Siyah renkle
belirlenmiş kısımlar kendi yorumlarımdır. Mavi renkle
belirlenmiş kısımlar Elmalılı Hamdi Yazır’ ın
tefsirinden özetlenip sadeleştirilmiştir. Mutlaka
okunması gereken bu tefsir, özellikle çok isabetli
olarak İhlas süresini oldukça teferruatlı ele almıştır.
Sadece sürenin ilk ayetin açıklamaya çalışan bu özetin
konuya ve söz konusu tefsire yabancı olanlar için
yararlı olacağını düşünüyorum.
Bu sure dinin temel ilkesi
olan tevhidi en halis ve en güzel şekilde dile getirdiği
için “ihlas” adını almıştır. Bu nedenle “esas” adıyla da
anılır. Bir haber: “Gökler ve yer Kul huvallahu ehad
suresi üzerine kurulmuştur.” Zatında vücudu vacib,
mutlak kemali cami (toplu), her türlü ihtiyaçtan, ortak
ve benzerden uzak bir varlık olmasaydı, hiçbir şey var
olamazdı. Histe ve akılda birbirleriyle birleştikleri
görülüp duran bütün semalar ve arzları ile alem,
bütünüyle O’nun birliğine delil olan, hep O’nun
varlığını ve birliğini bildiren işaretler olarak
yaratılmış olmak manasına, bu surenin içeriği üzerine
kuruludur. Bu nedenle bu sureye tevhid suresi, tecrit
(kalpten ve akıldan
dünyaya ait şeyleri çıkarıp yalnız Allah’a gönül
bağlama) suresi,
tefrid
(Dünya işlerini bırakıp yalnız Allah ile meşgul olma)
suresi, Necat
(kurtuluş, selamet)
suresi, Velayet
(velinin hal ve sıfatları)
suresi
(yani velilik suresi),
Marifet
(Bilme, ilim, ilhama
dayanan vasıtasız bilgi)
suresi de denilmiştir. Çünkü bu surenin içeriğini
tam kavramakla Allah tanınmış olur. Cemal suresi de
denilmiştir çünkü Allah’ın yüce cemalinin vasıfları
vardır. Yine bir hadise dayanarak, kabir sıkıntılarına
mani olduğu için “Mania Suresi”, şirkten uzak tuttuğu
için “Beral suresi”, halis tevhidi hatırlattığı ve
telkin ettiği için “Müzekkire
(Temizleyen, arı, saf hale
getiren şey)
Suresi” denir. Bir hadiste “Her şeyin bir nuru vardır
Kur’an’ın nuru da Kulhuvellahu’dur” dendiği için “Nur
Suresi”, insan da bu surenin belirttiği şekilde tevhid
olmayınca iman tam olmayacağı için, “iman suresi” de
denmiştir. Kabir sıkıntısına mani
olması, var zannettiğimiz maddi dünyadan ayrıldığımızda
hala varlığımıza, maddeye, yani ikiliğe bağımlı
kalmaktan kurtulmanın yolunu gösterdiği içindir. Şirkten
uzak tutması da, ikiliğin değil tekliğin olduğunu idrak
ettirdiği içindir.
Namazında bu sureyi okuyan bir adam için Hz. Peygamber,
“Doğrusu bu Rabbini tanıyan arif bir kişidir” demiştir.
Başka bir haber de şöyledir: Peygamber bir sahabenin
göğsüne elini koyup “Söyle” dedi. Sahabe ne diyeceğini
bilemedi. Sonra ihlasın ayetlerini okuyup sahabeye
tekrarlattı ve “İşte böyle teavvüz et
(Allah’a sığın), teavvüz edenlerin hiç biri, bunlar
gibisiyle teavüz etmemiştir.” dedi.
Bu surenin nüzul sebebi için
farklı görüşler vardır:
1-) Müşrikler peygambere
Allah’ın nesebinden (soyundan) sordular ve cevaben Allah
bu sureyi indirdi.
2-) Yahudilerden bir topluluk
geldi, “Bu halkı Allah yarattı peki Allah’ı kim
yarattı?” diye sordular ve onlara cevaben bu sure nazil
oldu. Bilindiği gibi ayetlerin gelme nedenleri vardır.
Çoğunlukla, peygambere bir şey sorulduğunda ya da bir
olay olduğunda, ayet o anda peygamber tarafından
okunmaya başlanır. Başlangıçta şiddetli olan vahy
mekanizması, gittikçe, peygamberimizin bünyesinin
alışmasından dolayı, daha rahat olmaya başladı. Ama yine
de sahabenin çoğu, o anda peygambere vahy geldiğini,
O’nun hal ve davranışlarından
anlıyordu.
Peygamber bu ayetleri, haşa, daha önceden yazmış ya da
tasarlamış olsa, karşısına çıkacak soru veya olayı
önceden biliyordu anlamı çıkar ki bu saçma olur. Bir
soru ya da olay sonucu ayetin gelmesi, soru ya da
olayın, Peygamberimizin özünde olgunlaşmış ve birikmiş
olan kelamın açığa çıkması için son damla etkisi
yapmasındandır.
Şimdi ihlas
süresinin nazil olmasını anlatan bu 2. haberin Elmalı
tarafından yapılan açıklamasına devam edelim:
…“Onlar Allah’ı hakkıyla
taktir edemediler. Oysa kıyamet günü yeryüzü bütünüyle
O’nun avucundadır, gökler de sağ elinde dürülmüş. Allah
onların koştuğu ortaklardan münezzehtir ve çok yücedir.”
(Züner 39/67) Bu ayette, müşriklerin, ihlas suresinin
inmesine vesile olan sorularından sonra “Bize rabbinin
özelliklerini anlat, O’nun yaradılışı nasıl, pazuları
nasıl, kolu nasıl” diye sormaları üzerine geldi.
Peygamber önceki sorudan daha fazla öfkelendi ve yine
Cebrail gelerek O’nu yine “kanatlarını üzerinde tut
ya Muhammed! Onların sorularına Allah’tan cevap
geldi, Allah buyuruyor ki..” diyerek teskin etti ve bu
cevabı getirdi. Bu yukardaki ayette, kıyamet
günü madde yanılgısının, ikiliğin ortadan kalktığı ve
her şeyin Allah’ın avucunda olduğunun anlaşıldığı,
perdelerin kalktığı gündür deniyor. Avuç ve sağ el
tabirleri de, bu gerçeği anlatan bir deyim olarak ve
müşriklerin Allah’a atfettikleri kol organının yansıması
olarak, onların anlayacağı dilden açıklamadır. Bir
önemli nokta da, Allah-alem birliğini inkar etmesidir.
Zira Alemler Allah’tandır, teklik Allah’ın birliğidir
ancak alemler, haşa, Allah değil, adeta onun avucunda
olan ilmi suretlerdir. İkilik de bu nedenle zandır.
Alemler Allah’la olan ilakaları (bağ) nedeniyle yokluk
hükmünde vardırlar ve ama Allah’ın, haşa, bünyesinde var
değildirler. Bu misali, Allah’ın zaman ve mekan ötesi
salt, mutlak varlık olması gerçeğiyle birlikte
düşününüz.
3-) Hıristiyanlar, “O ne
şeyden, hangi cevherdendir?” demişlerdir. Peygamber :
“Rabbim bir şeyden değil, O, şeylerin yaratıcısıdır.”
dedi ve “Kulhuvellahuahad” nazil oldu. Onlar, “O birse
sen de birsin” dediler. Hz. Muhammed, “O’nun gibisi
yoktur” buyurdu. Onlar, bize başka sıfatlarını da söyle
dediler. Hz. Muhammed, “Allahhussamed” dedi. Ve surenin
geri kısmı nazil oldu. Bu olağanüstü harika
cevaplardan yukarıda yaptığımız açıklamalara destek
gelmektedir. Hıristiyanlıkta ağır basan teşbih
görüşünün, Hıristiyanların “O birse sen de birsin”
sözlerine yansıdığı görülüyor. Ne yazık ki İslam da da
işin sadece bu yönüne bakanlar ve tenzihi unutanlar
çoktur. İslam tenzihte teşbihi, teşbihte tenzihi tevhid
eden asıl dindir. Allah “şeyi şeyin özünden ihata
ettiği” gibi, “alemlerden de ganidir”. Bu asla
unutulmamalıdır.
Allah hakkında soy,
yaratılmışlık ve benzeri sorular sormak, uluhiyetin
doğum ve üreme yoluyla meydana geldiğine inanmak,
genellikle müşriklerin özelliği olup Allah hakkında acz,
ihtiyaç, ortaklık gibi eksikliklerin düşünülmesi
anlamına gelir. Bu sure, Allah’a oğul, baba, eş ve
ortaklık veya herhangi bir ihtiyaç isnad eden cüz’i,
külli, açık veya gizli her türlü şirki reddeder. Allah’ı
hak sıfatlarıyla tenzih ederek O’na layık özelliklerle
tanıtıp tarif eder. Tenzih, kusur ve noksanlıklardan
uzak tutma, Allah’ın her türlü eksik ve noksandan,
insana ait sıfatlardan uzak olduğuna inanıp, bunu
söylemedir. Bilinmelidir ki çoğu ayetlerin nüzulüne
sebep olan soruların ya da olayların özel oluşu, cevabın
genel ve kapsamlı oluşuna engel değildir. Böyle ayet ve
surelerin geliş yeri, zamanı, nüzul nedenleri, teferruat
bilgisi olup, ayetlerin yorumunu ve anlattıklarını
etkilemez. İhlas suresi de böyle bir suredir.
Kul
(De ki, Söyle):
bu söz, peygambere ve hitap
olunan herkesedir. Maksat, söyleneceklerin bilhassa
ilahi beyan olduğu ve bunların aynen söylenmesi ve
böylece tebliğ edilmesi gerektiğini tembih etmektir.
Sadece akıl, mantık ve ilim ölçülerine uyarak bulduğun,
doğruladığın bir gerçek olarak değil, Allah’ın
bildirdiği hak kelamı olduğunu, şeksiz, şüphesiz,
kalbinle onaylayıp dilinle söyleyerek, kendi kendine
söylediğin gibi, başkalarına da söyle anlamı vardır bu
hitapta. Herkes de böyle söylesin. “Birbirlerine hakkı
tavsiye ederler” (Asr 103/3).
|