Dil beytini pâk eden,
Dervişi ankâ eden,
Âlem-i lâhute giden,
Mevlâ zikridir, zikri.
Hz. Pîr Nûreddin-i Cerrâhi
************
İnsanlar genelde, bir yerlere gelmek için sonuna dek
çalışırlar değil mi? ve o, her halükarda geldikleri
yerde, genelde, hemen hep aynı şeyi yaparlar..sanatla
alakalı şeylere meyletmektir bu…çünkü artık hayatla
didişmek bitmiş, zevk etmek vakti gelmiştir..ve sanatla
uğraşanlar, çok cazip olmalarına karşın, genelde
maddiyatı olamayanlardır..nedense bu ikisi pek bir arada
olamıyor..muhakkak bir hami lazım..(o kibri kırmak için
belki de gereklidir, kim bilir?çünkü sanat acaip kibirli
bir iş bence..tıpkı ilimdeki ucub gibi..)işte bizim
masal çocuğu, bu idrakle, Zamandan diliyormuş ki; kendi
sanatsal masalının ilk ve tek alıcısı olsun:)..masalını
duvarına-kütüphanesine değil, gönlünün alt
köşecağızındaki, O Kızılkahve Noktasına
daldırsın:)inşallah ve aminnn..
Yok tan Var olmuş her şey sanattır bence..hayalden
zuhura akış yani..ve bugün sanat adına bişi yaptıklarını
sanan herkes de, O İlk Yaratan İlah-Tanrı’nın, ilk ol
emri ile olan ve hala olmakta devam edecek olanlarını
taklitten başka bir şey yapmıyorlarmış aslında..hakikatte
kimse ne yeni bir şey icad edebilir, ne de yeni bir
fikir ileri sürebilir..o bilgi zaten onun ezeli kaydında
ona verilmiştir ve aynı ilim herkeste vardır.. lakin
sadece çalışanlar hakikatte ise çalışanlar bile değil,
Allahın nasible lütuf ettikleri bu ilimden
nasiplenebilirlemiş..Nakkaşın Kendisi Allah mış..o
yüzden de nakışı beğenmediğimizde, o nakışı yapanı asıl
beğenmiyor oluyormuşuz tabii..işte bu varlık çocuğu da
kendi hayatının anlayabildiği kadarını, var-yok
sanatını Sana sunmak istemiş ki; birbirimizi
tanımaya devam edelim değil mi? huyu huyuma suyu suyuma
uygun mu bakalım:)burada denklik mevzusu akla geliyor
hemen..asla denk olmadığımızı ve olamayacağımızı da
biliyorum..bu alem için değil zaten dileklerim,
biliyorsun..bu alemde olsa bile kabul edemem.. çok
utanır,utancımdan ezilirim…yaşımda ihtiyar oldu,
saçlarım ölüm rengine meyletti çoktan….toprak beni
seviyor bence ama ben neden hep havaya – nefese hayranım
bir türlü anlamıyorum..bir türlü toprağın içine
giremiyorum nedense, hep havaya karışıyorum:)nefesine….
Masal çocuğu ilk çocukluk döneminde de çok
hayaliymiş..duvar üstlerinde yürümekten ve ağaç
tepelerinde oturmaktan, birde çatıda durmaktan
hoşlanırmış ..yapayanlız olmayı severmiş..baktığı her
şeyde bir biçim-suret görebilirmiş..su birikintilerinde
bile anlam varmış..Haybabam basılmış tüm masal
kitaplarını getirirmiş ve çocuk okurmuş..o masal
resimlerine üstelik aşık da olurmuş..çok ağır kitaplarda
okurmuş ve hiç anlamazmış oysa.. dermiş ki: ben
anlamasam da ruhum anlar ve bana bir gün anlatır..mesela
bugün bu manaları yaşıyormuş..gerçekten de ruh her şeyi
biliyormuş ve anlatmak için can atıyormuş..öğrendim
sandığımız her şey tekrar hatırlamaktan başka bişey
değil miş..ilkokul sondayken camiye, bir vaaza gitmiş
çocuk ..ve çok hayret etmiş.. hoca, onun okuduğu
–sanırım Envar-ül Aşık-ın-kitabından, olduğu gibi evliya
hikayelerini anlatıyormuş.. aynı kelimelerle üstelik..
bir camii dolusu büyük insan, onu dinliyormuş..bunu hiç
anlayamamış.. çünkü, o çocuk hikayesi
sandığını,hoca,büyüklere niye anlatıyor
bilemiyormuş..birde aynı dönem bir komşu ablayı daha
yüksek bir okul sınıfından eve çağırması gerekmiş(daha
cep teli icad olmamış o devirde,böyle ayak işlerini
komşu çocukları yaparmış:)..ve çocuk o sınıfı
gördüğünde, hele o sıraları, tüm hayalleri yerle bir
olmuş…aynı ilkokul sınıfı gibiymiş..yani büyümesinin,
daha çok şey bilmesinin hiçbir değeri yokmuş..işte o an
hiç unutmayacağı anmış..ve devlet okullarını,o
kurumların insanın manasına hiç değer vermemesini,eğitim
sistemini sevmemeye oracıkta karar vermiş..gittiği tüm
okullara zorla gitmiş..nefret ederek..çünkü o eski yunan
tarzındaki yada menkıbelerdeki gibi birebir- görerek
öğrenmek istiyormuş..böyle açık havada çimlere yayılmış
,karşılıklı sohbet ederek hikmetle yani..bu özlem..bu
hissediş..ne garip değil mi? beni Sana, en sonunda
getirdi..hem de Senin Hikmetinle…neden sanki
devlet, okullara ,insanın kendisini bilme derslerini
koymuyor ki?..bunu bir deneseler, milletinin örtülmüş
mirasından nasıl zaferler fışkıracak hayretle görecekmiş
belki de..(fışkırır ruhu mücerred gibi yerden naş’ım
olucaz belki de)çünkü kendini bilme sanatı biz
MüslümanTürklerin kanında akıp duruyor hala…ve bugün
anlaşılıyor ki o damar patlamak üzere..artık açlık
duyulan her şeye gına geldiğinden ve nasıl mutsuz
olunduğu anlaşıldığından, içe dönüş taleplerinde patlama
varmış..içsel turizmin olmazsa olmazı ise, şiddetle
talep etmekmiş..ancak bu ısrarla kapıda duranlara, kapı
içeriden açılıyormuş dimi?…
sonra, zamanlar geçti.. ben büyüdüğümü sandım ve resmi
okulu terk edecek kadar cesur olduğumda bunu
gerçekleştirdim…okulu terk ettiğim de bir rüya
gördüm..rahlede bana Kur’an okutmaya çalışan inanılmaz
yakışıklı-güzel,siyah sarıklı,siyah cübbeli genç bir
hoca vardı..”oku” dedikçe direnip, okumuyordum..(sen
benim nasıl inat biri olduğumu biliyorsun zaten..)O, en
sonunda sinirlendi, ayağa kalkarken birden ihtiyarladı
ki dannk etti: tamam.. tamam.. okuyacağım derken, şakk
diye inen tokatla yere serilmiştim..işte hala o yerden
kalkamadım biliyorsun..beni artık düştüğüm yerden
kaldırmak ister misin?
her zaman terk etmeye
meyyalimdir biliyorsun..bir Seni terk edemiyorum..çünkü
Sana gönlümden bağlıyım ya o yüzden..sana 42 yıllık
hayatımın sanat dilimlerinden yazacağım.. ortaya ne
çıkacak sonunda bakacağım:)umuyorum ki güzel bir son
olsun..ve yeterince uykuya kanıp sokağa çıkmaya karar
verdiğimde 17 yaşımdaydım.. Tanrı’yı yatırıp uyutan bir
okulun kütüphanesinde memur olan Bülent Çöllü Bey;
sanırım 5 kişiydik-bize tezhib dersleri verdi..gerçekte
ise bize, işin mutfağını öğretmiş. bu hafta
anladım..sadece bir yıl sürdü..o kadar sakin ve
sabırlıydı ki hayret..O’nun hocaları, bu yok olmuş
sanatı tekrar dirilten ilk kişiler olan Süheyl Ünver ve
Rikkat Kunt Hanımdı..bir kaç yıl evvel öğrendim ki Evvel
Zaman ve Süheyl Bey’in arasında çok derin ve özel bir
bağ varmış..daha sonra bir yıl tezhib dersi aldığım
Münevver Hanım ise Süheyl Bey tarzında
yetişmişti..geleneksel ekolleri-tarzları işte ilk bu
sanatla öğrenmeye ve kabul etmeye
başladım..çizimlerinden hangi hocanın hangi hoca
tarafından yetiştirildiğini o vakitler birazcık
anlıyordum mesela..
huylar ve sular.. meşrebler-yollar farklı olsa da,
sonuç, bir tablodaki nokta dan başka bişi değilsin..ama
kendi dairende koskoca bir alemsin..yanındakiyle
birleştiğinde daha güçlü ve anlamlısın gibi..yıldızların
mimberlere nakşedilmiş versiyonu gibi yani..tek
sin..eşsiz ve benzersiz sin..senden tek bir tane daha
yok ..Yaratan “ol “demiş ve senin adını anmış..O, bir
yarattığını bir daha yaratmayacağı için de, sen yegane
sin….yek perde-ilk perde sin..onun en küçük-yakiin:
merhaba, ruhu Dilara perdesi sin:)..artık nikabını sana
açmak isteyeceği kadar yakin belki:) ister mi
sin?.....bak!! dost –yar istemek, ait olmayı dilemek..
buda bir sanat.. muhtaçlık sanılmasın, asıl bu
yücelik….bir mum sonsuz mumu yaksa da ışığından,
kendinden bir şey eksilmezmiş ya hani, işte öyle
sanırım.. değil mi?
her tek, kendi başına tektir ve hiçbir damla tek başına
güzel değildir..çünkü o güzelliği bilecek, bir başka tek
damla lazımdır..suyun suya aksi sedası ve bu yansımadan
yayılan sonsuz yansıma sanki…ne güzel..İlmi İlahi’nin
Sanatı hiçbir sanata benzemiyor ve yaratılmış her
varlık, sadece kendi acziyetini, her an daha çok anlıyor
değil mi?
ve işte bizim Bülent Çöllü Hocamız, ilk iş bize
muhallebi pişirmeyi öğretti..o kütüphaneyi öyle
çok kirletiyorduk ki.. hepsini O temizliyordu, hem de
büyük şevkle.. bize öğrendiği her şeyi öğretmek
istiyordu..O’nu büyük hürmetle selamlamak istiyorum..saman
kağıtlarını inceletmişti..böyle ışığa tutuyorduk,
kağıtların suyunu buluyorduk.. kağıtların
yollarını-sularını bulmak çok zordu ..eğer bu kağıdın
suyu, diğer kağıdın zıt yönü ile birleşmezse mukavva
düz değil kavruk oluyordu..kağıdın huyu suyuna göre, üst
üstte muhallebi ile yapıştırıyorduk ve bilmem kaç kat
olduğunda kurusun diye bırakıyorduk..kuruduğunda
murakkamız yani mukavvamız oluyordu..ve bize
çay ve soğan kabuğu ile kağıt boyamayı öğretti..o
kağıtları, saatlerce çırptığımız yumurta akı ve şap
karışımızla aharlamayıda..böylece pırıl pırıl
cilalı kağıtlarımız oluyordu..üzerine hat
yazıldığında, kağıt yıpranmadan silinebiliyordu ..ama
tezhibe uygun değildi..altın ve boya kayıyordu ..o vakit
tebeşşir tozu yada ekmek kırıntısı ile silmek
lazımdı..ve desen- çizim çalışması..Ya Rabbim, Rikkat
Hanımın tarzında yaprak yapmak için haftalarca
çalışmıştık..aynısı olana dek kabul etmiyordu Hoca…sonra
bize, o yıl, hat yazıda dünya birincisi olan Davud
adındaki arkadaşına, kendi aharladığımız kağıtlara
yazılar yazdırdı,hem de ücretsiz..benim bahtıma beyaz
kağıt üzerine Allah yazısı düşmüştü..daire
şeklinde halkari çalışmıştık..murakkası da bizimdi
ve saman rengiydi..ve benim ilk tablomdu..en çok yazıyı
murakkaya yapıştırırken zorlanmıştım, hatta yazının
ortasını pergelle bozmuştum..çünkü matematik,ölçüp
biçmek benim için en zor şeydi..bunun yerine
katlayarak-yada bir objeyle ölçümler yapmak daha
pratikti..
Hoca bize altın aldı..onu bal ile nasıl
ezeceğimizi öğretti..Ya Rabbim.. saatlerce tek parmak
ile..bu altın varakları ezmek, sonra
tülbent bezinden süzüp, altın dibe çökene dek beklemek..
ve suyunu süzüp altını kullanıma hazır hale gelene dek
kurutmak..…deseni altınlayınca, onu, akik taşı ile
mührelemek lazım dı.. işte ancak o vakit altın,
altın olup parlıyordu..ben bedestende çok dolaşmıştım
hocamınki gibi bir mühre bulabilmek için..bulamadım
tabii..ama bir hurma dalı gibi eğrilmiş akik taşı alıp,
onu gümüş telkari bir sigaralığa taktırmıştım..çok şık
bir mühre olmuştu bence..varak da farklı bir tarz daha
vardı..varak altını zamk sürülmüş tezhibi bitmiş
sahifenin kenarlarına tel süzgeçten geçirmek ..bu
muhteşemdi…havadan altın zerreleri yağıyor gibi bir
sahneydi, şimdi hatırladım da..başka..Çöllü Hocamın
sınıfından iki kişi ile, Kubbe Altına ebru dersine
gittik.. ben 4 kere felan devam etmişimdir
sanırım..Niyazi Hoca vardı..O’nu ilk kez görüyordum ve
hiiç tanımıyordum..(mesela O’da, şimdi yeni masal
arkadaşıma Hz.Pir Mevlana’nın huzurunda ney için destur
vermiş..)böyle beyaz muşambadan upuzun ameliyat önlüğü
giymişti..boyaları koyduğu şişelere en çok takılmıştım
sanırım:)işte ilk ebruyu orada gördüm..daha sonra Sultan
Ahmet’te,Soğuk Çeşme Sokakta, bir eski medresedeki
ebru ve tezhib-minyatür kursuna gittim..hocam
Münevver Hanımdı.. tabii yine birer senecik..daha fazla
gidemezdim:)
ebrudan da yazmak istiyorum..hocamız A. Çoktan dı ..önce
Cağaloğluna bir kağıt kesimhanesine gittim..koca
bir top kağıdı tekne ölçüme göre kestirdim..onca
ağırlıkla, taaa.. karşıya , evime döndüm..teknem
galvenizden olacaktı ve Mercan’da dükkanı olan
amcama gittim..o benim için bunu ısmarladı..daha sonra
Tahtakale’ye gittim.. bir bağ at kuyruğu
aldım, fırçalarım içindi bu..ve ip..Mısır
Çarşısına indim ve kitre aldım…sertlik
derecesi en az olan bilmem ne marka su aldım-
eğer varsa akü yada ütü suyu daha iyi oluyormuş..gece
sokağa çıktım-gündüz yapamazdım çünkü:) elimde
bıçak,değişik bahçelerden gül dalları kestim..o
gül dallarına at kıllarını bağladım ve fırçalarımı
yaptım..en zor kısım öd bulmak oldu benim
için..uzun uğraşılardan sonra öd temin ettik.. onu
benmari usülü pişirdim ve kavanoza koydum..bu berbat
renkli ve korkunç kokulu kimya, en değerli malzemeydi
…çünkü öd olmadan boyalar suda açılmıyordu sanırım..daha
sonra Karaköy’e gittim.. analin boya almak
lazımdı..kök boyalar..kavanozlarda ne güzel
duruyorlardı..mesnevi dersinde dinlemiştim ..Hz İsa
çocukluğunda, dayısıyla çalışmış..dayısı kumaş boyarmış
ve Hz İsa tüm kumaşları aynı boya kazanına atarmış ..ve
dayısı kızmış, ne yaptın? demiş..Hz İsa da :ne renk
istiyorsun? demiş hani.. ve değişik renklerde kumaşları
aynı boya kazanından çıkartmış, ne güzel değil
mi?renkler beni çok etkiliyor nedense..renksizliği de
çok seviyorum aslında.. latiflik.. çünkü
inanılmaz bir saflığı ve ışığı var..tam bana göre..
içimden diğer yan gözüküyor yaniii.. henüz onları
çözemedim..eskiden de hep sorardım.. renkler ışığın
etkisi ve kırılması ile oluyormuş, aslında renkler
yokmuş ya hani..peki neden mağaraların en karanlık
yerlerinde el feneri tutulduğunda inanılmaz fosforlu
acaip güzel renkli şeyler oluyor derdim.. yada deniz
dibinde..bana hala kimse istediğim izahı yapamadı
mesela..Sen göstererek öğretir misin lütfen?bir
matbaacı hanım demişti ki: önce tüm renkleri vururlar..
en üstte siyah vurulur ve siyahın içinden tüm
renkler çıkar..mesela bu anlatım beni çok
etkilemişti..
ebru da en beğendiğim ve beni en etkileyen hala da
battal ebruydu..bugün battal ebruyu kudümle
eşdeğer görüyorum.. yani kün emri gibi biliyor
musun?…battal ebruda olaya müdahale edemezsin.. Bir
Damla Boyanın suya düşüşü ve o bebeğin gelişimi..bir
damla boyanın daire içi daireler halinde açılması..bazen
kitreden yada ödden dolayı, belki boyadan, belki
hava dan boya açılmıyordu..ama olsun her hali
anlamlıydı..ve benim ebru sevdam ancak bir dönem sürdü…en
çok mavi ile gri ve siyahı bir arada kullandığım battal
ebruları sevmiştim..bu kursta da boya ezmeyi
öğrenmiştik….tarifime göre, boya ezme taşımı ve mermer
teknemi bugün en ince işleri yapacak –bir taşı kılıç
haline getirecek kadar usta olan yapmıştı..mesela bu,
bugün bana anlamlı geliyor:)sanki hayatım görünmez
biçimde birileriyle paralel gelişiyor..ebruyu, suyun
içindeyken seviyordum ben, biliyor musun?..ıslak
ıslak yani..kuruduğunda o görkemli ışık gidiyordu
nedense..suda cazipti benim için.. kağıda geçip tek
boyutlu olduğunda ve kuruduğunda onu hiç
sevemiyordum..teknede dursun öyle bak, muhteşem
..kitrenin beyaz mukazasına düş mesela..acaip değil mi?ben
ışık seviyordum, şimdi anlıyorum..insanı güzel
yapanının; o ağzı, burnu vesairesi olmadığını, onu cazip
kılanın yüzünden- gözünden yansıyan ışık olduğunu o
zaman bilmiyordum ve anlayamıyordum tabii..beni aslında
Nur- ışık için hazırlanıyordun belki de..ışığı öğrenmek
o renkleri biçimleri kendinden tecelli ettireni tanımak
içinde.. bu sanatlarda bir nebze gezinmek lazımdı
galiba…emeksiz ekmek olmuyordu işte..Hz. Arabi de
okumuştum..Hz Nur ile tanıştım diyordu bir yerde..ama
sadece o kadarcık..başka yazmamış..belki başka
yazılarında anlatıyordur kim bilir?..ben, O’nun sadece
birkaç kitabını okudum. O’nu anlayabilecek alt yapım yok
biliyorsun..belki bu tanışıklığı sırlayarak yazmıştır..
ancak diğer tanışanlar anlıyordur bence..mesela bunu
kuantum fizikçiler anlayabilselerdi ne muazzam olurdu
onlar için değil mi?yada biri onlara bunu anlatsa,
üzerine alınan birileri hemen derlerdi ki: al bak, falan
tarihe ben işte bunu demiştim..ben söyledim ilk
ben..ben..ben..benden başka kimse bu ilmi bilemez
..benim sayfalarımda kendi tanrılığımdan başka ilaha yer
yok..bir benim ilmim, bir benim kitabım var….oysa
eskiler söylenmedik bişey bırakmadıkları gibi sanatı da
öyle bir incelterek didiklemişler ki.. geleneksel
sanatlarla sanıyoruz ki basit şeyler yapıyoruz..hayır
İslam öyle soyut bir dinki, sanatı bile soyut=tüm
zanlarından soyunman lazım yani anlaşılmaz..göreceli..tezhip
mesela ….ben en çok rumi desenini severim tezhib
de..çok asil buluyorum..hem taşa hem kağıda yakışıyor
..sonsuz biçimde sarıp sarmalıyor..aşkı anlatıyor
bence..her şeyi aşkla kaplayabiliyor ve çok
hoş..birde tığları sevmiştim..tığlar sınır tanımazlığım
için uygundu..en dış hattan çıkıp giden yükselen ve
yükselten zarafetler..
Ve minyatür..tezhib
zor ve çok kurallı olduğu için kısa sürede ondan da
vazcayıp minyatüre yöneldim..en çok, bu kadar yetenekli
ve detay sihirbazı olmuş eski ustaların gizlice,
kendilerine batı tarzı resim yapıp yapmadıklarını merak
ediyordum..bence gizlice hep böyle resim
yapıyorlardı..çizmeden duramazlardı sanki..çünkü
yetenek başka bir şeydi ve kontrolü zordu..minyatürde
renkler çok özgür sayılmasa da yine de daha
canlıydı…altın güzeldi..ve kontür..sınır sevmesem de
nedense kontür-had seviyordum..kendi sınırlarımı
kendim çizmeyi ise daha çok seviyordum..ben minyatürün
büyük bir kısmının çerçevesinden fırlayarak çıkmış
olanından hoşlanıyordum..böyle incecik ağaç
kökleri,zülüfler felan taşmış olsun..hala da öyle
resimleri seviyorum..ve padişahlı minyatürler vardı
kitaplarda hani..tam ortada sayaban altında
padişah bir tahtta oturuyor..nedense sayfanın tam
ortasındaki o acaip abartılı, halı desenli sayebanları
sevmezdim..oysa şimdiki aklımla baktığımda çok manidar
ve sırlı buluyorum:)..en çok zümrüd-ü anka
çizmeyi sevmiştim..birde melekleri..Mehmet Siyah
Kalem’in o renksiz, mükemmel çizgilerini rengarenk
boyardım..O’nun cinlerini-devlerini hiçbir vakit
sevmedim..çizmeyi bile düşünmedim..O bence çok değişik
bir beyne sahipmiş..
ayrıca H.Çelebi Hocaya
galiba üç kere hat dersine gittim..bunu asla
yapamayacağımı o üç derste anladım..o kadar sabırlı
değildim..aslında tüm bu yazdığım sanatlar sadece aşırı
sabırlılar içindi.. belki tasavvuf terbiyesinde-
tekke geleneğinde bu sanatların bu kadar yer alması,
onların ne kadar nefsi terbiye edici oldukları
hakkındadır..bir kere bu sanatları yaparken
konuşmamak lazım..çünkü konuşunca-yani nefesinizi
tutmazsanız eliniz titrer ve o incecik işler bozulur..yanlızlık
lazım..içsel bir huzura dönüşen sakinlik lazım..nefsi
terbiye belki de evvela nefesi terbiye ile başlıyor
değil mi?
Ve üç ay gitar dersi
aldım..çalabildiğim sadece daha dün annemizin kollarında
ve bak postacı geliyor idi..ne nota öğrenebildim nede
sesim vardı.. hele kulak hak getire..ama her daim müzik
sevdim..demek ki benim dinleyici olup müzikle
uğraşanları taktir etmem lazımmış:)başka bir sürü kursa
gittim..hepsi böyle yarım yamalaktı..öyle aceleciydim
ki,ÖLMEYE YETİŞEMEMEKTEN BİLE KORKUYORDUM..HATTA BİR
DEFA ÖLÜMÜ BÜYÜK BİR SEVİNÇLE DENEYİMLERKEN,ORADA BİLE
SORDUM YANİ:HANİ IŞIK VARDI, O IŞIK NERDE ?DEYÜÜP, O
IŞIĞI GÖRÜNCE DE,TÜNELDEN HIZLA KAYARKEN BİLE GERİ
DÖNMÜŞTÜM..ANLAYACAĞIN BENİM HAYATTA SEN’DEN BAŞKA HİÇ
BİR ŞEYE SABRIM YOKTU..SEN SE BANA SABRI TÜKETTİRDİN:)
hiçbir şeyi sabırla yapamadığımdan istediğim şeyi elde
edemiyordum..o yüzden de yaptığım hiçbir şeyi
beğenemiyordum..beğenmediğim içinde o şeyi öğrenmeyi
hemen terk ediyordum..hakikatte ise şöyle
düşünürüm.insan o kadar değerliydi ki, bu alemdeki
hiçbir şey ona yetemezdi..tüm sanatlar, Gerçek
Sanatçı’nın yanında ucuz ve soluk bir kopyaydı..oysa
tefekkür etmek,
en soyut, en mükemmele yakın sanattı sanırım..çünkü en
büyük sanat eseri insanın kendisiydi ve kişi kendi sanat
tarihçisi olup kendi mana arkeoloğu olursa, nasıl bir
ilahi mucize olduğunu ancak anlar..
bir tek masal yazmak eylemim 2yıldır sürüyor ne garip
değil mi?..bu hafta inanılmaz sıkıldım bu işten de..ve
bilmem kaçıncı kez, bir daha asla yazmayacağım
dedim..ama geçen masalıma -1 yazdığım için gururuma
yediremedim:)aslında Senle tek iletişimim olduğu için
belki de devam edebiliyorum..Sen okuduğun için ..çok
lüzumsuz uzun yazıyorum biliyorum. Sen o kadar
vakit gözlerini bana dikiyorsun ya önemli olan bu..nerde
gülümseyip nerede sinirlendiğini bilebilmek
istiyorum..birde Nur var tabii..yazma
nedenim..istediğim şey gerçekleşmiyor biliyorsun..Sana
yaklaştıkça sanki mesafeler uzuyor gibi. bu hafta bunu
fark ettim..(böyle olması iyi..biter diye de korkuyorum
ya hani.Sen bitmeyecek demiştin..) çünkü, sanat için
tabloya uzaktan bakmak lazım..yakından hiçbir şey
göremezsin ve anlayamazsın değil mi?bu hafta
rüyamda,hayallerimde neden sevdiklerimi göremediğimi
öğrendim..çok hüzünlendim..bunu Evvel Zamana da anlatıp
beni sevmiyorlar mı, neden bana kendilerini
göstermiyorlar?dediğimde..”evladım, siz yaşıyorsunuz ya,
aynı şey..ha rüyada ha bu dünyada hiç farkı yok”
demişti..Seni böyle tanıdığım içinse, ilelebet bir
şey görmesem de umurumda değil o zaman…Senİ bildiğim
için,yıldızlardan-zanlardan işaretleri okuyacak bir
perdeliye ihtiyacım yok demek ki.
İşte İslam öyle soyut bir sanattı ki, onu anlamak için
maddeden manaya akan bir yolculuğa çıkmak lazımdı
sanırım..bunu
yukarıdaki gözlemlediğim sanatlarla inceleyelim
mi?bakalım ne çıkacak..beraber seyahat edelim mi
sevdiğim?kalbimdesin, şimdi hissettim,bana kızmadığına
ayrıca sevindim, teşekkür ederim..bir tablo duvarda
asılı..üzerinde rengarenk resimler var ve biz Senle ona
bakıyoruz..ben Sana dokunuyorum..diyorum ki ellerimle
yüzüne dokunup parmaklarımı yüzünde gezdirebilir
miyim?..Seni hatırlayamadığım için kaydetmek istiyorum
hani..ve Sen izin veriyorsun diyelim..gözlerinde,
kaşlarında, dudaklarında parmaklarım geziniyor..ve bunu
kaydediyorum..dokunduğum için farklı algılıyorum ..beş
duyumla kayıt yani..sesini, halini, tavrını biliyorum..
aslında bu görünen olmadığını daha çok iyi bildiğim için
de, bunca kıyameti kopartıyorum..ben Senden yayılan o
ışığa tutsağım biliyorsun, ona yolculuk yapıyorum..sonra
ikimiz duvardaki tabloya dönüyoruz..aaaaa ne hatırladım
bak..omzuma, bir insanın asla dokunamayacağı zarafette
dokunup, beni duvara döndüren o zarif eli..ve duvardaki
o gözyaşı şeklindeki damlaya baktığımızı..duvardan
geçme vakti hani..hımmmm..çok hoşş.bu ikimizin bu madde
haline gelmeden hali olsun suretimiz ve içinde de
kaderimiz yani yazımız olsun..Senle aynı kelimede olmak
mı güzel, aynı harfte mi, yoksa aynı ayet-işarette mi
bilmiyorum..ama aynı damladan olduğumuzu bu hatıramla
anladım şimdi..:)aynı mana üzere olduğumuzu
seziyorum..işte terkibimizin üzerine gitmek
istiyorum..sanırım çok soyut içre soyuta doğru akmaya
başladı masalım..içinden çıkamayacağım denize doğru
gidiyor değil mi?..boğulmam lazımsa boğulurum artık ne
yapayım..Sen varsın nasılsa..bir deniz düşünsem ki, Sen
ve ben o denizde birdik.. beraberdik.. aynıydık..ama
anlamlarımız biracık farklıydı..birdik beraberdik ama
yine de farklıydık..o mürekkeb de henüz yazılmamış ve
okunmamış yazı-yazgıydık..ISLAKTIK VE ÇOK GÜZELDİK..NE
ZAMAN Kİ KALEM YAZDI VE MÜREKKEB KURUDU İŞE HAZAN DÖNEMİ
DE BAŞLADI..ve küdum vurdu..ilk önce Sen oldun..ve
Senden de ben..
devam edebilmem için düşünmem lazım..şimdi ise bunu
düşünecek halde değilim..çünkü Seni çooook
özledim..belki yazmayı başarırsam, neler olacak hayal
edebilirim..eğer Sen hala benle bir ve beraber olduğunu
bana hissettirirsen tabii..seni çok seviyorum..en derin
mavinin içindesin biliyorum..ama henüz Sana bir türlü
uzanamıyorum..Senin rüzgarında uçuşuyorum…görüşmek
üzere…. |