başlamak bitirmenin yarısıdır derler hani, başlarsam
devam edebilirim ümidi ile…..
bu
hafta çok ilginçti, Sana yazmak istedim..(beni öyle
keyifle dinlediğin için minnettarım..Seni
seviyorum..)tesadüfler!!!! silsilesi gibiydi yani..her
şey için minnettarım..çok teşekkür ediyorum..hiç birine
layık olmadığımı öyle çok hissediyorum ki..ama Sen, çok
cömertsin ve çok incesin..aslında öylesine dağınıkım ki,
toparlayamayacağıma inanıyorum..bence hiç mahsuru yok.
Sen anlarsın nasılsa..bana da anlayacağım şekilde geri
yansırsın..biraz uçalım mı?çünkü tek yapabileceğim şeyin
tefekkür sanatçılığı olduğuna kesin kanaat
getirdim…fukara edebiyatı yani:)düşünsene, öyle bir
hamin var ki, tüm cömertlik ondan ve sen fukarasın ..
“fakr” fukarası.. Sen’den başka hiçbir şeye muhtaçlığı
olmayan demek hani..
geçen günlerden bir gün, tek taş alyans sınıfına,
içinden Hızır geçen Adam Işık Hoca yine gelmiş..
çocukta, büyük bir hevesle o derse katılmış..artık,
minicik de olsa edeb öğrenmeye ayak basmış sanki ve
sorularının bazılarını yazarak bazılarını da hatırına
geldikçe teneffüslerde Hocaya nakletmiş..nasılsa O,
sohbetin içinde bunları cevaplayacakmış…ve ders
başlamış..Hoca en çok, Hz. İsa’dan sözlerle muhabbet
ediyormuş.. fakat, önünde daima açık bir Hz. Kur’an
olduğundan, ana tema hep ayetlerden gidiyormuş..Kur’an ı
anlamanın sadece kelime anlamları ile olmadığını, onu
sonsuz şekilde anlayabileceğimizi anlatmış..kelimelere
–tercümelere takılıp Aziz Kur’an-ı sınırlandırmanın ne
kadar yanlış olduğunu da tekrar vurgulamış..
Boyut Osman Hoca sormuş:Hocam, en beğendiğiniz ve bugün
için önerebileceğiniz Kur’an meali hangisidir ?..Işık
Hoca, bir iki eski mealden anlatmış.. fakat, onlarında
bugünün diline çok hatalı çevrildiğini de eklemiş..
“bugün, benim için, en iyi diyebileceğim Muhammed
Esed’in mealidir” diye eklemiş..çocuğun da M.Esed’in
,”Mekke’ye Giden Yol kitabı” ile ilginç bir bağı varmış,
onu hatırlamış nedense..ilk çıktığında bu kitabı
okumuşmuş..bazı kitaplar çok gerçeklermiş ve insanı
içine alırlarmış ya hani.işte bu kitapta M. Esed,
kendisine hem yol arkadaşlığı hem de yol göstericiliği
yapan, bir çöl arabı olan Zeyd ile sahradaki yolculuğunu
çok detaylı anlatıyormuş..orada ,her gece
konakladıklarında; Zeyd ,kahve değirmeninde kahve
çekirdeklerini çekerek, yaktığı ateşte kavurarak
ikisine kahve pişiriyormuş.. belki de bu sahra
gecelerinin en keyifli yeri burasıymış.. birde
yıldızlar..çünkü çocukta, kitaptan kalan iz sadece bu
bölümmüş.. o, Zeyd’in yaptığı kahvenin kokusunu bile
duyduğu için, ilk kahve içmeye başladığı zamanmış..o
yüzdende, bu kitapla arasında böyle bir bağ varmış..
ve
Işık Hoca pek çok şey anlatmış..eşsiz dür,tertemiz
olan, hakikatinde ise emanet olan o kalbin anlamından
dem vurmuş…o günahsız ve günah işlemekten men edilmiş
bir bebek kalbi gibiymiş..onun ise korunması
elzemmiş..ve renkler..o renkli noktaların
değişkenliğinden anlatmış…kişinin kendi hakikatiyle
yüzleştiği o nokta, kişiye özelmiş..Hz. Pir Mevlana
mesela kırmızı posta sahipmiş..ve diğerlerini
anlatmış..ama demiş: bu alemde böyledir renkler..yoksa
hakikatte beyazdır..aşk beyazdır..postta beyazdır..
çocuk, Işık Hocaya, ters N çizmiş arada..”bunu nerde
gördün” demiş Hoca..çocuk anlatmış…Hoca, bunun aslı
şöyledir diyerek N nin iki bacağını aşağıya doğru
uzatmış…bir direğin başına şeriat, diğerine hakikat
kelimesini Arabça olarak yazmış..ve o aradaki çizgiye
değinmiş..sonra H gibi aradan bir net çizgi
çizmiş..böyle olsaydı daha büyük torpil olurdu ve çok
daha kısa olurdu ama oda çok iyi demiş..ve ders
başlamış..Hızır a.s İle Hz. Musa a.s ın kıssasını
anlatmış..Şeriat ile Hakikatin nasıl birbirinden
ayrılmaz,birbirlerini tamamlayan ve anlamlandıran
açıklayan tek ilim-iki deniz olduğundan demlenmiş..bunu
zevk edinmek için kişinin tüm zanlarından sıyrılması
gerektiğini de eklemiş…bu kolay değilmiş.. çünkü, Hızır
ile yolculuk kolay değilmiş, değil mi?
çocuk: Gönül İlmi mi daha büyüktür yoksa Hızır ilmi
mi demiş..Işık Hoca: tabiî ki, Gönül İlmi sonsuzdur.
Hızır İlmi ise sadece, O Gönül’den küçücük bir parçadır
demiş ve Hz. Kur’an-ı eline almış..herkes Hızır
derdinde.. oysaki o ilim ,Kuran-ı Kerim’in sadece
birkaç ayeti ile yetinmek gibidir aslında.. oysa, Gönül
İlminde, Kur’an ın hepsi -binlerce ayeti vardır ki
,Allah sana birkaç ayetle hitap etmemiş.. binlerce
ayetle hitap etmiştir..Kur’ana iyi sarılmak lazım
demiş..onu her an yeni bir anlamla anlamayı öğrenmek
gerekir..
çocuk O’na yönelmiş ..”içimden size sormam gerektiğini
hissettiğim bir sorum var..bir isim duydum …”…” öyle
biri var mı?”demiş..gülerek “var” demiş Işık
Hoca..”nerde bulabilirim?” diye sormuş çocuk..bir cami
adı vermiş Adam: arada bir oraya gelir.. O, çok yaşlı
bir Allah dostudur ..illa O’nunla tanışman gerekmiyor
ki.. O’nun adının anlamı –mecazları önemli aslında
demiş..ve devam etmiş..
Ve
bazı hikayeler anlatmış..”karın kardeşliğinden öte bir
kardeşlik varmış, o nedir ?sorusuna cevab işte bu
hikayelerden çıkacakmış..hal kardeşliğinden bazı
örnekler vermiş Işık Hoca..hal kardeşlerinin birbirleri
ile aynı oluşlarını ama bu alemde bunun
anlaşılamayacağını, lakin onların bunu kendi aralarında
zaman mekan haddi hududu içinde- kaza ve kader
karşısında nasıl yaşadıklarından güzel ve anlamlı bir
hikaye ile açıklamış..bunu kaldırmak bizler için zormuş
tabii..birinin kanı aksa diğerinin de akarmış misali
gibiymiş sanırım..ve fıkralar anlatmış..Ağası Allah
olanların, başka ağaya ihtiyaç duymadıklarını da bir
fıkra ile açıklamış …hal ehli bir tanıdığının
yaşantısından örnekler sunmuş..herkesi kendisi gibi
sandığından,başkalarının içinde kendisini sergilediğinde
onu anlamayanların, onu nasıl incittiklerinden falan
bahsetmiş..ama onun yol ve yordamı öğrendiğinde, şaka
ile karışık değişik mecazlarla, kendisi gibi dostlarıyla
nasıl kendi aralarında eğlenerek sohbet
edebileceklerinden, istediği sorulara herkesin içinde
başkalarının anlamayacağı ama kendisinin anlayabileceği
biçimde cevaplar alabileceğinden bahsetmiş..
……………………………..
ve
sonra..Bir Dost..Ahh!! Aman!! ne Dost..nikabı
açmanın bedelinden bahsetmiş..o bedeli verenin halinden
dem vurmuş..çocuk ağlamış..bazı isimleri duyduğundan,
kalbinden tüm bedenine yayılan baskıdan kulaklarını
elleri ile bastırmak zorunda kalıyormuş…işte bu Yar’den
yansıyan tecellidenmiş sanırım..o isimler, onun içinden
tüm hücrelerine yayılarak sanki big bang olmak istiyor
gibilermiş..tıpkı içine öd katılan boyanın kıyametinin
kopup suda açılması gibiymiş sanırım değil mi?istediğin
bir serlevha ise ne olacak ki yani..al gitsin..sonunda o
dediğin olacaksa..olmasa ne gam..önemli olan Senin mutlu
olman benim için..ve bir sevinçli haber..yar üstüne yar
olmaz aslında..ama O Yar’e Yar olanlar hepsi Bir Dost
olduklarından, ayrı gayrı da yokmuş ya haniii..Nur’un
Ala Nur gibi sanırım..basınç çok yüksek tabii…
ne demiş En Sevgili, En Sevdiğine giderken, şahadet
parmağını yukarıya kaldırarak:YÜCE DOST…………..
…………………………
ve tek taş alyans sınıfında bu defa, Arabi hocamca
düşünme turları attıran Demirli Hoca varmış..
Feridettin Attar
- Tezkiretü'l-Evliya
eserinden anlatıyormuş.. o evliyalardan bir tanesinin
söylediği bir sözden yola çıkarak, yine sonsuzca düşünme
dersleriymiş bunlar..kabz ve bast mış konu..Hoca:sakın
bu hallere –mutluluklara ve hüzünlere takılı kalmayın ve
düşünmeyin ..ne gelirse o anı yaşayın ve geçin..çünkü
haller gelip geçicidir..onlara takılı kalmak ise sizi
geri bırakır, oyalar demiş..bu sözlere şu sıra çok
ihtiyacı olan çocuk, gözünün önünde dursun diye bu
sözleri buraya kaydetmiş..bazen bir söz insanı
darmadağınık yaparmış..o söz dosttan yansıdıysa eğer, bu
hal kıyamet gibi olurmuş..o sözü dost yüzünüze söylese
asla acıtmazmış aslında ..ya başka ellerden duymak
……işte böyle..
ertesi gün…..
mekanda muhteşem bir minyatür sergisi var..bir Siyah
Kalem simurgu var..o latif ve sadece altınla
yapılmış..kanat uçlarında- telek bulutları içinde
İstanbul’un eski zaman mimari eserleri var..her dinden
bir mabed..çok hoş..sergiyi geziyorum ve Allah’a dua
ediyorum..”Ya Rabbi, iyi ki beni bu sanatlardan uzak
tutmuşsun ..yoksa bu sabırsız- kabiliyetsizliğimle bu
ince güzellikleri de kirletirdim”..artık tüm bilgiler
kolayca bir araya getirilebildiği için, minyatürlerde
tüm zamanları ve mekanları görmek mümkün..öyle güzeller
ki.. artık bu sanatın kıyameti kopmuş yani dirilmiş
bence.. hatta daha da ileri gitmiş diye düşünüyorum.ka’tı
sanatından da bir minyatür var..içlerinde Ali Amcamın
derin bir bağla sevdiği, yetiştirmesi için Süheyl
Ünver’e emanet ettiği,kendisinden çok az evvel bu
alemden göç eden yeğeni Nusret Çolpan’ında bir minyatürü
var…
Süheyl Ünver’i çok seven, dostu A.Güner Sayar Bey’in
bir sohbeti varmış..konusu ise Bandırmalı Ali Öztaylan
Efendi’ymiş..çocuğun Evvel Zamanı yani..Anlatıcı,
O’nu Süheyl Bey’i sevdiği-O’nun tarafından da sevildiği
için sevmiş aslında..dostun dostunu sevmek geleneksel
irfani yolun olmazsa olmazıymış ya
hani..anlatmış..anlatmış..ve çocuk konuşmacıdan aldığı
metin ve izinle, o hatıralardan şu bölümü bu masala
eklemek istemiş..ayrıca dostları için yazdığı tüm
yazıları, benim gibi bir cahile, dilediğim gibi
kullanabileyim diye yolladığı için kendisine
şükranlarımı sunuyorum..
“Kendi gidip, ahbabları
kalan yar!”
“Yar”,Bandırmalı
Ali Efendi-Ali Öztaylan,gittiği yer, alemi
cemal;kalanlar ise malum:onun sevdikleri,onu
sevenler-dost ve akrabaları.
Bandırma’daki saadethanelerinde,ilk ziyarete
gittiğimde,hemen koyulaşan sohbette söz ’dost’un
kıymetine gelmişti ki,Ali Efendi:Siz gelmeden bir
müddet önce “sala” verildi,ölen zat dost ve akrabalarına
duyuruldu.dikkat ettim;müezzin efendi akraba ve dostları
demedi.bu da gösteriyor ki,”dost”kıdem itibariyle
akrabadan önde bulunuyor” demişti.şimdi, bu aziz ve
sevgili dost,93 yıl muammer olduğu bu dünya ile
bağlarını koparıyor,Cenab-ı Hakk’ın “ircii”emrine
itaatle beka alemine sefer ediyor.O’nun hayatı,şikayet
ve pişmanlığa hiç yer vermeden,hüsrana düşmeden rasyonel
bir organizasyonu içinde maddi hayatını temin ile zatına
mahsus bir ruh ikliminde kamil ruhların takipçisi olarak
tamamına erdi.Rahmetli Süheyl Ünver’in hazırladığı el
yapması “Balıkesir “defterine düştüğü şu ruhlu notu
bu vesile ile zikredelim:ALİ ÖZTAYLAN:MÜSLÜMAN-TÜRK
RUMELİMİZİN EN TEMİZ ÖRNEĞİ.EVLİYADAN”
bu
sözleri müteakip, camiden sala sesleri salona
yayılıyor..bu zarafet çocuğu ve orada bulunan herkesi
müteessir kılıyor gerçekte..sala ile huzur
bulunuyor..
ve konuşmacı zat: sizler O’nu tanıyanlarsınız ..sizlerde
anlatın lütfen diye salona hitap ediyor..oğlu
konuşuyor..sonra sohbet karşılıklı devam ediyor..çocuk
söz alıyor:az evvel, Siz “vechine, yarin göz izi
değmiş dost” aramakla alakalı bir şiir okumuştunuz
ya ..işte Ali Amcam, Sizin de anlattığınız gibi
yıllarca, hep o göz izi değmişleri aramış
bence..çünkü aşk durmaz ,yeni emanetçilerine
devredermiş..ve Allah, O’na hediye olarak, O’nun dediği
gibi: Kendi Latif- Cismi Latif olan,benim içinse aynı
zamanda bir nebi manasında olan Latif Baltutan’ı Dost
olarak vermiş..bir ömür birbirlerinin vechin de,
gözlerinin izlerini seyretmişler..duaları birdi..Bir’i
diğerinden iki ay sonra bu alemden ayrıldı..bizim için,
Onların ikisi Ayn’ıydı..birini anmak demek diğerini de
anmak demektir..o yüzden Latif Amcamızda burada …ve
başka bir konuşmacı söz aldı..o da Haybabam - Latif
Sultanın- Ali Sultanın dostluğunun birliğinden
bahsetti..işte bizi bir araya getiren yine bu birlikti
vesselam..
…………………………………………
ertesi gün olmuş ….kardeşi Üsküdar’da eski bir
kütüphanede, Osmanlıca dersine devam ediyormuş...çocuk
bende gideyim bakayım..hocayı seversem belki
öğrenebilirim deyip, olaya intikal etmiş..ve mekan, tam
sevdiği gibiymiş..her şey tam olması gerektiği gibi..Hz.
Hüdai’nin hazinesi buradaymış..hocaları da bu hazinenin
bekçisiymiş.. Hoca evvela, her yeni gelene yaptığı gibi-
sanırım bu teşvik içindi -bazı yazmalar göstermiş..çok
heyecanlanmış çocuk..ve cilt kapaklarını gördüğünde ve
içlerindeki o gözle görülemeyecek tezyinata nazar
ettiğinde; henüz bu ilmin, bugün o kadar mükemmelliğe
dönüşemediğini idrak etmiş mesela..daha çok çalışmak
lazımmış yani.. bu kadar ince işlere de pek talep
olmadığını da biliyormuş.. çünkü artık devir göze
,duvara,eşyaya ve paraya göre talep ettiğinden,
tablolarda büyümek zorundaymış..minyatürler olmuş
maxitür yani..eskiden kitaplar kişiye özelmiş ve
gösterişten uzak, sadece okuyacak, o birkaç kişiye
müstesnaymış..ve demir parmaklıkların ardına
alınmışlar..nasıl güzel ve huzurlu kokuyormuş..böyle
acaib bir canlılık varmış..çocuk biliyormuş ki, o
kitaplar, rabbani ilhamla yazıldıkları için canlıymışlar
..kaderinde neden,okuyamadığı halde; hep kitaplardan
yana bu kadar bir ganilik olduğunu anlayamıyormuş….
hoca
ortada, iki çocuk yanında, Eski Türkçe Osmanlıcası
kitabına bakıyorlarmış..çocuk okuyormuş:ben tasavvufi
anlatımla öğrenmek istiyorum.. bana öyle anlatın olur
mu? demiş..hoca ben hiç öyle şeyler bilmiyorum diyormuş
sık sık ..oysa anlatırken, harfleri acaip bir uçuruşla
uçurtuyormuş:)bak şimdi harflerin düşünceleri
başında.. henüz düşünüyorlar diyormuş.. ve alfabe aşağı
inerken: bak düşünceler hayat bulmaya başladı,şimdi
yaşlandık yani öyle düşünmeye vakit yok.. hareket-
amel-iş lazım, başını vermek lazım ..sonra alfabe aşağı
kayıyormuş,işte bunlarında, bedenlerini de sonra
vermeleri lazım diye hoca şiirsel bir anlatımla
terennüm ediyormuş..gerçekten de hoca tasavvufu hiç
bilmiyormuş:)tasavvur ettiği harflerde sanki tasarruf
ediyormuş değil mi?:)arada çocuk onun çizdiği harflere
yeni şekiller çiziyormuş ve böylede anladım diyormuş..
hoca da çok eğleniyormuş: ooooo.. diyormuş oooo..çocuklar
hocayı tek taş alyans sınıfına ders vermesi için iknaya
çalışmışlar..ama davet ve cevab çocuğun hemen o
esnada okuduğu metinden yansımış.. öyle mucizeymiş ki,
şaşkınlıkla hem daveti hem de alt satırlardan okudukları
o davetin kabulünün teyidini almışlar..inanılmaz bir
eğlenceli okuyuşmuş bu..hocaya, bu zuhuratın sonucunda
gün tayinini söylemek düşmüş:)çook teşekkür ediyoruz …..
çocuk okumuş ,okumuş..kitabı nerede ise, orasından
burasından devirmişler..arada hoca, Farsça ve Arapça
kelimelerden anlatmış. çünkü Osmanlıca bu üç güzel dilin
birliğinden müteşekkilmiş..osmanlıca çok göreceli bir
lisanmış..okurken alışana dek, kelime ve harflerde
manayı oturtana kadar gezinmek gerekiyormuş..hangi ses
en doğru, onu yakalayana dek, hem kelime- hem bilgi
hazinesini dürterek uyarmak gerekiyormuş..hoca çocuğa
okudukları kitabı imzalayarak hediye etmiş:üç ders
sonra, sizle yazma eser okumaya bile başlayabiliriz
demiş ki; çocuk henüz buna inanamamış..öyle çabuk mu
yani?hoca:madem ki siz bu konuda meraklısınız;bir daha
geldiğinizde size bir yazma eser …….çıkaracağım ve onun
bir sahife kenarındaki işareti size
göstereceğim..bakalım siz o işaretten ne
anlayacaksınız.. eğer onu anlarsanız, o mektupta
anlayana bir müjde var..bakalım, bir dahakine.. tamam
mı? demiş..çocuk çook mutlu olmuş..kendi yazdığı bu çok
aciz ve değersiz masallara karşı bu ne muazzam
eğiliş..hem de” kimin kime mektupları”…..
hocanın özel merakı yaylalardan kekik toplamakmış..hafta
sonu Aydos Yaylası’ndan topladığı kekiklerden demlenmiş
çayı ders esnasında ve kapının önünde yeni dostları
ile içmişler..hocanın ve çocukları buraya yönlendiren
Haybabamın dostu M.Özdamar ve belediyenin restorasyon
mimarı ve bir eski dilci varmış masada..çok hoş sohbet
olmuş..bu atmosferde iki tarihi kütüphane müdürü ve eski
bina uzmanıyla muhabbet farklıymış..onlar,sürekli Farsça
ve Osmanlıca şiirler okuyorlarmış..atışıyorlarmış..ve
çok eğleniyorlarmış böyle..bir ara, Hz. Hüdai’nin
türbedarı olan, çocuğun rüya dostu uğramış..birbirlerini
görünce şaşırsalar da onların kaderinde bu
bağlamda,henüz çözemedikleri bir anlam varmış..
ve
ertesi sabah:bir Füsus ul Hikem Şerhi dersine
katılmış..öyle kalabalıkmış ki merdivenlerde dinlemiş.Şit
a.s bahsindelermiş..çok güzel geçmiş..bir mana anlatmış
hoca..Hz. Hatice Annemizle alakalı..o görüşteki tarifi,
hayaline çizerken ağlamış çocuk..gülümsemiş..ve
gidilecek bir cenaze varmış, sonra..yolda iki araba
kazarap olmuşlar..diğer arabadakilerde bir başka
cenazeye yetişmeye çalışıyorlarmış..gülüşmüşler..az daha
pek çok cenaze olacakken Allah korumuş.. o kadarcıkla
şifayap olmuşlar..iki tarafta anlaşmışlar ve
cenazelerine yetişmişler..mezarlıklar çok huzurlu oluyor
nedense..ve orada hocanın okuduğu Kur’an çok daha
anlamlı ve tesirli tabii..insanın oradan çıkası hiiç
gelmiyor nedense..
eve
dönmek vakti..işte koskocaman bir haftanın
bilançocu..benim payıma sadece muhabbetin derinliği ve o
derinliğin içinden uzanan sarmaşığın-ışkın içine doğru
hasretle çekilmek düştü..yada ben öyle
zannediyorum..çünkü öyle zannetmeyi çoook
seviyorum..şimdi durup kendime baktım, ne rengim
dedim..nötr ve renksiz olduğumu anladım…ve sen aklıma
geldin birden.. sakince gülümsedim..seni seviyorum…
SENİN İÇİN BİR ŞİİRCİK
küçük bir havuzun içinde deryacık
temizleyen, ayak bileklerine dek suyunu boşaltmış
kum,taş,çakıl ve midyeler
elini kapmış bir deniz kabuklusu
ve
bir yola karşılıklı serilmiş,çift sıra tesbihler
rengarenk ve biçimdeler
içlerinde gözünü tek alan
kırmızı mercan olan…………… |