Kaç
zamandır yazmak istediğim ama kelimelerini ve
cümlelerini hatalı yazmaktan çekindiğim için yazamadığım
“GÖNLÜ İSLAM OLAN BİR PAPAZIN”hatırasını ve Ali Öztaylan
Hazretlerinin başka hatıralarını..İsmini yazmayan bir
kardeşimiz internette yayınlamış. Allah kendisinden razı
olsun..Bize sadece bu muhteşem ,her birimize ders olacak
nakli kopyalamak düştü..
********
VESİLE-İ
SAADET BANDIRMALI ALİ (ÖZTAYLAN)AMCA
"Padişahı âlem olmak bir kuru dâvâ imiş, Bir mürşide
bende olmak her şeyden âlâ imiş"
O bir
muhabbet fedaisi idi. Temiz kalbinde husumete yer yoktu.
Bir güzel
insanı ziyaret ettik, “nur gibi parlayan” deyiminin
karanlık kaldığı...Ellerini tuttuğumuzda “pamuk gibi”
benzetmesinin az geldiği bir insan...
Hali,
hareketi, bakışları, ikramı, misafirperverliği ile
“Bakırdan gönülleri, altına çevirenler” sınıfından bir
insan... “Nasılsınız?” diye sorması bile alışılagelmişin
dışında olan bir insan...
“Ellerinizden öperiz.” denildiğinde “Öpülecek el olsa
kendim öperdim.” diyen tevazu ehli bir insan...
Hacı Hasan
Efendimiz (k.s) “Sizi pek sever, sizden bahsederdi.”
denildiğinde, “Hep o muhabbetlerle yaşıyoruz.” diyen
ehl-i hâl bir insan..
“Habersiz
ve elimiz boş geldik, özür dileriz.” denildiğinde,
“Dosta habersiz, dosta çıplak gidilir.” diyerek,
ardından “Kudümünle müşerref kıl, habersiz gel”
mısrasını hatırlatan bir insan...
İşte
Bandırmalı Ali Efendi’nin sohbetinden aklımızda
kalanlar.
“Yaşlı
insan çocuk gibidir, muhabbet ve şefkat ister, okşansın,
kucağında taşınsın ister.
Yaşlı
insanın kusuruna bakılmaz. Refleksleri kaybolmuştur. Bir
kaşığa bile uzanmak meseledir.” diyerek güzel bir
prensip hatırlatıyor bize: “Yaşlı insan kafir de olsa
tâ’zim edin...
Yaşımız 83
oldu, yaşımıza göre iyiyiz, Allah sabrından, şükranından
ayırmasın” duasını yapıyor.
İNSANLARA İMAN’I NAZAR İLE BAKALIM
İnsanlarla
ilişkilerimizi yeniden düşünüp, taşınmamızı
gerektirdiğine inandığım bir hatırasını aktardı bize.
Mütevazı ve yumuşak konuşmasını dinlerken şaşırıyor,
hayretler içinde kalıyor ve kendimize pay çıkarmaya
çalışıyoruz. Bir taraftan da anlattıklarını not almaya
gayret gösteriyoruz.
“Çok
seneler önceydi. Bir rüya gördüm. Kasatlar köyünün
papazı imiş bir adam görüyorum. “Ali Efendi! Sizden bir
istirhamım var. Ben Vasil’in babasıyım, benim mezarımı
alıp İslam mezarlığına taşıyınız lütfen. Ben dinimi
izhar etmedim. Onların ameli, benim esasıma tesir
etmedi.” Sonra rüyamda mezarlığa gidiyorum, kabri
açtığımda bir de ne göreyim; ab-ı hayat gibi sular
çıkıyor, ceset nurlu ve çürümemiş bir halde... Uyandım,
acaba bunlar gerçek mi diye araştırdım ki, bu papaz
gerçekten Kasatlar köyünde imiş, hal üzere, halvette,
Türkleri seven, kendisine gelen hastaların şifâyab
olduğu bir insanmış. Oğlu Vasil’i buldum. “Sana bir şey
anlatacağım, inanmazsan senin mukaddes usullerine göre
yemin edebilirim.” dedim.
“Olur mu
Ali Efendi! Ben seni tanıyorum. Sen emin bir insansın,
kitaba el basmaya, yemin etmeye gerek yok.” dedi. Olayı
anlatınca bir feryat!
“Ben size
demedim mi, babam müslümandı, bana inanmadınız...”
diyerek feryat ediyor, çıldırıyor. Hepimizin pür dikkat
dinlediği Ali Efendi bu olayı anlattıktan sonra “Bütün
insanlara iman-ı nazar ile bakmalıyız. İnsan papaz gibi
yaşar, papaz gibi görünür, ama müslüman ölür. Barlardaki
kadınları bilirim, hiçbiri halinden memnun değildir,
hepsi “Ahh...” der. Onun için yalnız şefkat, yalnız
merhamet...”
HERŞEY BİR “Ahh!!” DEMEKTEN İBARET
“Bir
Nurettin vardı.” diyor, sonra devamla... İspirto içerdi,
birgün kendisine, “Nurettin çok bunaldım, istiğfar
edeceğim, gel sen de gönülden istiğfar et.” “Ahh!...”
dedi, pişmanlığın binlercesini ifade edercesine...
“Nezaketinizi anlıyorum, niyetinizi biliyorum, siz benim
ahlakımı da, şarabımı da, içkimi de biliyordunuz, ama
bana göstermediniz.” dedi. (Meğer Ali Efendi, Nurettin
sarhoş olduğunda onu faytonla, fayton yoksa sırtında,
evine annesine kadar teslim eder ve annesine de
söylememesi için yemin ettirirmiş.) Ben annemden zorlama
ile beni eve kimin getirdiğini öğrendim. “Aman Nurettin
ne olur sus! Allah beni affetmez, günahını varsa bana
ver.” dediğimde başka alemlere daldı. “Buyurun, buyurun”
dedi. Meğer Cebrail (a.s), Mikail (a.s) ve İsrafil
(a.s)’i davet ediyormuş, ardından “Buyur ya
Resülullah...” dedi ve O’nun kollarında ruhunu teslim
etti.
Ali Efendi bu olayı anlattıktan sonra hepimizin
gözyaşları özgürlüğüne kavuştu. Kendisi biraz durakladı
ve “Herşey bir Ahh!...” demekten ibaret.” diyerek Ali
Haydar Efendi’nin “Buraya kadar (eliyle boğazını
göstererek) mülemma olan bize gelsin, bizim
günahsızlarla işimiz yok. Allah bir şeyi, bir kişiye
bela eder, onunla bin kişiyi imtihan eder.”
sözlerini ekledi.
EN
ZAYIFA, EN BÜYÜK TA’ZİM
“Birgün
dükkanda idim, bir adam geldi, Türkiye dışından bir
yabancı olduğu anlaşılıyordu. Dükkandaki ebrulara,
hatlara dikkatle baktığını fark ettim.
İslam’a
muhabbeti var ama neden olduğunu bilmiyor, içimden ona
hediye vermek geçti, seccade, havlu, mendil, çorap gibi
hediyeler koydum, içine kartımı da yerleştirdim.
Ama bunları Ali Haydar Efendi’nin bana verdiği gömleğe
sardım, paketi kendisine verdim. İki ay sonra ABD’den
uzun bir mektup geldi.
“Ben
filanca tarihte gelmiştim, hediyeler vermiştiniz, nasıl
teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Verdiğiniz paketi
açtıkça acayip bir haller oldu, ben ve ailem müslüman
olduk. Buradaki müslümanlarla irtibata geçtik.” “Demek
ki kardeşlerim, en zayıfa, en büyük ta’zim” diyor Ali
Efendi daha sonra...
Ulema-i
Kiram ilme rağbet edenin, halka karşı insaf merhametle
hareket etmek hususunda idraki artar buyurmuşlar. Bizim
de rağbetimiz bu yönde olmalı, Allah’ın abes hiçbir şey
yaratmadığını unutmayarak her şeye iman-ı nazar ile
bakmalıyız.
Nurettin gibi bir insan hayatın içinde neler görüyor,
ölürken de yukarıda anlattığımız gibi ölüyor. İnsanlar
papaz gibi görünüyor. Ama müslüman ölüyor. Hristiyan
gözüküyor. Daha sonra hayatı müslümanlaşıyor.
Unutmayalım
ki, Allah’ın emirlerine ta’zim etmek ve Allah’ın
mahlukatına şefkat önemli bir düsturdur ve Vesile-i
Saadettir.
Evinden ayrılırken yine ikramda bulundu, merdivenlere
kadar bize eşlik etti. Tevazusunu gördükçe Sadi’nin:
“Akıllı kişiler tevazu eder Zira meyveli ağaçlar
dallarını eğer.” Beyitini hatırlamamak mümkün değil
doğrusu. Bizlerse geride yalnızca gözyaşlarımızı
bırakıyor ve; “Birkaç damla bıraktım gidiyorum, Kuru
kalmış gönlüme bir müjdem var şimdi Gözyaşı filizini
yeşerttim gidiyorum” diyerek yolumuza koyuluyoruz.
Allah (cc)
bizleri kendine itaatli kullarından eylesin ve
sevdiklerinin nurlu yolundan ayırmasın...
alıntı.. |