Hamdi Yazır’dan Kul-Huve-Allah-U-Ahad -2-
V. Korhan Koral
 

Siyah renkle belirlenmiş kısımlar kendi yorumlarımdır. Mavi renkle belirlenmiş kısımlar Elmalılı Hamdi Yazır’ ın tefsirinden özetlenip sadeleştirilmiştir. Mutlaka okunması gereken bu tefsir, özellikle çok isabetli olarak İhlas süresini oldukça teferruatlı ele almıştır. Sadece sürenin ilk ayetin açıklamaya çalışan bu özetin konuya ve söz konusu tefsire yabancı olanlar için yararlı olacağını düşünüyorum.

 

Huve (O): Öncelikle arap gramerinde müpteda ve haber kavramını açıklayalım. Müpteda, başlangıç, başta olan anlamına olup, isim cümlelerini meydana getiren iki unsurdan başta olan isme işaret eder. Haber ise sonradan gelen anlamına olup, isim cümlesindeki müptedadan sonraki isimleri kapsar. Mesela Allah-u-ekber isim cümlesinde Allah müpteda, ekber de haberdir. Nüzul sebebine göre, hakkında sorulmuş olan Allah’a, ayetin soruya cevap olarak geldiği düşünüldüğünde, işaret etmek gerekir. Ancak ardından gelen haberde de yine Allah isminin bulunması, (Kul huve Allah) bu zamirin varlığını dikkat çekici hale getirir. Yani neden sadece O ya da sadece Allah denmiyor da O Allah deniyor? Bu durum için yapılabilecek bazı yorumlar şunlardır:

Huve yada Hu, evvel ve ahir olan ve her şey üzerinde hazır ve nazır olan vacibül vücud Allah’ın zatına işaret eder. Yani Hu, zaat boyutu itibariyle Allah’ın aldığı isimdir ki o boyutta başka bir varlık düşünülemeyeceğinden isimi alan ve veren ikiliği ortadan kalkar ve zata O demekten başka bir şey düşünülemez. İbni Sina, Allah’ın zaat mertebesinde O’nu ancak “O” demekten başka bir şekilde idrak ve ifade edemeyeceğimize işaret ederek bu sureyi yorumlar. Buraya çok dikkat edelim ki Uzak doğu dini felsefelerinin ve ondan etkilenen bazı Sufizm ekollerinin “Ben O’yum”  “Sen O’ sun” tarzı romantik ve kulağa hoş gelen söylemleri, tamamen doğrunun yarısına gerçek gözüyle baktığı için yanlıştır. O, O dur. Ben ya da sen O’ndan olan ve asla O olamayacak, hatta O’nu hakkıyla kavramaktan aciz, izafi, yok hükmünde varoluş biçimlerinden başka bir şey değildir. Yazımızın 1. bölümünde verdiğimiz gibi, Hıristiyanların “O birse sen de birsin”  demelerine Peygamber’imiz “O’nun gibisi yoktur” demiyor mu? Hala romantik güdülerle, haşa, Allah’a tam varılabileceğini, O’nunla hemhal olunabileceğini düşünmenin neresi İslami’dir, neresi akıl mantık ilim ve vahye uyan bir mutlak görüşlülüktür? Hamdi Yazır’ın yorumlarına devam edecek olursak:

Bu mertebede kendisini ancak kendisi bilir. Zatını akılların alması mümkün değildir bu nedenle bu mertebede ancak O denir. O, vacibül vücud olan Allah’ın zatı ve hüviyeti demektir. Fahreddin Razi’ye göre: Burada Huve, Allah ve Ehad olmak üzere üç lafız vardır. Her biri Allah’ın bir makamına işarettir. 1. makam, mukarrebin (yakin, yaklaşmış, Allah’a yakın olduğu için şerefli olan, melek) makamıdır ki, Allah’a gidenlerin makamlarının en yükseğidir. (Dikkat: en yüksek makamda denilecek şek ancak O’dur. Benim ya da sensin yada hepimiz birden O’yuz değil..) Bunlar, varlıkların varlıklarında Allah’tan başka varlık görmemişlerdir. Varlığı zaruri olan ancak Allah’tır. O’ndan başkası mümkünattır (Olması ya da olmaması mümkün olabilen, varlığı ya da yokluğu düşünülebilen tüm mevcudat ve unsurları). Mümkünatın varoluş açısından tek tek mahiyetine bakıldığında, yok hükmünde olduğu görülür. Vahdet-i vücud diyerek, mümkünattan ibaret olan kainatı vacibül vücud gibi görmek, panteizm olup, küfürdür. Mümkünat, varolmak için sebebe muhtaçtır. Varlığı kendi özünden gelmeyen şeyler (olan her şey böyledir), kendi başlarına kalınca ya da incelenince, yok demektir. Çünkü onların varlığı kendilerinden değil, geçmişlerinden gelir ve tüm varlığın geçmişi de, Allah’a dayanır. Allah’ın ise geçmişi ya da geleceği yoktur, O zamanın hükmünde değildir. “Dikkat edin, Allah tarafından yaratılmış olan her şey yok olmaya mahkumdur, batıldır” Mümkünat yok hükmünde olduğundan, Hu makamındakiler, akıl gözleriyle Allah’tan başka var olan göremezler. Yakinler nazarında Huve, sadece Allah’ı işaret eder. Yakin için zaten hakikatte iki ayrı mevcut olmadığından, yani ikilik olmadığından, Hz. İsa’nın dediği gibi ikiyi bir ettiklerinden, O demek onlar için tam ve yeterli bir bilgidir; çünkü yakin bilgisine göre, O zamirinin Allah’tan başka işaret edebileceği ikinci bir mevcut yoktur. Ayrıca incelediğimiz ayette, zaten Huve Allah dediğinden, Allah’a işaret aşikardır. Ama yakin bilgisine göre bu ayette Huve zamiri, Allah ismine değil, kendisi bizatihi isim olarak doğrudan doğruya Allah’ın zatına işaret ediyor ve bu durumda Hüve’yi esma-ül hüsna’dan kabul etmek daha uygun olur.

“Tanrınız tek bir Tanrı’dır. O’ndan başka Tanrı yoktur. O’nun merhameti çoktur, rahmeti sonsuzdur.” (Bakara 163) ayetinde, O rahman, rahimdir (la ilahe illa hüverrahmanirrahym) diyerek Hüve’ye rahman ve rahim sıfatı veriliyor. Oysa zamir sıfatla nitelendirilmez ancak isim nitelendirilir diyerek, Hüve zamir değil, Allah’ın ismidir diyenler vardır. Öyleyse, ister zamir ister isim olsun, Allah’ın zatına işaret ettiğinden Hüve’nin haberi, Allah’tır. Ehad’da haberden sonra ikinci haberdir. Buna göre mana “O Allah’tır, birdir” olur. 

Yani önce yaratıkları yaratmadan önceki makam, Hüve vurgulanıyor. Sonra  Hüve’ nin alemleri yaratırken Allah makamında olduğu, sonra alemlerle birlikte bir bütün olarak Ahad makamında olduğu vurgulanıyor (Dikkat, bu sıralamayı izafi bilinçlere göre belirttiğimizi söylemeye bile gerek yoktur. “Alemlerle bir bütün oluş” ise elbette defaatlerce belirttiğimiz gibi alemlerin ilmi suretler oluşlarından ve ilmin kaynağının Hu olmasındandır). Hüve ile mutlak, değişmez bir varlık işaret ediliyor. Mümkünatı varlık olarak görmeyen, yalnızca kendi zatından başka bir sebebe muhtaç olmayan Hüve’dir. Kendi varoluşu bizzat kendiliğinden gerekli olan Hüve’dir. Bir an yokluğunu düşünmek, bizim gözümüzde var olan ve gözlemleyebildiğimiz alemlerden bir alem olan kainatın varlığından dolayı, imkansız olan Hüve’dir. Vacib-ül vücut Allah’ın zatını tanıyanlar için Hüve demekle belirli bir tanımlama yapılmış olur.

Allah: 1. makam mukarreblerin (yakinlerin) makamıdır demiştik. Ki yakinler için mutlak varlık Hüve’dir.  2. makam Ashab-ı Yemin’in makamıdır ki bunlar için mutlak varlık Allah’tır. (Yemin: sağ el, sağ taraf, sağ) Görüldüğü gibi ikinci makamdakiler bir yön ile işaret edilir. Yön, mekanın gereğidir. Yani kainatta yön olmazsa olmaz. Zamanda, her şey de mekanın bir bakıma yönün içindedir. Yön ile sağın vurgulanması, Allah’a inancı simgeler. Yani bu makamdakiler için artık ikilik vardır (yani kainat yok hükmünde de olsa vardır). Ama bu ikiliği Yaradana inanç da vardır. Bunlar Allah’ı mevcut, halkı da mevcudat tanırlar. Bu nedenle bunların gözünde ister istemez kesret denen çokluk, özetle ikilik meydana gelir. O ikilik ki, biri varlığı vacip ve yok olma imkanı bulunmayan Allah’ın zatı (Hakk), öbürü de yok iken var, var iken yok olabilen yaratılmış varlıkların çokluğudur (Halk). Bunların “O” sözünden Hakk’ın zatını anlamaları için “Hüve” lafzına Allah isminin de eklenmesi gerekir. Sürekli değişen geçici varlıklar için O demek uygun olmaz ama, bu kesret arasında yalnızca O sözü tek başına Cenab-ı Hakk’ı ifadeye de yetmez. Yani Hakk’ı halktan ayıracak bir belirleyici gerekir. Öyle ki bu makamdakiler, birçok farklı gruplar olarak düşünülebilir. Örneğin çokluğu o derece yaşarlar ki Allah’ı yaratılanlardan tamamen ayrı olarak, yaratılanların tamamen haricinde kabul edebilirler. Yani Yahudiler gibi tenzihe ağırlık verirler.

 

 
 
V. Korhan Koral
Samsun - 27.05.2009
http://www.korhankoral.com
korhan@korhankoral.com

korhankoral@gmail.com

http://sufizmveinsan.com