlerden oldunuz..” (41/ 23), “Onların çoğu ancak, zanna tâbi olurlar. Zan ise, Hak’tan bir şey ifade etmez!..” (10/36)

Allah indinde din olan İslam, insanların dünyasındaki “Müslümanlığı” da, “Hıristiyanlığı” da, “Museviliği” de, hatta putperestliği de, hepsini kapsar. Bagavad Gita’da da tapınma için şunlar söylenir: “Bütün tapınmalar banadır ve ben hepsini kabul ederim.” “Büyük bir inançla başka tanrılara tapanlar, aslında dolaylı bir yoldan bana tapmaktadırlar.” Benzer şekilde, Tasavvuf alimlerince, masiva baştan ayağa ilahi isimler ve sıfatların tecellilerine mahzar olup bunların sırrı bütün eşyada sinmiş halde bulunduğundan, bir insan hangi dinde olursa olsun, neyi severse sevsin, neye taparsa tapsın, o seviş ve o tapış, bilmediği halde yine Allah’a yönelir. Bu nedenle, Kur’an’da, “Ve Rabbin hükmetti ki , kendinden gayrına kulluk edilmeye.” (17/23) denir. Bu Rabbin hükmü, “benden başka şeylere tapmayın” yasaklamasını değil, neye köle olursan ol, istesen de istemesen de Allah kulluğundan kurtulamayacağın anlamını verir. Ancak bunun idrakinde olur ve yaşarsan Has Din’e erersin.

Mahmud-i Şebisteri,“Puta tapan kafir, putun nasıl ilahi bir sırra mahzar olduğunu bilseydi, nasıl yolunu kaybetmiş bir azgın olurdu” diyor. Ancak Kur’an’da, “Allah yanısıra ilah oluşturma! Sonra ,aşağılanmış ve kendi başına bırakılmış olursun…” (17/22), “Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir.” (12/40), “Bu, evvelkilerin âdetlerinden başka bir şey değildir.” (26/137), “Allah yanı sıra, bir de ilâh mı var?.. Ne kadar kısıtlı düşünürsünüz!..” (27/62), “Yoksa onların Allah’dan gayri bir ilâhları mı var?.. Allah, şirk koşulmaktan yana münezzehtir.” (52/43), “Bunlar, sizin ve babalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah, onlar hakkında hiç bir delil indirmemiştir…” (53/23), “Allah yanı sıra, kendine bir tanrı edinip boşuna yalvarma!..” (26/213), “Onlar Allah’ı bırakıp tanrı edindiler, yardımı olur düşüncesiyle..”(36/74), “Bilin ki, şirkten arınmış halis olan Din, Allah’ındır. O’ndan gayri dost edinenler: “Biz onlara, bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye, tapınıyoruz” derler… Muhakkak ki Allah, gerçeği örten yalancılara, hidayet etmez!..” (39/3)  denerek, her ne kadar Allah’tan başka şeylere tapanlar dolaylı yoldan Allah’a yöneliyor olsalar da, araya ilahlar ya da aracılar koymalarının sadece zanları üzere olan bir “oluşturma” olduğu ve uygun görülmediği de belirtilir. Burada hemen belirtelim ki, put bir simgedir. Ayette söylenenler, putlaştırılmış manevi otoriteler, duygular, tutkular, basmakalıp inançlar, v.b. için de geçerlidir. Fahrüddin-i Iraki de “Cümle alem halkının meyli seni bilseler de bilmeseler de, ebediyete kadar hep sanadır. Senin gayretinle dostluk etmeye güç yetmeyince başkalarıyla dostluk etmek, her şeyden senin güzel kokun geldiği içindir.” diyor.

Yukarda bahsi geçen pasajda değinildiği gibi, uzakdoğu dinlerinin ortaya koydukları tapınma, temelde meditasyona dayanır ve aslında somut bir tanrıya biçimsel ve kurallı bir tapınma değil, salt benlikten sıyrılma ile ortaya çıkan soyut bir tapınmadır. Elbette sonradan bozularak bir çok ritüellerle bezenmiştir. Ama özsel olarak bu tapınma biçiminde dualar, törenler, kurallar ve yasalar yoktur. Yalnızca içtenlik, sevgi ve özgürlük vardır. Ki bu haliyle yaşanan şeye artık tapınma demek de pek doğru değildir. Bu bir bilinçlenme hali ve gizli bir ibadettir. Yine Bagavat Gitta’da: “İnsan bir şeye gönülden inanmak isterse onun yüreğine sarsılmaz bir inanç veririm ben. İnancı tam olunca, tapındığı şeyi elde eder. Bu yolla her isteği yerine getiririm ben. Bilinçleri fazla gelişmemiş olanlar yalnızca geçici doyumlar elde ederler. Tanrılara tapanlar tanrılara kavuşurlar. Ama beni sevenler doğrudan bana gelir. Tanrılara tapanlar tanrılara, atalarına tapanlar atalarına, ruhlara tapanlar ruhlara kavuşur. Yalnızca bana tapanlar ise bana gelir.” denerek mutlak varlığa yönelenlerin, gerçeğe erişlerinden bahsedilir, ve “Ben, yalnız bana tapan ve benden başka hiçbir şey düşünmeyen insanların her türlü gereksinimini karşılarım.” denerek Fatiha suresindeki “Yalnız sana kulluk eder yalnız senden dileriz” ayetiyle vurgulanan ortak bir gerçekten bahsedilir.

A.F. Yüksel bir yazısında “Tüm dinlerden gelen saf bilgiyi bir araya getirmek, tüm dinere mensup ermişlerin ortak yolunu keşfe çalışmak, günümüzde olduğu gibi, geçmişte de yapılan, hatta İslam dini bünyesinde yer alan bir inceliktir. Hazreti Muhammed, geldiği toplumda yozlaşmış inanç sistemlerini reddetmekle birlikte, gelmiş geçmiş tüm peygamber ve velileri ve yansıttıkları hakikatleri kabul etmiştir. Allah indindeki adına din denen bu gerçek, gelmiş geçmiş tüm peygamberler tarafından, kendi toplumsal düzey ve kültür şartlarının içinde, ait oldukları toplumun bakış açısıyla anlatılmıştır” diyerek çok önemli bir konuya temas etmişti. Esasen peygamberler, toplumlarının kültürlerinden kopuk bir yaşam sürüyor değildirler. Ve özlerinde buldukları gerçeği, kendi bilgi, kültür ve birikimleriyle dile getirirler. Bu, toplumun da onları anlamasını sağlar. Bu açıdan bakıldığında, vahy mekanizmasının da öz itibariyle Allah’tan geldiğini, ancak peygamberin kültür bilgi ve birikimine göre şekillenip yansıdığını söylemek pek de yanlış olmaz. Gerçi Kur’an, lafız olarak da ilahidir ama bu lafızsal  ilahiliğin özsel boyuttan kaynaklandığı, ve lafsın ister istemez bir kültür yansıması olan dile dayandığı dikkatlerden uzak tutulmamalıdır. O yüzden Kur’an’da “Biz O’nu akledip anlayasınız diye, Arapça bir Kur’an olarak inzal ettik” (12/2)  denir. Yani peygamberin, özünde bulduğu hakikati dilinde ifade etmesidir Kur’an; ama asıl olarak ifade edilmekten öte bir hakikati barındırır bünyesinde ki ancak anlayalım diye dile getirilmiştir. Bu konudaki diğer bazı ayetler şunlardır: “Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur’an kılsaydık, diyeceklerdi ki: “Ayetlerin, bizim dilimizde, ayrıntılı bir şekilde açıklanması gerekmez miydi? Arab’a yabancı dilden kitap olur mu?” (41/44)   , “Biz, O’nu anlayasınız diye Arapça bir Kur’an olarak meydana getirdik. Ve O, (Kur’an) indimizdeki Ümmü-l Kitab’da Yüce ve Hakîm’dir..” (43/3-4), “Biz Kur’anı, idrak etsinler diye, senin lisanın olarak kolaylaştırdık.” (44/58)

Ahmet Baki ve Ahmet Hulusi’nin sıklıkla üzerinde durdukları gibi, işte peygamberler “Allah indindeki o sistemi” kendi yaşadıkları ortam ve şartlar içinde açıklamışlardır ki, bu sistemin Allah indinde adı İslam’dır. Yani, kelime anlamıyla, mevcud olan herşeyin varoluşu itibariyle, varedeni, aslı, özü olan, tek hakikat Allah’a teslim halinde olması ve yine kelime anlamıyla bu teslimiyetten doğan barış, sükun, selamet halini yaşaması. Zira İslâm , “Slim” ve “”Selâmet” kökünden gelir  ve selâmete ermek, barış içinde olmak demektir. Bir diğer anlamı da teslim olmak demektir. Ama  bu kavramlar, iki ayrı varlıktan birinin diğerine teslim olması şeklinde değil, yaratılanın, özünde Yaratıcıyı bulması anlamında değerlendirilmelidir. Yaratılan, Yaradan’a telim olarak selamete erer. Yani fiillerinin ve varlığının özündeki yaratıcı gücü görmesiyle. Ruh, ancak ozaman sukunete kavuşur ve bu anlamsız bir yumak olan kaos evreni felsefi bir dert ve keder kaynağı değil, anlamın kendisi haline gelir. Bu hal, Kur’an’da, “Ey iman edenler, hepiniz topluca ‘barış ve güvenliğe (Silm’e, İslam’a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (2/208) “Rabbi ona: “İslam ol!” demişti, “Alemlerin Rabbine teslim oldum.” dedi.” (2/131) denerek dile gelir. Bu nedenle tasavvuf ekollerinde, müridden istenen ilk şey Allah’a teslim olmayı ya da Allah’a ulaşmayı dilemesidir. Çünkü söylediğimiz anlamda Allah’a teslim olmayan, yani gerçek manada İslamiyet’i yaşamayan kişi, ikiliğin hükmü altındadır; Tümel Teklik bilincine erişememiş demektir. Ve Eğer kişi bu gerçeği idrak edip bu gerçeğe teslim olmazsa, sürekli bir şekilde bu tek gerçekle mücadele ediyor, savaşıyor demektir.

Kur’an’da da “Evet, kim vechini (varlığını) Allah’a teslim ederse o, muhsinlerdendir, mükâfatı Rabbi kalındandır ve onlara korku yoktur ve mahzun da olmazlar.” (2/112)  denir. Burada vechin Allah’a teslimi, “Yeryüzünde bulunanların hepsi fanidir. Bâkî olan Celâl ve ikram sahibi Rabbinin vechidir” (55/26,27), “Başını ne yana döndürürsen Allah’ın vechini görürsün.” (2-115),  “O’nun vechinden başka her şey helak olacaktır. Hüküm O’nundur; O’na döndürüleceksiniz.” (22/88) gibi ayetlerle vurgulandığı üzre, kişinin, her şeyin ve kendinin öz varlığı olan mutlak anlamda tek gerçek olan Vechullah’a (Allah’ın vechi) kendini teslim etmesidir.  İşte insanın birey olarak ve insanlığın topluca asıl huzursuzluğu, bu idrakten uzak olunmasında yatar.

 

 
 
V. Korhan Koral
Samsun - 04.03.2009
http://www.korhankoral.com
korhan@korhankoral.com

korhankoral@gmail.com

http://sufizmveinsan.com