İnternette sörf yaparken bakın neye rastladım (http://www.wired.com/wiredscience/2010/03/new-hominid-ancestor/):
Sibirya’da 2008’de bir mağaradan çıkarılan fosilde, parmak kemiklerinin daha önce hiç rastlanmamış yeni bir hominid (insanımsı) türüne âit olduğu tesbit edilmiş.
Fosilin kemiğine DNA analizi yapılıp, gen haritası çıkarıldı. X-woman adı verilen canlının ne Homo Neandertalis’e ne de modern insanın atalarına benzediği sonucu çıkınca bilim dünyası şaşkınlık yaşadı.
Almanya’da Leipzig’deki Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nden Svante Pääbo ve Johannes Krause tarafından yürütülen araştırmaya göre parmak kemikleri bulunan canlı 48 bin ilâ 30 bin yıl önce yaşamış.
Kemiğin çıkarıldığı Altay Dağları’ndaki Denisova mağarası civârında daha önce bulunan fosiller, bölgede Homo Neandertalis’in ve ilk Homo sapiensler’in de aynı zaman diliminde yaşamış olduğunu gösteriyor. Svante Pääbo’ya göre bu üç insansı, yâni Homo Neandertalis, Homo Sapiens ve henüz ismi konmayan yeni tür, büyük ihtimâlle birbiriyle karşılaşmıştı ve Altay Dağları’nda komşuydular.
Hemzaman olarak da Endonezya’daki Flores adasında da Homo florisensis’ler ortalarda dolanmaktaydı (bu türün DNA analizi henüz yapılamamış). Bu hominidlere JRR Tolkien’in fantastik Ortak Dünya eserindeki hobbitler ırkına istinâden, hobbitler de deniyor.
Sonuçta, yeni hominid türüne ait mitokondriyal DNA’nın kimyasal yapısının modern insanla arasındaki farkların, modern insanla (Homo sapiens sapiens’le) Homo Neandertalis arasındakinden en az iki kat daha fazla olduğu tesbit edildi.
Johannes Krause, “Homo Neandertalis ile modern insanın atalarının arasındaki mitokondriyal fark bir tür ayrımını gösterir. Bu fark yeni tesbit edilen fosilde iki kat fazla olduğu için, bunun yeni bir türe âit olduğunu söyleyebiliriz” dedi.
Analizlere devam eden bilim adamları, derlenen bilgilerin bugüne kadar çizilen evrim haritasına yeni bir kol ekleyebileceğini söylese de, bu konu ihtiyatlı davranmayı da elden bırakmıyorlar.
Bugüne kadar antropologlar farlı dalgalar hâlinde anayurtları olan Afrika’dan göçlerle dünyaya yayıldıklarını düşünüyorlardı: Homo erectus 1.9 milyon , Homo Neandertalis 500.000 ilâ 300.000, Homo sapiens sapiens ise 50.000 sene önce…
Svante Pääbo’ya göre, bu yeni keşfedilen genetik sekansa bakınca, senaryo biraz değişiyor ve pek çok Afrikalı hominidin Homo Erectus’la aynı zamanlarda Asya ve Avrupa’ya göç ettikleri düşünülmeye başlandı.
Mitokondrial DNA nedir?
İngilizcesi olanlar http://ghr.nlm.nih.gov/chromosome=MT, http://ghr.nlm.nih.gov/handbook/basics/mtdna adreslerine bakabilirler; http://en.wikipedia.org/wiki/Mitochondrial_DNA da oldukça iyi bir kaynak.
Boyları 0.2-5 mikron arasında değişir. Şekilleri ise ovalden çubuğa kadar değişkenlik göstermektedir. Bazı hücreler tek bir büyük mitokondrion (çoğulu mitokondria) ihtiva etse de, çoğunlukla büyük sayılarda bulunurlar. Sayıları hücrenin enerji ihtiyacına göre değişir. Özellikle kas ve sinir hücreleri gibi enerji ihtiyacı fazla olan hücrelerde çok sayıda mitokondri bulunur. Bir karaciğer hücresinde sayıları 2500 civarına ulaşabilir. Bölünüp çoğalma özelliğine sâhiptirler.
Mitokondri nedir?
Mitokondri hücrede enerji üreten organeldir (organcık; hücrenin kendi organı).
Mitokondrilerin büyüklük ve şekilleri bakterilerinkiyle benzerlik gösterir. Kendilerine âit ribozom, DNA ve RNA’ları vardır. Mitokondri ribozomları yaklaşık olarak bakteri ribozomlarının büyüklüğündedir. Mitokondrial DNA bakterilerde olduğu gibi dairevîdir.
Bütün bunların önemi ne?
Bunlar Endosimbiyoz teorisine destek oluşturmaktadır; yâni mitokondrionlar (mitokondria) bir aerob (oksijenli ortamda yaşayan) prokaryotun (basit hücre) ökaryotik (hücrelerinin yapısından dolayı beraber gruplandırılmış bir canlılar grubu; ökaryotlar, bakteriler ve arkeler de dâhil bütün canlıları kapsayan üç ana gruptur) hücre içine girerek simbiyotik olarak yaşayamaya başlaması sonucu gelişmiş bir organeldir.
Prokaryotlar veya Prokaryota, bakteriler, mavi ve yeşil algler, riketsiyalar, aktinomisetler ve mikoplazmaların dâhil olduğu, gerçek çekirdek zarları ve hücre zarına bağlı bağlı organelleri olmayan, fosfolipid barındıran hücre duvarı ve tek helezonlu DNA molekülü hücre içinde serbest hâlde bulunan mikroorganizmaları kapsayan canlılar üst-âlemidir. Bu canlılarda organeller ve karmaşık sitoplazma yapısı bulunmaz. Mavi-yeşil algler çekirdeksiz hücrelerin en gelişmiş kolunu oluşturur. Hemen hemen hepsi kromozom olarak proteinle çevrilmiş çember şeklinde bir DNA zinciri içerirken, mitotik bölünme yapmazlar. Her hücrede haploit olan tek kromozom, açılarak bir hücrenin bir ucundan diğer ucuna hareket ederek kendini eşlediğinde, hücre bölünür. Evrim sürecinde, 2.5-3 milyar yıl önce, kese şeklindeki ilk hücrelerden evrimleştikleri düşünülmektedir.
Haydi, şunu vülgarize veya popülarize edelim, herkesin anlayacağı hâle getirelim…
4.1 milyar sene önce başlayan canlıların evrimi sürecinde, biz insanlar da dâhil olmak üzere, hücrelerimizin enerji temini problemini simbiyozis (karşılıklı menfaâte dayanan ortak hayat) yoluyla çözülmüş.
Daha da basit bir ifâdeyle, hepimizin hücrelerinde birer bakteri var (tıpkı büyük abdestteki E. coli gibi yâni) ve enerjimizi ondan temin ediyoruz!
Bunları yazmak nereden mi aklıma geldi…
Hani domuz hemoglobinli sigara filtrelerinin mubah olup olmadığı muhabbeti sürüyor ya!
Hani Diyanet İşleri Başkanlığı da fetvayı vermiş ya…
İşte oradan geldi. Maazallah Diyanet İşleri Başkanlığı kalkıp da ”mitokondriya haramdır” derse acep neyleriz?
Homoseksüalite için de “hastalıktır” dememiş miydi?
Azıcık endişelendim, çünkü insanlarda Mitokondrial DNA var…
Domuzlarda da Mitokondrial DNA var…
Mandalarda da,
Öküzlerde de,
Koyunlarda da…