Salât için ezan okuduğunuzda, ezanı alay ve
eğlence edindiler... Bu, onların aklını
kullanamayan bir güruh olmalarından
ötürüdür.(Maide 58)
...Önümde uzanıp öylece duran bu sözcükler
bütünü biyerlerde bişeyleri aktive eden bir kod
gibi esrarengiz ,bir ultimatom gibi keskin ve
ciddi,ellerimle tutabileceğim kadar
gerçek,kendimi bulabileceğim kadar derin...
Kitabı kapatmadan, masanın üzerine ters
çevirerek ,az kalan şarjının bitmemesi için
şarjlı lambamı kapatıyorum...Bu gece içimden
taşan merak beni nasıl bir yolculuğa çıkaracak
henüz bilmiyorum ama yürümek istiyorum uzun
uzun...Gökyüzünde yıldızlar ışıl ışıl...Buranın
adı Tefenni...Farklı fonetiği ile Tefenni
Burdur'da bir ilçe.Tefenni ilçesinde adını bile
bilmediğim bir tepenin üstüne kamp çadırlarını
kurmuş yirmi kişilik grubumuzla burada yaklaşık
bir hafta sürecek yüksek irtifa yamaç paraşütü
eğitimi almak için bulunuyoruz.
T.H.K.'dan gelen üç kişilik paraşüt öğretmeni
ekibinin uzun arayışları sonrasında buldukları
bir tepe bu tepe.Yüksekliği altı yüz metre
civarında ve bu tepenin zirve noktasından
yapılan bir atlayışla aşağıda kurulu köyün
meydanına inebilecek yeterliliği edinebilme
amacı grubumuzdaki herbir öğrencinin zihnini en
çok meşgul eden konu.
Kamp bölgesinden uzaklaşmak yasak.Kurallar
böyle.Ben de kuralları birazcık esneterek
karanlıkta küçük adımlarla yürüyorum.On
dakikalık bir yürüyüşün ardından köy camisinin
yanındaki yüksek direğin tepesindeki projektörün
ışığı ile aydınlanmış olan meydanı rahatça
görebileceğim bir noktada oturmaya karar
veriyorum.
Manzara o kadar değişik geliyor ki bana...Daha
önce İstanbul dışına pek çıkmamış olan birinin
gözü ile Anadolu'da ıssız bir tepenin üstünde
,yıldızların altında oturmuş,tam karşımda baş
parmağım büyüklüğünde kadar görünen ve gecenin
içinde sanki özellikle oraya çizilmiş bir silüet
gibi camisinin her ayrıntısını görebildiğim bu
köy paha biçilmez bir elmas yada pırlanta gibi
parıldıyor.
Herkes uykuda... Kamptaki
arkadaşlarım,köydekiler... herkes..
Gecenin karanlığında silik bir silüet bile
sayılamayacak olsa da tanıklığının gizeminde bir
meraklı zihin,yüzünü kendi evrenine döndürme
gayreti ile seyirde...
İçimdeki merak beni gördüklerim hakkında
düşünmeye itiyor. Camiye bakıyorum uzun uzun.
Rasulallah döneminde farz namazlarının kılındığı
alana "mescit" denirmiş.
Mescit..."Secde edilen yer.."
Sonra birşekilde ,sanırım Emevilerin saltanatı
sırasında Cami adı ile anılır olmuş secde
mahalli...
Cami...Yaratılmışları yaratılış amaç ve
işlevleri doğrultusunda toplayan...
Caminin minaresine uzanıyor
bakışlarım... İlkokula başlamadan önceki yaz
Kur'an kursuna gönderdiklerinde çocuklar kendi
aralarında konuşurlarken duymuştum ilk defa bu
sözcüğü.Sonrada eve gelince babama sormuştum,
-Minare ne demek ?
Babam,
-Karşı duvardaki kitaplıktan şu büyük kırmızı
kitabı getir ! diye eliyle işaret etmişti.
O kırmızı kitaba birinin kullandığımız
kelimelerin işaret ettiği anlamları yazmış
olduğunu söleyen babam ,büyüdüğümde anlamını
bilmediğim kelimeleri buradan bulup
bakabileceğimi anlatıktan sonra okumuştu :
-İslam dininde ibadet yerleri olan camilerde
namaza çağrıyı bildirmek için inşa edilmiş ana
yapıdan yüksek tasarlanan yapılardır.
Gülümsemişti sonra babam,
-Ne çok bilmediğimiz kelime var değil mi
?...diye gözlerimin içine bakarken.
Yıllar hızla geçerken sözcüklerin manalarının
gizlendiği bu sözlükler kadar olmasa da ben de
kendi mana dağarcığımı oluşturmak yönünde önemli
adımlar atmış gibiydim.Mesela islam dininde
namaz yoktu.Namaz sözcüğü Fars kültüründen
dilimize geçmişti ve tapınma ibadetini anlatan
bir sözcüktü.İslamda Salat vardı.Tapmak ve
tapınmak kavramlarının asla var olamayacağı bir
gerçeklikte varlığımın hakikatine yönelişle
başlayan bir dizi farkındalık aşamasının
ardından varılması gereken bir şuur düzeyini
işaret ediyordu salat...
İlk sözlüğümü düşündüm...Bir gazetenin kuponla
verdiği bu sözlüğü güzelce kaplamıştı annem.Hala
İstanbul'daki odamda durur.
Mescit,cami,minare derken Ezan sözcüğünün arapça
anlamına takıldı aklım.Üşengeçliğn verdiği
kararsızlıkla sırt çantama uzanıp diz üstü
bilgisayarımı çıkardım.Bu yeni çıkan stick tipi
modemi takıp içimden ," İnşallah kapsama
alanındayımdır !" diye dua ederken
bağlanıverdim insanlığın her manayı suretleri
ile seyredebildikleri bu çok boyutlu sanal
sözlük görevi gören internete...Türkçemizin
güzide ifadesi olan "arama motoru"
algımın şimdilik en gelişmiş düzeydeki karşılığı
olan sözcüğü yazdım ...Emrimde hızlı bir arama
motorum ve de mana suretlendirici yapısı iile
ihtiyaçlarıma hemen cevap veren teknolojik
sözlüğümle suretler çizebilmek için karanlığıma
başladım tuşların tınısını dinlemeye..
"Ezan,kelime olarak duyurma, bildirme mânasına
gelen “Ezen” kökünden gelir ve esas itibariyle
dinletmek demektir."Her nedense dinlemek sözcüğü
bana hep Semi sıfatını çağrıştırır esma'ül
hüsnadan...Semi ,algılayan...
Ezanı dinleten kişi dinleyenin bişeyi
algılamasını ister.
Müezzin derler ezan okuyana...Bulduğum şu
tanımlamalar bu sözcüğü farklı açılardan
değerlendirmemi kolaylaştırabilir belki...
Müezzin:
“Oku”maya davet eden...
“Müminin Mi’râcı salâ”ya dâvet eden...
Haccı Ekber Günü "Hakikat"e "Tam dâvet" eden...
Kendi algıları ile oluşturduğu zanlarından
ibaret okumuşluğunu kemale davet ediyordu
müezzin...Kendi hayatını oluşturan
algılar,bigiler,istek ve arzular yumağının
derinine inip , önce kendim diye ifade ettiğinin
hakikatini okumaya ve ardından da bu hakikatin
sistemini çözmeye davet ediyordu sanki ezanla
müezzin...
Bu durumu ifade eden salat sözcüğü ile tam da
anahtar ve kilit gibi bir işleve sahipti.Müezzin
kilidi açmaya davet ediyordu salatı yaşamaksa
anahtarı kilide sokup açmayı...Açma eylemini
oluşturmak...Okumak ve çözmek beraberinde bir
başka eyleme taşıyordu Rasulallah tam da bu
noktaya bir duasıyla ne güzel işaret
etmişti:"Allahım bana eşyanın,şey'in şey
iyetinin hakikatini göster !!'...."Salat müminin
miracıdır.","Fatihasız salat olmaz!" ifadeleri
ile ise eşyanın hakikatine uzanan yolun
aşamalarını dillendirmişti..
Davet önce besmeleyi okumayaydı ,sonra fatihayı
okumaya ve dolayısı ile "ben"lik kilidini açıp
ben'in büründüğünün gerçeğine vakıf olabilmek...
Hızlı hızlı kavramlar arasında köprüler
kurabilmeye çalışırken ezanı mırıldanıyordum bir
yandan da...Bunca çıkarıma destek olabilecek
sözcükler olmalıydı bu davette...
Önce Ekberiyeti farketmek
isteniyordu...AllahuEkber ..en kolay anlatımı
ile algı sınırlarımı ne kadar açarsam açayım
algılayan konumunda olduğum müddetçe asla
algılamamın mümkün olamayacağı yalnızca kendinin
bilebleceği sonsuz-sınırsız anlatımlarını dahi
varlığında hiç eden bir oluşa işaret..
"Eşşedü en la ilahe illallah"..."Eşşedü enne
Muhammeden rasulallah..."
Ekber sözcüğü ile işaret edilen duruma yönelen
yapının hali idi şahit olmak...Tanrı sözcüğü
yada tanrılığın olmadığına sadece Allah ile
anlatılmak istenen ekbere...Muhammed ismi
işareti ile ekberin sonsuz -sınırısızlıktaki her
boyutun ve seyri oluşturan oluşturma durumunun
her halininhakikati olduğunun bununda irsal
olmak ifadesi ile anlatıldığının.
" Hayyalel salah"...
Haydi salah'e...
Bir kez daha internet bahçesinin meyvalarından
faydalanmak üzere yazıyorum arama
motoruma...Salah..
-Sa-La-Ha kökünden türeyen SALİH; Sulha Ermiş,
Barışmış demek!.
- Maslahat, Arapça bir kelime olup, Sa-La-Ha
kökündendir, lûgat mânâsı menfaat ve iyiliğe
vasıta olan şey anlamına gelir.
-"Salah", mutlak olarak kullanıldığında, bütün
hayırları kapsamına alır.
Sa-la-ha kökünden türeyen salah iyiliğe vasıta
olan , barışmış, tüm hayırları kapsayan
anlamlarını da doğuruyor..
Bu salatın hakikatine vakıf olmak için önemli
bir ipucu.Salatı fatiha suresinin aydınlığında
değerlendiren tüm hayırları kapsayan bir hale
erişiyor.Ve barışmış olmak diye adlandırılan
mutmain olmayı,razı olmayı getiriyor.
Kimler razıdır ? Diye soruyorum kendime...cevap,
dahası olmayan...sonsuz ve sınırsızlık düşününce
hep dahasını düşündüren anlatımlar...hangi
kavrama daha eklendiğinde daha dahi anlamsız
olur ?....cevap hiçlik...yada heplik...her iki
kavramda da daha sözcüğü mantıksal çıkarım
bazında anlamını yitiriyor...
"Hayyalel felah... "
Lap topun ekranının ışığında ben de bir başka
silüetim şimdi geceye çizilmiş...Yazıp
arattırıyorum hemen...
Felah:Felâh, tarlayı sürmek, yarmak anlamına
gelen fe-le-ha kökünden türemiş bir kavramdır.
Sözlükte istenmeyen şeylerden kurtulma ve gayeye
ulaşma, hayır, refah, saadet sahibi olma gibi
anlamlara gelir.
Benim tarlam ne olabilir ? diyorum kendime...
Yarılacak toprak ve sürülecek tarlamla ne
anlatılmak istenmiş olabilir....
Toprak yarılmadan tohum ekilemez ...
Tarla neden sürülür ürün almak için....ürün
içinse tohum gerekir....
Duyu organlarımın görevi ne benim ? Beynime
kendi algıladıkları frekans düzeyindeki
bulguları iletmek...Bu bulguların ışığında bir
tarlam var...bir toprağım...
Bu algıları yarmalıyım,toprağı sürmeliyim ki
tohumun yeşereceği ortam hazırlanabilsin.Tamam
tarlayı buldum da ne ile sürülecek bu
tarla...Toprağın karnını yaracak,algıların
zanların çalışma sistemini görebilecek derecede
açacak şey ne?
Kazma yada bel...Salat yani suur ile yönelme
durumu hakikate besmelede b sırrına fatiha da
iyyake nağbudu ve iyyake nestain sırrına
sarılarak...
Aşık Veysel geliyor aklıma..
"Karnın yardım kazma ile bel ile
Yüzün yırttım tırmık ile el ile
Yine karşıladı beni deste gül ile
Benim
sadık yarim kara topraktır."
O kadar güzel ki bu seyr...Benliği hakir görenin
canına yanmak gerekir...Veysel nasıl seyretmiş
ki,benliğe vurulan kazmaya,bele gül ile risalet
nuru ile karşılık vereceğini görmüş
sünnetullahın...
...ve yine Ekberiyete yöneliş..."Allahu
Ekber","Allahu Ekber"..
"La ilahe illallah..."
Müezzin kim peki?
İrsal olan Allah...
Rasul Allah... Hakikatimdeki Muhammedi
şuur...Aklı evvel...seyr aleminde büründüğü
algıya sesleniyor Ezanı Muhammedi ile...Haydi
miraca,haydi terkibiyetten rububiyeti
seyre,rububiyeti seyrden melikiyeti
seyre,melikiyeti seyrden vahidiyeti seyrile
seyrin vuku bulduğu ferdiyeti yani nefsi seyre
ve dahi vitriyeti seyr ile nefsi küll algısının
vucut kokusu almadığı şuura ve dahi kimbilir
hagi gerçeklere çağırıyor ezan ile...
Vakit girdiğinde okunur ya ezan...vakit ne zaman
bende ?
An...
Müezzin olan Rasulallah her ezandan sonra
okunması gereken bir dua da öğretiyor ,ezanın ve
salatın hakikatini açmak için...
"Allahümme Rabbe hazihi'd-daveti't-tammeti
vessalati'l-kaimeti âti Muhammedenil-vesilete
ve'l-fazilete ve'd-derecete'r-refiate veb'ashü
makamen Mahmudenillezi veadtehu. İnneke lâ
tuhliful, mîad."
Anlamı:
"Allah'ım! Ey bu tam davetin (mübarek ezanın) ve
kılınmak üzere bulunan namazın mukaddes Rabbi!
Peygamberimiz Hazret-i Muhammed'e vesileyi,
fazileti ve yüksek dereceyi ihsan et. Onu,
kendisine söz verdiğin "Makam-ı Mahmud'a"
eriştir. Şübhesiz sen, sözünden caymazsın."
Üstad Ahmed Hulusi sormustu cevabını kendimde
bulabilmek adına cevaplanması gerekeceğini
hissettirerek...Tam davet ve onun rabbi ne
demek...
Bu eksiği olmayan tam davet yani ezan her
insanda istisnasız var ve an üzere daim...bu
yüzden tam davet...ve bu davet rububiyet
kemalatından geliyor...Kimi beşer bu tam davete
yöneliyor kimi ise Maide 58 de anlatıldığı üzere
bu daveti alay ve eğlence ediniyor...
Ekranda yazanlara odaklanmış fikir selinde
tutabileceğim bişeyler ararken başlıyor Tefenni
ilçesinde adını bile bilmediğim şu köyün
müezzininden hitap...
Allahu Ekber....Allahu Ekber...
Eşhedü en la ilahe illallah....Eşhedü en la
ilahe illallah...
Eşhedü enne Muhammeden Rasulallah....Eşşedüenne
Muhammeden Rasulallah...