Hakkını veriyor musun?

Gediz Demir
 

Hakkını vermek zor! Borçlu yaratılmışız sanki doğuştan... Eşinin hakkı, komşunun hakkı, Ahmet'in hakkı,Mehmet'in hakkı, topal karıncanın hakkı... Böyle gider bu... Restoranlardaki faturalara benzer. Yediklerinin içtiklerinin hakkını veriyor musun?

Zor mesele! Anlaşılmayan derinliği olan... Dün ardından nefret ettiğinin, bugün yüzüne gülmek mi hakkını vermek? Oysa dün küfrü hak ettiğini düşünmüştün. Bugün neden hakkını vermedin? Sende mi kararsız kaldın bunda? Neyi hak ettiğini kestiremedin! Öyleyse hak yedin! Hukukta yargılanman gerekmez mi? İlahi adalet denen bir şey var; sözüm sana değil; bunlara, şunlara, onlara, hakkını vermeyenlere!

İnsanlar görüyorum, anlamazlar bu gibi kavramlardan. Safrasını aldıranı duyduk da TALAMUS'suz gezenleri duymamıştım! Böylesine bir beyin düşünün (ilkel bir beyin örneği), Allah’ı zikretsen ne yazar, demiyorum elbette. Elbette hesabına sevap yazar!... Ve hak edene hakkını vermek; konuşmak ile susmak arasındaki iki dünya gibidir. Oysa inandıramazsın insanları iki tane dünyanın olduğuna. Toplumsal şartlanmadan ibaret oluvermiş TEKLİK anlayışları. Bazen tekler de çokluk gibi davranır. O TEK dediğin yok mu o,gözde çok olur kimi zaman. Gözbebeğindeki birçokluk beynini kandırmıyor aslında, bazen Yaradan da yaratılan gibi gözükür... O nedenle demiştirler ki, "yaradılanı severiz ;yaradandan ötürü". Anlayana hakkım helaldir elbet. Helalleşmek varsa işin ucunda!

Peki, hakkını vermesen ne yazar? "Ben vermiyorum kimsenin hakkını ve memnunum" diyenler belki de tam tersi bir eylem içerisinde kim bilir? Belki de gerçekten onu hak etmişti de, sen de hakkını verdin... Belki doğrusun yaptıklarında. Oysa, bunu bağırarak, tepki göstererek "sana ne bendeki bu halden" demek insanca üslup değil. Hani gürültü kirliliği yaratmak hukuki bir cezadır bence.Mesela kütüphanelerde sesli konuşulmaz. Ya camilerimizde CUMA günleri, cep telefonu açık gelenler hakkını mı veriyor? Yeri gelmişken bir olay anlatayım:

Camilere çok sık gidemesem de cuma günleri kaçırmamaya gayret eden bir kimliğe sahibim. Geçenlerde, çok sık telefon çalmasından rahatsızlığımı dile getirdim, cami hocasına çıktım. O da dedi ki -bu şikâyetler üzerine- ; geçen bu camiye bir cihaz taktırdık. Burada telefonlar çekmiyordu bir zamanlar. Turkcell nerden almışsa haberi, hemen geldi söktü cihazı. Böylesine bir gerçek! Israr ettim sormakta, ne yapılabilir? Hocamız sağ olsun, İMZA toplanabilir demişti. Böylelikle yeryüzündeki tüm melekler TURKCELL'in başını şimdiden ağrıtacak gibi gözüküyor! Nitekim, melekler olup biteni sürekli taşırlar. Madem camilerde Allah kelamı mevcut,TURKCELLin ne haddine bu konsantrasyonu bozmak? Bunları iddia eden kim? Cami halkı! Oysa her caminin buna benzer sinek kovar gibi bir alete ihtiyacı vardır ve sevgili din işleri (diyanet) bunu neden görmezden geliyor bilemiyorum. Çünkü camide en önemli şey sükûnet ve temizliktir. Kaldı ki Hz Muhammed döneminde sarmısak yiyenler bile camiye alınmazmış, şimdi; bu sesli gürültü yapanları DİYANET neden ele almıyor? Ayda yılda bir, konsantre ol, namaz kıl, gelsin sana haram etsin kıldığın namazı -bir akıldan noksan-. Güya ümmetmiş, namaza gelmiş ve telefonu açık, beden yaşı bir hayli büyük, beyin yaşı ise henüz doğmayı becerememiş 120. günü geçip geçmediği muamma! "Veyl olsun o namaz kılanlara ki farkında değiller yaptıklarının" demiyor mu ayet? Birinci dereceden Müslümanlığı ilgilendiren bu ayetin hakkını, demek ki Müslümanların büyük bölümü henüz verememiş. İşin ilginç yanı ise faturanın sufi / dindar insanlara çıkarılması bir hayli mitomanik yaklaşım. Bizim içtiğimiz suları bize bulandıran bir zihniyet şiiri geldi aklıma...

Hakkını vermek diyorduk ya TURKCEL yöneticileri de alacaktır elbet hakkını...

Bu nedenle Hukuk insanlar için inmiş en büyük bilimdir. İnsanlar hukuk yasaları gereği birtakım evrensel kriterlere göre yargılanıp daha şuurlu bir yaşama geçmekteler. Hukuk yeryüzüne ne zaman indi bilinmez. Fakat peygamberlerin hukuk kavramına büyük önem verdikleri apaçık ortada...

Hakkını vermek kavramını ele aldığımı bu yazıyla anlattığımı zannediyorsunuz şimdi. Beyninizde bir bakış açısı mı oluştu? Hemen silin derim. Kaldı ki bir Türkçeciye göre, kim bilir virgüllerin hakkını vermiş miyimdir? Yazıyoruz; ama kimyagere ne anlatıyor bu yazı? Kime ne vermişsin, getirisi ne, götürüsü ne? Ne anlam verdin sen buna? Karışır kafalar, kopar bağlantılar  "bir an", nöronlardaki elektrik düşüktür, ötedeki bir hücreye atlayacak kuvveti bulamaz kendinde; böylelikle alakasız kalır her şey. Lakin "karışan kafaları sever düşünen beyinler" diye bir söz vardır düşünenler için...

Kolay mı öyle düşünmeden üretmeden para kazanmak? İşverenler sadece üç kuruşa beş kuruşluk ürün alınamayacağını gösterir. Gidip çalışmak lazım asgari ücretten, belki anlar ne dediğimi şahıslar. Umarım herkes üç kuruşluk aklıyla beş kuruşluk düşünceler içerisine de girmez. Şu sokakta yürürken attığın adım ile milyonlarca bakteriyi öldürdüğünün farkında mısın? Değilsin veya bir anlam ifade etmez! Onlar ölse ne yazar değil mi? Daha milyarlarca var onlardan, biri ölse diğeri doğar. Hayır, yanılıyorsun, üstelik dengeyi bozuyorsun dostum; ama hangi dengeyi? Beyinde atmosfer gibidir denge düzen vardır, elektrik tesisatı vardır. Her düşünce bir elektrik devresi gibidir. Öyleyse düşünceler en önemli dengedir. Bazı düşünceler yüksek gerilim sağlar sisteme. O nedenle sinirlenmek sufiye yakışmaz.Sufinin en değerli varlığıdır beyinleri. Yüksek gerilim bozar mili volt seviyesinde çalışan beyinleri. Bu nedenle olsa gerek, sinirlenmeyiniz uyarısı! 

Düşünmek sisteme (beyin en büyük sistemdir) enerji/elektrik vermektir dedik ya. Yok olur gördüklerin artık, bu enerjiyle/yazıyla birlikte ;farklı bir dünya algılarsın,sen istemesen de,beyninde artık bakterileri hatırlamak var yürürken...Amaç seni düşündürüp nöronların arasında bakterilerin dünyasını hatırlamak, bu dünyayı aşikar etmekti, yüz çevirdin/saçma buldun ise biyoloji hocandan sıfır alacaksın.Bir anlam ifade etmeyeceksin bir biyologun gözünde. Oysa düşünebilen, beyin gücü yüksek insanlarla arkadaş ol istemiştim. İyice düşün, dostunu bir sistematiği anlayan şahsı seç! Sen bakterileri düşünmezsen, onları nice düşünenlerle dost mu olacağını zannediyorsun? Hassastır bu konu, bakteri deyip geçmemek gerek, ne bakteriler vardır ki insanı yaşamaktan ölüme sürükler. Patojen bakteriler bunlar. Hepsini tek tek tanımak, hakkını vermek gerek, ben genelde Kafkas kefiri içerek hakkını vermeğe gayret ediyorum. Nitekim insanın kendi uzuvlarının da hakkını vermek var.

Albert Einstein bile hasta halindeyken her şeyin teorisini çözmek için uğraşmıştı ama zaman yetmedi! Hakkını vermek nasip olmadı. Demek ki dehaların da hakkını veremediği gerçekler olabiliyor.

Sarmısak yemiyorum, kumar oynamam, kötü alışkanlığım yok... Birileri için hakkını vermekmiş! Daha edebiyatı anlamayan bir toplum düşünün. Kpss, Öss, Les, Dgs sınavlarında Allah aşkına Türkçe neti kaç? Ne alaka demeyin. Sonuçta anladığımız oranı yaşamıyor muyuz? Şunu diyorum, anladığın oranın limiti sıfır, sen kalk el-ahkâm kesil üç kuruşunla... Anlaşılan şu ki üç kuruşunla başın beraber. Alaka buna derim ben! Maydanoz satanlar ise manavda ağız kokusuna iyi gelir diyorlar.    
Hani konuyu alakasız bulanlar var ya, ben de bunu anlamıyorum; 21 yy (yüzyıl) patojen bakterilerin ayak seslerini duyar olduk, hastalıklar kendini yeniliyor. Sürekli yeni tabletler/kapsüller üretiliyor. Sen ise iki cümle arasında ilişki kuramıyorsan haline üzül!
Devir foton devri; ama insan beyni buna rağmen karanlık. Bir mum yakmak lazım karanlığa diyenler; düşünceler mum gibidir mi demek istediler? Yarın kuantumun hangi iklimine yelken açılır bilinmez. Kuantum da beyin gibi karanlık muamma bir konu; evreni saran kara enerji gibi karanlık, karanlık, karanlık... Bir mum yakmak bilim camiasının 2000 yılını alsa da CERNdeki  2008'in Mayıs ayına ertelenen Hadron Çarpıştırıcısı bu muammaya cevap arayacak. Bilimde her şey bilim adamlarının düşündüğü gibi teoriye uymayabiliyor. Umarım İsviçre ve Fransa sınırında yer alan ve Cenevre şehrine yakın olan CERN bir karadelik veya benzer olay ile dünyayı yok etmez. Umarım bu bilinmezliğin hakkını verirler.

Zamansız celallenen insanlar mevcut bir de, davranışlarımdan rahatsızlık duymuş. Niye mi? Anasını, babasını, evlatlarını onun gibi sevmediğim için celallenmiş bana. Anasız, babasız büyüyene büyük hakarettir bu, diye algılıyorum.

Bu ne şiddet bu celal? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal ! Ben de böyle diyorum, sözüm onlara; senden/ benden sevgi bekleyenlere... Sevmekmiş, onlar için bir ana, bir baba; oysa bize Allah, size Allah demek idi doğrusu...

Bu, yetimlere büyük zulüm değil midir bu? Yetim büyüdük biz dostum, nerden anlarım sendeki bu zevki sefayı, fukara geldik garip gideriz biz. Sevgi bekliyorsan bir garip sevgisi beklemelisin bizden.Sen şimdi gider anasızları / babasızları da ararsın . Yanılıyorsun derim! Şayet ararsan; uzaklarda arama beni... Sana senden daha yakın yerlerde, kendi özbilincinde, özde bir yerde ara...

 

 

 

 
 
Gediz Demir
Fen Edebiyat Fakültesi
Fizik Bölümü