Siyah renkle
belirlenmiş kısımlar kendi yorumlarımdır. Mavi renkle
belirlenmiş kısımlar Elmalılı Hamdi Yazır’ ın
tefsirinden özetlenip sadeleştirilmiştir. Mutlaka
okunması gereken bu tefsir, özellikle çok isabetli
olarak İhlas süresini oldukça teferruatlı ele almıştır.
Sadece sürenin ilk ayetin açıklamaya çalışan bu özetin
konuya ve söz konusu tefsire yabancı olanlar için
yararlı olacağını düşünüyorum.
Huve (O): Öncelikle arap
gramerinde müpteda ve haber kavramını açıklayalım.
Müpteda, başlangıç, başta olan anlamına olup, isim
cümlelerini meydana getiren iki unsurdan başta olan isme
işaret eder. Haber ise sonradan gelen anlamına olup,
isim cümlesindeki müptedadan sonraki isimleri kapsar.
Mesela Allah-u-ekber isim cümlesinde Allah müpteda,
ekber de haberdir. Nüzul sebebine göre, hakkında
sorulmuş olan Allah’a, ayetin soruya cevap olarak
geldiği düşünüldüğünde, işaret etmek gerekir. Ancak
ardından gelen haberde de yine Allah isminin bulunması,
(Kul huve Allah) bu zamirin varlığını dikkat çekici hale
getirir. Yani neden sadece O ya da sadece Allah denmiyor
da O Allah deniyor? Bu durum için yapılabilecek bazı
yorumlar şunlardır:
Huve yada Hu, evvel ve ahir
olan ve her şey üzerinde hazır ve nazır olan vacibül
vücud Allah’ın zatına işaret eder. Yani Hu, zaat boyutu
itibariyle Allah’ın aldığı isimdir ki o boyutta
başka bir varlık
düşünülemeyeceğinden isimi alan ve veren ikiliği ortadan
kalkar ve zata O demekten başka bir şey düşünülemez.
İbni Sina, Allah’ın zaat mertebesinde O’nu ancak “O”
demekten başka bir şekilde idrak ve ifade
edemeyeceğimize işaret ederek bu sureyi yorumlar.
Buraya
çok dikkat edelim ki Uzak doğu dini felsefelerinin ve
ondan etkilenen bazı Sufizm ekollerinin “Ben O’yum”
“Sen O’ sun” tarzı romantik ve kulağa hoş gelen
söylemleri, tamamen doğrunun yarısına gerçek gözüyle
baktığı için yanlıştır. O, O dur. Ben ya da sen O’ndan
olan ve asla O olamayacak, hatta O’nu hakkıyla
kavramaktan aciz, izafi, yok hükmünde varoluş
biçimlerinden başka bir şey değildir. Yazımızın 1.
bölümünde verdiğimiz gibi, Hıristiyanların
“O birse sen de birsin”
demelerine Peygamber’imiz
“O’nun gibisi yoktur”
demiyor
mu? Hala romantik güdülerle, haşa, Allah’a tam
varılabileceğini, O’nunla hemhal olunabileceğini
düşünmenin neresi İslami’dir, neresi akıl mantık ilim ve
vahye uyan bir mutlak görüşlülüktür? Hamdi Yazır’ın
yorumlarına devam edecek olursak:
Bu mertebede kendisini ancak
kendisi bilir. Zatını akılların alması mümkün değildir
bu nedenle bu mertebede ancak O denir. O, vacibül vücud
olan Allah’ın zatı ve hüviyeti demektir. Fahreddin
Razi’ye göre: Burada Huve, Allah ve Ehad olmak üzere üç
lafız vardır. Her biri Allah’ın bir makamına işarettir.
1. makam, mukarrebin
(yakin, yaklaşmış,
Allah’a yakın olduğu için şerefli olan, melek)
makamıdır ki, Allah’a gidenlerin makamlarının en
yükseğidir.
(Dikkat:
en yüksek makamda denilecek şek ancak O’dur. Benim ya da
sensin yada hepimiz birden O’yuz değil..)
Bunlar, varlıkların varlıklarında Allah’tan başka varlık
görmemişlerdir. Varlığı zaruri olan ancak Allah’tır.
O’ndan başkası mümkünattır
(Olması ya da
olmaması mümkün olabilen, varlığı ya da yokluğu
düşünülebilen tüm mevcudat ve unsurları).
Mümkünatın varoluş açısından
tek tek mahiyetine bakıldığında, yok hükmünde olduğu
görülür.
Vahdet-i vücud diyerek, mümkünattan ibaret olan kainatı
vacibül vücud gibi görmek, panteizm olup, küfürdür.
Mümkünat, varolmak için sebebe muhtaçtır. Varlığı kendi
özünden gelmeyen şeyler
(olan her şey böyledir),
kendi başlarına kalınca ya da incelenince, yok demektir.
Çünkü onların varlığı kendilerinden değil,
geçmişlerinden gelir ve tüm varlığın geçmişi de, Allah’a
dayanır. Allah’ın ise geçmişi ya da geleceği yoktur, O
zamanın hükmünde değildir. “Dikkat edin, Allah
tarafından yaratılmış olan her şey yok olmaya mahkumdur,
batıldır” Mümkünat yok hükmünde olduğundan, Hu
makamındakiler, akıl gözleriyle Allah’tan başka var olan
göremezler. Yakinler nazarında Huve, sadece Allah’ı
işaret eder. Yakin için zaten hakikatte iki ayrı mevcut
olmadığından, yani ikilik olmadığından,
Hz. İsa’nın dediği gibi ikiyi bir ettiklerinden, O
demek onlar için tam ve yeterli bir bilgidir; çünkü
yakin bilgisine göre, O zamirinin Allah’tan başka işaret
edebileceği ikinci bir mevcut yoktur. Ayrıca
incelediğimiz ayette, zaten Huve Allah dediğinden,
Allah’a işaret aşikardır. Ama yakin bilgisine göre bu
ayette Huve zamiri, Allah ismine değil, kendisi bizatihi
isim olarak doğrudan doğruya Allah’ın zatına işaret
ediyor ve bu durumda Hüve’yi esma-ül hüsna’dan kabul
etmek daha uygun olur.
“Tanrınız tek bir Tanrı’dır.
O’ndan başka Tanrı yoktur. O’nun merhameti çoktur,
rahmeti sonsuzdur.” (Bakara 163) ayetinde, O rahman,
rahimdir (la ilahe illa hüverrahmanirrahym) diyerek
Hüve’ye rahman ve rahim sıfatı veriliyor. Oysa zamir
sıfatla nitelendirilmez ancak isim nitelendirilir
diyerek, Hüve zamir değil, Allah’ın ismidir diyenler
vardır. Öyleyse, ister zamir ister isim olsun, Allah’ın
zatına işaret ettiğinden Hüve’nin haberi, Allah’tır.
Ehad’da haberden sonra ikinci haberdir. Buna göre mana
“O Allah’tır, birdir” olur.
Yani önce
yaratıkları yaratmadan önceki makam, Hüve vurgulanıyor.
Sonra Hüve’ nin alemleri yaratırken Allah makamında
olduğu, sonra alemlerle birlikte bir bütün olarak Ahad
makamında olduğu vurgulanıyor (Dikkat, bu sıralamayı
izafi bilinçlere göre belirttiğimizi söylemeye bile
gerek yoktur. “Alemlerle bir bütün oluş” ise elbette
defaatlerce belirttiğimiz gibi alemlerin ilmi suretler
oluşlarından ve ilmin kaynağının Hu olmasındandır). Hüve
ile mutlak, değişmez bir varlık işaret ediliyor.
Mümkünatı varlık olarak görmeyen, yalnızca kendi
zatından başka bir sebebe muhtaç olmayan Hüve’dir. Kendi
varoluşu bizzat kendiliğinden gerekli olan Hüve’dir. Bir
an yokluğunu düşünmek, bizim gözümüzde var olan ve
gözlemleyebildiğimiz alemlerden bir alem olan kainatın
varlığından dolayı, imkansız olan Hüve’dir. Vacib-ül
vücut Allah’ın zatını tanıyanlar için Hüve demekle
belirli bir tanımlama yapılmış olur.
Allah: 1. makam mukarreblerin
(yakinlerin) makamıdır demiştik. Ki yakinler için mutlak
varlık Hüve’dir. 2. makam Ashab-ı Yemin’in makamıdır ki
bunlar için mutlak varlık Allah’tır.
(Yemin: sağ el, sağ taraf,
sağ) Görüldüğü gibi
ikinci makamdakiler bir yön ile işaret edilir. Yön,
mekanın gereğidir. Yani kainatta yön olmazsa olmaz.
Zamanda, her şey de mekanın bir
bakıma yönün içindedir.
Yön ile sağın vurgulanması, Allah’a inancı simgeler.
Yani bu makamdakiler için artık ikilik vardır (yani
kainat yok hükmünde de olsa vardır). Ama bu ikiliği
Yaradana inanç da vardır.
Bunlar Allah’ı mevcut, halkı da mevcudat tanırlar. Bu
nedenle bunların gözünde ister istemez kesret denen
çokluk, özetle ikilik meydana gelir. O ikilik ki, biri
varlığı vacip ve yok olma imkanı bulunmayan Allah’ın
zatı (Hakk), öbürü de yok iken var, var iken yok
olabilen yaratılmış varlıkların çokluğudur (Halk).
Bunların “O” sözünden Hakk’ın zatını anlamaları için
“Hüve” lafzına Allah isminin de eklenmesi gerekir.
Sürekli değişen geçici varlıklar için O demek uygun
olmaz ama, bu kesret arasında yalnızca O sözü tek başına
Cenab-ı Hakk’ı ifadeye de yetmez. Yani Hakk’ı halktan
ayıracak bir belirleyici gerekir.
Öyle ki bu makamdakiler, birçok farklı gruplar
olarak düşünülebilir. Örneğin çokluğu o derece yaşarlar
ki Allah’ı yaratılanlardan tamamen ayrı olarak,
yaratılanların tamamen haricinde kabul edebilirler. Yani
Yahudiler gibi tenzihe ağırlık verirler. |