Yaşamımızda
sürekli olarak farkında olmamız gereken bir olgu olarak faili
hakiki (gerçek fail) olan Allah’ın, varlık âlemi üzerindeki
kesintisiz tasarrufunun seyrine bir nebze değinmek istiyorum. Zira
bu müşahede, yaşam sisteminin algılanmasında ortaya çıkan algı
yanılsamalarını bertaraf edebilecek güçte ve özelliktedir. Öncelikle
fiil nedir sorusunu yanıtlayalım.
Fiil, bir mânânın,
beş duyuya hitap edecek şekilde açığa çıkmasıdır. Ortaya koyduğumuz
tüm anlam yüklü eylemler, 99 ilahi isim olarak özetlenen özellikler
bünyesinde oluşmakta ve varlık sahnesine bu suretle çıkmaktadır. Bu
noktada fiil ve mânâ bütünselliğinden söz etmekteyiz. Evren ismiyle
işaret ettiğimiz yapı dahi, külliyen bu ilahi özelliklerin açığa
çıkışından başka bir şey değildir. Yüce yaratıcı, varlık âleminde
hangi özelliğini ortaya koymayı dilerse o özelliklere uygun
suretlere bürünmek suretiyle, o suretin kendi şartları içinde
fiillerini izhar etmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken en
önemli husus, açığa fiil olarak çıkan tüm mânâ oluşumlarının mutlak
anlamda kemalden ibaret oluşunu fark edebilmektir. İşte biz bu fark
edişi, faili hakikinin farkındalığını yaşamak olarak niteliyoruz.
Allah’ın, faili hakiki olarak meydana getirdiği tüm oluşlar da
istisnasız bir hikmete dayalı olarak zuhur etmektedir. Biz onu
anlamsız ve hikmetsiz olarak nitelesek de sonuç değişmeyecek,
ilahi sistem gereği olarak oluşlar ve zuhurlar kemale doğru seyrini
sürdürecektir.”Tasarlayan ve Dizayn Eden Kim?” başlıklı
yazımızda, yüce yaratıcının, Sâni ismi gereği varlık
âlemindeki tüm sanatsal eserleri her dem vücuda getirmekte
olduğundan bahsederek meselenin bir yönüne değinmiştik. Açıklamaya
çalıştığımız farkındalık düzeyi ise bunun çok çok üzerinde bir
algılama kapasitesini ifade etmektedir. Zira faili hakikiyi müşahede
etmek ve Allah’ın gerçek fail oluşunun farkındalığını yaşayabilmek
demek, yaşamımızda farkında olduğumuz ya da olamadığımız tüm
oluşların ve olayların, tek mutlak varlık tarafından oluşturulmakta
olduğunu sürekli seyir hâlidir ve bu yönüyle aynı zamanda bir
hâldir, bir mertebedir ve bir müşahededir.
Tasavvufta ifade edilen ef’al âleminde meydana gelen tüm
fiillerin hakiki fâili olarak Allah müşahede edilir ve bu gerçek
idrak edilir. Bu müşahedede olan kişide de suçlama ve itham gibi
olumsuz tavırlar sona erer. Çünkü artık apaşikar olarak MUTLAK
FÂİL müşahede edilmektedir. Dolayısıyla yaşamımızda ne tür
fiil görürsek görelim, o fiili meydana getiren Allah ismiyle işaret
edilen mutlak varlıktır. Bu gerçeği günlük yaşamımızda
seyrederken gözden kaçırılmaması gereken husus ise Allah’ın
münezzehiyetidir. O’nun münezzehiyeti, kayıtsızlık ve sınırsızlığı
ifade eder. Yani, Allah’ı tüm oluşların yegâne oluşturucusu ve
ortaya koyucusu olarak müşahede ederken aynı zamanda tüm bu
oluşlardan ve kayıtlardan münezzeh olduğunu da değerlendirmeye almak
durumundayız.
Fâili Hakikinin
farkındalığını yaşamak bizde en büyük perde teşkil eden benlik
dediğimiz izafi benlik duygumuzu da ortadan kaldıracaktır. İzafi
benlik varolduğu sürece bu farkındalığı yakalamamız adeta
imkânsızdır sevgili dostlarım. Ne zaman bu perdeyi yırtabilirsek (eneden
hüveyi gösterebilirsek), o zaman bu seyir hâline geçmiş oluyoruz.”
Peki, bu farkındalığı yakalayıp yaşamak bize neyi kazandıracak?”
derseniz:
Öncelikle
yaşamımızda yorumsuz seyir özelliği ve yeteneği kazanarak olayları
objektif ve ön yargısız değerlendirebilme gücüne kavuşacağız.
Karşılaştığımız bir fena durum karşısında otomatik olarak fenâ
hâline geçerek karşımızdaki izafi varlıkta Hakk’ın zuhurunu
göreceğiz. Bu hal bizi olumsuz düşünce ve eylemlere karşı otomatik
olarak frenleyecek ve zararlı fiiller ortaya koymamızı engelleyecek.
İkinci önemli husus olarak her şeyi ve her olayı oluşturan olarak
ilahi özelliklerin açığa çıkış özelliklerini seyrederek bu seyrin
manevi hazzına ve zevkine ereceğiz. Birimlerin, Tek’in zuhuru
oluşunu fark ettiğimizde yargılama, hüküm verme, kınama, horlama ve
benzeri kötü hallerden arınacak ve karşımızda O’nu görmenin her dem
neşvesinde olacağız. Hangi yüzü görürsek görelim o yüzdeki ilahi
hatları okuyacak ve Allah’ın vechini müşahede edeceğiz… Zira insanın
yüzü,
Allah’ın
benzersizlik özelliğinin bir yansıması ve dışa vurumudur. İnsan harf
harf yazılmış, işlenmiş ve nakşedilmiş bir kitabullahtır vesselam.
Özellikle Hurufi inancında bu hususa önem verilerek dikkat
çekilmiştir.(Kaşlar, Kabı Kavseyn makamını temsil eder).
Onu tüm
fiillerimizde fark etmek suretiyle gerçekte birbirimizden farksız
olduğumuzu görecek ve yaşayacağız. Sistemi okuma noktasında büyük
bir mesafe alınmış olacak. Her şeyden de önemlisi, yaşam
serüvenimiz boyunca edindiğimiz tüm tecrübelerin, bilgilerin,
becerilerin, yeteneklerin ve kazanımların gerçekte bize ait
olmadığını ve bir hikmete binaen bize bir hibe olarak
kazandırıldığını fark ederek gerçek zenginliğe kavuşmuş olacağız.
İzafi benlik varolduğu sürece de bu farkındalık ne yazık ki
yaşanamayacak. Meseleyle alakalı son bir husus da “fiillerimizden
sorumlu muyuz?” sorusunun yanıtı. Elcevap: Sorumluyuz. Çünkü yaşam
sistemi gereği varlık âleminde ortaya konan her fiilin otomatik
sonuçları oluşmakta ve yaşanmaktadır ve bu bir realitedir. Onu
seviyorsan kendinden yüz çevir; hoşnutluğunu istiyorsan kendi
hoşnutluğuna göz kapa. Ta ki sen O’nda ölesin ve O sende yaşasın.
Oluşları olduran kudret azim ve hakimdir. Azamet ve
Hikmet sahibi olan Allah’ı tüm noksan sıfatlardan tenzih ederiz.
İzzet ceberûtundan, kuvvet ve kudret diliyle inzal olunan
gerçeğe tüm varlığımızla teslimiz alimallah… |