Devran-ı Zaman Rüzgar Gülüme…..
çocuk
ağlayarak:yazdığım herkes gidiyor ..yazmaya devam
edersem gideceksiniz diye korkuyorum..
Zaman:80 yaşındaki ……nı yazarsan gider tabii..15
yaşındakini yaz bakalım gidiyor mu?
15 yaşındakine niyet ediyorum..ben;” ahh… evvett..artık
tamam,yeter “diyene dek asla gidemeyecek olana niyet
ediyorum. muhabbetleJ
Bir Var mış Bir Yok muş..herkesin içinde yaşadığı zaman
kendi zamanı olduğu için çocuğunda İçinde Yaşadığı Zaman
ı varmış..O Kapı da beklemek çocuğun nefsine inanılmaz
ağır gelirmiş..orada öyle “Saat” beklemek ve geri
dönmek..her seferinde çok ağlar ve bir daha gelmeyeceğim
dermiş çocuk..sanırmış ki, diğerlerini izlerken; hepsi
,her şeyi halletmişler artık durulmuşlar ve seyrin
zevkini çıkartıyorlar..bir çocuk başaramıyor-onların
yaptığı hiçbir şeyi zaten beceremiyormuş – o hiçbir yere
ait olmadığı için, buraya da ait olmadığını
biliyormuş.o, sahibine aitmiş-ve kendisi kadar ağlayan
da göremiyormuş tabii..çok büyük utanç
duyuyormuş:”hiçbir şeyi hak etmiyorum,ne kadar emek
verilirse verilsin ben başaramıyorum” diyormuş..ama O
Kapı dan içeri girmeden de asla dönemiyormuş..O Kapı da
sadece O’nun için beklediğini düşündüğünde ise nefsinden
bu utanç gidiyormuş o vakit, bu, şerefe dönüşüyormuş
..”ölene dek bekleyebilirim diyormuş , ölene dek..”
çocuk masalarını uzatmış..Zaman, masallara muhteşem bir
gülümseme ile bakmış..O, çok güzel gülüyormuş ve çocuk
için var olan Tek Güzel miş..O, hayatın
kaynağıymış.çocuk bu masallara hoş bir zevkle bakış
anını unutmamış hiç..
çocuk düşüncelerinde çıkmaza girmişmiş. kendisini iyi
tanıyormuş, içindekini, karşısındakine söylemeden asla
rahata eremeyeceğini de biliyormuş..
“sen hiç söz dinlemiyorsun” demiş Zaman..”dinliyorum
“demiş çocuk..”dinlemiyorsun” demiş Zaman..”dinliyorumm
demiş yine çocuk..”dinlemiyorsun. bak ,bu halin bile
dinlemediğini anlatıyor” demiş Zaman ve gülmüşler..
“Sofular haram demişler aşkımın şarabına/ben doldurur
ben içerim günah benim kime ne” kıvamındaki
çocuk:içinden çıkamadığım düşüncelerim var..çok yanlış
olduğunu biliyorum..ama onlardan kurtulamıyorum..kendimi
tanıyorum..onları size sesli söylersem belki bir daha o
türlü düşünmem..anlatabilir miyim?
Zaman:evet,kısaca anlatabilirsin..
çocuk istediklerini saymış..Zaman:bunlar olmayacak
şeyler biliyorsun demiş keskin bir sert netlikle.. ama
olmaz da değil..tabii nefsinin bu hali ile olmaz..nefsin
tedavisi oluncaysa olmaz değildir. Ve konuşmaya devam
etmiş :”bizim bedenle işimiz yok biliyorsun.. olacak
olan gönülde olacak, o ise cinsiyetsiz ve bedensiz.“
çocuk tüm hırçınlığı ile: biliyorum, ancak ölünce
olacak..
Zaman:hayır burada ölmeden, yaşarken
olacak..dediklerinin hepsi olacak..hiç ayrılmamacasına
olacak..artık ayrılık olmayacak..
çocuk:ben yapamıyorum,başaramıyorum demiş..
Zaman:birlikte yapacağız, beraber başaracağız
demiş..çocuğa Yusuf ile Züleyha dan örnek
vermiş..Züleyha nın Yusuf ta kendi hakikatini gördükten
sonra artık Yusuf u istemediğini ayetle anlatmış..
çocuk itiraz etmiş” ama hikayenin devamı var” demiş ve
anlatmış..
Zaman:hayır o bölümler sonra eklenmiş yok öyle şey
..Kur’an da yazmıyor çünkü demiş..çocuk:ama Allah her
şey hep tekamül etsin istemiş belki bu sefer öyle olur
demiş..Zaman:hayır olmaz çünkü hiçbir insan,
peygamberlerden daha çok tekamül edemez..Onlara olmayan
şey başka insanlara hiç olmaz demiş..bak sana ikinci
örnek yine Yusuf ile Züleyha dan ,dinle demiş..ve zaman
anlatmış..ve çocuk düşüncelerini anlatmış ..yine: “ben
yapamıyorum ,başaramıyorum demiş..
Zaman:beraber gideceğiz, birlikte başaracağız
demiş..çocuk, bu bilmediği alan için susmuş..
**************
çocuk
gece yürüyüşlerine hala devam ediyormuş..kontrol
edilemez bir şekilde yürümek istiyormuş
nedense..düşüncelerinden kurtulabilmek istiyormuş
artık..düşünmemek için tefekkür ediyormuş (düşünmemeyi
düşünmek çok komik ve zor:) ama bunu hiç
başaramıyormuş..geçen acaip bir şey olmuş..düşünmekten
yorulan çocuk onları serbest bırakmış..düşüncelerinin
önden koşarcasına ileri doğru akıp gittiğini hissetmiş.
o arkada bomboş bir kap bedenmiş ve inanılmaz
rahatlatıcıymış..gülerek düşüncelerine güle güle
demiş..ve şunu anlamış çocuk..tek bir şeyin sonsuz
manası sürekli açılıyor da açılıyormuş ve denizler
mürekkep-ağaçlar kalem olsa ve bunlar kat kat tekrar
olsa yinede yetmeyecekmiş in manasıymış bu
aslında..düşünce kontrolü lazımmış ..çocuk inanılmaz
cahil olduğu için işin içinden kendi başına
çıkamayacağını biliyormuş.Allah’tan Tecelli-i Zat
,Mazhar-ı İlahi Bir Rehber’i varmış..zaten hiç durmayan
akıp gelen bu düşünceler- manalar da O’ndanmış..
çocuk,
önce neden yürüdüğünü düşünmüş..dağa çıkamadığım için
tabii demişJ
eskiden tarikat kelimesinden çok korkarmış çocuk..böyle
,öcülü böcülü anlatıldığı için; ben kitap okuyarak
öğreneceğim diyenlerdenmiş..bir kaç yıl evvel umreye
gittiğinde orada kabe görevlilerinin kalabalıkları
kontrol için sürekli ellerindeki sopalarla yere tak tak
vurarak “tarik- tarik”(yolu açın –yol verin demek
istiyorlarmış ) deyişleri ile uyanmış çocuk..TARİK -
tarikat yol demekmiş.otaban gibi yol da demekmiş..bir de
Tarik Yıldızı varmış..bunun da manasının darbeli
vuruşlu(kalp ritmi gibi) yıldız demek olduğunu okumuş
bir kere..o kabe görevlilerinin ellerindeki asalar ile
sürekli yolu açmak için tak tak diye yere vurarak tarik
tarik-yol yol deyişleri şimdi anlamlı olmuş çocuk için..GÖNÜL
YOLU…….işte bunu anlamak bir farkındalık mucizesi
imiş çocuk için..”Allah’a nefesler adedince giden yol
vardır”ayetini düşünmüş..artık tarikat denen
yol-meşreb-neşe çeşitliliğinden korkmuyormuş..kalbi ise
bozulmuyormuş.çünkü bu bol çeşitlilik –bol renklilik
kişilerin esmalarına ve geleneklerine ve mizaç ve ilgi
alanlarına bir rahmetmiş..çocuk bu konuda hiçbir şey
bilmiyormuş..onun ilgi alanı dümdüz, hiçbir yere
sapmayan geniş ve ferah asa yolunda gitmekmiş..tüm
meşreblerin cem olduğu Muhammedi yol çocuk için en
uygunmuş.onları tek tek öğrenmek ve bilmek ilgi alanına
girmiyormuş zaten (Allah’ta sen hangi tariktensin,dersin
ne,mürşidin var mı diye sormayacakmış nasılsa)vakti
gelince karşısına gelen neşeye bakıp geçmesi gerektiğini
öğreniyormuş..her meşreb kendi içinde bir
farkındalıkmış..ve aslında hepsi bir çorba olduğu için
malzemeleri çorbadan tek tek ayırmak da-ayrılamayacağı
için- doğru değilmiş..iç gitsin:)yeter ki Aşçı
sağlam olsun..
mucizelere ve kerametlere takılmamak lazımmış ya, öyle
bir şey işte..büyük zatların olağanüstü halleri değilmiş
çocuğun yazacağı mucizeler..Yaşadığı Zaman içinde
olayları okuyabilmekmiş, yaşamı anlamakmış kerametler..
mucizeler ise; her an, ne büyük bir lutuf ile
hayatta kalmasına izin verildiğini anlamakmış
tabii..Yaratan bizi nasıl seviyormuş, şah damarımızdan
daha yakın nefesini bizle paylaşıyormuş, ne muhteşem
değil mi?
bu mevzuları bize anlatanlar ve öğretenlerin hepsi ehli
tasavvuf yani tarikat ehliymiş..tasavvufa=tarikate=yola
mensup olmayan ,bir mürşidi olmayan,dervişlik etmeyen
tek bir tasarruf ehli yokmuş mesela..ama onları okuyup
okuyup öğrendiklerini kendilerine mal edip,onların
ilmini satanlardan, tasavvuf=tarikat =yol yok diyenden
de ortalık geçilmiyormuş..edebi olmayanın yolu da olmaz
..yolsuzlar daima yolda kalır tabii..yılanlı yol bu çok
tehlikeli..hakiki rehber az olunca sahteleri de ucuz ve
acaip çok olunca ve kimsede sorgulamayınca bu normal
tabii..bata çıka gidiliyor zaten..suya sabuna
dokunmadan temizlik olmaz ki..kirleneceğiz, sonra da
temizleneceğiz demek ki..vakti gelince, esasında
nasibimizde varsa..nasip de önce niyet etmekle oluyor
belki..
çocuğun kendisini bildiğinden beri bir hayali
varmış..bir yıldıza uzansın yada O’nun göğsüne
yaslansın ve uzayın karanlık perdesinde; Yaratan, ona
anlatsın..neyi neden,niçin,nasıl yarattı…işte çocuğun en
büyük hayali bu imiş eskiden beri..bunu Haybabam a
sormuş çocuk:Allah, bana neyi,neden,nasıl yarattığını
gösterir mi,öğretir mi?Haybabam:hayır..olmaz öyle şey
demiş..çocuk:neden?Haybabam:dediğin gibi olmaz..O,
“ZATen” senin benim,onun eliyle yaratıyor farkına var
demiş..kullandığın aletlerle yaptığın şeylere, olan
bitene bak. nasıl oluyorlar? demiş.”.Allah’ın tasarrufu
ile oluyor..Allah dilediğini dilediğinden, dilediği
halde yaratıyor..”evet doğru hiç böyle düşünmemiştim
demiş çocuk..
mesela çocuk her şeyi kolayca olumsuza yorarmış..ve
Zaman ona çok kızarmış o vakit..kaç kere olumsuz şeyler
düşünmesini ve konuşmasını yasaklamışmış Zaman..ama
çocuk yinede Onlayken hep olumsuz sözler edermiş..Zaman
onları düzeltirmiş..çocuğun O’nun ulvi yorumlarına
muhtaçlığı varmış çünkü…O, çocuğa güzel sözler
söyleyince-gülümseyince, O’nu göremediği vakitler bu
sözleri –gülüşleri düşünerek geçirebiliyormuş..o
sözler,o gülüşü çocuğa hayat veriyormuş ve hayata
bağlıyormuş..demek ki söz-kelam ne kadar önemli değil
mi?her şeyin aslı söz –kelam değil mi?
sözleri meydana getiren
harfler ise bir tek noktanın, daha çok, diğer noktalarla
birleşerek şekillenmesinden oluşuyor..noktaları
birleştirip harfler,rakamlar ve şekiller
çizebiliyoruz..bunları önce hayalimizde düşünerek
“düşünceleri-şeyleri -eşyayı“tasarlıyoruz..sonra
söylüyoruz bazen kağıda geçiriyoruz ..ve o maddeye
dönüşüyor o zaman..oysa düşüncemizdeyken
manamızdaydı-içimizdeydi..söyleyince fiile harekete
geçmiş oldu..maddeye zuhura çıktı..her varlık bilinmek
ister, işte bizim sözlerimizde bilinmek istiyor..olumsuz
düşünceler dile gelince olumsuz hallere sebeb oluyor,
olumlu manalar da olumlu maddelere dönüşüyor
sanırım..düşünceyi kontrolden belki de DİLDEN ÇIKANI
KONTROL daha zor bence..hiç başaramadığım şey bu..
söz kılıç gibi aslında…kından çıkınca ne yapacağına
kendisi karar veriyor sanki..
çocuğun bir de ne vakitlerdir düşündüğü bir şey daha
varmış..bunda yeni manalar bulmuş..tabii ki bu çocuğun o
an ki farkındalığıymış, zamanla kim bilir ne sonsuz
anlamlarda ortaya çıkacaktır ..başka başka kişilerde ise
çok farklı yeni manalar..herkes, bilmeden bir diğerine
hizmet eder aslında. her yeni düşünce başkasındaki yeni
düşünceleri tetikler ve hep yeni esmalar doğar..bu
sonsuza dek gider..bir tek “İlah=Tanrı Esması
“paylaşılamazmış..diğerleri bize sunulmuş
lutuflarmış..işte bunu idrak edip kabul edebilmek de
mucizedir bence.bu arada; “YA İLAHİ “diye dua ederken bu
kelimeyi şiddetle red edenlerin “İLAH-TANRI” kelimesine
ne anlam atfettiklerini aynı şiddetle merak ediyormuş
çocuk..NE?
Hz. Peygamber’in bedenini anlatan Hilye-i Şerif mesela,
onu, ne vakittir düşündürürmüş..ve Hz. Ali’inin
resmi..bu ikisi üzerinde çok düşünmüş çocuk..pek çok şey
aklına-gönlüne gelmiş tabii..ama yazmak istemiyormuş
şimdi..bir gece Haybabam ın evine gitmiş..O, gittikten
sonra, kimse yokken, o evde tek başına kalmak
istemiş..geceleyin kahve yapmış ve balkona çıkıp
ayaklarını bir sandalyeye uzatmış..sigarada
yakmış..balkondaymış..içerideki tam karşısına gelen
duvarda Kutlu Hoca nın, Haybabam a hediye getirdiği bir
hat şaheseri varmış.büyük bir damla şekli içinde
aynalanmış Yasin kelimesi varmış tabloda..kardeşine,
Kutlu Hoca sormuşmuş, geldiğinde: bak bakalım ne
göreceksin? diye..insan yüzü gibi yazılar dizilmiş demiş
kardeşi..ve öyle imiş..ama başka demiş sanatçı..başka
?işte çocuk o başkaları arıyormuş tabloda şimdi..
bir şeye çok yakınsanız göremiyormuşsunuz ya hani..oda
balkondan içeri bakıyormuş şimdi..balkonla salon
arasında bir kapı varmış ..açık bir kapı..görünen:Yasin
kelimesi aynalanmış.. hem insan siması hem de aslan
siması aynı anda tezahür ediyormuş tabloda..daha uzun
bakmış çocuk kahvesini içerken..ahhh evet ahhh demiş..
ahh Leyla, ahhh Leyla demiş ve gülmüş..hem Mecnun hem de
Leyla aynı yüzdeymiş..
damla yukarı doğru uzarken insan simasının ve aslan
yüzünün üstünde alın yerinden” bir çift muhteşem ahu
göz “bakıyormuş çocuğa..hem de istif harflerinden
yapılmış peçesinin içinden..peçenin ardındaki güzel..
ahh Leyla demiş çocuk ve çok mutlu olmuş bu farkındalık
kerameti için..ve çokk teşekkür etmiş ona bu hissi
hediye edene tabii..
aslında, bu, harika tabloyu çizen-yazanı da anlatıyormuş
şimdi çocuğa..mesela bu tablonun sahibinin meşrebi daha
keskin –şeriat tarzındaymış..ama ilahi sanat-bilgi açığa
çıkmak istiyor tabii ve gönül ferman dinlemiyor..oda
kendisini bu kadar muhteşem bir sergileyişle, sadece
kendisine emek verene gösteriyormuş..ancak,gerçek bir
rehberin marifeti ..ehli olmayan asla göremez..burada
emanetleri ehline veriniz manası da açılıyormuş
aslında..
Hz.
Peygamber hicrete çıktığında, kendisine, en karanlık
gecelerde yol kılavuzluğu etsin diye bir müşrik-puta
tapıcı tutmuş mesela..çünkü çöldeki yolu, aysız gece de
bile en iyi gösteren o imiş..oysa şimdi Müslümanlarda
genel bir adam kayırmacılık hakimmiş.. emanetleri-her
işe yarar işi –(ki, ehlinin elinde işe yaramaz iş
yokmuş)ehliyetsiz,sığ,anlamsız ve manasız tanıdıklarına
veriyorlarmış..sonrada biz üçüncü dünya ülkesiyiz,biz
adam olamayız diye dövünüyorlarmış..oysa sağlığımızı
nasıl en iyi doktorlara emanet etmek
istersek,çocuklarımızı nasıl en iyi okullarda okutmak
istersek,kendimize nasıl en kaliteli giysileri alabilmek
istersek maddi manevi işlerimizi de dinli dinsiz demeden
en ehillere vermeyi de bilmeliyiz değil mi?Allah
herkesin Allah’ı olduğu için, bu Allah’ın da sünneti
–şeriatı oluyor..tabii ki Allah ın sünnetine-şeriatına
ilk uyanda Peygamberler oluyor o halde..sonra da onların
varisi insan-ı kamiller..peki şimdiki Müslüman
geçinenler neden bu sünnete uymuyor diye düşünmek
geliyor hemen aklımıza değil mi?soralım bakalım
nedenmiş?neden?cevabı başkası vermeyecek tabii..herkes
kendisi kendine cevabı verecek.. çünkü hepimiz aynı işi
yapıyoruz..
hayranlıkla, ağzımız on karış açık baktığımız yabancılar
işte bu kuralı –emaneti ehline verme işini en iyi
uyguladıkları için başarılı –sağlıklı ve zenginler..işte
bizim mucize ve keramet diye okuduklarımız bugün bu
adamlar tarafından keşfediliyor ve dünyaya ilim diye
sunuluyor.(bizim mana erlerimiz bunları anlatınca hurafe
deniyor )oysa o ilmin canlısı, her türlü halde,
müminlerin inancının içinde capcanlı hala daha
yaşıyor..Allah’ın onlara hediyesi zaten..ama bizde mana
ehlini yok sayma ve onların ilmini reddetme hastalığı
var..anlamadığımız her şeyi karalar ve alaşağı ederiz
biz.adam kayırmacılık,cemaat ayrımcılığı,gelenek ve
adetlerimizi din adı altında putlaştırdığımızdan(aslında
ne kadar putperest olduğumuzun farkında
değiliz..şehvet,şöhret,ilim,et,takım,parti,makam,para,güç
vs.) ve saf tutmak aptallığı yüzünden ve yapıştığımız
koltukları -mevkileri kimselere bırakmamak derdi
yüzünden, önümüze gelene çelme takmayı ve yükselen biri
gördüğümüzde paçasından hep beraber tutup aşağı çekmeyi
çook seven, bundan haz alan,inanılmaz bir dedikoduculuk
hastalığı olan fitne fücur bir topluluk gibi
duruyoruz..bulunduğu yeri hak
etmeyen,koltuğunu,yetkisini hakkı ile kullanamayan ve
onu kaybetmemek için aklını sadece hinliğe yormak
zorunda kalanlardan,yalanlarını takip etmesinin zorluğu
yüzünden, dürüstlük ve doğruluk nedir
hatırlayamayanlardan artık Allah bizleri korusun
inşallah..ve amin..
her şey bir lutuf üzere olduğundan olan biteni
kendimizden bilme hastalığından kurtulmamız
gerekiyormuş..olan biten sadece Allah’ın tekelindeymiş
..kişilerde cüzlerince tasarruf varmış ama İnsan-ı
Kamillerde Kül olarak tecelli eden de O’ymuş..ve O
dilediğini dilediği an kendisine çekip alabilirmiş..o
yüzden kimin ne vakit ne olacağı da sadece O’nun
ilmindeymiş..ön yargılar ise bizim ayağımızda hep taş,
kalplerimizde ise vesvese ile koca bir
karaltıymış..inşallah bu farkındalık ile bundan sonra
yapacağım işlerde ehiller karşıma çıksın ve ben onlara
önyargısız bakabileyim diliyorum ve aminnn..kendi
mucizelerimizin farkına varmak dileği ile…
****************************
Ankâzâde Halîl Efendi
Köstendilî’nin dervişi Tûti İhsan Efendi’ye yazmış
olduğu mürşîdâne mektupların yedincisidir.
http://umutrehberi.wordpress.com/2009/08/13/7-mektup/ |