“Bugün Mekke’de Al-Makam kulesinde çok özel bir mülk
için karar verme zamanı…”
Bu
satırlarla başlayan bir ilan günlerce mütedeyyin
insanların satın aldıkları gazetelerde neşredildi.
Bu, Mekke’de inşa edilen kulelerin “Beytullah”
manzaralı resmi ile süslenmiş bir ilândı. Her
görüşte içimi acıtan, her defasında beni üzen bir
ilândı. Tevhidin simgesi, mütevaziliği ve sadeliğin
ihtişamıyla gönülleri fetheden Muhammedî Mekke yani
Beytullah. Öte tarafta ise küçümseyen nazarlarla
Beytullah’a tepeden bakan devasa gurur ve kibir
anıtları kuleler vardı. Yani Ebu Süfyan’ın Mekke’si.
Beytullah diye isimlendirdiğimiz Kâbe-i Şerif
rivayetlere göre yeryüzünde hiçbir imar hareketi yok
iken melekler tarafından inşa edilip tavaf edildi.
Geçen süre zarfında Allah’ın seçkin kulları olan
peygamberler tarafından tekrar inşa ve imar edilerek
bugüne değin tevhidin tek simgesi olarak geldi.
Hazreti
Adem Cebrail as. yardımıyla ilk binayı inşa
etti.Tufandan sonra baba oğul tevhit dinin devasa
isimleri Hz. İbrahim ve Hz. İsmail bu kutsal mekanı
Rabbin emrine binaen yeniden inşa ettiler. Hz. Nuh
ile Hz. İbrahim arasındaki sürede bir beyt mevcut
değilse de yeri belliydi ve Allah aşkıyla yanan
yüreklerin ve karanlıktan bunalan erlerin sığınağı
olmakta idi.
Hz.
İbrahim oğluyla beraber Kâbe’yi yeniden inşa
ettikten sonra Allah’ın emri üzerine tüm insanlığı
bu kutsal mekânı haccetmeye çağırdı. O günden bu
zamana değin insanlar cihanın dört bir yerinden bin
bir meşakkate katlanarak, yüreklerinde Rablerinin
çağrısına icabet etmenin sevinciyle Mekke’ye
gelmekteler.
Hz.
Muhammed sav. efendimizin elleriyle tamiratını
yaptığı bu kutsal mabet zaman içerisinde değişik
devletler zamanında tamiratlar gördü. Genişletilme
çalışmaları yapıldı ve devrin mimari anlayışına göre
zamanımıza kadar geldi.
Tarih
sahnesinde yer alan devletler, saltanatlar bu kutsal
beyte hizmeti bir onur bildiler ve şanına yakışan
hizmetlerde bulundular. Bu topraklara sahip olan
ecdadımız kendilerini her zaman Beytullah’ın hamisi
değil hizmetçisi gördüler. Şimdiye değin de Mekke’de
Kâbe’nin yüceliğini gölgeleyecek bir yapılanmaya
rastlanmadı. Adem as.dan Muhammed sav. efendimize
değin bu mübarek belde ve bu mübarek beyt
kutsiyetiyle gönüllere taht kurdu, kurmaya da devam
edecektir.
Bugün
Hz. Muhammed’in sav. Mekke’sinde devasa binalarıyla
Kâbe’ye tepeden bakan gafletin ve gururun anıtları,
Ebu Süfyan’ın Mekke’si yükselmektedir. Bir Kuveyt
firması Mekke’de, Kâbe’nin hemen yanında inşa edilen
Zemzem Tower (isim kalmamış herhalde) konutlarını
Anadolu’da muhafazakâr(!) insanlara pazarlamaya
başladı. Devremülk usulüyle kullanım hakkı satılan
bu daireler 10 bin dolardan başlayan fiyatlarla
müşteri beklemektedir. Elle tutulacak, onaylanacak
bir yer yok. Bütün hacıların gözleriyle gördüğü ve
kınadığı bir gerçekten başlarsak, yüksek tepelerin
arasında küçücük bir vadide bulunan Kâbe’nin etrafı
muhtelif oteller ve Kraliyet sarayı gibi haddinden
fazla yüksek binalarla çevrili durumdadır. Acı bir
hatıra da bundan altı yedi sene evvel Kâbe’ye bakan
tepelerden birinde Osmanlılar tarafından inşa
ettirilen Ecyad Kalesi’nin yıkılmasına feveran eden
muhafazakârların bugün Ebu Süfyan’ın Mekke’sinde
devremülk hayalleri kurmasıdır.
Eskiden
ev yaptırırken civardaki caminin kubbe yüksekliğini
tecavüz etmemeye çalışan Osmanlı görgüsü Ebu
Süfyan’ın Mekke’sinde buharlaşmaktadır. Kaldı ki,
bir kudsî mekân düzenleme örneği olarak Kâbe
civarındaki yapılaşma İslam mimarlığı ve medeniyeti
namına yüz kızartacak derecede utanç verici bir
rezâleti gözler önüne sermektedir.
Abdulmuttalib’in yetiminin kendilerine peygamber
olarak gönderilmesini hazmedemeyen gurur ve kibir
abideleri, Kureyş müşrikleri, dün
gerçekleştiremediklerini ne yazık ki, bugün
gerçekleştirdiler. Hangi duygu ve düşüncenin
eseridir bilemiyorum, Kâbe’ye tepeden bakan bu
binalar Mekke’ye Ebu Süfyan’ın hatırasını geri
getirmektedir. Bu ucubelerde oturmak için
müslümanlar hatırı sayılır meblağlar ödemektedir.
Bu
ucubeyi Türkiye’de pazarlamaya kalkışanlar daha işin
başında, “böyle şey olmaz; Türk müslümanlar bu
projeye fikren ve rûhen katiyen iştirak etmezler,
satamayız” diye düşünmeliydiler. Oysa ki,
kulelerdeki dairelerin kapanın elinde kalacağını
pekâlâ tahmin edebilmekteyiz. Böyle muhafazakârdır
bizim müslümanlarımız. Türkiye’de
muhafazakârlaşmanın da ilmî, dinî ve medenî bir
kıstası ne yazık ki yok. Modern tüketim kalıplarına
uygulanan küçük makyaj değişiklikleri, eğitimsiz ve
milli kültür mânâsında derinliksiz
muhafazakâr-dindar kitleyi ikna için yeterli
olmaktadır. Bu sebeple dindarlık, muhafazakârlık
radikal ve bükülmez bir hareket değildir.
Gazze’de, Batı Şeria’da, Eritre’de, Sumatra’da,
Cibuti’de, Diyarbakır’da insanlık onuruna yakışmayan
hayatlar sürecek müslümanlar ve muhafazakârlarımız
Beytullah’a metrelerce yüksekten nazar edecekler, ne
kadar has müslüman olduklarının huzuruyla. Allah’a
daha yakın olmak için 8250 dolar verecekler, Allah
rızası için umreler yapacaklar, memleketlerinde
milyonlar açlık sınırının altında yaşarken ve anlata
anlata bitiremeyecekler metrelerce yüksekten
Allah’ın evini seyretmenin hazzını(!)
Sırtına
hasırların izi çıkan, karnına açlıktan taş bağlayan,
inşaatlarda elleriyle kerpiç taşıyan, taş kıran, çiğ
et yiyen bir kadının oğlu (sav) nun ümmetimi yoksa
ebu Süfyan’ın misafirleri miyiz ya Rab! |