“Biz bu dünyaya gelmeyiz. Bu dünyada oluşuruz. Yaprağın
ağaçta oluşması gibi. Okyanusun dalgaları yaratması
gibi. Evren, yaşamı, insanları yaratır. Her insan
doğanın, tüm evrenin bir hareketi, kendine özgü bir
ifadesidir.”
Alan W. Watts(1)
Varlık alemine
bakıldığında görünen, varlıkların kendi öz yapılarından
kaynaklanan bir varoluşla varlıklarını sürdürmekte
olduklarıdır. Maddenin halden hale geçişi, yaşamın
kendini kodlayarak türetmesi, canlının oluşunu
sürdürmesi ve gözlenen maddi varlıkların perde
arkalarında atomların kesintisiz devinimleri, gelmiş
geçmiş tüm maddi formları, tüm canlıları, tüm atomları,
kısacası tüm varoluşları düşündüğümüzde, her şeye etki
eden ve her oluşu tasarrufu altında tutan dışarıdan bir
güç ve bilincin değil de, varlıktaki adeta özsel, örtülü
bir gücün ve bu gücü kullanan gizil bir bilinçlilik
halinin yansıması gibidir. Bu görüş bizi, varlıklardan
ayrı, evrenin dışından onları yaratan ve uzaktan
kumandayla hareket ettiren bir tanrının sorgulanmasına
götürür. Böyle bir tanrı ön yargısından kurtulmuş olarak
evreni ya da bize en yakın yansıması olan doğayı ve
hatta kendimizi gözlemlediğimizde, her oluşun, kendi
özünden gelen bir kudretle oluşunu gerçekleştirdiğinin
idrakine varırız. Bir tohum toprağa düşüp uygun şartları
bulduğunda yeşermektedir. Benzer şekilde bir cenin, ana
rahminde, dış ortamdan sağladığı varlığını sürdürüp
geliştirmeye yönelik etkileri kullanarak büyümektedir.
Vücudumuzda hücreler yine aynı prensiplerle oluştadır.
Burada dış ortamın katkısı, varlığın acziyetini ve
varolmak için başka şeylere olan muhtaciyetini
göstermekle birlikte, varlığın oluşu kendi özünden gelen
bir güçle gerçekleştirdiği gerçeğini yadsıtmaz. Taoist
metinlerden Tao te ching’de(2) dendiği gibi,
“Gökkubbenin
altındaki her şey kendiliğinden değişir./ Gökyüzü ve
yeryüzü birleşince,/ Ortalığı tatlı çiy damlaları
kaplar./ Bu insan işi değildir,/ Doğada kendiliğinden
oluşur”
Ancak varlıkların böyle kendi kendilerine
gerçekleştirdikleri bir oluş, neye dayanmaktadır? Bu
bilincin ve kudretin yani bilinçli, yapıcı bir enerjinin
arka planında bir tümel (her şeyi içine alan, içeren,
külli) bilinç ve sonsuz kudret olmalı değil midir? Aksi
hal, her varlıkta bir süre görülüp sonra o varlığın
ortadan kalkmasıyla yok olan ama eş ve ayrı zamanlı
olarak başka varlıklarda da gözlenen bilinç ve kudretin,
bir görünüp bir kaybolan mesnetsiz bir güce, daha
doğrusu olmayan bir şeye ya da yokluğa dayandığını
söylemek olmaz mı? Örneğin bilincimizle yönetmediğimiz
halde, “ben” dediğimiz bütünü oluşturan vücudumuzdaki
her varlık, kendi kendilerine oluşlarını sürdürmektedir.
Hücreler, alyuvar ve akyuvarlar, antikorlar, hormonlar,
v.b., kendilerine ait bir bilinç ve varolma yöntemiyle,
bir şekilde bizim bilincimizden ayrı olarak, fakat
benliğimizin ve dolayısıyla bilincimizin içinde
bulunduğunu varsaydığımız vücudumuzda, bilincimizin
kaynağı olarak kabul ettiğimiz beynimizin yönetiminde
olduğunu düşündüğümüz bir şekilde yaşamaktadır.
Kendimizden olmadıklarını varsaydığımız halde
vücudumuzda bulunan korkunç sayıdaki mikrop, bakteri ve
atık maddeler de yine bu vücut bütünlüğümüze dahil
olarak vardırlar. Tüm zamanlar düşünüldüğünde oluş,
nerdeyse sonsuz sayıda birim içre birimlerde,
birbirleriyle etkileşim içinde sürüp gitmektedir. Bu
etkileşim ve kendiliğinden oluş, yine Taoist metinlerden
Hua hu chig’de(2) şöyle anlatılır: “Bilge
bir ağaca baktığında, onu tek başına bir olgu olarak
değil/ Kök, yapraklar, gövde, su, toprak ve güneş olarak
görür/ Her olgu bir diğerine bağlıdır/ Ve ağaç, onların
aralarındaki ilişkiler sonucu ortaya çıkar/ Kendine ve
başkasına bakınca da aynı şeyi görür.” |