‘Moda’ diye yutturulan şey hayasızlıktır
Hayâ; nefsin çirkin şeylerden sıkılması ve bunun için
kötü şeyleri terk etmesi, hoş ve güzel olmayan bir şeyin
ortaya çıkmasından, kalpte meydana gelen bir rahatsızlık
olarak ifade edilebilir. Hayâ, herkese nasip olmayacak
kadar değerlidir.
İffet ve hayâ, utanma duygusuyla beraber çalışır.
Topluma baktığımızda, utanma, arlanma duygusu,
temizliğin işareti olan iffeti bulmak, bir hayli
zorlaşmıştır. Ar damarı çatlamış olmak, tehlikelidir.
Çünkü Allah’tan korkmayan, kuldan utanmayan, her türlü
kötülüğü rahatlıkla yapabilmektedir. Hayâdan mahrum kişi
arlanmaz, utanmaz.
“Hayâ, imanın nizamıdır. Bir şeyin nizamı bozulunca
parçaları darmadağın olur. Her dinin bir ahlâkı vardır,
İslâm'ın ahlâkı da hayâdır” (Hadis-i şerif; İbn Mâce,
Zühd, 17). Hayâ yoksa iman da tehlikeye girmiştir.
Giyim-kuşam ve modanın ön plana çıkardıkları, dini
hassasiyetlere göre tasarlanmaz ise müslümana göre
değildir. Dekolte giyim, hayâdan mahrumiyetin
göstergelerindendir. Açık saçık giyinenler için, ar
damarı çatlamış tabiri kullanılır.
Bu durum, giyenler ve görenler tarafından ele alınacak
olursa; birçok kişi beğenilmek ve dikkat çekmek
ihtiyacıyla bu giysileri giymektedir. Bir de moda ve
özenti tarafı var tabii. Estetik ile cinselliği ön plana
çıkaran kıyafetleri, birbirinden ayırabilmek gerekir.
Estetik, renk uyumu, yakıştırma ve hoş görünüş ile
ilgili ayrı bir durumdur.
İnsanlık mı Cinsellik mi önemli?
Göz neredeyse gönül oradadır. Kim ne tarafını ön plana
çıkarıyor ise karşı cinsin muhatabını o noktalar ile
değerlendirmesi kaçınılmaz hale gelebilir. Tabi bu
noktada, haram olan göz zinasından sakınmak da ayrı bir
konudur. Olaylar çok boyutludur.
Ama çoğu defa merak edilmiştir, o incecik çorap, kıyafet
ve derin dekoltelerle soğuk günlerde üşümez mi bu
kişiler? Tabii model ekranlarda boy gösterenler olunca,
stüdyo çekimleri ile sokağı karıştıran zavallılar, hem
maddî ve hem de manevî sıhhatten kendilerini mahrum
etmektedirler.
Dikkat edilirse günümüz kadın giyiminde, din ve
imanımızın tam aksine, kadının vücut hatları ön plana
çıkarılmaktadır. Bu durum karşı cinsin ilgisini, hangi
yönde çeker dersiniz? Vücut hatlarının, cinselliği ön
olana çıkaran bir durum olduğu takdir edilecektir
herhalde. Peki, insani bir yaklaşım için cinselliği
değil, insanlığı ön plana çıkaracak olan bir kıyafet
daha verimli bir iletişimi sağlamaz mı? Bunu
okuyucularımızın takdirine bırakıyorum.
Gençler neyi örnek alıyor?
Genç kızlarımız, hatta yetişme çağındaki çocuklarımız
neyi görürlerse onu model alırlar. Ekranlar, bu anlamda
önem arz ediyor. Tabiî işyeri, mahalle, apartman ve aile
çevresinde ön plana çıkan modellenecek kişiler de bu
noktada önemlidir. Öğretmen, yazar, sanatçı (!) vb.
etkili kimlikler de modellenme noktasında dikkat
çekicidir.
Erkeklerin o dar pantolonları giymesi de aslında, ne
sıhhat ve ne de rahat bir hareket için uygun değildir.
Buna rağmen neden insanlar, o darlıkların içine
hapsolunurlar? Bunların kısırlığa neden olabileceği de
söz konusudur. Kendine değer vermeyenler,
başkalarından değer dilenmek durumunda kalırlar. Ama
bir karşılık bulamazlar. Fert ve toplum ilişkilerinde
kişi ne almak istiyorsa onu vermelidir. Saygı görmek
istiyorsanız, saygı göstermelisiniz. Hoşgörü ile muamele
görmek istiyorsanız, hoşgörü ile hareket etmelisiniz.
Siz öfke ile baktığınız kimseden tebessüm görebilir
misiniz? Bu noktada “rüzgâr eken fırtına biçer” özlü
sözünü hatırlamak gerekir.
Cinsel obje olmak istemeyen
Cinsel bir obje değil de, insan olarak muamele görmek
isteyen, ona uygun bir giyim ve tavır sergilemelidir.
Müslüman kadının giyim ölçülerine, Nur Suresi 30-31.
ayetlerde değinilmiştir. Ayette başörtülerinin omuzlar
üzerinden salınmasının istenmesi, kadının
güzelliklerinin en önemlilerinden olan saçtan sonra,
göğüs kısmının da dikkatlerden uzak tutulmasına dönük
bir emir olduğu unutulmamalıdır. Alt beden kıvrımlarının
ön plana çıkarılması ise en inanılmaz hayâsızlık
göstergelerinden sayılan bir davranıştır. Asıl olan
kadın ve erkeğin cinsel bir obje değil, insani bir değer
olarak görüntü verebilmesidir.
İman, kişinin her şeyine hükmetmesi gereken bir değerdir.
Giyim-kuşam, tutum-davranış, hal-hareket, konuşma,
gidilip gelinen yerler vs. noktasında, dinimin bu
noktadaki görüş ve yaklaşımı nedir, sorusunun cevabı
olumlu ise o iş veya yere devam edilebilir. Aksi halde,
imanın müsaade etmeyeceği bir tutumdan uzaklaşmak
gerekir. Veya kişi din karşısındaki durumunu yeniden
gözden geçirmelidir. Tabi kaide-i külliyeye göre,
“tamamına ulaşılamayan şeyin, bir kısmı da terk
edilmez”. Ama inandığını söyleyen kişi, en azından bu
noktada, eksik ve kusurlu olduğunu fark etmelidir.
Hayadan taviz verilemez
“Kolaylaştırmak, zorlaştırmamak, müjdelemek nefret
ettirmemek”, müslümanın ana prensiplerindendir. Ama bu,
yozlaşmayı ve özden uzaklaşmayı hoş görmek noktasına
getirilmemelidir. Ölçüler ve hudutlar açık ve nettir.
Eksik ve kusurlu olan haddini bilmeli, kendi durumunu
kurtarmak için, dinin ölçüleriyle oynamaya
kalkmamalıdır. Bu noktadaki cahilce cesaret, imanî
açıdan da tehlikeye düşmeye sebebiyet verir. Yani kimse
ölçüleri kendine uydurmaya kalkmamalı, kendisi ölçülere
uymaya çalışmalıdır. Eksikleri ve hatayı kabullenmek de
irfandandır.
Ateş ile barutu bir araya koyanların, neticedeki
patlamadan şikâyet etmeye hakkı yoktur.
Bu noktada kız-erkek münasebetlerinde, dini hassasiyeti
olanların, helvet-i sahiha denilen, üçüncü kişilerin
müdahil olamayacakları ortamlardan uzak durmaları
gerekir. Sosyal kontrolün azaldığı toplumlarda, bazen
değil üçüncü kişiler, toplum bile etkili olamamaktadır.
Böyle durumlar, hayâ ve iffetten tamamen
uzaklaşıldığının acı göstergelerindendir.
Herkes “el değmemiş hayat arkadaşı” arıyor. Ama
flört dönemindeki bazı aşırılıkları da meşru görüyor.
Bu, bir çelişkidir. El değmemiş isteyen el değdirmemeli,
göz değmemiş isteyen; yangözle veya şehvet gözüyle
bakmamalıdır. Cinsel obje olmayı kendine yediremeyen de,
cinselliği ön plana çıkaran hayâ ve iffetten uzak
kıyafetler ile sokakta ve insanlar arasında
dolaşmamalıdır.
İstiklal Marşı şairimizin nice yıllar önce dile
getirdiği dizelerde anlatılanları, gönümüzde yaşananlar
çok daha aştı. Bunu hepimiz, internet, televizyon,
dergi, gazete ve sokaklarda istemesek de müşahede eder
hale geldik.
Öyle murdarını görmekte ki insan fuhşun;
Bırakın söylenemez:
Mevki'imiz câmi'dir;
Başka yer olsa da tafsile hayâ mâni'dir.
Hayasızlık imanı götürüyor!
Yani bazı şeyleri yazıyla bile tahlil etmeye hayâ
duygusu mani oluyor. Yaşayışında ve giyim tarzında
hayâ sınırlarını zorlayanın, iman dairesinde olması
tehlikeye girmiştir. Bu noktada herkes kendi
durumunu yeniden gözden geçirmek durumundadır. Rabbim
insanlığı ve hususiyle Müslüman olduğunu düşünenleri
hayâdan mahrum etmesin. (Amin)
Eski savunma sistemlerinde, iç kale, dış kale, coğrafi
sınır gibi geçiş noktaları vardı. Bunun gibi imanı
koruyan sınırlar da vardır. Farz, vacip, sünnet ve
adaptan mahrum bir imanı muhafaza etmek mümkün olmaz.
Haram, mekruh ve günaha dalan kimseye, inandığını
söylemesinin faydası olmaz. Dini hayat, bütünlük ifade
eder. Kim ne kadarına erişmiş ise dini ve imanî
güzelliklerden o kadar istifade eder. Dinimizi bir değer
olarak görüyor isek, onun güzelliklerini hayatımıza
taşımaya gayret etmeli, iman ve hayâdan mahrum olanların
dümen suyunda basit bir taklit objesi olmamalıyız.
Herkes durumunu gözden geçirmeli, nerde olmak istediğine
karar vermelidir.
Kötülüklerin böylesine yaygınlaşabilmesi, Müslümanların
ciddi bir farz olan “iyiliği tavsiye ve kötülükten
uzaklaştırma” vazifesini terk etmelerinden dolayıdır.
Bunun yerine ikame edilmeye çalışılan “bana dokunmayan
yılan bin yıl yaşasın” sözünün neticesini anlayabilmek
için kendi evlat ve torunlarımızın durumuna bakmamız
yeterlidir sanırım.
O yılan semirdi, bizi de yutacak hale geldi. Hayâ ve
iffet, ikinci plana itildi. Ya Rab bizi affet,
rahmetinle muamele et. Bize, şuur ve iz’ân ihsan et,
bizi kendine lâyık kul et. (Amin) |