| 
						
						evvett.nerede kalmıştık, unuttum..ama olsun, ne önemi 
						var?.. hayat devam ediyor.kaldığımız yer= başladığımız 
						yer nasılsa, değil mi?bu hafta 4. haftamız ve ben henüz 
						istediğim manaya ulaşamadım …desem de:)ilginçlikler hep 
						devam etti..Sana onları yazacağım..benimle yazdığını 
						bilsem de, Sen oku, bana ne anlamam gerektiğini anlat 
						diye..geçenlerde  bişey oldu, bak!..tam karşımda Hilye-i 
						Şerif asılıydı ve aramızda ekran vardı ..Selsebilim Aziz 
						Kur’an ı dinliyor ve izliyordum..beyaz bir koltuk 
						üzerindeydik ve çok tuhaf oldu..böyle kademe- kademe 
						diziliş..acaba dedim, ne zaman hııı?... 
						Sana 
						sosyalitemden bahsetmedim..asosyal olduğumu anlatmama 
						gerek yok sanırım..bari birde,akültürel yapımdan 
						bahsedeyim:)…Evvel Zamanla başlayan kitap okuyamamam, 
						Senle dibe vurdu biliyorsun..bu yıl sadece 4. Kitabımı 
						okumaktayım..hepsi tekrardı..ölene dek yine yine 
						okuyacağım onları..biri birim,diğerleri Geylani 
						Hocam,Arabi Hocam ve hala bitmeyen Sadi….birkaç ayda 
						bir, bir film izleyebiliyorum..dikkatim dağınık ya, o 
						yüzden..bu zamane hastalığıymış..ben eskidim, ama olsun, 
						hala kendimi çocuk sandığım için normal bu.. birkaç 
						yıldır hiç haber programı izlemedim....içinden kan revan 
						geçen hiçbir sahneye dayanamıyorum..bakamıyorum ve  çok 
						rahatsız oluyorum..aklımdan hiç çıkmıyor..böyle.. şimdi 
						şu oldu, şimdi bu olacak diye bağıran hiç bir programı 
						seyredemiyorum..bir iki dizi bakıyordum fakat, onlarda 
						hiç bitmediği için sıkılıyorum....bol bol müzikli 
						program izliyorum..aslında, bir tek şarkıyı bile ezbere 
						söyleyemem biliyor musun?.. hatırlamıyorum.. çünkü ben 
						inanılmaz bir dalgınım..arada belgesel bakıyorum ki,her 
						zaman- eski uygarlıklar tiryakisiydim…hala en çok onları 
						seyretmekten hoşlanıyorum..tüm dünyadaki gelmiş geçmiş 
						uygarlıkların hemen hepsi; neredeyse  aynı ritüellere 
						sahip ve anlattıkları hikayeler de üç aşağı beş yukarı 
						aynı..yorum ve anlayışları bir tek farklı.. 
						
						başka… evime iki yıldır gazete ve dergi 
						girmiyor..eskiden,her gün gazete okumazsam 
						huysuzlanırdım ..bu sanatsal masalıma ilk başladığım 
						hafta, ön çalışma için tv de gezindim.Sana daha akıllı 
						gözükmek için yaptım..haberleri açtım, sadece on dakika 
						dayanabildim, olmadı..başka şeylere baktım..hiç yeni bir 
						şey yok inan..ben eskilerle de idare 
						edebilirim,kapasitem az ne yapayım....kap küçük…bu 
						bağlamda bana yetiyor onlar...dolayısıyleee, anladım ki; 
						gazete okumadığımda ve haberleri izlemediğimde ,dünyada 
						ve ülkemdeki haberlerden haberdar olmadığımda hiç bişi 
						değişmemiş..her şey aynı tas aynı hamam devam ediyor 
						..ve olaylar üzerinde benim hiçbir önemim yokmuş:)..ben 
						olsam ne olur, olmasam ne olurmuş.. şimdilik, yerlerde 
						sürünen genel aktüel- asosyal yapım hakkında bu bilgiler 
						yeter..cehaletimi tescilledim.. tüm kınamalara açığız  
						yani..o yüzden yazdıklarımdan mesul değilim..artık kimse 
						takmaz nasılsa..sonra, gene bu konuda Sana yazarım… 
						
						sinemaya gideceğim.. 
						çocuklar avatar a gideceğim için çook 
						sevindiler.yemek yaptım.. bir sürü sebze yemeği..Ayşenur 
						,dört tencere yemeğin kapaklarından bakıp şunu 
						dedi:”yenebilecek yemek neden yapamıyorsun anne ,yaaa?!!..”hiç 
						birini sevmiyorlar ve kimse yemeyecek biliyorum..ama o 
						sebzeler, eve, ben yokken gelmişler:)..kerevizi 
						hazırlarken inanılmaz “kereviz kereviz” kokuyor, çok 
						acaip oluyorum..ilk kez.. neden?... gülüyorum:)portakal 
						ve mandalina suyu ile pişireceğim bak, o zaman güzel 
						olur diyorum..neyse dalgın olduğumdan,4-5 saat sonra eve 
						döndüğümde yanık kokusu ile mutfağa 
						girdim..kerevizlerimi en kısık ateşte unutmuşum 
						tabii..ve taaaa tepesine dek kuruyup yanmışlar:)çocuklar 
						kömür olmadan kapatmışlar..kornflex yemişler..ertesi gün 
						hamburger ve patates kızartması yaptım ..herkes memnun 
						oldu..yemekte; daha vizyona girer girmez izledikleri 
						“avatar” filminde ne hissettiklerini sordum..hiç bişi 
						hissetmemişler..saçma bulmuşlar..çok şaşırdım..bunlar 
						benim çocuklarım mı dedim:)üstelikte sanatçı olacaklar 
						inşallah, ilerde tabii.. 
						
						en son geçen sene  
						sinemaya gitmiştim..avatar filmini etrafımda neredeyse 
						seyretmeyen kalmamış..zaten her konuda çok geri 
						kalmışım.. bu kadarı ayıp deyip, bende görmek istedim.. 
						ve tabii gördüm..hemen masalımın bu bölümü için 
						hayatıma bağlandığını  anladım.Sana hissettiklerimi 
						yazacağım, film gibi olacak.. yani 
						üç boyutlu..içimdeki 
						içimde :)Sen yani.. 
						bir 
						varmış bir yokmuş..insan evladı denen gök insanları 
						acaip zekileşmişler..tüm paralarını-zamanlarını, 
						beyinlerini tüm kapasite kullanmak üzere 
						harcamışlar..latif ve böyle çok boyutlu pc leri varmış 
						ki, muhteşemmiş.. dünyada taş üzerinde taş bırakmayıp; 
						oymadık  yer,çalmadık hazine ,ağlatmadık masum,halt 
						etmedik namus bırakmamışlar..yeter mi? o tam kapasite 
						çalışan insanın beynine bu..yetmemiş tabiii..Allah 
						herkesin Allah’ı ya.. çalışana isteyene veriyormuş 
						...sadece kendilerine gelişen bencil beyinleriyle,  
						sadece kendilerine müsülman olmuşlar bu insanlarda 
						..halbuki teknoloji için harcanan paranın çok küçük 
						miktarını, diğer insanlık için harcasalarmış; dünyada ne 
						yoksulluk kalırmış nede hastalık.. sanki o ahir zamanın 
						hali,sadece bana, hep bana, ya banaymış..….ben tek im 
						diyorlarmış hep..- teklikte kalakaldıkları içünde , asla 
						biriz- birim diyemiyorlarmış tabii..orada takılmışlar 
						yani.. 
						
						öyle zekilermiş ki teknoloji manyağı olmuşlar.. artık 
						insan üretebiliyorlar, 
						kendilerini de uyutarak -rüya kanalıyla(gel de gülme- 
						mistik yani) bu  biolojik robotlarına 
						aktarabiliyorlarmış..yani bedenler ayrı mekanlarda 
						olsa da, zihin ortak çalışıyormuş..ruh aktarımı gibi 
						sanırım ..yani böyle anlayabildim..burası Oborjinler den 
						alınmış sanki..çünkü Oborjinler rüyaya inanıyorlar..bu 
						filmde tüm öğretilerden, tüm uygarlıklardan alıntılar 
						var..çizgi filmlerin en gelişmiş versiyonu ve 
						muhteşem..belgesellerin hayatımıza kattığı 
						görselliği-ilmi  fark ediyoruz..çünkü mikrodan makro ya, 
						geçmiş dino türlerine kadar tüm bitki ve hayvanatı 
						görmek mümkün…mesela mikro organizmadan sürüngene- 
						oradan dinozora- oradan tüm hayvani huyları barındıran, 
						tüm alemi kendinde cem eden insana - Hindistanlılar için 
						efsane varlık mavi kaplana- oradan anka kuşuna kadar-bir 
						şeyin her şey biçiminde gözükmesi evrimi bile var..her 
						şey asıllarına uygun olduğu içün de, bir kere daha 
						muhteşem tabii..itiraz edeceğim, bu böyle değil 
						diyeceğim sahne yok natüralizmde mesela..denizlerin 
						dibindeki tüm mikro organizmalar latifler.. lakin 
						ışıklarını da kendileri üretiyorlar değil mi?daha 
						doğrusu ete kemiğe bürünmedüklerü içün, ışık dışarı 
						sızıyor belki de..ben en çok,  geceleri tüm 
						bitkilerin kendi ışıklarını verdiği o sahneleri sevdim.. 
						birde o ağacın köklerini tabii..büyüleyiciydi ve 
						anlamlı…kendi 20  yıllık rüyamı hatırladım..sadece bir 
						ağacın köklerinden zorla koparılıp uyandırıldığımı 
						hatırlıyordum..ama nasıl acı çekiyordum anlatamam..hiç 
						durmadan belki bir hafta ağladım..ve o koparılmışlık 
						acısı aylarca sürdü..sonra buna yakın, bir kez daha aynı 
						acıyı yaşadım…şimdi içime bir şey geldi..hüzün…iki 
						ağaç..lütfen!!…burada hatırladığım ayeti yazmama gerek 
						yok tabii.. 
						
						artık kendi ülkeleri kendilerine yetmeyen, tüm beyin 
						hücreleri tam kapasite çalışan gök insanları, bir 
						uygarlığın peşine düşmüşler meğersem..bunların adı Na’vi 
						ler miş..mavi renkli dev ebatlı,narin,insan ve değişik 
						hayvanların kombinasyonu Na’vi ler 
						kocaman 
						bir ağaçta yaşıyorlarmış..ana 
						mekan ağaç mış..ve burası sanki cennetmiş..onların 
						hiçbir teknolojiye ihtiyaçları yokmuş…beyaz adam ve 
						teknolojileri umurlarında bile değilmiş..  zombi 
						beyazlar(bu alemden yükselememiş ölüler),  illa size 
						medeniyet getireceğiz, sizi özgürleştireceğiz:) 
						diyorlarmış.. her zaman ki gibi..biz size yaşamayı 
						öğretecez..nasıl, insan insanlıktan çıkartılır, 
						göstereceğiz diyorlarmış yani..Na’vilerin 
						ise hiçbir şey öğrenmeye niyetleri yokmuş.. çünküüü tek 
						yapmaları gereken şeyi biliyorlarmışşşş..söz 
						dinlemek-ZÜLFÜ YARE BAĞLANMAK-DOKUNMAK- yani fişi prize 
						takmayı başarmak..işte, ne dilerlerse -o şeyle –o 
						niyetle fişi prize takarak yani rabıta kurarak, aynı o 
						şey gibi hissedebiliyorlarmış ve o şey de kendilerini 
						hissediyormuş ..böylece ikisi bir olup, bir hareket 
						edebiliyorlarmış.. çünkü tüm varlık insana secdeyle 
						yükümlüymüş değil mi?gören gözü- tutan eli 
						misali.. 
						ve 
						bu Na’vilerin yaşam ağaçlarının altında, gök 
						insanlarının göz koyduğu bir cevher madeni varmış..işte 
						kıyamet buradan kopacakmış… savaş bölümünü 
						yazmayacağım..umurumda değil..ama kan olmadığı için bu 
						savaş sahnelerinden hoşlandım..çizgi filmlerdeki 
						,çocuklarımın da sahip olduğu, o oyuncakların 
						görüntüsünden de..ben,başka türlü anladıklarımı 
						yazacağım tabii..ağacın olduğu o mekan bana, Kabe’yi 
						hatırlattı..Kabe’nin altıda ve civarı da saf volkanikmiş 
						..ley hattı diyorlar ya...ve tam arkası Bermuda Şeytan 
						Üçgenine denk geliyormuş..öyle okumuştum eskiden..ve 
						Kabe, pek çok kere yıkılıp yakılmasına- seller basmasına 
						rağmen, kimse temellerine dokunamamış....işte o ağaç da, 
						onların Kabe’leri gibiymiş..etrafında muhteşem zikirler  
						yapıyorlarmış..ağacın kökleriyle esas rabıtayı kuran 
						şaman kraliçeymiş..ondan gelen bildirileri uygulayan 
						hüküm sahibi ise kocası kralmış..orada, eskiden, birkaç 
						yüzyıl evvel sanırım, yaşamış büyük simurgun kemikleri 
						varmış..kutsalmış..o zamandan sonra,bir daha hiçç 
						gelmemiş..(gerektiğinde çıkıp gelen yenileyici misali) 
						
						İşte Na’vilerin bir de dua 
						ağaçları varmış..böyle latif ..kendinden 
						ışıklı..saçlarının zülüflerini, onun dalına 
						doladıklarında; saç ile dal birleşerek, bağ-rabıta 
						=ayakkabınızın bağını bile rabbinizden isteyinizi 
						kuruyorlarmış..burada 
						beni etkileyen sahneyi Sana yazacağım..Nefesi 
						tabii..Seni..ama bu film çok edebli biliyor musun.. 
						
						Zat’ını tefekkür etmemiş..sadece onu sezdirmiş..esas 
						kız, esas çocuğa dua ağacını tanıtıyor..saçlarını dala 
						sardırıyor çocuk… ve sesleri duyuyor..nasıl biliyor 
						musun? muhteşem..kız diyor ki:onlar atalarımızın 
						sesi..O’nun nefesinin içinde hala yaşamaya devam 
						ediyorlar..bizi görüyorlar ve duyuyorlar..onlara 
						buradan ulaşabiliyoruz..ben, altında koştuğum o 
						celali nefesi hatırlıyorum..tüm bedenim sarsılıyor..O 
						Nefese katılan Evvel Zamanımın sesini ve diğer bildiğim 
						sesleri hatırlıyorum..Nefeste hükmü yürüyen Seni 
						anıyorum..filmi, hem beynimle, hem bedenimle, hem kalbimle 
						izliyorum..bedenim ürperdiğinde kalbime 
						yöneliyorum..kalbim ürpertiyorsa onu tefekkür 
						ediyorum..bu bölüm; güzel zannımca, hu yu 
						anlatıyor..tarafsız olanı yani..
 birde Evvel Zamanımın sık sık anlattığı bir anısını 
						hatırlıyorum nedense:annem evliyadandı..bir defasında 
						saf ışık halinde gelmişti..ışıktan bakamıyordum..ona bir 
						şey sordum ..şöyle cevap verdi..”evladım, aldığınız 
						nefesten haberim var..”
 
						
						bir sahne:gök 
						insanı esas beyaz çocuk ve Na’vi esas mavi kız ki, 
						gelecekte şaman o olacak.. karşılaşıyorlar..kız,mahrem 
						alanlarına girdiği için, yayını geriyor.. bu ok ve yayı 
						tefekkür edeceğim..iki 
						yay aslında= yay ve kiriş..şu an ikisi bir.. henüz 
						ayrılmamışlar yani..biri aslı- biri gölgesi..maddesi ve 
						manası sanki.. bu ikisi bir olanı, yayı ayıracak had 
						bilir- bir ok(gözbebeği-IŞIĞI- değerinde olan kişi) 
						lazım..haddi haddiyle ayırıp -okla çocuğu vuracak ….hıımmm..bak 
						ne gelmiş..bir latif telek..sanki en 
						derinlerde yaşayan deniz anası gibi ince ve nariinnn…öyle
						beyaz bir tülll..mini cibinlik gibi..gelip 
						okun en ucuna konmuş..işaretmiş bu.. ve kız= oğlanı 
						vurmamış.. sadece kalbinden vurulmuş:).. ilerde bir 
						sahne.. kız oğlana yine kızdığı bir vakit ve onu yine 
						öldürmeye çalıştığında: bir anda o latif tüylerden bir 
						sürü gelip, esas oğlanın başına omuzlarına konmaya 
						başlamışlar…çok hoş bir görüntü ..insanı duygulandırıyor 
						aslında…kız :onların ,yaşam ağacının en derin köklerinde 
						yaşayan, en latif ruhlar olduğunu söylüyor..oğlanı 
						sevmişler yani ve koruyorlar…anka 
						dan simurg a dönüşeceğinin işareti bu aslında…has kul 
						olacakmış ..yani..sevgili…. 
						
						şaman Annenin testinden 
						başarıyla geçen beyaz çocuk için:kral Babası, kızına bu 
						iyi kalpli beyaz adamı eğitmesi için görev veriyor..kız, 
						çocuğa her şeyi öğretiyor..ve aynı eski zaman 
						insanlarının yetiştiğinde, isim alması gibi, çocukla 
						belli aşamaya gelince  kaf dağına 
						gidiyorlar..çünkü orada yaşayan herkesin bineği  bir 
						anka kuşu.. 
						kız, 
						çocuğa taktik veriyor…”seç birini” diyor..”ya sen 
						seçersin yada o seni seçmiştir” ..çocuk:”nasıl 
						anlayacağım beni seçtiğini” ..kız: seni seçtiyse 
						eğer,seni öldürmeye çalışacaktır diyor..ve 
						gerçektende çocuğu seçen anka kuşu, onu öldürmeye 
						çalışıyor ama çocuk, onu yeniyor ve saçını onun zülfüne 
						takarak bir oluyorlar.. anka, sadece ona ait oluyor 
						..artık dilediği yere özgürce uçabiliyor…burası bana ne 
						düşündürdü biliyor musun?..Haybabamın, ben çoook 
						küçükken anlattığı: Hz Musa’nın o dövüştüğü adamla olan 
						hikayesini…onun anlattığı ve hiç unutamadığım.. beni o 
						zaman etkileyen iki hikayeden biridir  bu mesela…ertesi 
						gün yolda yürüyordum.. bir arkadaşım, beni ısrarla 
						kahveye davet etti..gittim..bir rüya görmüş..kağıda 
						yazmış..gülüyorum..iki adamın dövüş hikayesi ve nedeni 
						var rüyada..yormam yasak ya, o yüzden yormuyorum..ama 
						inceliğin için sonsuz teşekkür ediyorum.. 
						
						Zat’ı A’li ..sıfatlarda, tüm terennüm sanırım:).. 
						
						başka ne vardı filmde..tabiatla ,eşyayla uyum 
						vardı..ahenk ..ritim yani..sanki film, Kelime-i 
						Tevhidi anlatıyordu..La ilahe illallah diyen gök 
						insanları ve Muhammedünresulullah diyen na’viler gibi..Allah 
						herkesin Allah ı tabii…ama ya Sevgili….olaylar son 
						noktaya gelinceye dek böyle- ilk cümlede 
						seyrediyorlar….aç gözlü beyaz insan:korkak yürekli 
						olduğu için, en gelişmiş çelik zırh robotlarının içinde, 
						bu cenneti talan ediyor..her şeyi yakıp 
						yıkıyorlar…krallarını öldürüyorlar.. beyaz 
						adamlar,kraliçe şamana soruyorlar: neden yüce ruhun 
						yardım etmediğini?…gelen cevap çok derindi..”çünkü o 
						tarafsızdır diyor kraliçe..taraf tutmadığı içinde 
						herkesin koruyucusu ve rızkını vericisidir..”…işte o 
						varlık ağacını bile yıkıp yakıyor canavar- beyinsiz 
						beyinliler…bir sürü olay oluyor..orman talan ediliyor..na’viler 
						yenilmek üzereler..ama beyaz çocuk öyle bir aşık ki 
						,anlatılamaz..artık oda bir na’vi olmak istiyor..ve 
						yardım etmek-hizmet etmek istiyor..ve şaman anne ona 
						izin veriyor..çocuk dua ağacında dua ediyor..burada
						tevhidin ikinci cümlesine 
						geçiyor bence..tarafsız olan  yaşam aşk- zülfü yare 
						dokunan hislerden dolayı birden taraf oluyor..Hakikat-i 
						Muhammedi uyanıyor yani..çocuk,ölmek üzere 
						aslında.. gidip geliyor..onu ve avatarını ağacın 
						köklerine yatırıyorlar..beyaz incecik zülüfler onu 
						sarıyor..artık o bir na’vi olarak diriliyor..ve
						tabii o dirilince birkaç 
						yüzyıldır uyuyan kızıl ejder misali -30 kuş-dev kızıl 
						simurg da ortaya çıkıyor..adı truko marco gibi bir 
						şeydi..ama benim için Turuk-u A’li yani bu 
						yoldaki tüm erenlerin nefesiydi..işte onunla bütünleşen 
						çocuğun idaresinde ,orman canlıları ve na’viler 
						beyaz teknolojik zalimleri yeniyorlar..böylece 
						Attar’ın Mantıkut Tayr’ı hayat buluyor ve tüm 
						tefekkür düşünceleri kanatlanıyor..tutana aşk olsun:)…. 
						
						Şimdi de nihayetinde ne anladığımı yazacağım..bir kere 
						senaristi tebrik ediyorum.. konunun hemen çoğunun, onun 
						rüya aleminden yansıdığına inanıyorum…benim böyle renkli 
						rüyalarım neden yok diye hayıflanıyorum .... 
						
						akıl ile kalbin savaşıydı bu,zannımca tabii..ruhun ve 
						nefsin..teslimiyetin ve direnişin..çünkü gündüz insan 
						uyanıktır ve aklı ile düşünür..oysa geceleri uyur ve 
						teslimdir..hiç bir iradesi yoktur..ve aslında aynı olan 
						madde ile mananın.. 
						en 
						gelişmiş makine uçaklarla- Ankaların savaşı çok 
						hoştu..şunu anladım esas..teknoloji inanılmaz 
						gelişiyor..bize sanal rahatlıklar yaşatıyor.. 
						oysa
						gelişen sadece makinelermiş 
						meğerse.. biz insanlığımızı makinelere satmışız..makinelerin 
						hayatımızı  kolaylaştırdığı ve bizi kendisine tutsak 
						etmesi hasebiyle; duyularımızı,hislerimizi 
						yitirmişiz…kendimiz olmayı-bir başkası olmayı 
						unutmuşuz..her yanı kablolu,her an bir makineye 
						muhtaç hale dönüşmek üzere olduğumuzda aşikar…ilerde 
						çiplerle bize komuta edecek canavarların halini gördük 
						aslında bu filmde.. 
						
						na’viler, bizim mana 
						halimizdi..rüyalarımız-hayallerimizdi belki de..bir gün 
						gelecek bizim rüyalarımızı,hayallerimizi,hatıralarımızı 
						da yok etmek ,silmek isteyecekler demek ki..neden?çünkü, 
						bugünkü egemen güç olan devletlerin; mistik geçmişi olan 
						eski devletler gibi hatıraları ,ritüelleri, anıları, 
						bağlantı kurabilecekleri bir inançları yok..en 
						büyük güç bu bağ aslında..inanmak yani…ve 
						hakiki imanın karşısında hiçbir maddi güç duramaz bunu 
						da çok iyi biliyorlar..aynı Ebu Cehil’in zamanında 
						“hikmetin babası” olması, ama bildiği halde kibrinden Hz 
						Rasul’u kabul etmemesi gibi..tıpkı Fravunun, Hz Musa’nın 
						peygamber olduğunu çooook iyi bilmesi gibi.. geceleri, 
						Hz.Musa’nın Rabbine dua etmesi gibi..şeytanın tüm 
						ilimlere sahip olup- edebsizlik etmesi gibi..bilerek 
						ademe secde etmemesi gibi..herkes güç peşinde demek 
						ki…asıl güç ise makinelerde değil..gönüllerde..çünkü 
						onlar gönüllerde yaşıyor..burada da Haybabamın 
						vitrinine yapıştırdığı şiiri bir kere daha anmam lazım 
						bence.. 
						
						
						SANSÜR 
						
						
						Sessizce 
						düşünsek duyacaklar bir günOlmazları 
						olmuş sayacaklar bir gün
 Onlar bu vehimle 
						ellerinden gelse
 Rüyâlara sansür 
						koyacaklar bir gün
 (Arif Nihat Asya)
 
						
						
						sinemadan çıkıyoruz..alışveriş merkezinde; Da Vinci’nin 
						icat ettiği maketlerden sergi var..vakit yok.. 
						gezemiyoruz..bir tek,kapıdan çıkarken sergilenen 
						pervaneye bakıyorum ..buda yeter benim için..onun 
						konusunun ilk başlığı her şeyi anlatıyor.. onu buraya 
						yazmak için not ediyorum.. 
						
						
						PERVANE 
						
						
						Sonsuz güvenleri onları gökyüzüne uçururdu.. diye yazmış 
						Leonardo..ancak, kendiside, insanların kanatlanması 
						için, elinden gelen her şeyi yapmıştır..……………….
 
						
						ve sonraki gün..Tijani 
						Hoca,  ülkesine dönmeden tek taş alyans sınıfına 
						tekniğini anlatmaya geldi.. arabada, bize, hayatından 
						kesitler anlattı..arkadaşım tercüme etti....Tibet’e 
						yakın bir yerde medresesi varmış..Çin’de, havalimanından 
						oraya tren ve otobüslerle 7 günde gidebiliyormuş…bazen 
						de yürümek lazımmış..hep okuyormuş..çok kalabalık olduğu 
						için araçlarda nadiren oturulabiliyormuş..ben, onu 
						derste izledikten ve olaylara bakış açısını gördükten 
						sonra şunu anladım mesela..hepimiz tasavvuf adına hep 
						havalarda uçuşuyoruz..kimse yere konmaya niyetli değil..laf 
						çok ama amel hiiç yok..amel eden biri gördüğümüzde 
						ve bizi harekete geçirmek istediğinde ise, toptan bayrak 
						açıyoruz..çünkü bizzz!!:) sadece laf salatası 
						seviyoruz değil mi?..kimse bizim kahve köşesi 
						memleket-din kurtarma ağzımızı düzeltemez...bizim 
						ülkemizde; bir camide, O’nu çok incitmişler..namaz 
						kılarken başına sarık takmıyor ve onların cemaate mensub 
						değil diye tabii..ne aptalca..”ne zaman memleketine 
						dönüyorsun..burada çok görür olduk seni” demişler..ne 
						ayıp değil mi?Tijani Hoca, aynı sorunla eskiden ders 
						verdiği başka yerde de karşılaşmış..hani biz müminler 
						kardeştik? neden bu yol-mezheb ,şucu bucu ayrılığı? 
						diyor…biz Muhammediyiz diyor..kendisini Kur’an 
						öğretmeye adamış bu kişinin yaşadığı yeri görmen 
						lazım..insan nasıl utanıp üzülüyor bilsen..ben isterdim 
						ki bu muhterem kişi layık olduğu hürmeti, çok sevdiği bu 
						ülkede görebilsin..bunu neden yazdım?.. çünkü, bunun 
						Senin elinle olacağını gördüğüm rüyadan anladım:)çook 
						teşekkür ediyorum..Seni seviyorummm.. 
						
						günlerden cuma..anaokuluna şiir dinletisine 
						gidiyorum…çocuklara  cumhuriyetin ilk dönem şairlerinin, 
						acaip zor şiirlerinden öğretmişler..çocuklar çok zeki, 
						çok uzun satırları,o zor cümleleri okuyorlar…ilk şiir 
						“hoş geldiniz”. Elif okumak 
						istemiyor..alkış-alkış..yok.. canı istemiyormuş..daha 
						sonra okurum diyor..sıra ile çıkıyorlar sahneye..arkada 
						perdeden sözler yansıyor..çünkü çocukların ne söylediği 
						pek anlaşılamıyor ya, o bakımdan:)..bu 6. Yaş 
						sınıfı..Ferah Bahar  bir film yıldızı edasıyla sahneye 
						çıkıyor ..yarabbim bu kime çekmiş:) ..ben 20 li 
						yaşlarımın sonunda insanlarla konuşmaya başlamıştım 
						halbuki..okuduğu şiiri yazacağım..adı memleket 
						isterim…bana bir dua gibi geldi..Sen amin dersen  
						olur inşallah..onu bu masala nasıl bağlarım diye 
						düşünmeme gerek yok..Bahar M harfini 
						söyleyemiyor:)memleket yerine Hemleket isterim 
						diyor..masalımın başındaki niyete denk düşüyor..Hz.Hatice annemiz ve Hz. Efendimizin aşkını” Ha- Mim” 
						harflerinde,7 Hakikati Muhammediyi yani Himmeti 
						Muhammedi ile arayacaktık ya..bu bağ bana yeterde artar 
						zaten.. 
						
						
						Hemleket 
						isterim Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
 Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
 
						
						Memleket isterim Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
 Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
 
						
						Hemleket isterim Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
 Kış günü herkesin evi barkı olsun.
 
						
						Memleket isterim Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
 Olursa bir şikayet ölümden olsun.
 
						
						
						CAHİT SITKI TARANCI 
						Daha 
						sonraki günlerden birinde bir tören varmış..çocuğu da 
						davet etmişler..ama o gitmemeğe kararlıymış..sabah 
						Haybabamlı bir rüya ile uyanmış..öğlen organizasyonda 
						görevli yeğeni de :erken gel,çok kalabalık olacak 
						demiş..çocuk da gitmiş tabii..yer kalmamış 
						neredeyse..tam o esnada yeni tanıştığı Osmanlıca 
						Hocasını görmüş..onunla ve taaaa başka bir şehirden, 
						davete gelen neyzen çocuk Ozan’la ve diğer aile efradı 
						ile oturmuşlar..Kabe için yapılan eserlerden bazılarına 
						özel ödül vermişler..küp şeklindeki Kabe’yi ,99 esma ile 
						tasarlamış biri çıkmış..onun anlattığı ve anladığı; O, 
						99 a 1i ,çocuk çok farklı anlamış mesela..ve herkesin 
						ayetlerden-hadislerden ne kadar sınırsız anlamlar 
						çıkartacağını ve bunun ne büyük bir cömertlik olduğunu 
						bir kez daha idrak etmiş..Neptün Misali Hoca da ödül 
						almış..birde Ali Ulvi Kurucu Amcanın yetiştirdiği 
						–beraber gezdikleri yeğeni....oda dostlarını tek tek 
						sayıp teşekkür etmiş.. 
						
						birini tanımış o esnada..adı Salahaddin’miş..80 
						yaşında..gözleri acaip parlıyormuş..çocuğa: beni 
						bırakma.. beni de aranıza alın demiş..ve öyle acaip 
						şeyler anlatmış ki..çocuk onun gözlerindeki ışığa 
						bakıyormuş..”ben, sizi neden sevdim ki” demiş 
						çocuk..Adam:sen, beni sevmedin ki.. benim kelimelerimi 
						sevdin demiş..”doğru” demiş çocuk gülerek..O, çocuğa 
						tanıdık gelen, Mahmut amcasının kelimeleriyle 
						konuşuyormuş…ve Hüsameddin Hz.lerinden 
						bahsetmiş..ismimi, O’nun sır katibi koymuş..” fakat ben, 
						anneme gelmeden ,hatta  babama gelmeden çok evvelde bu 
						isimleydim” demiş…Ehl-i Beyt-i anlatmış..İbrahimiliği..çocuk 
						bir şeyler demiş..tüm sevinciyle Adam:ben görevliyim 
						inan.., senle sonsuza dek yaşarım,nereye dersen gelirim 
						diye de eklemiş..kardeşleri,çocuğun kulağına :uzak dur o 
						meczub demişler..bu sözleri bir meczub nasıl 
						söyleyebilirmiş ki..bir yere gideceklermiş. Adam da 
						geliyormuş tabii..yavaş yavaş ortaya çıkıyormuş ki Adam, 
						herkesi tanıyormuş:)..bir ara araba beklerlerken Adam, 
						çocuğun gözlerine öyle bir bakmış ki.. çocuk o cezbeli 
						yakıcı ışıktan korkmuş..gözlerini aşağı indirmiş…salavat 
						getirmiş.. sevdiğinin ismini anmış…ona kimsenin 
						yaklaşamayacağını içinden tekrar etmiş.. 
						
						gittikleri yer..inanılmaz bir yer..kimse kolay kolay 
						gitmez derler ya, öyle sanki.. tabii gece yarısı..ama 
						full dolu..burası çok bereketli bir yermiş..800 civarı 
						çocuk okutuluyor ve her gün bedava aş çıkıyormuş..bir 
						zaman sonra, ev sahibi gelen misafirlerini odasına 
						almış..Haybabamın  bu dostunu, ikinciye görüyormuş 
						çocuk..ilkinde inanılmaz ağırlık bastırdığı için uyuya 
						kalmış.. tam kapıdan çıkarken uyanmış..bu sefer 
						uyanıkmış..nasıl aynılarmış hayret..öyle teknolojiye 
						düşkünlükleri,konuşmaları,anlatımları,davranış 
						biçimleri.. nasıl oluyor ki.?çocuk Haybabamla 
						hocalarınız aynımıydı ,nasıl bu kadar benziyorsunuz ki? 
						diye sormuş…ev sahibi çok eğleniyormuş:birbirlerini 
						sevenler aynı olurlar deyip hikayeler anlatmış..Haybabamın,” 
						keramet ondan açıkça gözükür “dediği bu kişi, dükkanını 
						açma duasını anlatmış..ve dükkanın nasıl deveran 
						ettiğini de..öyle sıradan ve basit anlatıyormuş ki ,hiiç 
						üstüne alınmıyormuş…öyle komik öyle mizahi bir anlatımı 
						varmış ki, hep iki büklüm- gülerek dinlemişler..O’nun 
						bazı özellikleri varmış..çocuğun başının üzerine 
						ellerini koymuş ve şöyle demiş:yağmurlu havalarda sakın 
						dışarı çıkma..iki omuz başında ağrı-ağırlık  
						başlamış..kendine iyi bak…kendini koru..bir şeyin yok 
						senin.hadi yerine.:)çocuk gecenin sonunda şunu 
						anlamış..birilerine zarar veririm, yada birileri bana 
						zarar verir tedirginliğiyle insanlardan kaçarak, 
						 aslında çook şey kaçırdığını.güzel insanların her yerde 
						var olduklarını..ve var olmaya hep devam edeceklerini de 
						tabii..çocuk,eve öylesine bağlıymış ki, onu evden atana dek 
						imtihanları sürmüş durmuş..ev zaafını bir nebze 
						yendiğinde, imtihanı kalkmış.. bu seferde evde duramaz 
						olmuş..çok komikmiş bu hali..Seni anlamam için bu 
						gerekli biliyorum..ama 
						ben hala çook ev-beyt seviyorum..bazen o evin beni içine 
						çektiğini hissediyorum..hem korkuyorum hem de çoook 
						istiyorum..Seni seviyorum..
 
						
						bir yerde gördüm..onu okuyunca da şunu anladım..Seni 
						seviyorum denmiş birine, yani sevgiliye, hesap kitap 
						sorulmaz değil mi?sadece sevgilim denir …. |