Evrim (Tekâmül) fikrine katkıda bulunan islam ulemâsı

Prof.Dr. M.Kerem Doksat
 

-Ebu Osman Amr bin Bahr el-Cahız (776-869):

“Birinci dereceden metafizik ve ikinci dereceden fiziksel faktörler altında, türler, yeni türleri meydana getirecek kadar değişiklik geçirebilir. Bu değişiklikler sonunda, tamamen yeni türler ortaya çıkar”.

-Ebu Reyhan Muhammed bin Ahmed el-Biruni (973-1051):

“Canlılar suni seçim yoluyla evrimleşir ve evrimleşmenin ölçüsü ‘Tabiat ekonomisi’dir. Tabiatta bir iktisat vardır, başıbozukluk yoktur. Varlıkların evrimleşmesi ve çoğalmasını tabiattaki bu doğal iktisat gücü yönetmektedir”.

-Abdul Malik İbn Muhammed İbn Tufeyl (…-1186):

“Güneş ısı ve ışığı, su, toprak ve havadan meydana gelen uygun bir biçimdeki karışıma tesir ederek mayalandırabilir. Bu mayalanmış çamur hâlden hâle geçip nihâyet güzel bir şekil alınca, Allah ona ruh verir”. İbn Tufeyl, cansız maddelerin karışımından ve bu karışımın kimyasal evrimi sonucu ana-babasız meydana gelen ilk insanın tabiata nasıl uyum sağladığını Hayy bin Yakzan adlı eserinde anlatır.

-İhvan-ı Safâ Risâleleri (900-1000)

-Kınalızâde Ali Efendi (1510-1572) ve diğerleri…

EVRİMİ DARWİN’DEN YÜZYILLARCA ÖNCE İBN MİSKEVEYH BULDU

Biruni’nin çağdaşı İbn Miskeveyh (ölümü 1030), El-Favzu’l-Asgar adlı eserinde şöyle diyor:

“Yüksek âlemden inen nefs, yâni ruh (MKD: Burada mefhumlar karışmış, sonra ekle alırız), çeşitli dünya varlıklarında kendini göstermiş ve tekâmül ederek insanlık mertebesine gelmiştir. Bu yüce hayat eserini kabûl eden ilk varlık bitkidir. Aşağı düzeyinde bitki, tohumsuz ürer. Otlar gibi. Bunlar minerallerden, azıcık hareket yeteneğiyle ayrılırlar. Hayat eseri nefs, bitkilerde güçlenmeye devam  eder, gelişir, tohumla üreyen bitkiler meydana gelir. Bunlardan sonra köklü, yapraklı ve meyveli ağaçlar türer. Ağaçların ilk mertebesi dağlarda, çöllerde, adalarda kendi kendine bitenlerdir. Bunlar türlerini tohumla sürdürmekle beraber, ağır hareketlidirler. Sonra zeytin, nar, elma, incir ve benzeri gibi güzel toprağa, tatlı suya, ılımlı havaya ihtiyacı olan ağaçlar türer. Nihâyet evrim, üzüm ve hurma ağacına varır. Bitki, hurma ile tekâmülün son sınırına varmıştır. Hayvanla arasında çok benzerlik olan hurmanın erkeği dişisi vardır. Meyve vermesi için hayvanlardaki birleşmeye benzer biçimde tozlanması gerekir. Kök ve damarlarından ayrı olarak, hurmada temel bir organ daha vardır ki, buna bir şey oldu mu hurma ölür. Bu organ, toprağın içindeki baştır. Bu baş, hayvan beyni gibi görev yapar. Bu baş toprakta kaldıkça, hurmanın hayatı sürer. Hurma, bitkinin son, hayvanın ise ilk derecesindedir.

Bundan sonra azıcık hareket yeteneğine sâhip, köksüz yaşayabilen, yalnız dokunma duyusu olan hayvanlar oluşur. Irmak ve deniz kıyılarında bulunan sedef ve salyangoz gibi… Evrim devam eder, kurtçuklarda, kelebeklerde olduğu gibi duyu gücü artar. Hayat eseri nefs, evrimle güçlenir, köstebek ve benzeri gibi dört duyu sâhibi hayvanlara, oradan da karınca, arı ve gözleri boncuğa benzeyen, gözkapakları olmayan hayvanlara varır. Bunlarda henüz görme duyusu zayıftır. Daha sonra beş duyu sâhibi hayvanlar türer. Bunlar da derece derecedir. Kimi aptaldır, hisleri cevvâl değildir; kimi zekidir, hisleri lâtiftir; eğitilebilir, emir ve yasağı kabûl eder, sözden anlar. At ve doğan gibi.

Nihâyet evrim insan sınırına yaklaşmıştır. Hayvanlık mertebesinin sonu, insanlık mertebesinin başında maymunlar ve benzeri hayvanlar vardır. Bunlarla insan arasında az bir mesâfe kalmıştır. Burası atlanınca nefs, insan olur. Bu noktaya gelince nefsin boyu düzelir (MKD: Sırtı düzleşip dik durur demek istiyor muhtemelen) azıcık tefrik gücü, bilgi kazanma yeteneği oluşur. Kutup  bölgelerinde yaşayan bu ilkel insanlarla hayvanlar arasında büyük fark  yoktur. Bunlardan hikmet sadır olmaz, komşu uluslardan da bilgi öğrenmezler. Bu yüzden hâlleri bozuk, yararları azdır. Evrimleşen orta kuşaktaki (ekvatorla kutuplar arasında demek istiyor) insanlar, işte, gördüğün bu zekâ, bilgi ve beceri düzeyine gelmişlerdir” (MKD: Nereden biliyor acaba, Darwin gibi o da seyyahlık yapmış mı).

***

LAVOISIER KANUNU’NU ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ BULDU

Darwin’den (1809-1882) çok önce Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri (1703-1772) evrim tezini Ma’rifetnâme adlı eserinde şöyle özetledi:

“Varın yok olması, yokun var olması mümkün değildir. Var dâima var, yok da dâima yoktur. Var, bir mertebeden diğer mertebeye, bir hâlden diğer hâle geçebilir. Allah’ın emriyle felekler ve yıldızlar hareket edip dört unsur istihâle (transformation) ile birbirine karışmış, unsurların izdivacından, önce madenler, ondan bitkiler, hayvanlar vücuda gelmiş ve hayvan kemâlini bulunca insan meydana gelmiştir.

Madenlerle bitkiler arasında ara varlık mercandır. Bitkilerle hayvanlar arasında ara varlık hurmadır. Hayvanlarla insanlar arasında ara varlık maymundur. Zira cümle âzâsı, kıl ve kuyruktan başka içi dışı insana benzer. Ara varlıkların varlığının hikmeti şudur ki, her biri kendi mertebesinin aşağısından en yükseğine vâsıl olup, varlıklar mertebesi bir düzenle  sıralanıp, insan mertebesinde son bulur. Gâye, devr-ü zamanın tetimmesi, cihanın özü olan insanın meydana gelmesidir”.

Kur’ân tefsirinin çeşitli yerlerinde bu görüşe dikkat çeken M. Hamdi Yazır, şöyle der: “İnsanın şu veya bu hayvandan tekâmül etmesi, onun değerini düşürmez”.

Lavoisier’den (1743-1794) önce, Erzurumlu İbrahim hakkı Hazretleri, “varın yok, yokun var olamayacağını” ortaya koymuş, daha sonra Lavoisier kimyasal deneylerle bu görüşün doğruluğunu ispatlamıştır.

Einstein ise madde-enerji dönüşümünü göstererek bu görüşü bir ileri düzeye getirmiştir.

İbn Miskeveyh ve Erzurumlu’nun teorilerinde tabii ki birçok hatalar vardır. Ama Darwin’in teorisinde de birçok hatalar vardı. Darwin’in elinde olan imkânlar bu iki kişide olsaydı, onlar belki de daha iyi bir teori ortaya koyacaklardı (MKD: İmkân değil, metodoloji! Darwin seyahat etti, resimler çizdi, notlar tuttu ve tefekkür edip bir teori ortaya koydu; onun için müsbet ilme uyar. Diğer zevat ise tamamen teolojik ama o akıl yürütme silsilesi içerisinde rasyonel, ontolojik temelli tefekkür ettiler; onun için müsbet ilme uymazlar).

CÂMİ-ÜL AHBAR: ÂDEM İLK İNSAN DEĞİLDİ

Alusi’nin aktarımına göre, İmamiyye’den Cami-ül Ahbar adlı eserin sâhibi, bu kitabın beşinci bölümünde şöyle demektedir: “Atamız Âdem’den önce, her biri arasında bin yıl bulunan otuz Âdem gelip geçmiştir. Onlardan sonra elli bin yıl harap kalmış, sonra elli bin yıl yeniden şenlenmiş, sonra atamız Âdem yaratılmıştır”.

İBN BABVEYH, KİTABU’T-TEVHÎD

İbn Babveyh, Kitabu’t-Tevhid adlı eserine göre, Cafer-i Sadık şöyle demişti: “Siz sanırsınız ki yüce Allah atanız Âdem’den başka insan yaratmamıştır. Hayır, vallahi bin kere bin Âdem yaratılmıştır. Siz o Âdem’lerin sonuncususunuz”.

Muhammed Bakır ise şöyle demişti: “Bizim atamız olan Âdem’den önce bin kere bin yâhut daha fazla Âdemler gelip geçmiştir”.

ŞEYH-İ EKBER MUHYİ’D-DİN İBN ARABÎ

Bu zat, Fütuhat adlı eserinde, “Âdem’den kırk bin yıl önce başka bir Âdem’in yaşamış olduğunu” söylemektedir.

TOPARLAYALIM

Yukarıdaki alıntılarda, Müslüman mütefekkir ve âlimlerin, Kur’ân’da sözü geçen Âdem’in ilk insan olmadığını, Âdem’e gelinceye kadar binlerce insan soyunun gelip geçtiğini söylediklerini görüyoruz. Âdem’den önceki insanlar, anaerkil bir düzende yaşıyorlardı. Âdem, insanlığı anaerkil âile düzeninden ataerkil âile düzenine geçiren ilk insandır. Yâni erkeğin üremedeki yerini anlamış, kadının alanı olan tarıma da hayvanların evcilleştirilmesi sâyesinde el atarak onu eve kapamış, Âdem-Havva efsânesini kendisine dayanak yaparak kadını emri altına almış olan ilk kahraman-ata Âdem’dir. Böylece erkek, anaerkil dönemi tamamen unutturarak insanlığın tarihini ataerkil âileyi kuran Âdem ile başlatıyor. Ancak yukarda gördüğümüz Müslüman düşünürler, Âdem’in ilk insan olmadığını tesbit etmişler, fakat o çağda bilgi düzeyleri yetmediği için, bu olayın nedenini açıklayamamışlardı.

Bu olayların anlaşılmasından sonra, bâzı metafizikçiler artık evrimi kabûl ediyorlar.

“Fakat” diyorlar, “evrimin gâyesi, en şerefli varlık olan insanın meydana gelmesidir. İnsan meydana geldi ve evrim sona erdi. Çünkü oluşacak daha mükemmel bir şey yok”. Demek ki metafizikçi, bilimlerin ortaya koyduğu evrim olayını inkâr edemiyor, fakat evrimi  donduruyor. “Bundan sonra değişiklik olmayacak” diyor. Bâzı metafizikçiler ise, evrimi asla kabûl etmiyor. Örneğin Harun Yahya gibi bâzı şarlatanlar, İbn Miskeveyh, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri gibi Müslüman düşünürlerin evrimi bulduğunu gözlerden gizleyerek, evrimi Darwin uydurması olarak niteliyorlar.

***

Yukarıdakiler bana gelen bir e–mektuptan yorumlu nakil; muhtemelen o da bir yerlerden almıştır. Bizim İslâm ulemâsı bal gibi de çok isâbetli ve güzel lâflar etmişler. O din ikliminin icabı olarak da hep teolojik bir atıfları olmuş. İlk astronomik (astrolojik değil) gözlemleri, ilk sibernetik deneylerini ve robotları da aynı ulemâ hayata geçirmiştir. Ne zaman ki içtihad kapısı kapatılmış(!), ondan beri de iflâh olmamışızdır.

Darwin ise üç nesil öncesinden Yahudi iken, Katolik olan bir âilenin dâhi bir çocuğu. Dedesi Erasmus Darwin’in (haydi, bu zâtın mason olduğunu da ifşa edeyim ki, fakir ufuklular iyice komplo teorisi imâl etsinler) Kitab-ı Mukaddes’teki Yaratılış kısmını eleştirmesinden de çok etkilenmiş. Yobaz babasının baskısıyla zorla papaz mektebine şutlanmış, o da Galapagos’taki seyahate iştirak ederek zor kaçmış. Ne iyi de etmiş. Katolikler kızmasın ama MS. 325 yılındaki İznik Konsülü’nde Pavlos tarafından uydurulan bu din adına Batı’ya ve dünyaya edilmemiş fenalık kalmamıştır.

Neyse, konuyla doğrudan alâkası yok tabii de…

 
 

 

 

İstanbul - İstinye - 01.04.2009
M. Kerem Doksat
Professor of Psychiatry
Istanbul University
Cerrahpaşa Medical Faculty
Department of Psychiatry
Head of the Mood Disorders Unit

Neslim Güvendeğer Doksat, Çocuk Ergen ve Genç Psikiyatrisi Uzmanı  http://sufizmveinsan.com
doksat@superonline.com