Hakkını vermek zor! Borçlu yaratılmışız sanki doğuştan... Eşinin
hakkı, komşunun hakkı, Ahmet'in hakkı,Mehmet'in hakkı, topal
karıncanın hakkı... Böyle gider bu... Restoranlardaki faturalara
benzer. Yediklerinin içtiklerinin hakkını veriyor musun?
Zor mesele! Anlaşılmayan derinliği olan... Dün ardından nefret
ettiğinin, bugün yüzüne gülmek mi hakkını vermek? Oysa dün küfrü
hak ettiğini düşünmüştün. Bugün neden hakkını vermedin? Sende mi
kararsız kaldın bunda? Neyi hak ettiğini kestiremedin! Öyleyse
hak yedin! Hukukta yargılanman gerekmez mi? İlahi adalet denen
bir şey var; sözüm sana değil; bunlara, şunlara, onlara, hakkını
vermeyenlere!
İnsanlar görüyorum, anlamazlar bu gibi kavramlardan. Safrasını
aldıranı duyduk da TALAMUS'suz gezenleri duymamıştım! Böylesine
bir beyin düşünün (ilkel bir beyin örneği), Allah’ı zikretsen ne
yazar, demiyorum elbette. Elbette hesabına sevap yazar!... Ve
hak edene hakkını vermek; konuşmak ile susmak arasındaki
iki dünya gibidir. Oysa inandıramazsın insanları iki tane
dünyanın olduğuna. Toplumsal şartlanmadan ibaret oluvermiş
TEKLİK anlayışları. Bazen tekler de çokluk gibi davranır. O TEK
dediğin yok mu o,gözde çok olur kimi zaman. Gözbebeğindeki
birçokluk beynini kandırmıyor aslında, bazen Yaradan
da yaratılan gibi gözükür... O nedenle demiştirler ki,
"yaradılanı severiz ;yaradandan ötürü".
Anlayana hakkım helaldir elbet. Helalleşmek varsa işin ucunda!
Peki, hakkını vermesen ne yazar? "Ben vermiyorum kimsenin
hakkını ve memnunum" diyenler belki de tam tersi bir eylem
içerisinde kim bilir? Belki de gerçekten onu hak etmişti de, sen
de hakkını verdin... Belki doğrusun yaptıklarında. Oysa, bunu
bağırarak, tepki göstererek "sana ne bendeki bu halden"
demek insanca üslup değil. Hani gürültü kirliliği yaratmak
hukuki bir cezadır bence.Mesela kütüphanelerde sesli konuşulmaz.
Ya camilerimizde CUMA günleri, cep telefonu açık gelenler
hakkını mı veriyor? Yeri gelmişken bir olay anlatayım:
Camilere çok sık gidemesem de cuma günleri kaçırmamaya gayret
eden bir kimliğe sahibim. Geçenlerde, çok sık telefon
çalmasından rahatsızlığımı dile getirdim, cami hocasına çıktım.
O da dedi ki -bu şikâyetler üzerine- ; geçen bu camiye bir cihaz
taktırdık. Burada telefonlar çekmiyordu bir zamanlar. Turkcell
nerden almışsa haberi, hemen geldi söktü cihazı. Böylesine bir
gerçek! Israr ettim sormakta, ne yapılabilir? Hocamız sağ olsun,
İMZA toplanabilir demişti. Böylelikle yeryüzündeki tüm melekler
TURKCELL'in başını şimdiden ağrıtacak gibi gözüküyor! Nitekim,
melekler olup biteni sürekli taşırlar. Madem camilerde Allah
kelamı mevcut,TURKCELLin ne haddine bu konsantrasyonu bozmak?
Bunları iddia eden kim? Cami halkı! Oysa her caminin buna benzer
sinek kovar gibi bir alete ihtiyacı vardır ve sevgili din işleri
(diyanet) bunu neden görmezden geliyor bilemiyorum. Çünkü camide
en önemli şey sükûnet ve temizliktir. Kaldı ki Hz Muhammed
döneminde sarmısak yiyenler bile camiye alınmazmış, şimdi; bu
sesli gürültü yapanları DİYANET neden ele almıyor? Ayda yılda
bir, konsantre ol, namaz kıl, gelsin sana haram etsin kıldığın
namazı -bir akıldan noksan-. Güya ümmetmiş, namaza gelmiş ve
telefonu açık, beden yaşı bir hayli büyük, beyin yaşı ise henüz
doğmayı becerememiş 120. günü geçip geçmediği muamma! "Veyl
olsun o namaz kılanlara ki farkında değiller yaptıklarının"
demiyor mu ayet? Birinci dereceden Müslümanlığı ilgilendiren bu
ayetin hakkını, demek ki Müslümanların büyük bölümü henüz
verememiş. İşin ilginç yanı ise faturanın sufi
/ dindar insanlara çıkarılması bir hayli mitomanik
yaklaşım. Bizim içtiğimiz suları bize bulandıran bir zihniyet
şiiri geldi aklıma...
Hakkını vermek diyorduk ya TURKCEL yöneticileri de alacaktır
elbet hakkını...
Bu nedenle Hukuk insanlar için inmiş en büyük bilimdir. İnsanlar
hukuk yasaları gereği birtakım evrensel kriterlere göre
yargılanıp daha şuurlu bir yaşama geçmekteler. Hukuk yeryüzüne
ne zaman indi bilinmez. Fakat peygamberlerin hukuk kavramına
büyük önem verdikleri apaçık ortada...
Hakkını vermek kavramını ele aldığımı bu yazıyla anlattığımı
zannediyorsunuz şimdi. Beyninizde bir bakış açısı mı oluştu?
Hemen silin derim. Kaldı ki bir Türkçeciye göre, kim bilir
virgüllerin hakkını vermiş miyimdir? Yazıyoruz; ama kimyagere ne
anlatıyor bu yazı? Kime ne vermişsin, getirisi ne, götürüsü ne?
Ne anlam verdin sen buna? Karışır kafalar, kopar bağlantılar
"bir an", nöronlardaki elektrik düşüktür, ötedeki bir
hücreye atlayacak kuvveti bulamaz kendinde; böylelikle alakasız
kalır her şey. Lakin "karışan kafaları sever düşünen
beyinler" diye bir söz vardır düşünenler için...
Kolay mı öyle düşünmeden üretmeden para kazanmak?
İşverenler sadece üç kuruşa beş kuruşluk ürün alınamayacağını
gösterir. Gidip çalışmak lazım asgari ücretten, belki anlar ne
dediğimi şahıslar. Umarım herkes üç kuruşluk aklıyla beş
kuruşluk düşünceler içerisine de girmez. Şu sokakta yürürken
attığın adım ile milyonlarca bakteriyi öldürdüğünün farkında
mısın? Değilsin veya bir anlam ifade etmez! Onlar ölse ne yazar
değil mi? Daha milyarlarca var onlardan, biri ölse diğeri doğar.
Hayır, yanılıyorsun, üstelik dengeyi bozuyorsun dostum; ama
hangi dengeyi? Beyinde atmosfer gibidir denge düzen vardır,
elektrik tesisatı vardır. Her düşünce bir elektrik devresi
gibidir. Öyleyse düşünceler en önemli dengedir. Bazı düşünceler
yüksek gerilim sağlar sisteme. O nedenle sinirlenmek sufiye
yakışmaz.Sufinin en değerli varlığıdır beyinleri. Yüksek gerilim
bozar mili volt seviyesinde çalışan beyinleri. Bu nedenle olsa
gerek, sinirlenmeyiniz uyarısı!
Düşünmek sisteme (beyin en büyük sistemdir) enerji/elektrik
vermektir dedik ya. Yok olur gördüklerin artık, bu
enerjiyle/yazıyla birlikte ;farklı bir dünya
algılarsın,sen istemesen de,beyninde artık bakterileri
hatırlamak var yürürken...Amaç seni düşündürüp nöronların
arasında bakterilerin dünyasını hatırlamak, bu dünyayı aşikar
etmekti, yüz çevirdin/saçma buldun ise biyoloji hocandan sıfır
alacaksın.Bir anlam ifade etmeyeceksin bir biyologun gözünde.
Oysa düşünebilen, beyin gücü yüksek insanlarla arkadaş ol
istemiştim. İyice düşün, dostunu bir sistematiği anlayan şahsı
seç! Sen bakterileri düşünmezsen, onları nice düşünenlerle dost
mu olacağını zannediyorsun? Hassastır bu konu, bakteri deyip
geçmemek gerek, ne bakteriler vardır ki insanı yaşamaktan ölüme
sürükler. Patojen bakteriler bunlar. Hepsini tek tek tanımak,
hakkını vermek gerek, ben genelde Kafkas kefiri içerek hakkını
vermeğe gayret ediyorum. Nitekim insanın kendi uzuvlarının da
hakkını vermek var.
Albert Einstein bile hasta halindeyken her şeyin teorisini
çözmek için uğraşmıştı ama zaman yetmedi! Hakkını vermek nasip
olmadı. Demek ki dehaların da hakkını veremediği gerçekler
olabiliyor.
Sarmısak yemiyorum, kumar oynamam, kötü alışkanlığım yok...
Birileri için hakkını vermekmiş! Daha edebiyatı anlamayan bir
toplum düşünün. Kpss, Öss, Les, Dgs sınavlarında Allah aşkına
Türkçe neti kaç? Ne alaka demeyin. Sonuçta anladığımız oranı
yaşamıyor muyuz? Şunu diyorum, anladığın oranın limiti sıfır,
sen kalk el-ahkâm kesil üç kuruşunla... Anlaşılan şu ki üç
kuruşunla başın beraber. Alaka buna derim ben! Maydanoz satanlar
ise manavda ağız kokusuna iyi gelir diyorlar.
Hani konuyu alakasız bulanlar var ya, ben de bunu anlamıyorum;
21 yy (yüzyıl) patojen bakterilerin ayak seslerini duyar olduk,
hastalıklar kendini yeniliyor. Sürekli yeni tabletler/kapsüller
üretiliyor. Sen ise iki cümle arasında ilişki kuramıyorsan
haline üzül!
Devir foton devri; ama insan beyni buna rağmen karanlık. Bir mum
yakmak lazım karanlığa diyenler; düşünceler mum gibidir mi demek
istediler? Yarın kuantumun hangi iklimine yelken
açılır bilinmez. Kuantum da beyin gibi karanlık muamma bir konu;
evreni saran kara enerji gibi karanlık, karanlık, karanlık...
Bir mum yakmak bilim camiasının 2000 yılını alsa da CERNdeki
2008'in Mayıs ayına ertelenen Hadron Çarpıştırıcısı bu muammaya
cevap arayacak. Bilimde her şey bilim adamlarının düşündüğü gibi
teoriye uymayabiliyor. Umarım İsviçre ve Fransa sınırında yer
alan ve Cenevre şehrine yakın olan CERN bir karadelik
veya benzer olay ile dünyayı yok etmez. Umarım bu bilinmezliğin
hakkını verirler.
Zamansız celallenen insanlar mevcut bir de, davranışlarımdan
rahatsızlık duymuş. Niye mi? Anasını, babasını, evlatlarını onun
gibi sevmediğim için celallenmiş bana. Anasız, babasız büyüyene
büyük hakarettir bu, diye algılıyorum.
Bu ne şiddet bu celal? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal
! Ben de böyle diyorum, sözüm onlara; senden/ benden sevgi
bekleyenlere... Sevmekmiş, onlar için bir ana, bir baba; oysa
bize Allah, size Allah demek idi doğrusu...
Bu, yetimlere büyük zulüm değil midir bu? Yetim büyüdük biz
dostum, nerden anlarım sendeki bu zevki sefayı, fukara geldik
garip gideriz biz. Sevgi bekliyorsan bir garip sevgisi
beklemelisin bizden.Sen şimdi gider anasızları / babasızları da
ararsın . Yanılıyorsun derim! Şayet ararsan; uzaklarda arama
beni... Sana senden daha yakın yerlerde, kendi özbilincinde,
özde bir yerde ara...
|