EN SOYUT SANAT İSLAMdır
mASALı-1
“Aşıkanın Kabesidir bu makam
Kim ki nakıs gelse bunda olur tamam”
Hazret-i Pir Şeyh Şaban-ı Veli
Bir Var
mış, Bir Yok muş..Bir Zaman’ın içinde, Zamanlı
çocuk yaşarmış..Tüm Geçmiş Zamanların Nefesinin, Zuhur
ettiği bir Zaman mış bu Zaman..O Zamanı tanıyan-kesin
yakiinliğe erişen, belki de Tüm Zamanlara vakıf
olabilirmiş..işte bu masal çocuğu da, O Nefes’in
Sahibini tanıyabilmek-kesin yakınlığına erişebilmek
Murad-ı İlahisindeymiş …inşalah ve amin..
bu
masalı, kendisi için çok özel anlam taşıyan birine
hediye yazmayı dilemiş çocuk..Bu
Kişi;Tüm Kadınların En Temizi ve En Yücesi ,En Cesur ve
Cömerdi Hatice Validemizmiş ki; Ehlibeyt-i, Dersaadet-i
Muhammed Mustafa’ymış..bu
yüce aşkı bugüne yansıtsam nasıl tefekkür ederdim.. onu
nasıl zuhur ettirirdim diye düşünmüş çocuk ve ilk aklına
geleni yazmış..önce gönlüne, sonra tüm ağaçların
bedenindeki bir kalbin içine… ve sonra tüm reklam
panolarına..yakut rengi bu kalbin içinde, sadece
geleneksel iki harf varmış..Ha
–Mim…
hüsn-ü zannımca;Hikmet-i
Muhammediye yani.ne
güzel bir anlam değil mi..Hikmet-i Muhammediye ile, 7
farklı algılayışla bu aşkı anlayabilmeyi çok
isterdim..Sen, bana anlatmak ister misin Ey benim
Efendim?..:)
istiyorum ki inşallah, Sen dilersen; yani bu masalım,
aynı benim gibi entel dantel,uçuk kaçık,her yanından
püskül,saçak ve boncuk sallanan bir tarzda olsun..sadece
Sen anla..benim kadar kıskanç ve bencil olsun…sadece
Sana cömert, sadece Sana yönelmiş, sadece Senin
dilediğin gibi olsun..ve bittiğinde de sahifelerin
içinden, yazılan kelamın anlamından, geçmişte benim
boyadıklarım kadar renkli ve altına bulanmış –ama Senin
istediğin gibi:) bir zümrüd-ü anka olup Sana doğru uçsun
..buna Senin amin demen lazım biliyorsun:)tıpkı:güldüm
dediğin gibi..
masalı öyle bir hale gelmiş
ki;herkes kendi zannı üzere, her görüp duyduğunu anlayıp
akıl ettiğinden,bazıları çocuğa şöyle diyorlarmış
mesela:uydur bakalım,gene yazıyorsun haaaa..beni
yazmışsın sanki,o ben miyim?..bak sakın benim adımı
masalında yazma!..söz ver anlatacaklarımı masalında
kullanmayacağına..ooo mizansen abla!..ya bak, ben şunu
yaşadım.. sana anlatıyorum ki, masalında kullan
diye..beni de masalına yaz v.s….kınayanların kınaması
umurunda olmayan biri için bu tür söylevler neye yarar
ki?…O Cazibeye esir olanı kim tutabilir ki?henüz
İncir ve Zeytine tefekkür edememiş,Bir=Tek i ve
Birliği idrak edememiş olanlar mı?..hııı…… akıl ne
gönül ne?onları birlemek lazım değil mi?
hep beyni anlatıyorlar.. neden?. kalp yok mu?neden
seviyoruz peki?..sevmek ve sevilmek için yaşamıyor
muyuz?..yoksa laboratuar ortamında kendimizi test edip
öylemi zevk almalıyız..?neden bir insan her şeye sahip
olur ve sonra eşi olsun, çocuğu olsun diye pek çok şeye
katlanır?..neden her şeye sahip insanlar her şeylerini
bir anda terk edip bir muhtaca yardım edebilmek için
çalışmaya başlar ?kalp- hisler-duygusallık,sizce
eksiklik-hastalık-zayıflık sayılan gözyaşları yok
mu.?duygusal olan belki de sizce insan bile değil, değil
mi?peki ALLAH TA OLMAYAN BİR ŞEY-DUYGU VE HİS BİZDE
NASIL OLUYOR ?ben ALLAH IN HALİFESİ İSEM Kİ, HERKES ÖYLE
DİMİ AMA?.bu alemde her şey bize geri yansırmış ya
hani..kalbi- hisleri olmayan, merhamet sahibi olmayana
Allah’da, onun gibi hissiz ve merhametsiz, kaskatı- salt
beyin olarak yansımayacak mıdır..?Allah maddi
doktorları,onları başımızdan asla eksik etmesin.ya mana
doktorları yok mu peki?...kalbin,beynin,hislerin iç
manasını beyin cerrahları ve kalp cerrahları yada
psikiyatrlar bize ne kadar anlatabilirler..bu maddi
ilimler en fazla birkaç yüzyıllık değil mi?oysa İlmi
A’li Tasavvuf Hazret-i Adem’e, Allahü Telala’nın
Esmaları talim ettirmesiyle başlamamış mı?neden
insanlığın varlığından bugüne tüm semboller aynı anlama
gelirken, bugünkü en teknolojik ilimlerde sürekli
anlaşamama, birbirilerini red ve hep değişen pek çok
anlamlar var..? mesela uzaya çok rahat çıkılıyor, fakat,
kendi kendine malzemeleri hazırlayıp pişirip sunan ve
kendini temizleyen bir tencere hala icad
edilemedi:)..kahveyi taşırmadan pişiren bir cezve hala
yok…neden?.iç huzuru olan bir insan modeli?bunca ilim ve
teknoloji ile geldiğimiz nokta bence şu:boğazımıza kadar
faturalara batmış, aldığı nefesten bile harç ödeyecek
hale gelmiş, gerçek gönüllü mahkumlar değil miyiz?..hem
de ALLAH’a köle değiliz..
maddeye-paraya-makama-aklımıza-beynimize köleyiz
yani..medeniyet dediğimize” fatura- kürek”
mahkumlarıyız..hep koşturmak zorundayız..hep evlerimizin
ve bedenimizin dışını süslemeyi öğretiyorlar, oysa ya
içimiz?iç dekorasyon ne olcek peki?hep bir yerlere
yetişmek ve hep fatura ödemek zorundayız..bunca ilimle
neden hala kendi suyunu, kendi enerjisini,kendi
gıdasını üreten faturasız evler yapamıyoruz..çok mu
zor?..hayır.. en kolay ve basit yol olduğu için
yapamıyoruz..çünkü sanıyoruz ki çözüm, zorun,
karmaşığın, bilinmezin içinde..gerçekte öylemi?
..düşünmek lazım değil mi?
***
birde çocuğun yazdıklarının içine giren kendi gibi
hayalperestler varmış ki, çocuk bunlardan hiç
bahsetmiyormuş..ama bu defa bu masalın kurgusu için bu
elzem miş..
Hz. Pir Mevlana’nın şehrinde yaşayan bir neyzen çocuk
varmış..henüz bir iki haftalık bir tanışma bu..masalı
okuyormuş ve masalları yazana yazıyormuş..teknolojiden
hiç anlamayan çocuk için cd ler hazırlamak istemiş..ve
cd leri hazırlarken pc nin başında uyuyakalmış
..rüyasında çocuğun son masalının en sonu varmış
sanki..aynı gece çocuk da, o son masalını yazmış çünkü..neyzenin
hayalinde yağmur yağıyormuş; Evvel Zaman Ali’sinden,
onunla(hatta tanıdığı bugünkü Zamanlarla bile) aynileşen
başka bir Bursalı Ali Ulvi Amcaya dönüşüyormuş..(bu
çocuğun da başlangıç rüyasına, bu anlamda benziyormuş
hani)A’li den Ali ye yani..ve şemsiyelerinin
altına almışlar neyzeni. neyzen de,tabii,
masal çocuğu kadar masalsı olduğundan, sabahtan akşama
dek o günkü işi, masal çocuğuna bir hediye yaptırtmak
olmuş..ona hediye edilen bir sikkeyi, bu iş için
icazetli bir dervişe desdarlatmış.. Hz. Pirin huzuruna,
bu sikkeyi koyup dua isteyen çocuk, oradan hediyesi ile
bir nargileciye gidip, Hz. Pir Şems-i Tebiriz-i davet
etmiş hayalinde…ve gönlünde O’nunla sohbet etmiş…Metli
Dedenin kabrini bulamadığı için de, bu kadarla yetinmek
zorunda kalmış…
diğer
ertesi gün çocuklar yazışıyorlarmış..neyzen çocuk,
hediyesini anlatmış..o anlatırken çocuk kıpırdamadan
ağlıyormuş..çok utanıyormuş..ama bu reddedilemeyecek
kadar muhteşem bir hediye imiş..her masalı için
anlatamayacağı hediyeler alan çocuk, bu sefer
maddeleşmiş hediyesinin hangi masalına geldiğini
düşünüyormuş..ve Sala
ile Sema eden Mevlevi Ruhların bu sikkenin asıl sahibi
olduğunu biliyormuş..ve neyzen çocuk demiş ki:
sana hediyem daha bitmedi. birde Kütahya dan, bir Gönül
Sultanından aldığım kahve fincanı takımın var..onu neden
aldığımı bilmeden aldım..birine hediye verecektim hatta
arkadaşlarım sen kız mısın, çeyiz alıyorsun diye alay
etmişlerdi..onu da sana getireceğim..”ben,
sana bunun karşılığını ödeyemem “demiş çocuk..”sen de
bana gönül göster..benimle bir kahve iç “demiş neyzen
çocuk..”ben de gönül görmek istiyorum”…çocuk: nereden
bileyim gönül nasıl bir şey ..ancak gönül sahibi birinin
gönlüne girebilirsek olur herhalde demiş..(daha ileriki
günlerde, neyzen çocuğa hediyelerini uzatmış bu masalın
çocuğu..bunlar cam kürelermiş..birinin içinde rengarenk
çiçekler varmış..demiş ki:gönlündeki tüm küreler aynen
bu çiçekler gibi rengarenk açsın Ozan…sende başkalarının
gönlündeki çiçekleri açtır inşallah..Ozan da aynı
bu çocuk gibi, var a yok a ağlıyormuş
zaten ..:)
çocuk
bir hafta geçmesine rağmen hediyesini bir kere bile
başına koymamış..çünkü henüz içinden gelmiyormuş..ama
onu sevdiklerinin fotoğraflarının yanına koymuş..o
fotoğraftan tüm dolaba ,hatta bazen salona yayılan
kokuyla hemhal olsun istemiş….
masal çocuğu: şimdi benim istediklerimi yapar mısın
peki? demiş..”evet “diye yazmış neyzen çocuk..”şimdi, o
kahve fincanlarından ikisine kahve yapıp benim için
içmeni istiyorum. bende aynını yapacağım”..”tamam “demiş
neyzen çocuk ..birden” evde kahve yok, gidip bakkalda
alayım” demiş ..”bekliyorum” demiş çocuk..birazdan:
kapıda komşuya rastladım. nereye gittiğimi sordu.
kucağında çocuğu olan bir hanımdı ..ben sana kahveni
yaparım, fincanları bana ver dedi ve bana iki fincan
kahve yaptı ne ilginç değil mi…”değil” dedi masalın
çocuğu: bu çok normal…şimdi o sikkeyi başına takmanı da
istiyorum …kahveyi öyle iç tamam mı?”olmaz “dedi
çocuk..”olur” dedi masal çocuğu, ben istiyorum..”tamam”
dedi neyzen ve böylece mülakat bitti..
eveettt
..bizim masal çocuğu bir yakin-karibliğe yani köye
gitmeğe davet almış..evden çıkıp değişik insanlarla
görüşmek çok ağır-zor olsa da, önce gideyim demiş sonra
hemen vazgeçmiş..ama kader ağlarını örüyormuş
tabii..masalın çocuğu da uyanık olduğu vakitler bu seyre
dalmayı seviyormuş..sık sık unutup daldığında ise hala
her şeye direnip, reddedip oyundan çıkmak
istiyormuş...hangisi gerçek- hangisi hayal bilemiyormuş
tabii..kendisi bilemediği için, okuyanlar tabii ki hiiç
bilemiyormuş..herkes kendi zannı ile Allah’ı
bilebilirmiş hani..ve Yaratan: Beni güzel zanla anın
demiş..çocuk, olabildiğince güzel hayaller kurabilmeyi
istiyormuş ..sadece tek hedefi varmış..O’nu mutlu etmek
ve O’nu güldürebilmek..
işte
vakti gelmiş ve bir türlü soğuk algınlığından
iyileşemeyen çocuk ilaç almak
için dışarı çıkmış..neden
iyileşemiyormuş?..çünkü soğuğu sevip, ona göre sıkı
giyinmeyi reddettiği için şifayap olamıyormuş
tabii..ilacıyla eve doğru dönerken, sürekli ağzında:
ya rab dilerim senden zuhur etmesin benden/hükmü kazaya
rıza ahde vefadan gayri nakaratı
gayri ihtiyarı dökülüyormuş..kar yağıyormuş, hem de
acaip soğuk-rüzgar varmış..çam ağaçlarından yere düşmüş
kozalakları inceleyip, beğendiklerini kucağına
dolduruyormuş..tam eve yaklaşırken gökyüzünde hiç
durmadan bağıran kargaları görmüş..manzara
muhteşemmiş..fırtına-kar-buz- soğuk ve uçarak-canhıraş
bağıran karga sürüsü…birden solunda bir karga görmüş,
boynunda kan..bir kaç damla sanki..ama gözleri açık ve
başında da bir kedi varmış.çocuk bakmış bakmış..dilinde
aynı sözler..”hükmü kazaya razı” olacak mı
bilmiyormuş..sonra: ben kedinin avına engel olmamalıyım
demiş.. bir adım atmış..” Allahım yaa, beni böyle
deneme” demiş çocuk çaresiz.” dayanamam kii”..ve olaya
müdahele etmeyip eve doğru yürümeye başlamış..çocuk
hareket ettiğinde, kedi de hareket ettiği için, ölü
sandığı karga yavrusu da bir adım kadar uçarak ileri
düşmüş..kedi tam başucundaymış yine..çocuk hüzünle ne
yapması gerektiğini düşünmüş..ve eğilip kargayı yerden
avucuna almış..pembe eldivenini çamurlu kozalaklar için
sol eline koymuş..eğer bu yavru kuş ölecekse bile
parçalanmadan, daha az acı ile ölsünmüş derdi
şimdi..belki de yaşar..ama daha evvel defalarca bunu
yaşadığından hiçbirinin yaşayamadığını da görmüş …çünkü
söz dinlemeyip, olmadan uçtukları için düşüyorlarmış ve
avcıların elinde helak oluyorlarmış değil mi?canlı ders
yaniii..avcıların elinden kurtulsa bile, kendi başına
artık uçamayacağı için de telef oluyorlarmış değil
mi?işte çocuk acaip hislerle kuşu avucuna almış..kan
görmeye ve bu tür şeylerden bahsedilmesine bile
dayanamayan biri için bu çok ağırmış…bütün avucu bir
anda kan olmuş..şaşkın avucuna bakan çocuk bu kadar
kanın nasıl çıktığına hayret etmiş..eve girip bir sepete
kuru bez sermiş ve içine kuşu yatırmış..kuş sepete yatar
yatmaz uçmuş ….çocuk belki dirilir diye beklemiş..yola
çıkacağı için hazırlıklarını yapmış..arada gelip bakmış,
kuş uyanmamış…ve soğumuş..seccadede ağlayan çocuk Allaha
yakarmış..”Ya Rabbi, kargalara söyle onu ben
öldürmedim..kedinin rızkını da elinden almadım”..kendini
çok kötü hissediyormuş ..daha ilk imtihanda gümlemiş
yine… bunu bir hafta sonra selamsızın selamsızına
anlatan çocuğa, rehber şöyle demiş:bir kaza olsa, sen
durup yardım etmez misin?..”ederdim” demiş
çocuk..rehber:işte orada kaza olmuştu.. sende üstüne
düşen görevi yaptın, hata yapmadın ..doğruyu yaptın
üzülme demiş..insanın böyle dostları olması ne güzel
değil mi?
o
gece tek taş alyans sınıfında Neptün misali, dinin
yıldızı hoca varmış:bana bu gece soru sormayacak mısın?
demiş..”sormamı istermisiniz?” demiş çocuk.” evet” demiş
hoca….arada mertebelerden anlatmış: bunları size açıkça
anlatamam, bu kadarla yetinin demiş..ve güneşten
bahsetmiş biraz..çocuk:hocam öyle anlatamazsanız, o
vakit güneşin doğuşu,tepe noktası ve batışı üzerinde
anlatırsanız belki anlarız demiş..hoca başka şeyler
anlatmış:oldu mu? demiş çocuğa.. “olmadı “demiş
çocuk..çünkü mertebeleri bir türlü öğrenip
anlayamıyormuş..teneffüste hoca yanına gelmiş
çocuğun:öyle kazık soru sorulur mu bakim.. neden kolay
yerden sormuyorsun sen? demiş…çocuk: siz istediniz
..”sana cevap vermem için, senin biatlı olup olmadığını
ve rüyalarını ve derslerini, hangi esmada olduğunu bana
anlatman lazım demiş hoca…çocuk gülmüş..nasıl anlatsın
kii..kendisine bile söylemiyormuş..o ek
kontenjandanmış..yeni takılan ismi ile müstakil derviş
yani… ……… o yüzden de bu mertebeleri asla
öğrenemiyormuş.çünkü bir yaşatan elinde tecrübe
edilebilirmiş o haller..bizim masal çocuğu tasarruf
severleri çok sevdiği için, hayatı, onların tasarrufları
üzerine tasavvuf dedikodusu ile geçiyormuş yani…
…
sabah olmuş ve yolcuların İstanbul ayağı Kastamonu’ya
yola çıkmışlar..aynı anda, Hz. Pir Şeyh Şaban-ı Veli
sokağına, Konya’dan da, içlerinde neyzen çocuk Ozan’ın
da olduğu 20 kişilik konvoy gelmiş..Dilara-Gökçe çifti,
onları evlerinde misafir etmiş..ama ne ev sahipleriymiş
yazmaya değer..cömertlik-cesaret ve zeka ….inanılmaz bir
iksir….süper bir karışım…maddeye esir olmayıp,maddeye
sultan nasıl olunur varmış manalarında..sadece hizmet
için tasarlanmış bu 650 metre karelik(geleneksel tarzda
yapılmış) inanılmaz kullanışlı bu ev, herkese huzur
veriyormuş..salonu bir anda lüks br lokantaya çeviren ev
sahipleri ve Haybabamın -onların vefakar dostlarıymış..
bu yükün altından kolayca kalkabilmek için yemek
fabrikası bile kurmuşlar..bu şehirde yaşayan dostlarda
teşrif edince meşk başlamış..ev sahibesinin vurduğu
kudümü görmüş Konya ev sahibi.…en son on yıl evvel
kudüm vurduğunu söylemiş ve hemen kudüm kurulmuş..Hz.Pir’in
düğün gecesi müzisyenlerinden bir kaçı da misafirlerin
içindeymişler..salondaki saltanatlı sedirlere
dizilmişler..başta kudümzen, yanında çocuk ve sıra ile
müzisyenler….insan bu kadar kabiliyetsiz olunca; cehalet
cesuru olur ya, çocuk ta tek çalabileceği enstrümanın
kudüm olduğunu o dakka anlamış tabii:)bir tamburi, bir
kanuni, üç neyzen, bir bendir ve hanendeler varmış…çok
güzel ilahiler söylemişler..çocuk melamet hırkasını
istemiş..kırmamışlar.. hepsi büyük bir şevkle
söylemişler.. molada, çocuk, neyzen çocuğu almış..kahve
yapmış ve Hz. Pir’in niyaz penceresine gitmişler..çocuk
geleneksel misafirliğini, bu sefer ney dinleyerek
yapmış..başka verecek hediyesi yokmuş çünkü..ertesi gün;
demek ki ney hoşa gitmiş ki, içeriye girmişler:)..ve
duvarlarda, ağlayan neyzenin hüzünlü ,gönülden gelen
nefesi yankılanmış..
akşam meşk coşmuş….çocuk,tüm bülbüllerin içinde, allı
turna gibiymiş..o bu konuda nakkaş olduğu için sadece
gözlerini kapatabilirmiş..ama öyle bir coşku varmış ki
anlatılamaz..Hayy
mış bu coşku..bak şöyle oldu..iki gözüm arası;Vech’in
üzerine:) sema yapıyormuş semazen..ve pek çok semazen
belirmiş birden, nasıl hızla dönüyorlar bir bilsen..
hepsi hızla dönerken, teke dönüşmüşler..ve artık ne
renk, ne semazen kalmış.. çarh bendinden azade
sanki..birden bendir –ay inanılmaz bir şekilde parlamış
ve çocuk kahkahalarla gülmeye başlamış..ama nasıl
…süper..”Hay” isminin nasıl sevinçli bir gülüş
olduğunu ilk kez idrak etmiş…
ve
zaman geçmiş…sohbet sürüyormuş….herkes yavaş yavaş
ortalıktan toz oluyormuş..lakin çocuk, ilk kez gördüğü
misafirlerin yanında,misafir ev sahibini
dinliyormuş..cep teli çalmış:evin bahçeye nazır, saf
camdan bölümüne gel diyormuş kardeşi..hemen kalkıp oraya
gitmiş..Allahım ya muhabbete bak..içerinden yok
olanların hepsi buradalar..neyzenin bir elinde ney bir
elinde nargile,tamburi aynen,kanuni de aynen..peri
sesli neyzen- hanende ve diğer ney yapım ustası ve
diğer tüm misafirler..müziğin eşliğinde,çay-
sigara…duman altı …..bir iki saat sonra kapıdan
misafirbaba gözükmüş:çok sarhoşsunuz, sabaha
ayılamayacaksınız ,bir daha olmasın.. hemen sırlanın
demiş …..herkes suspus….uslu çocuklar olmuşlar..birazdan
Çobanbaba gidince tüm sazlar fora olmuş..yine ilahiler..
sonra şarkılar ve karlı kayın ormanında ve çırpınırdın
Karadeniz ve allı turnam ne gezersin bu yerde,Yemen
Türküsü ve türküler ve yine başa dön…..
ertesi gün bir grup Ul(u)cuk Köyüne gitmişler..Haybabamın
mekanına gelmek üzereyken, çocuk içine doğanları yapmak
üzere hazırmış bile…ve bir tel gelmiş..İstanbul’dan bir
manaymış gelen:Ali Sultan- Haybabam ve Batmayan Güneş
Devam Eden Gölgeler, Üç’ü beraber oturmuş
bekliyorlarmış..sanki kontrol başka
birindeymiş..arabadan inenler fark etmeden, nar çiçeği
rengi şalına sardığı Konya’dan gelen hediyesini
çıkartmış..ama Konya’nın ev sahibi çocuğun elindekini
görüp gülümsemiş..hiç bir şey sormadan:onu bana verin,
ben takayım demiş..çocuk uzatmış..Çobanbaba, öperek
destarlı sikkeyi Haybabamın taşına koymuş..çocuk
narçiçeği şalı da boynuna dolamış..neyzen Ozan şok
içinde kalakalmış…herkes aslında..neyzen çocuk ve masal
çocuğu, belki başkaları da ağlıyormuş..Çobanbaba:
Haybabam ilahi severdi, çıkarın takımları arabadan
demiş..gelen sandalyelere kanuni,neyzen,tamburi
oturmuşlar.. diğerleri ayakta bu meşke eşlik
etmişler..daha sonra evde meşk devam etmiş.. tabii Konya
hediyesi sikkenin içinde, Kütahya çini desenli kahve
takımı varmış ya hani..işte bu serenata katılan herkes,
o fincanlardan sıra ile kahve bile içmişler…ve
misafirler giderken, birkaçı daha sonraki arabaya
kalmışlar..ve onların bahtında havaya meşk atmak
varmış:)…yani her şey, Haybabamın yaşadığı ve yaşattığı
gibi,islama ters olmayan –veda hutbesinde de yer aldığı
gibi- yaşadığı yerin ve kültürün örf ve adetlerine uygun
olmuş..Nasreddin Hoca kıvamında hayat sürene en yakışır
bir halde…bunu buraya yazdığımda, bu keyfin O’nun için
katlanacağını biliyorum mesela..bize
bunları yaşattığın için teşekkür ediyorum….Sen
başardın…öyle bir gaflet uykusundaydık ki, ancak Sen
gibi celali bir fırtına sarsardı etrafını..ve
tohum-Tevrat toprağı yardı..ve İncil- filizi
yeşil yaprak boy verdi..görüyorum ki o
tohumlar meyveye –Kur’an a kalkmış..Sen başardın
dedi çocuk ağlayarak, Sen başardınnn…
ertesi gün İstanbul’a gitmek için yola çıkan grup,
Kastamonu’da yine Hz Pir’e kapı komşu olan Haybabamın
melamet evine uğramışlar..ama sokağın diğer ucundaki
Dilara-Gökçe ,onları misafir etmeye devam edecekmiş
nasılsa..bu arada neyzen çocuk ilk kez gördüğü bu uçuk
kaçık taifeden kopamamış, oda buradaymış..ve rakçı çocuk
da yola çıkmış, geliyormuş …çok acaip zuhurat denen
şeyler oluyormuş..olağanüstülük asla yokmuş..her şey
anlamca öyleymiş, yoksa sıradan ve basitmiş..bir yerde
duramayan çocuk, eve gideceğim diye tutturmuş.. “kal
bak” demişler.. “çok değişik bir ritüel olacak, bir daha
belki de hiç göremezsin”..hayır demiş çocuk
gideceğim..sorumluluk almaktan ve görmekten korkan
birinden ne beklenir ki..dolayısiyleee, içinde 31
halvethanesi olan Hz. Pir’in Camii cemaatine karışan
çocuk; camiden, kalmaya karar vermiş bir halde
çıkmış..bu gidişinde halvet odalarına bir kere bile
girmemiş oysa:)
İstanbul’dan yeni bir grup geliyormuş..bunlarda Gönül
Cerrahlarıymış..yani Halvetiye ‘nin Şabani ve Cerrahi
Kolları.. ortak bir ritüel gerçekleştireceklermiş..kader
ve kaza…çocuk bunu seyredip yazmak istemiş..o
tarafsız gümrük- bölgeymiş..aynı Kastamonu gibi..Gökçe,
onları şehrin saat kulesine çıkartmış..hikayesi çok
komikmiş..bu saat, İstanbul’da, bir vakit çan
çaldığında, padişahın hamile hanımı bebeğini düşürmüş..
o saat de:) işte bu şehre sürgüne gönderilmiş:)çok da
iyi olmuş.. zira İstanbul’da yok olup, binalar içinde
gözükemeyecek olan saat kulesı, bu şehrin en tepesinde,
tüm şehri ferah feza(ne demek bilmiyorum ama ismi
anlamındaysa doğru yere yazdım:) makamında seyrediyor
bence..aşağı inerken Gökçe anlatıyor:Mehmet Akif Ersoy,
İstiklal Marşını ilk kez bu şehirde, Nasrullah Camiinde
okumuş..Kurtuluş Savaşında, tüm ülkede en çok şehit
veren şehir aynı vakitte..Çanakkale içinde aynalı çarşı
türküsü bu şehrin anaları tarafından yakılmış
mesela..tüm silah mühimmatı İnebolu Limanından
alınmış..ve tabii bunca şeyin içinde bilinen bir tek
,şapka devrimi:)…..”bu şehrin tarihi dokusu vaktinde
korunaydı diyor Gökçe, milli miras ilan edilen
Safranbolu buranın sadece bir mahallesi gibi
kalırdı”..bu doğru, çünkü topraklar çok geniş ve evler
hep devasa…hatta 1200 metrekarelik konaklar bile
varmış..genç nüfusu hemen yok denecek kadar azmış..zaten
nüfus bu topraklar için inanılmaz az..ekmek fiyatları da
yerlerde sürünüyor değil mi Cevdet?...)o yüzden hep
müzikle uğraşıyorlarmış..
Akşam,
çocuklar, ev sahipleri eşliğinde musiki
çalışıyorlarmış..Ozan, kardeşine bir ney hediye etmiş ve
ona ney üfleme teknikleri için el bile vermiş..eğer bu
el verme yetmezse ,online-telefonla her gün nefes
vermeye devam edeceğini de eklemiş:)ve gerçekten kardeşi
ilk denemelerde ses çıkartmayı başarmış..ama bu masal
çocuğu daha evvelde denediği ve tekrarlarında hala tek
nefes ses alamamış..neyi bile nakkaşmış yani:)..sema
ayinine kudümle eşlik eden çocuk, bu düm tek tek tek düm
leri çok sevmiş..misafir ve
kardeş oldukları için, herkes birbirinin kusurunu-O’nu
incitecek olan şeyi en güzel şekilde örtüp, birbirini
,en güzel biçimde güzelliyormuş tabii..bunun adına
muhabbet deniyormuş hani..
ertesi
gün İstanbul’dan yeni grup gelmiş..atölyeye dönen
Haybabamın melamet eviymiş ..bu iş için ancak orası
olurmuş belki de..bir dalın
iki gülü …tüm tomurcuk çiçekler LALE dir belki
de kim bilir?..çünkü tüm açmış çiçeklerin genel adı
imiş GÜL müş değil mi?bu olan, çocuğun bir
hayalinin, bir manada zuhura çıkışıymış..ve çocuk, o
gözle izliyormuş.. O Yokluk Hırka’sının içinde
parıldayan ışık-nur içinde birbirine dönüşen İki Mana,
işte bugün Birliğin getirdiği ritüel için
çalışıyorlarmış..rehber,Gökçe’ye el vermiş
bu iş için..ve öğretiyormuş sanatın inceliklerini..ütü
masası,yüzlerce metre yeşil şerit…siyah şerit ..beyaz
kurdela…ve duvaklar….iğneler ,iplikler….bir yandan
yemekler yeniyor,çaylar içiliyormuş..bir kısım ney ve
bendir eşliğinde kendi çalıp, kendi eğleniyormuş…çocuk
burada çok tuhaf bişey anlamış..insanın muhabbeti Allah
olursa; ne ırk, ne meşreb, ne makam, mevki ,vesaire hiç
önemli olmuyormuş..bu insanlar, bir evden hiç çıkmadan,
sadece Allah muhabbeti edip, birbirleriyle gülüp-
söyleyip, eğlenip ,hiçbir yer görmeden, başka başka
şehirlerdeki evlerine dağılabiliyorlarmış…
Selamsızın Selamlı Rehberi ilgilenenlere taçları
anlatmış…Halveti Tac-ı Şeriflerinde “dört kapı”
varmış..oradan, tepedeki dairelere ve içindeki noktaya
uzana üçgen yollar yani esmalarmış…kaç esma ile irşad
olduysa o kadar dilim varmış..rehberin yanında,
yanlışlıkla getirdiği cerrahi hanım tacını sormuş
çocuk:onun tepesi neden sarı? demiş..O, Hz.Pir
Şemseddin-i Tebrizi temsil ediyor denmiş..Halveti Tacına
bakmış çocuk ,uzun uzun.. ne kadar da eski Türklerin
Yurtlarına- Evlerine-Ehline benziyor değil mi
demiş?”doğru” demiş rehber: aslı öyle zaten..bu
muhteşem bir anlammış değil mi?içinde her şey var.. bir
aileye -ehil-mensub olmak- yetişmek ve yuvadan uçup
gitmek..ama insan ahde vefa gösterirmiş.. eğer gerçek
insan ise, sıla-i rahim yaparmış..daima döner dolanır,
yuvasına konarmış… halveti tacındaki destarlar,
yukarıdan, soldan sağa sarılıyormuş..diğer
kardeşlerinkinde ise tam tersi..bu esmalar
yüzündenmiş..henüz,çocuk bunu anlayamamış. hep merak
ettiği sağa ve sola dönen fakat aslında birbirlerinin
aynı olup, birbirlerinden haberleri bile olmayanları
düşünmeden edememiş tabii..bu şeritler sanki yolu da
anlatıyormuş çocuğa..onların dolanması,alemleri,inip
çıkması ,bir başı ve bir sonunun olması ..aslında tek
bir ipin eğilip bükülerek zaman mekan ve renkleri
tonları,sesleri yapmasını..ama aslında bu destarların
sardıkları asıl yurt-kubbenin kalıcı olan olduğunu..baki
kalan bu kubbede, bir hoş sedayı anlattığını da
düşünmüş..demek ki neymiş bizden istenen, geride güzel
hatıralar bırakmamızmış..Allah’ı hüsn-ü zan ile bilmek
yani..O’nu güzellersek O’da bize güzel yansır yani…rehber
demiş ki :sadece Hz. RasulAllah destarının ucunu sağ
omuzundan göğsüne salabilir..diğer mürşidlerin hepsi,
edeben destarlarını soldan sarkıtırlar..birde soldan
göğsüne dek uzun bir destarı varsa, o kişinin, ilmi a’li
demekmiş..kısa ise manası farklıymış..her şeyi
sembollemiş eskiler değilmi?..ve bu ilmi meraklı
kılmışlar..(çünkü insan ancak bu merakla yolda
kalabilirmiş-hareket-hay- lazım yani:)..bugün tüm
ilimler bize bir tık mesafesindeymiş hani..merak edecek
bişey yok.. yeni ilimlerde o yüzden hoyratça
savruluyor..ama eski geleneksel irfan yolunu, asla ne
çözebiliyorlar ,nede izinsiz yaşabiliyorlar..bu zevk
için, onların beyinlerine=mantıkla gitmeğe izin yok
çünkü..ancak gönül ehline…herkes her şeyi zaten
biliyor..herkes mürşid olduğu için, derviş kalmamış
vaziyette malumumuz..işte gerçek derviş, her dem çok
nadir olduğu içün onları yetiştirecek Zat Mürşid’ler de
gittikçe azalıyorlarmış..nedennn?çünküüü hepimiz her
haltı bildüğümüz içüüün kime ne öğreteceklermiş değil
mi?talep az….maksat eğitilmek değilmiş halbuki..maksat o
ilmi yaşamak ve zevk edinmek-yar-dost edinmekmiş.. bir
taneye, bir şeye bak.. ama günlerce içindeki mana
zenginliğinin zevkinden çıkama gibi sanırım, öyle değil
mi?belki de başka türlüdür..bilmiyorum..
DOST EDİNMEK….ALLAH BİLE YALNIZ DEĞİLMİŞ..KENDİSİNE
PEYGAMBERLERİ,SIDDIKLARI,ŞAHİTLERİ,ŞEHİTLERİ DOST
EDİNMEMİŞ Mİ?
iki gün sonra çocuk türbenin niyaz penceresinde
ağlıyormuş..ben O’nu yeterince sevemiyorum..O’nu mutlu
etmek ,O’na huzur vermek istiyorum ama bu imkansız
diyormuş..ve anlatıyormuş…ne olur diye, Tüm Dost
bildiklerini Hz. Pir’e saymış..benden O’nu seven, O’na
huzur veren Siz olun..öyle mutlu olsun, öyle mutlu olsun
ki hiçbir şey O’nu incitemesin…birden başını
çevirmiş..bu ritüel için gelen Hakimi görmüş..elinde
sancak gibi tuttuğu Tac-ı Şerif’e bakmış..solunda Gökçe
varmış..ve sağa çocuk düşmüş bu halde..önde ise Selamlı
Rehber.ve diğerleri..çocuk birden oluşan manayı hayretle
seyretmiş..herkes, kader ve kazanın elindeymiş..yazılanı
oynuyorlarmış sadece, o kadar…ve nasıl ,ne zaman,ne
şekilde oynanacağını ise kimse bilemiyormuş..ama bu
birlik muhteşem bir şeymiş..ne kadar kaçsa da buna
şahit olmak da….
akşam çocuk dolanırken
bir müjdeli seda duymuş Bir’inden..ve duasının ne
hızla kabul olduğuna ağlayarak sevinmiş.. çocuk kimmiş
ki.. hüsn-ü zan işte..Dersaadet-i MuhammedRasulAllah-Bab-ı
Haydar Bab-ı yaaa..işte bu Kapı…KAPI BİR..ama
ŞEHİR Sonsuz…bu müjdeye tebrik için
ulaşamasa da, o yolda olduğunun sedasını bırakmış;
sadece, baki kalacak kendi gök kubbesine…
bir sefer daha Ulucuk Köyü ,sonra gene Kastamonu..Hz.Pir
ve kapı komşusu…biz bizi öyle cesur bir cömertlikle
misafir eden Dilara- Gökçe ailesine çok teşekkür
ediyoruz..Allah ın onları bu iş için seçip
yetiştirmesinin ne anlamlı olduğunu ancak yaşayan
bilebilir..keşke hepimiz cesur ve cömert olabilmeyi
başarabilseydik ..o zaman içinde bulunduğumuz her anın
cennet olduğunu idrak ederdik değil mi? birde Haybabamın
vitrinine yapıştırdığı bir şiiri yazmak istedim….
SANSÜR
Sessizce düşünsek duyacaklar bir gün
Olmazları olmuş sayacaklar bir gün
Onlar bu vehimle ellerinden gelse
Rüyâlara sansür koyacaklar bir gün
(Arif Nihat Asya) |