FARKINDALIKLARım  MUCİZELERim VE KERAMETLERimdir
MASALI-1-

Nur Cihan
 
 

Devran-ı  Zaman Rüzgar Gülüme…..
çocuk ağlayarak:yazdığım herkes gidiyor ..yazmaya devam edersem gideceksiniz diye korkuyorum..
Zaman:80 yaşındaki  ……nı  yazarsan gider tabii..15 yaşındakini yaz bakalım gidiyor mu?
15 yaşındakine  niyet ediyorum..ben;” ahh… evvett..artık tamam,yeter “diyene dek asla gidemeyecek olana niyet ediyorum. muhabbetle
J

Bir Var mış Bir Yok muş..herkesin içinde yaşadığı zaman kendi zamanı olduğu için çocuğunda İçinde Yaşadığı Zaman ı varmış..O Kapı da beklemek çocuğun nefsine inanılmaz ağır gelirmiş..orada öyle “Saat” beklemek ve geri dönmek..her seferinde çok ağlar ve bir daha gelmeyeceğim dermiş çocuk..sanırmış ki, diğerlerini izlerken; hepsi ,her şeyi halletmişler artık durulmuşlar ve seyrin zevkini çıkartıyorlar..bir çocuk başaramıyor-onların yaptığı hiçbir şeyi zaten beceremiyormuş – o hiçbir yere ait olmadığı için, buraya da ait olmadığını biliyormuş.o, sahibine aitmiş-ve kendisi kadar ağlayan da göremiyormuş tabii..çok büyük utanç duyuyormuş:”hiçbir şeyi hak etmiyorum,ne kadar emek verilirse verilsin ben başaramıyorum” diyormuş..ama O Kapı dan içeri girmeden de asla dönemiyormuş..O Kapı da sadece O’nun için beklediğini düşündüğünde ise nefsinden bu utanç gidiyormuş o vakit, bu, şerefe dönüşüyormuş ..”ölene dek bekleyebilirim diyormuş ,  ölene dek..”


çocuk masalarını uzatmış..Zaman, masallara muhteşem bir gülümseme ile bakmış..O, çok güzel gülüyormuş ve çocuk için var olan Tek Güzel miş..O, hayatın kaynağıymış.çocuk bu masallara hoş bir zevkle bakış anını unutmamış hiç..
çocuk düşüncelerinde çıkmaza girmişmiş. kendisini iyi tanıyormuş, içindekini, karşısındakine söylemeden asla rahata eremeyeceğini de biliyormuş..
“sen hiç söz dinlemiyorsun” demiş Zaman..”dinliyorum “demiş çocuk..”dinlemiyorsun” demiş Zaman..”dinliyorumm demiş yine çocuk..”dinlemiyorsun. bak ,bu halin bile dinlemediğini anlatıyor” demiş Zaman ve gülmüşler..

“Sofular haram demişler aşkımın şarabına/ben doldurur ben içerim günah benim kime ne” kıvamındaki çocuk:içinden çıkamadığım düşüncelerim var..çok yanlış olduğunu biliyorum..ama onlardan kurtulamıyorum..kendimi tanıyorum..onları size sesli söylersem belki bir daha o türlü düşünmem..anlatabilir miyim?
Zaman:evet,kısaca anlatabilirsin..
çocuk  istediklerini saymış..Zaman:bunlar olmayacak şeyler biliyorsun demiş keskin bir sert netlikle.. ama olmaz da değil..tabii nefsinin bu hali ile olmaz..nefsin tedavisi oluncaysa  olmaz değildir. Ve konuşmaya devam etmiş :”bizim bedenle işimiz yok biliyorsun.. olacak olan gönülde olacak, o ise cinsiyetsiz ve bedensiz.“
çocuk tüm hırçınlığı ile: biliyorum, ancak ölünce olacak..
Zaman:hayır burada ölmeden, yaşarken olacak..dediklerinin hepsi olacak..hiç ayrılmamacasına olacak..artık ayrılık olmayacak..
çocuk:ben yapamıyorum,başaramıyorum demiş..
Zaman:birlikte yapacağız, beraber başaracağız demiş..çocuğa Yusuf ile Züleyha dan  örnek vermiş..Züleyha nın Yusuf ta kendi hakikatini gördükten sonra artık Yusuf u istemediğini ayetle anlatmış..
çocuk itiraz etmiş” ama hikayenin devamı var” demiş ve anlatmış..

Zaman:hayır o bölümler sonra eklenmiş yok öyle şey ..Kur’an da yazmıyor çünkü demiş..çocuk:ama Allah her şey hep tekamül etsin istemiş belki bu sefer öyle olur demiş..Zaman:hayır olmaz çünkü hiçbir insan, peygamberlerden daha çok tekamül edemez..Onlara olmayan şey başka insanlara hiç olmaz demiş..bak sana ikinci örnek yine Yusuf ile Züleyha dan ,dinle demiş..ve zaman anlatmış..ve çocuk düşüncelerini anlatmış  ..yine: “ben yapamıyorum ,başaramıyorum demiş..

Zaman:beraber gideceğiz, birlikte başaracağız demiş..çocuk, bu bilmediği alan için susmuş..
**************

çocuk gece yürüyüşlerine hala devam ediyormuş..kontrol edilemez bir şekilde yürümek istiyormuş nedense..düşüncelerinden kurtulabilmek istiyormuş artık..düşünmemek için tefekkür ediyormuş  (düşünmemeyi düşünmek çok komik ve zor:) ama bunu hiç başaramıyormuş..geçen acaip bir şey olmuş..düşünmekten yorulan çocuk onları serbest bırakmış..düşüncelerinin önden koşarcasına ileri doğru akıp gittiğini hissetmiş. o arkada bomboş bir kap bedenmiş ve inanılmaz rahatlatıcıymış..gülerek düşüncelerine güle güle demiş..ve şunu anlamış çocuk..tek bir şeyin sonsuz manası sürekli açılıyor da açılıyormuş ve denizler  mürekkep-ağaçlar kalem olsa ve bunlar kat kat tekrar olsa yinede yetmeyecekmiş in manasıymış bu aslında..düşünce kontrolü lazımmış ..çocuk inanılmaz cahil olduğu için işin içinden kendi başına çıkamayacağını biliyormuş.Allah’tan  Tecelli-i Zat ,Mazhar-ı İlahi Bir Rehber’i varmış..zaten hiç durmayan akıp gelen bu düşünceler- manalar da O’ndanmış..

çocuk, önce neden yürüdüğünü düşünmüş..dağa çıkamadığım için tabii demişJ
eskiden tarikat kelimesinden çok korkarmış çocuk..böyle ,öcülü böcülü anlatıldığı için; ben kitap okuyarak öğreneceğim diyenlerdenmiş..bir kaç yıl evvel umreye gittiğinde orada kabe görevlilerinin kalabalıkları kontrol için sürekli ellerindeki sopalarla yere tak tak vurarak “tarik- tarik”(yolu açın –yol verin demek istiyorlarmış ) deyişleri ile uyanmış çocuk..TARİK - tarikat yol demekmiş.otaban gibi yol da demekmiş..bir de Tarik Yıldızı varmış..bunun da manasının darbeli vuruşlu(kalp ritmi gibi) yıldız  demek olduğunu okumuş bir kere..o kabe görevlilerinin ellerindeki asalar ile sürekli yolu açmak için tak tak diye yere vurarak tarik tarik-yol yol deyişleri şimdi anlamlı olmuş çocuk için..GÖNÜL YOLU…….işte bunu anlamak bir farkındalık mucizesi imiş çocuk için..”Allah’a nefesler adedince giden yol vardır”ayetini düşünmüş..artık tarikat denen yol-meşreb-neşe çeşitliliğinden korkmuyormuş..kalbi ise bozulmuyormuş.çünkü bu bol çeşitlilik –bol renklilik kişilerin esmalarına ve geleneklerine ve mizaç ve ilgi alanlarına bir rahmetmiş..çocuk bu konuda hiçbir şey bilmiyormuş..onun ilgi alanı dümdüz, hiçbir yere sapmayan geniş ve ferah  asa yolunda gitmekmiş..tüm meşreblerin cem olduğu Muhammedi yol çocuk için en uygunmuş.onları tek tek öğrenmek ve bilmek ilgi alanına girmiyormuş zaten (Allah’ta sen hangi tariktensin,dersin ne,mürşidin var mı diye sormayacakmış nasılsa)vakti gelince karşısına gelen neşeye bakıp geçmesi gerektiğini öğreniyormuş..her meşreb kendi içinde bir farkındalıkmış..ve aslında hepsi bir çorba olduğu için malzemeleri çorbadan tek tek ayırmak da-ayrılamayacağı için- doğru değilmiş..iç gitsin:)yeter ki Aşçı sağlam olsun..


mucizelere ve kerametlere takılmamak lazımmış ya, öyle bir şey işte..büyük zatların olağanüstü halleri değilmiş çocuğun yazacağı mucizeler..Yaşadığı Zaman içinde olayları okuyabilmekmiş, yaşamı anlamakmış kerametler..
mucizeler ise; her an, ne büyük bir lutuf ile hayatta kalmasına izin verildiğini anlamakmış tabii..Yaratan bizi nasıl seviyormuş, şah damarımızdan daha yakın nefesini bizle paylaşıyormuş, ne muhteşem değil mi?

bu mevzuları bize anlatanlar ve öğretenlerin hepsi ehli tasavvuf yani tarikat ehliymiş..tasavvufa=tarikate=yola mensup olmayan ,bir mürşidi olmayan,dervişlik etmeyen tek bir tasarruf ehli yokmuş mesela..ama onları okuyup okuyup öğrendiklerini kendilerine mal edip,onların ilmini satanlardan, tasavvuf=tarikat =yol yok diyenden de ortalık geçilmiyormuş..edebi olmayanın yolu da olmaz ..yolsuzlar daima yolda kalır tabii..yılanlı yol bu çok tehlikeli..hakiki rehber az olunca sahteleri de ucuz  ve acaip çok olunca ve kimsede sorgulamayınca bu normal tabii..bata çıka  gidiliyor zaten..suya sabuna dokunmadan temizlik olmaz ki..kirleneceğiz, sonra da temizleneceğiz demek ki..vakti gelince, esasında nasibimizde varsa..nasip de önce niyet etmekle oluyor belki..

 
çocuğun kendisini bildiğinden beri bir hayali varmış..bir yıldıza uzansın yada O’nun  göğsüne yaslansın ve uzayın karanlık perdesinde; Yaratan, ona anlatsın..neyi neden,niçin,nasıl yarattı…işte çocuğun en büyük hayali bu imiş eskiden beri..bunu Haybabam a sormuş çocuk:Allah, bana neyi,neden,nasıl yarattığını gösterir mi,öğretir mi?Haybabam:hayır..olmaz öyle şey demiş..çocuk:neden?Haybabam:dediğin gibi olmaz..O, “ZATen” senin benim,onun eliyle yaratıyor farkına var demiş..kullandığın aletlerle yaptığın şeylere, olan bitene  bak. nasıl oluyorlar? demiş.”.Allah’ın tasarrufu ile oluyor..Allah dilediğini dilediğinden, dilediği halde yaratıyor..”evet doğru hiç böyle düşünmemiştim demiş çocuk..


mesela çocuk her şeyi kolayca olumsuza yorarmış..ve Zaman ona çok kızarmış o vakit..kaç kere olumsuz şeyler düşünmesini ve konuşmasını yasaklamışmış Zaman..ama çocuk yinede Onlayken hep olumsuz sözler edermiş..Zaman onları düzeltirmiş..çocuğun  O’nun ulvi yorumlarına muhtaçlığı varmış çünkü…O, çocuğa güzel sözler söyleyince-gülümseyince, O’nu göremediği vakitler bu sözleri –gülüşleri düşünerek geçirebiliyormuş..o sözler,o gülüşü çocuğa hayat veriyormuş ve hayata bağlıyormuş..demek ki söz-kelam ne kadar önemli değil mi?her şeyin aslı söz –kelam değil mi?
sözleri meydana getiren harfler ise bir tek noktanın, daha çok, diğer noktalarla birleşerek şekillenmesinden oluşuyor..noktaları birleştirip harfler,rakamlar ve şekiller çizebiliyoruz..bunları önce hayalimizde düşünerek “düşünceleri-şeyleri -eşyayı“tasarlıyoruz..sonra söylüyoruz bazen kağıda geçiriyoruz ..ve o maddeye dönüşüyor o zaman..oysa düşüncemizdeyken manamızdaydı-içimizdeydi..söyleyince fiile harekete geçmiş oldu..maddeye zuhura çıktı..her varlık bilinmek ister, işte bizim sözlerimizde bilinmek istiyor..olumsuz düşünceler dile gelince olumsuz hallere sebeb oluyor, olumlu manalar da olumlu maddelere dönüşüyor sanırım..düşünceyi kontrolden belki de DİLDEN ÇIKANI KONTROL daha zor bence..hiç başaramadığım şey bu..
söz kılıç gibi aslında…kından çıkınca ne yapacağına kendisi karar veriyor sanki..


çocuğun bir de ne vakitlerdir düşündüğü bir şey daha varmış..bunda yeni manalar bulmuş..tabii ki bu çocuğun o an ki farkındalığıymış, zamanla kim bilir ne sonsuz anlamlarda ortaya çıkacaktır ..başka başka kişilerde ise çok farklı yeni manalar..herkes, bilmeden bir diğerine hizmet eder aslında. her yeni düşünce başkasındaki yeni düşünceleri tetikler ve hep yeni esmalar doğar..bu sonsuza dek gider..bir tek “İlah=Tanrı Esması “paylaşılamazmış..diğerleri bize sunulmuş lutuflarmış..işte bunu idrak edip kabul edebilmek de mucizedir bence.bu arada; “YA İLAHİ “diye dua ederken bu kelimeyi şiddetle red edenlerin “İLAH-TANRI” kelimesine ne anlam atfettiklerini aynı şiddetle merak ediyormuş çocuk..NE?

 

Hz. Peygamber’in bedenini anlatan Hilye-i Şerif mesela, onu, ne vakittir düşündürürmüş..ve Hz. Ali’inin resmi..bu ikisi üzerinde çok düşünmüş çocuk..pek çok şey aklına-gönlüne  gelmiş tabii..ama yazmak istemiyormuş şimdi..bir gece Haybabam ın evine gitmiş..O, gittikten sonra, kimse yokken, o evde tek başına kalmak istemiş..geceleyin kahve yapmış ve balkona çıkıp ayaklarını bir sandalyeye uzatmış..sigarada yakmış..balkondaymış..içerideki tam karşısına gelen duvarda Kutlu Hoca nın, Haybabam a hediye getirdiği bir hat şaheseri varmış.büyük bir damla şekli içinde aynalanmış Yasin kelimesi varmış tabloda..kardeşine, Kutlu Hoca sormuşmuş, geldiğinde: bak bakalım ne göreceksin? diye..insan yüzü gibi yazılar dizilmiş demiş kardeşi..ve öyle imiş..ama başka demiş sanatçı..başka ?işte çocuk o başkaları arıyormuş tabloda şimdi..
bir şeye çok yakınsanız göremiyormuşsunuz ya hani..oda balkondan içeri bakıyormuş şimdi..balkonla salon arasında bir kapı varmış ..açık bir kapı..görünen:Yasin kelimesi aynalanmış.. hem insan siması hem de aslan siması aynı anda tezahür ediyormuş tabloda..daha uzun bakmış çocuk kahvesini içerken..ahhh evet ahhh demiş.. ahh Leyla, ahhh Leyla demiş ve gülmüş..hem Mecnun hem de Leyla aynı yüzdeymiş..
damla yukarı doğru uzarken insan simasının ve aslan yüzünün üstünde alın yerinden” bir çift  muhteşem ahu göz “bakıyormuş çocuğa..hem de istif harflerinden yapılmış peçesinin içinden..peçenin ardındaki güzel.. ahh Leyla demiş çocuk ve çok mutlu olmuş bu farkındalık kerameti için..ve çokk teşekkür etmiş ona bu hissi hediye edene tabii..
aslında, bu, harika tabloyu çizen-yazanı da anlatıyormuş şimdi çocuğa..mesela bu tablonun sahibinin meşrebi daha keskin –şeriat tarzındaymış..ama ilahi sanat-bilgi açığa çıkmak istiyor tabii ve gönül ferman dinlemiyor..oda kendisini bu kadar muhteşem bir sergileyişle, sadece kendisine emek verene gösteriyormuş..ancak,gerçek bir rehberin marifeti ..ehli olmayan asla göremez..burada emanetleri ehline veriniz manası da açılıyormuş aslında..

Hz. Peygamber hicrete çıktığında, kendisine, en karanlık gecelerde yol kılavuzluğu etsin diye bir müşrik-puta tapıcı tutmuş mesela..çünkü çöldeki yolu, aysız gece de bile en iyi gösteren o imiş..oysa şimdi Müslümanlarda genel bir adam kayırmacılık hakimmiş.. emanetleri-her işe yarar işi –(ki, ehlinin elinde işe yaramaz iş yokmuş)ehliyetsiz,sığ,anlamsız ve manasız tanıdıklarına veriyorlarmış..sonrada biz üçüncü dünya ülkesiyiz,biz adam olamayız diye dövünüyorlarmış..oysa sağlığımızı nasıl en iyi doktorlara emanet etmek istersek,çocuklarımızı nasıl en iyi okullarda okutmak istersek,kendimize nasıl en kaliteli giysileri alabilmek istersek maddi manevi işlerimizi de dinli dinsiz demeden en ehillere vermeyi de bilmeliyiz değil mi?Allah herkesin Allah’ı olduğu için, bu Allah’ın da sünneti –şeriatı oluyor..tabii ki Allah ın sünnetine-şeriatına ilk uyanda Peygamberler oluyor o halde..sonra da onların varisi insan-ı kamiller..peki şimdiki Müslüman geçinenler neden bu sünnete uymuyor diye düşünmek geliyor hemen aklımıza değil mi?soralım bakalım nedenmiş?neden?cevabı başkası vermeyecek tabii..herkes kendisi kendine cevabı verecek.. çünkü hepimiz aynı işi yapıyoruz..

hayranlıkla, ağzımız on karış açık baktığımız yabancılar işte bu kuralı –emaneti ehline verme işini en iyi uyguladıkları için başarılı –sağlıklı ve zenginler..işte bizim mucize ve keramet diye okuduklarımız bugün bu adamlar tarafından keşfediliyor ve dünyaya ilim diye sunuluyor.(bizim mana erlerimiz bunları anlatınca hurafe deniyor )oysa o ilmin canlısı, her türlü halde, müminlerin inancının içinde capcanlı hala daha yaşıyor..Allah’ın onlara hediyesi zaten..ama bizde mana ehlini yok sayma ve onların ilmini reddetme hastalığı var..anlamadığımız her şeyi karalar ve alaşağı ederiz biz.adam kayırmacılık,cemaat ayrımcılığı,gelenek ve adetlerimizi din adı altında putlaştırdığımızdan(aslında ne kadar putperest olduğumuzun farkında değiliz..şehvet,şöhret,ilim,et,takım,parti,makam,para,güç  vs.)  ve saf tutmak aptallığı yüzünden ve yapıştığımız koltukları -mevkileri kimselere bırakmamak derdi yüzünden, önümüze gelene çelme takmayı ve yükselen biri gördüğümüzde paçasından hep beraber tutup aşağı çekmeyi çook seven, bundan haz alan,inanılmaz bir dedikoduculuk hastalığı olan fitne fücur bir topluluk gibi duruyoruz..bulunduğu yeri hak etmeyen,koltuğunu,yetkisini hakkı ile kullanamayan ve onu kaybetmemek için aklını sadece hinliğe yormak zorunda kalanlardan,yalanlarını takip etmesinin zorluğu yüzünden, dürüstlük ve doğruluk nedir hatırlayamayanlardan artık Allah bizleri korusun inşallah..ve amin..

her şey bir lutuf üzere olduğundan olan biteni kendimizden bilme hastalığından kurtulmamız gerekiyormuş..olan biten sadece Allah’ın tekelindeymiş ..kişilerde cüzlerince  tasarruf varmış ama İnsan-ı Kamillerde Kül olarak tecelli eden de O’ymuş..ve O dilediğini dilediği an kendisine çekip alabilirmiş..o yüzden kimin ne vakit ne olacağı da sadece O’nun ilmindeymiş..ön yargılar ise bizim ayağımızda hep taş, kalplerimizde ise vesvese ile koca bir karaltıymış..inşallah bu farkındalık  ile bundan sonra yapacağım işlerde ehiller karşıma çıksın ve ben onlara önyargısız bakabileyim diliyorum ve aminnn..kendi mucizelerimizin farkına varmak dileği ile…
****************************
Ankâzâde Halîl Efendi Köstendilî’nin dervişi Tûti İhsan Efendi’ye yazmış olduğu mürşîdâne mektupların yedincisidir.
http://umutrehberi.wordpress.com/2009/08/13/7-mektup/

 

 
 
Nur Cihan
19.08.2009
nuralem7@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com