Özet:
Her yıl 5 Haziranda Çevre günü kutlanmaktadır. Ne yazık
ki bütün güzel söylenen sözlere rağmen çevre sorunları
hızla artmaktadır. Bunun altında ciddi bir bilgi ve
bilinç yetersizliği olduğu kanısındayım. İnsanın doğayı
egemenliğine alma duygusu, yer yüzeyinin her tarafını
rant olarak görmesi anlayışını doğurmuştur. İnsanın
bencilliği ve çıkar ilişkileri ne yazık ki doğayı
olumsuz etkilemektedir. Doğal ve sosyal çevre
kirlilikleri iç içe bir bütün olarak bütün insanlığın
geleceğini etkilemektedir. Bugün bölgemizde akan kan,
gözyaşı ve şiddetin altında çıkar ve bencillikler
berberinde yaratığı dolaylı çevre kirliliği ne yazık ki
çoğu gözler tarafından görülmemektedir. Irak ve
Afganistan'da yaşanan anlamsız savaş sonucu milyonlarca
bombanın patlatılması, petrol kuyularının ateşe
verilmesi başlı başına birer çevre sorunudur. Son
günlerde Meksika körfezinde meydan gelen BP'nin petrol
platformunun çökmesi ile denize yayılan petrolün
yarattığı çevre kirliliğinin doğal hayatı tehdit etmesi
de insanın doğayı nasıl a
Bölge insanlarının bu savaşların etkisi ile yaşam
zorlukları yaşarken, Gazzae'da ablukaya alınmış 1.5
milyon insanın açlığa mahkûm edilmesi de bir sosyal ve
onun yaratığı doğal çevre sorunu olarak karşımıza
çıkmaktadır. Çoğumuzun anlamakta zorlandığı bu sosyal
çevre sorunları dünyayı adım adım şiddete ve
düşmanlıklara götürmektedir.
Günümüzde çevre sorunu insan doğa ekseninde yeniden ele
alınmasını zorunlu kılmaktadır. Ne yazık ki bugün bu
anlamda yaşadığımı sorunların büyük çoğunluğu insan
faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır. Yaşananlar insanın
kendi geleceğini yok etmemsi için belirli bir bilgi ve
bilence erişmesi ve aç gözlülükten uzak yaşamsı
gerekiyor. İnsanın kendi bilincine erişmesi sınırlar
sorumluk bilinci içinde hareket edecek şekilde
eğitilmesi artık kaçınılmaz olmuştur. Ekoloji bilincinin
yaşamın her alanında aranır olması gerekir. En azından
sorumlu yetkililerin ekoloji bilgisi ve danışmanlarının
olması zorunluluk arz etmektedir.
İlgileneler için Çevre günün önemi ve zorunluluğu
aşağıda geniş olarak değerlenebilmiştir.
Çevre
Sorunu İnsanın Doğaya Etki Etmesi İle Başlamıştır
İnsanın insan olma süreci ile başlayan ve birisinin
diğerinden daha fazla pay almasını sağlayan ve bu uğurda
binlerce yıllık yaşamda müşterek oranda yaşama savaşının
geldiği nokta olarak görüyorum. Sanayi devrimi ile
hızlanan ve XIX yüzyılın ikinci yarısında hızlanan ve
insanın ilerlemesi adına başlayan olgu yalnızca insanın
insan üzerindeki ağır baskısını değil aynı zamanda
sistematik olarak doğanın tahribatını da beraberinde
getirmiştir. Küreselleşmenin yarattığı olgu son yüzyılda
her türden yağma ve yakıp yıkma ile birbirini izledi:
Evet bugün hep birlikte şikâyet ettiğimiz artan çevre
kirliliği, tatsız tuzsuz yiyecekler hepsi bir bütünün
parçası olarak artan doğa dışı kullanımlarının bir
sonucudur. Bu anlamda çevre sorunu insanın doğaya
müdahalesi ile başlamıştır.
İnsanın yaşam yolculuğunda kat ettiği aşamalar
özetlendiğinde;
Mağara yaşamından 104 katlı gökdelenlere,
Mahrem yerlerini bitki yaprağı ile kapatan yaşamdan
günde birkaç defa değişen suit takım elbiselere,
Avcılık ve toplayıcılıktan lüks restoranlara,
Ok fırlatmaktan kıtalar arası balistik füzelere,
Uçurtmadan uzay gemilerine,
Öküz ile çekilen kanılardan, saate 500 km hızla giden
süper iletken trenlere,
Saldan modern uçak gemilerine,
Uçurtma ile haberleşmeden web ve e-posta ortamına
kadar insanın bilim teknoloji yaratısı tabii olarak bir
bedel ödemek zorunda kalmıştır. Bütün bunların sonucu
bugün ki dünyanın durumu şöyle özetlenebilir;
Dünyaya her 20 dakikada 3500 yeni doğan bebek katılırken
bir veya birden fazla hayvan/bitki türü yok olmaktadır.
Bu da yılda yaklaşık 27000 türün kaybedilmesi
anlamındadır. Tüm dünyada tatlı su tüketimi her 20 yılda
2 kat artmaktadır. Bu oran nüfus artışının 2 katından
daha fazladır. Halen 31 ülke su kıtlığı tehlikesinde
olup 1.4 milyar insan temiz içme suyu kaynağından
yoksundur. Tüm dünyanın üçte ikisi yetersiz ve dengesiz
beslenmektedir (başta A, E vitamini, Fe ve Zn
noksanlığı) örneğin dünyanın en zengin ilk üç kişisinin
serveti dünya en yoksul 48 ülkesinin ulusal gelirinden
fazla. En zengin 225 kişinin toplam serveti dünya
nüfusunun yarısının yıllık gelirine eşit. Bu bireylerin
oluşturduğu uluslar da böyle. Dünyanın en büyük
şirketinin 222'si, ilk 50 şirketin 34'ü ABD'li. Dünyanın
en büyük şirketi Amerikan General Elektrik'in sermayesi
Türkiye'nin 1998 bütçesinin yaklaşık 4 katı. Dünya
nüfusunun % 5'ine sahip ABD dünya kaynaklarının % 40'ını
tek başına kullanıyor.
Bu ve benzeri verilere bütünsel bakıldığında dünyanın bu
nüfus artışı ve dengesiz üretim ve dağıtımının sonucu
artık kendi kendini götüremediği görülmektedir.
İnsanlığın bu kısa tarihinin doğa üzerindeki olumsuz
etkileri:
Sanayi devrimi ve buhar makinesinin keşfedilmesinden bu
yana 200, Wright Kardeşlerin ilk uçak deneyi ile
başlayan insanın uzaya açılma sevdası ancak 66 yıl sonra
gerçekleşmiştir. Ve insanoğlu ateşin icadından bu yana
bilim ve teknolojide yaptığı gelişme ve yıkımı, son
altmış yılda ikiye katlamış ve teknik deyimle dünya
artık bu yükü taşıyamaz duruma gelmiştir. İnsanın son
100 yıllık küçük bir noktasal zaman dilimi içersinde
yaşamı için 10 milyar yıllık ömrünün yarısına gelmiş
dünya yaşamını alt üst etmesi ve hâlâ da bundan
vazgeçmemesinin büyük bir bencillik, aç gözlülük ve
haksızlık ile karşı karşıyadır. İnsanlar ve tüm diğer
canlılar daha uzun süre yaşamak, ölümlerini geciktirmek
için çabalarlar. Bu çabadan insan aklının ve
düşüncesinin günümüze getirdiği insan hakları ve
sürdürülebilir yaşam kavramları doğmuştur. Yine batıda
artan çevresel tehditlere karşı gerek bilim insanları ve
gerekse sivil toplum kuruluşları ve gençlik örgütleri
hızla harekete geçerek bilimsel ve sosyal tedbirlerin
alınmasına önayak
Doğal çeşitlilik artık yerini tek çeşitliliğe yani mono
kültüre bırakmıştır. Toprak daha yoğun işlenmeye ve daha
fazla gübre kullanılmaya başlandı; nihayet bu yoğun
girdi sonucu sular ve atmosfer kirlendi ve nihayet
topraklar da kirlendi. Hızla büyüyen kentler, tropikal
ormanların tahribatı, denizlerin ve ırmakların
kirlenmesi, ozon tabakasının incelmesi, küresel ısınma
ve asit yağmurları artık dünyanın giderek yaşanamaz bir
duruma geldiğinin göstergesi olarak kabul edilmektedir.
Fakat küreselleşme olgusu bu anlamda doğal ve etkinsel
çeşitliliği tehdit ederken tekdüze, donuk bir sistem
önermektedir. En tipik örneği son yıllarda dünyayı kasıp
kavuran kısırlaştırılmış tohumların bütün dünyada aynı
markada satılmasıdır.
Bütün bu olumsuzluklar insan tarafından yapılmaktadır.
İnsanın insanla savaşımında birbirine üstünlük
sağlayamadığı durumlarda ise insan hakları ve
sürdürülebilirlik ilkeleri ön plana geçmiştir.
İnsan hakları ve sürdürülebilirlik her şeyden önce
doğuştan sağlıklı yaşam, eğitim eşitliği, kadın erkek
eşitliği, kadınların, çocukların korunması ile
başlanmalıdır. Bu nasıl sağlanabilir? Buna yanıt
maalesef bugüne kadar başta Birleşmiş Milletler olmak
üzere birçok ulusal ve uluslar arası örgütlerin
söylemlerinin ötesine geçemedi. Sürdürülebilir kalkınma:
'Herkesin temel gereksinimlerini ve daha iyi bir hayatla
ilgili beklentilerini; gelecek kuşakların da kendi
gereksinimlerini karşılayabilme olanaklarını yok etmeden
karşılamak olarak' tanımlanıyor. Temel
gereksinimlerimizin karşılanması yaşamı uzattığı ve
yaşamın niteliğini arttırdığı doğru. Ancak bu temel
gereksinimler nelerdir: İş, barınma, giyim, su ve besin
elementleri nasıl sağlanacak herkese nasıl
ulaştırılacaktır. Dünyanın kuzeyi hem nüfusu kontrolü,
üretim kapasitesi yüksek ve ulaşım hızlı bunun tersine
güney yarım kürede nüfus fazla, üretim yetersiz ulaşım
ise çağın gerisinde hantal. Bu gün dünyada
sürdürülebilir bir yaşam için gerek ulusal ölçe
Dünyayı Anlama ve Duygusal Zekâmız
Sınırlar koymanın ekolojik sınırlara uygun olması
gerektiğini gösteren kanıtlar giderek artıyor. Hava, su,
toprak kirleniyor; küresel ısınma son on yılda en fazla
düzeyine gelmiş durumda. Dünya giderek ısınıyor, ozon
tabakası deliği, asit yağmurları bütün dünyanın tümden
artık yaşanılamaz duruma geldiğini göstermektedir. Yer
yüzeyini elinde tutan, yaşam bilinci ve felsefesiyle
akıllı bir biçimde değerlendirmeye çalışan ve zekâsı
yani IQ (Intelligence Quotient)'sü yüksek olan akıllı
insanların yaşanılabilir bir dünya için çabaları bundan
böyle duygusal zekânın (EQ-emotional Quotient) ekolojik
konulardaki uygulamalarına ekolojik zekâları (EcoQ-Ecological
Quotient) belirleyecektir. Ya toptan küresel ekolojinin
yasalarına uyulacak ya da toptan yok olmaya doğru
gidecek. Bakalım hangi zekâmız daha üstün gelecektir. Bu
anlamda ekolojik akıl salt her şeye karşı gelmeyi değil
ekolojik akıl ile ekonomik aklı ekoloji sınırlarına
çekmek ve sürdürülebilir bir kalkınma önermektedir. Salt
her şeyi kar güdüsüne ve benmerk
Albert Schiweitzer'in dediği gibi "Aya ulaşma umutları
içerisinde ayaklarının dibinde açan çiçekleri göremeyen
insanlardır". Homo sapiens düşünen insan demektir.
Düşünen insan, homo insapiens (düşünmeyen insan) yerine
de düşünmelidir. Bizim hedefimiz sadece onlara değil
bugünün ve geleceğin kuşaklarına duygusal ekolojik
akıllarını kullanmayı öğretmektir. Bu da ancak eğitilmiş
toplumlarda mümkün olmaktadır.
Çevre
Bilinci oluşmadan Toprak Koruma ve Sevgisi Gelişmez
Dünya'da sınırlı miktarda olan tarım topraklarının kent
çevrelerinde sürekli arsa olarak görülmesi ve
betonlaştırılması uzun zamanda daha büyük çevre
sorunları yaratacaktır. Ne yazık ki çoğumuz yediğimiz
ekmeği ve diğer gıdalarımızı hazır soframızda buluyoruz
ve gıdaların üretildiği toprağın önemini ihmal ediyoruz.
Ancak unutmayalım ki insanlığın ortak malı olan toprağın
gıda üretim amacından çıkarılıp amaç dışı kullanıldığı
zaman insanın yaşayacağı en ciddi çevre sorunu
oluşacaktır. Bu anlamda çevre bilincinin önemi yeniden
düşünülmek zorundadır. Çevre bilinci ise bir felsefi
dünya görüşüdür. Çevre Goethe'nin belirttiği gibi yaşama
bütünsel bakabilmekte geçmektedir. Goethe 'Doğada hiçbir
şey tek başına ve yalnız değildir. Doğada her şey;
önündeki, ardındaki, üstündeki, altındaki, sağındaki,
solundaki şeylerle bağlantılıdır' diyor. Benzer bir
ifade de Kızılderili reisi Seattle'n, 1854'te,
kendisinden toprak satın almak isteyen ABD
Cumhurbaşkanına yazdığı mektupta görülmektedir. 'Şu
gerçeği iyi biliyorum. T
Sınırlı doğal kaynaklara sahip dünyamızda artan çevre
kirliliği faktörleri artık çevreyi temizlemesini bilen
yeni teknolojiler ve politikaları geliştirmek
zorundayız. Plansız programsız, basit kar güdüsü ile
hareket etmek yerine doğayı ve insanı ön plana alan
yaklaşımları sürdürülebilir bir yaklaşımla kullanmak
daha akılcı ve zorunludur. Şu ana kadar yok olan
ormanların, kirlenen suların ve katledilen toprakların
geri gelemeyeceği gerçeğinden hareketle en azından
bundan sonrası için, geriye kalanların da yerinde
korunması geliştirilmesi sürdürülebilirlik ilkesi
içerisinde yaşatılması için gerekli önlemler
alınmalıdır. Koruma bilinci ile çevre sorunların ortaya
çıkmadan önlenmesi, ekosistemlerin sahip olduğu biotik
ve biotik olmayan unsurlarının nitelik ve niceliklerinin
korunarak, sürdürülebilir şekilde yaşatılması bütün
dünyada çevre faaliyetlerinin temel amacı haline
gelmiştir.
Çevre
Bilinci Felsefi Bilinçten Geçer
Felsefe, yaşamın anlamı ve nedenini sorgulayan tüm
bilimlerin anasıdır. Felsefenin bir ikinci anlamı da
'Yaşam Felsefesi'nde yatar. Yaşam felsefelerinde ölüm
gerçeğini bulundurmayan insanlar kendilerini tanımıyor
oldukları gibi dünya üzerindeki diğer yaşamları ve
ölümleri de tanımıyor ve onların haklarına saygısızlık
ediyorlardır.
İnsanlar diğer canlılardan daha uzun süre yaşamak için
ölümlerini geciktirme çabalarını sürdürmektedir. Bu
çabadan insan aklının ve düşüncesinin günümüze getirdiği
insan hakları ve sürdürülebilir yaşam kavramları çevre
bilincini doğmuştur. İnsanoğlu bunca çatışmalar sonucu
anlamıştır ki dünya üzerindeki yaşamının uzaması ve
yaşanılan sürenin huzurlu ve nitelikli geçmesi, bir
takım hakları doğuştan tüm insanlara eşit olarak
tanımakla sağlanabilir. Ve bunu insanlık anayasası olan
insan hakları evrensel bildirgesiyle tüm uluslara kabul
ettirmiştir. Maalesef bugün bu haklar kâğıt üzerinde
tamam gibi gözüküyor, ama sorun bu hakların bireyin
yaşamına nasıl uygulanabildiğinde düğümleniyor? Bir
tarafta dünyanın tek efendisi diğer tarafta dünyanın kaç
bucak olduğunu bilmeyen Irak halkı.
İnsan
ve Doğadan Yana Anlayış Çevre Bilinci Yaratabilir
Dünyaya gelen her bireyin bireysel ve toplumsal
sorumlulukları vardır. Toplumsal sorumluluklar, aileden
başlayarak yaşamın bütün alanlarından ulusal ve küresel
sorumluluklara kadar gider; gitmelidir. Birinci ve en
temel sorumluluklar, bireysel ve toplumsal yarar ve
haklar tarafından belirlenmelidir. Her yurttaşın kendisi
ile birlikte diğer canlıların yaşam haklarına da saygı
göstermesi beklenir. Her canlı için yaşamın anlamı
kendine verilen biyolojik yaşam süresince yaşamaktır.
Bireysel sorumluluklarımızı iyi anlayabilmek için
insanın kendini tanıması gerekir. İnsan kendini ancak
kendini saran gerçekleri bilerek ve öğrenerek
tanıyabilir. Yaşamın anlamı ve amacı sadece yaşamak
olmamalıdır. Yaşamın anlamını bilmek içinde ölüm
bilincine erişmek gerekir. Seneca " Ey yaşam, senin
bunca değerli oluşun ölüm sayesindedir". Montaigne ise
"Sizin bu tadını çıkardığınız varlıkta yaşam kadar
ölümün de yeri vardır. Ölüm gerçeğinin bilen insanlarda
mülk edinme, para kazanma isteği ve bunun için doğal
kaynakları ve kendin
Burada ki mesaj net ve açık, yeryüzünün ortak malın bir
hissedarı olarak birbirimizi motive ederek, biz bilinci
ile karşılıklı saygı çerçevesinde bulunduğumuz
coğrafyada yaşama şansı bulmak mümkün. İnsanın insan
olma sürecinden bugüne kadar getirdiği birikimi
içerisinde paylaşımsız, benmerkezciliğin faturası
maalesef olağan üstü güzellikleri bazen bir anda yok
edebilmektedir. Bugün dünyanın başına gelen bütün bu
olumsuzluklar insanın bencilliğinin bir sonucudur. Artan
seller, doğanın tahribi, ozon tabakasın delinmesi sonucu
oluşan çevresel etkilerin hepsinin altında ben merkezli
yönetimlerin büyük etkisi ön plana çıkmaktadır.
Çevre
Bilinci Beylik Sözler İle Değil Gerçek Uygulamada
Gösterilmelidir
Bu tür günlerde genelde beylik laflar sık kullanılır.
Geniş çevresi olanlar çevreyi daha iyi bildiklerini,
çevrenin havasını iyi kokladıklarını, çevrelerini
korudukları söylerler. Gerçekten haklılar ve kendi
çevrelerini çok iyi korudukları için bugün çevre
sorununu konuşuyoruz ve yazıyoruz. Çevre bilinci salt
yere atılan çöplerin, izmaritin toplatılması değil. Veya
yetkili kişilerin herkesin gözünün önünde sigarasının
izmaritin ayağının ucu ile söndürmesi ile çevre bilinci
sağlanmıyor. Binalara asılan süslü yazılar ile sorun
çözülmüyor. Sorun kişilerin kafasında yatmaktadır. Çevre
anlayışı tamamen bir eğitim sorunu olup, her şeyden önce
insana ve topluma saygı duymaktan geçmektedir. Yere
izmarit atmak, tükürmek, her türlü atıkları kimse yokken
ortalığa bırakmak bir çevre anlayışı sorundur. Bu
bilince erişmiş yetişkin kişiler yaşamın her alanında
kendileri kadar toplumun diğer bireylerinin de yaşama
hakkı oluğunu kabul eder. Salt benciliği için her şey
bana bana deyip çevresini kollayarak gerçek çevre kirlil
İnsanın Çevreye Karşı Sorumlulukları
Maalesef bütün dünyada ben merkezli bencil kişiler küçük
çıkarları için her türlü ahlaki değer yargılarını
ayaklar altına alabilmesi sonucu bugün artık ahlaksal
çevre kirliliği yaşamaktadır. İktidarlarını korumak
uğruna nelere peşkeş çekilmedi ki. Devletin ormanını
ranta çevirmek için orman yakanından tutunda, fabrika,
gemileri, sitelerdeki atıkların denizler ve tatlı sulara
bırakılması tamamen bir bencil bilinç meselesidir.
Küresel anlamda en yakınımızda Irak savaşı bir çevre
felaketi idi. İktidarda kalmak için bütün dünyayı kitle
imha silahları var deyip yanıltıp savaş çıkartan güçler
savaş sonrası "böyle bir şey olmayabilir"
diyebilmişlerdir. Ancak bu arada bütün Orta Doğu'daki
bitki, hayvan ve doğal varlıklar bu savaşta bir çevre
felaketi yaşamıştır. Bütün bunların sonucu güzelim insan
ruhu da kirlenmiştir. İnsanlar yarına güvensiz ve
umutsuz olmuşlardır. Bu insanların çevreyi koruması bu
durumda beklenilemez. Kişilerin bencilliği kabul edilir
ancak arkasında bıraktığı tahribat daha yıkıcı
olmaktadır. B
Bu sorunların bir daha yaşanmaması biz bilinci ile işe
sarılan lider vasıflı kişilerle mümkün olacaktır. Bazı
dönemlerde bazı ulusların barış ve huzur içerisinde
yaşadıkları bilinir. Tabii buradaki güç liderin
kişiliğinde ve olaylara bakış açısından gelmektedir.
Fakat tam tersi hareket eden korku salan, ben ne
dediysem doğrudur, ben yaptım biti, ben padişahım
diğerleri kul mantığının hakim olduğu durumlarda ise iç
çatışmaların olduğu ve verimsizliğin artığı
belirlenmiştir. İşte sosyal çevre kirliliği o zaman daha
tehlikeli duruma gelmektedir.
Bencillik Çevre Kirliliğinin Önemli Nedenlerindendir
Bugün için çevre sorunu fiziki kirlilikten çok insanın
halen anlayamadığı ve tüketim alışkanlığının hızla
arttığı kirlilik olarak algılamak gerekir. Ciddi bir
açgözlülük, üretmeden tüketmek, az çalışıp çok harcamak,
doğal kaynakları bir araç olarak görüp ranta dönüştürmek
günümüzün en ciddi çevre sorunu olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Çevre bilinci ancak gelişmiş kendisi ile barışık,
sorumluluk ve sınırla bilinci gelişmiş, öz güveni olan
eleştiri ve öz eleştiri yapan yetişmiş insanlar
tarafından sağlanır. Eğer eğitim sistemi yetişkin birey
oluşturamıyorsa çevre bilinci gelişmez. Olsa olsa,
ekipler oluşur, iktidarların etrafında pervane olan kim
güçlü ise onun yanında nemalanmak isteyen sosyal
çevreler oluşur. O zaman da sürekli kaldırımları
değişen, yoları kazılan, asfalt dökülen yollar, dağ gibi
çöplüklerden geçinen manzaralar ortaya çıkar.
Yarın daha büyük acılar yaşamamak için şimdiden doğa ile
barışık yaşanabilir bir çevre hepimizin birlikte karar
vereceği bir olgudur. Bunu gerçekleştirmek bir yönüyle
bizlerin elinde bulunmaktadır. Biraz kendi çıkarımız
kadar doğanın ve toplumun çıkarını da dikkate alırsak
sanırım şimdikinden kat kat daha az çevre sorunu
yaşarız.
Gazze ve dünyanın her köşesinde ablukaya alınmış
insanların yaşadığı sorunların kalkması ve insanca yaşam
dileği ile herkese bizim penceremizden biz bilinci ile
selamlar. |