Siyah renkle
belirlenmiş kısımlar kendi yorumlarımdır. Mavi renkle
belirlenmiş kısımlar Elmalılı Hamdi Yazır’ ın
tefsirinden özetlenip sadeleştirilmiştir. Mutlaka
okunması gereken bu tefsir, özellikle çok isabetli
olarak İhlas süresini oldukça teferruatlı ele almıştır.
Sadece sürenin ilk ayetin açıklamaya çalışan bu özetin
konuya ve söz konusu tefsire yabancı olanlar için
yararlı olacağını düşünüyorum.
Ahad: Bu üçüncü makam, Ashab-ı
Şimal’in makamıdır ki hepsinden aşağısıdır.
(Şimal: sol el, sol taraf, doğuya yönelenin
solunda kalan yön yani kuzey)
Bunlar vacibül vücudun, ilahın
birden fazla olmasını uygun görebilirler ki bunları
reddetmek için ehad(bir) denmiştir. Dikkat edilirse bu
makam da yön bildirir ve zaman ve mekana bağlılığı
gösterir.
Bu makamdakiler için kainat bizatihi mevcut olarak var
hükmündedir. Kainatı gözlemleyerek maddeyi oluşturan
unsurlarda, maddenin özünde bir güç olduğunu gören kişi,
2. makamdakiler gibi kainattan ayrı olabilecek bir
yaratıcı gücü düşünmeyip, varlığı yarattıklarıyla
bütünleşmiş bu güce inanırlar. 2. makamda olduğu gibi bu
makamında çeşitli yansımaları vardır. Panteizm,
materyalizm ve ateizm bu yansımalardandır. Bu makamdan
2. makama geçenlerin algıladıkları Allah kavramı, artık
sadece hep ikinci makamda olanların bir kısmının
algıladıkları Allah kavramından farklıdır. O Allah,
yarattıklarından ayrı değil, yarattıklarıyla beraberdir
(elbette aslında ilmi suretlere ilaka ile) Buradan da 1.
makama yönelmek kolaylaşır. Şöyle ki, ikinci
makamdakiler varlığın var olabilmiş olması, varlığın
varlığı hakkında uzun uzadıya düşünme ihtiyacı
hissetmez, Allah yarattı der geçerler. Ama 3.
makamdakiler düşündükleri için 2. makama dahil
edebileceğimiz bazı düşünce gruplarının gökteki
Allah’ını reddedip ateist olabilirler. Ancak onlara
gerçek, Ahad ile açıklandığında düşünceleri mutlağa erip
2. makamdakilerden daha kolay 1. makama varabilirler.
Hüve,
nüve(çekirdek) gibidir. Her şeyin özündeki O’dur.
Maddenin derinine indikçe dalgalar evreni, onun da alt
bileşenlerine indikçe hiçlik (Hüve) ile karşılaşmamız
doğaldır. Hüve, alemler yaratılmadan önceki hal olduğu
gibi, her zaman olan haldir aslında ve o yüzden şu anda
gözlemlediğimiz alemin aslı olan maddenin derinine
indikçe Hüve ile yani gerçek olan şeyle yani hiçlikle
karşılaşırız. Aslında yok olan hiçlik değil, bizatihi
maddenin kendisidir. Her zaman olmuş olan sadece
Hüve’dir ve o hal, bize göre, biz maddeyle ve ikilikle
kayıtlı olduğumuzdan, hiçliktir.
Tüm bunlarla birlikte,
belirtilmelidir ki, Hüve’nin yorumunda meşhur olanı,
Hüve’nin zamir-i şan olmasıdır. Zamir-i şan, cümle
başına gelerek, işin önemi hakkında, “önemli olan şudur
ki:” şeklinde kullanılır. Bu durumda Hüve şan, Allah
müpteda(başlangıç),
Ahad haberdir. Yani O
Allah ki Ahaddır, O Allah Ahaddır, O Ahaddır, Allah
Ahaddır anlamlarıyla yorumlanır. Hüve’nin zamir-i şan
olması durumunda vurgu, Hüve’yi batında ve zahirde bütün
kemal sıfatlarıyla tecelli ettiren Allah ismine ve O
Allah’ın zatını kesretten ayrı tutan O’nun birliğini
ifade eden Ahad isminedir. Bu yorumla, Hüve ile yapılan
vurgu ve Kulhuvallahuahad cümlesinin anlamı, Allah’ın
birliği hükmünden ibarettir ki esas maksatta bu hükümden
ibarettir. Allah, sıfatlara hakkıyla ve eksiksiz olarak
sahip olduğu, bütünüyle varlığı kendisine ait bulunduğu
için, ilahlık O’nun hakkıdır. Gerçek ibadet edilecek
varlık olan Allah, birdir, ikincisi olamayacak olan
tektir, biriciktir. Evvel ve ahir, ortaktan uzak,
“Hiçbir şekilde benzeri olmayan” (Şura 11) hep birdir,
yegane birdir.
“Ehad, ezelde ve sonrasında
hep bir olan ve beraberinde bir başkası bulunmayan fert,
tektir.” (İbnul Esir, enNihaye fi Garibil hadis). Bu
öyle bir isimdir ki, beraberinde zikronulabilecek
herhangibir sayıyı red ve inkar için kullanılır. Mesela
Arapçada “bana hiçbir kimse gelmedi” derken ehad
kullanılır. Ehad, bir anlamında olan vahid yerine
kullanılsa da, aslında aralarında önemli bir fark
vardır. Vahdetin kendinden başkasını reddetmek demek
olan esas manasında ehad sözü, en olgun ifadedir. Vahid
kelimesi göreceli ve karşılaştırmalı da olabilir ve
sayısal bir anlam ifade eder. Ehad ise, zatın ne
bölünme, ne görecelik, ne de karşılaştırma şeklinde
hiçbir sayıyı kabul etmeyen, hiçbir şekilde iki olması
veya iki şeyin bulunma ihtimali olmayan gerçek birdir.
Hep bir ve daima birdir. Yani vahid ile ehad eş anlamlı
değildir.
Elbette
asıl anlamıyla vahid kavramına dayanan Vahdet-i vücud,
bu durumda, “parçaların birliğinden oluşan vücud”
anlamı verir. Oysa gerçek hal, ancak Vahdet-i şuhud
olabilir. Yani parçaların birliğine şahit olabiliriz. Bu
birliğe acizane şahitlik, işte kavranamayacak ve
katılınamayacak olan Ehadiyet’i işaret eder. Zira
Ehadiyet değimlidir
“Hiçbir şekilde benzeri olmayan” (Şura 11) hep birdir,
yegane birin
vasfı. Sen nasıl olur da bu maddeleşmekten ya da
maddenin özü olmaktan beri ve pak olan Mutlak varlığın
gerçek anlamda bir keseti olabilirsin? Sen nasıl olur da
ilmi bir suretten ibaretken bu Mutlağı kavrayabileceğini
zan edersin? Ehadiyet’in bir unsuru olamaz ki sen de
Allah’ın bir unsuru olabilesin. Vücut, haşa sen ben gibi
aciz midir ki, parçaların vahdetine densin?
“Allah’tan başka hiçbirşey
ehad ile tasvir edilemez” (Ezheri) Mesela, recülün
ehadun, dirhemin ehadun denilmez, reculün vahidin,
dirhemin vahidin denir (adamın biri, bir dirhem gibi).
Ehad fert, yani tek demektir. Ehad, Allah’ın yalnızca
kendine ait olan sıfatlarındandır ve Ehadlıkta hiçbir
şey O’na ortak olamaz. Ehad, vahid kavramını da içerir
ama vahid, ehadı içermez. “Bir kimseye hiçbir vahid
karşı koyamaz” denildiğinde biri karşı koyamaz ancak iki
veya daha fazlası karşı koyabilir anlamı çıksa da, “Bir
kimseye hiçbir ahad karşı koyamaz” denildiğinde iki veya
fazlası karşı koyabilir anlamı çıkmaz, ona karşı
koyabilecek hiç kimse yoktur anlamı çıkar. Vahid
ispatta, ehad ise reddetmede kullanılır. İspatta “bir
adam gördüm (vahid ile)” denir. Redde ise “hiç kimseyi
görmedim (ehad ile)” denir ve geneli ifade eder. “Sizden
hiç kimse bana engel olamazdı” (Hakka 47) ayetinde de
ehad kullanılmıştır.
Ne güzel bir tespittir ki, o
nedenle Vahdet-i vücut ispatı, teşbihi, birliği
simgelerken Vahdet-i şuhud bu ispatı, panteizm misali
ele alan ve kavrayanlar için reddetmeyi, tenzihi
simgeler. Teşbihe dayanan ispat tek başına yeterli
değildir diyerek tenzihi de ortaya koyar aynı şekilde
sadece tenzihi yani reddetmeyi de reddeder. Kur’an’ın
ruhunu teşbihle tenzihin tevhidi olan yüce düşünceyi
gönüllere nakşeder. Yani aslında hiçlik makamına o en
yüce makama dayanan mutlak imanı gösterir.
Ehad sıfat halinde, sadece
Allah’ın sıfatı olarak kullanılır. Ahad kelimesinin aslı
vahaddır. “Ehada adet anlamı verilmez, örneğin sayı
saymaya başlanırken ehad, isneyn,… denilmez” (Sa’leb)
bir yüzyıl, bir bin yıl anlamında, mietün ehadün, elfun
ehadün denmez. Hattabi, ehadiyet zatın tekliğini,
vahadiyet sıfatta eşi olmadığını ifade eder demiştir.
Çünkü zaat, hiçbir şekilde başka bir zatın varlığı
ihtimalini ve düşüncesini barındırmayacak şekilde ehad
(bir) dir. Sıfatta ise kemal vasıflarıyla başka
varlıklarda olamayacak sıfatlar açısından eşsiz, bir (vahid)
dir. Başka düşünürler de, ehadiyet ne zatında ne
sıfatlarında ortağı olmayan bir tektir demiştir.
Bazıları da Allah hakkında, zaat ve sıfat birbirinden
ayrı olmadığından, vahid ile ehad aynı hükümdedir deyip,
ehad kelimesini vahid diye tefsir etmiştir. Ayrıca
bölünme ve parçalanmayı kabul etmeyen vahid diye de
tarif edilmiştir. “Ehad anlamına kullanılan vahid, bütün
yönlerden birdir. Çünkü ehadiyet karşılaştırma
çeşitlerinin hepsinden kurtulmuş olan özdür. Göreceli
olan sayısız varlıkların, zatın ehadiyyetinde yok
olmasıdır. Bu özelliğinden dolayı tenzih
(Allah’ı noksanlıklardan uzak tutma anlamıyla)
maksadıyla kullanıldığında, vahidden üstün tutulur.
Çünkü vahidiyet sayısal çoğalmanın reddinden ibarettir.
Aynılığın çokluğu vahidiyette de reddedilmiş olsa da
onda göreceli bir çokluğun varlığı akla gelebilir.” (Ebul
Beka) |