Oluş, canlı varlık olarak sınırladığımız herhangi bir
birimsel kesitin daha derin içsel katmanlarında ve daha
genel dışsal ortamında, en içten en dışa şu anda ve uzun
zamanlar boyunca devam ediyor. Ve sonunu
kestiremediğimiz bir ana kadar ya da sonsuzluk içre
sürekli devam edecek. Tüm bu canlı sistemlerin özünde
ise durmak bilmez bir atomsal faaliyet kesintisiz
sürüyor ki bizim gözümüzde canlı ve cansız diye
gruplandırılan her şeyin özünde bu faaliyet var. Evrende
hep bir hareket hep bir değişim, evrenin bir anı bir
sonraki anıyla aynı değil. Öyle ki herhangi bir tarihsel
kesitteki evren fotoğrafının birebir aynı olabileceği
başka herhangi bir an yoktur. Bu değişim ve hareket en
temel parçacıklardan en üst gruplandırmalara kadar
varlığını koruyor. Bu maddi alemin bir özeti olarak
Modern Materyalizmin(5) kurucularından Karl
Marks’ın(6), Yunan felsefeci Heraklikos’un(7)
görüşlerini veciz bir halde özetleyen, “Değişmeyen
tek şey değişimin kendisidir” sözünü mihenk taşı
olarak almak gerekiyor.
Oysa
biz, tüm bu hareketin, tüm bu kendiliğinden oluşun
haricinde, tüm oluşları aynı anda görüp
gerçekleştirebilecek, oluştan ayrı bir tanrının
varlığını arıyor ya da kabul ediyoruz. Halbuki tanrı bir
yönüyle, her birimin özündeki oluştan ayrı bir şey
olmamak durumundadır. Bir yönüyle, oluşun kendisidir
tanrı. Maddenin özündeki güçtür. Fransa’nın TÜBİTAK’ı
olan CNRS’de araştırma bölümünü yöneten, kozmoloji
dersleri veren, astrofizikçi Hubert Reeves’in dediği
gibi: “Kozmosun tarihi, kendini düzenleyen maddenin
tarihidir.” Ama hemen belirtelim, ileride
detaylarını vereceğimiz gibi, Allah, sadece bu kadarla
da sınırlı değildir. Örneğin İslamiyet’e göre “Ve men
cahede fe innema yücahidü li nefsih innellahe le
Ganiyyün anil alemın”
(29/6) “Hak uğrunda
cihat eden, ancak kendisi için cihat etmiş olur.
Kesinlikle Allah alemlerden
ganidir.” (ayrıca Allah’ın Gani ya da
müstağni oluşu için bakınız: 2/263; 2/267;
3/97; 6/133;10/68;
14/8; 22/64; 27/40; 31/26; 35/15; 57/24; 60/6; 39/7;
64/6; ) Burada gani
(zengin) olmak müstağni (tok gözlü) olmak olarak da
çevrilir. Her iki durumda da, Allah, alemlere muhtaç
olmayacak yani alemdeki şeylere karşı deyim yerindeyse
tok gözlü olacak kadar zengindir. Yani varlığı
sadece alemlerle sınırlı değildir. Alemlerden çok daha
zengin, daha doğrusu alemlerin gözüyle bilinemeyecek bir
dereceyi yansıtan bir terim olarak sonsuz zengin, kemal
(en olgun) haliyle zengin, bilinmeyen bir varlığı vardır
ve bu da Allah’ın aynı zamanda alemlerden ayrı da olduğu
anlamına gelir. İslamiyet’in sadece bu yönüne
bakanlar, İslamiyet’in, Allah’ı oluştan ayrı tutuyormuş
izlenimi verdiğini söylerler. Ama alemlerden ayrı oluşu,
büyük alim İbn-i Sina’nın(8) dediği gibi, “Tanrı,
herkesin mekanından müstağnidir, yer kaplamaktan uzak ve
beridir. Mekanda, mekandan uzak olandır.” şeklinde
anlamalıyız. Çünkü Allah’ın alemlerden
ayrı olduğu doğrudur, ama bu sefer de ters bir mantıkla
diyebiliriz ki, sadece öyle de değildir. Aynı zamanda,
yine İslamiyet’e göre, “Allah, şeyi şeyin özünden
ihata eder”. Bu çok önemli bir farktır. Çünkü şeyi
şeyin özünden ihata etmek (kuşatmak), şeyi şeyin özünden
oldurmaktan, oluşla bir olmaktan başka şey değildir
aslında. İşte Allah’ın bize göre olan bu iki yönü
“Mekanda, mekandan uzak olma” haliyle anlatılır.
Yani Allah tamamiyle mekan harici değildir, mekandadır;
ancak mekandan uzak olarak yani zaman ve mekandan
münezzeh (arı, uzak) olarak yani la
mekan(mekansız) olarak mekandadır. Bundan dolayı da,
An-ı daim (sürekli sonsuz bir an) olarak zamandadır. Hua
hu chig’de bu An-ı daim olarak her anda ve mekanda
mevcut olan, “İlahi Birlik nasıl görülebilir?/ O her
zaman vardır ve her zaman hazırdır./ Eğer onunla yaşamak
istiyorsan onu her yerde,/ Hatta en sıradan şeylerde
bile göreceksin” “Tao(2) gelip geçmez./ O her
zaman her yerdedir./ Tıpkı gökler gibi./ Eğer aklın
bulutlu ise onu göremezsin./ Ancak bu, onun orada
olmadığı anlamına gelmez” diye anlatılır. |