Kur’ân İnsanı Olabilmek
Kur’ân insanı olabilmek; iman, salih amel, ihlâs
ile
iradeyi iyi yönde kullanmakla mümkün olabilir.
Yüce Allah
ilk insanı yaratmış ve onu bütün neslinin hidayetine
vesile olması için peygamberlik sıfatıyla taltif
etmiştir. Bilindiği üzere ilk insan Âdem (a.s.) aynı
zamanda peygamberdir. Dolayısıyla insanlığın
başlangıcı vahşet değil, medeniyettir. Daha sonra
gelen bütün peygamberler de insanlığa; hakkı öğretmeğe
uğraşmışlar, dünya ve ahiret selametinin yollarını
göstermeye çalışmışlardır. Bu vazifelerini yerine
getirirken menfaatlerine zarar vereceğinden dolayı bazı
zorbaların karşı çıkmaları ve zulümlerine maruz
kalmışlar ve bu uğurda pek çetin meşakkatlere sabır
göstererek vazifelerini yerine getirmişlerdir.
Hayatta
mükemmel bir insan olabilmek için, maddi ve manevi
sıkıntı ve zorluklar ile mücadele ederek, bu rehberliğe
uygun davranmak gerekmektedir. İlâhî rehberliğin son
halkası Hz. Muhammed (s.a.v.) ve O’nun en büyük emaneti
Kur’ân ve sünnettir. Bu iki emaneti hayat rehberi
yapmayanlar, hakikat yolunu kaybedip çeşitli, stres ve
sıkıntılara maruz kalabilirler. Nitekim insanlığın
başına gelen bela ve musibetlerin arka planında
Allah’tan uzaklaşma vardır. Eğer kişi, hata ve
kusurunu anlayıp insanlara karşı yaptığı hatalardan özür
diler ve Allah’a karşı yaptığı hatalardan tövbe edip af
dilerse mükemmellik yolunda devam edebilir.
Kur’ân'da
çoğu ayet, insanın ruh durumunu ve Allah'la olan
ilişkisini anlatır. Kur’ân'a göre insan, varlıkların
birçoğundan üstün kılınmıştır. İnsan tabiatı, kötü ve
iyiye eğilimlidir. Ancak bunlar arasında iyi tercihini
yapabilecek zihni yetenekler ve irade de insana
bahşedilmiştir. İslam, insanı eğitirken prensip, gaye ve
metotlarını bu yapıya göre ayarlamakta ve
temellendirmektedir. Kur’ân, insan 'fıtrat'ını
(arzuları, kabiliyetleri, ihtiyaçları, zaafları) kabul
ederek buna uygun bir yaklaşımla insanı ele alır.
Kur’ân’da
insan ile ilgili ayetlerde şu özelliklere dikkat
çekilir. İnsan acelecidir; sabırsızdır; çabuk şikâyet
eder. Nankör, mala ve menfaatine düşkündür. Minnet
duygusundan tamamen uzak olan insan, bağımsızlık
dürtüsünün etkisiyle kendisini Tanrı yerine bile
koyabilmektedir. Ancak gene Kur’ân'a göre insan,
yaratıkların birçoğundan üstün kılınmış, yaratılış amacı
gereği bir takım özellikler de kendisine verilmiştir.
Öncelikle insanın Yaratıcıdan mesaj alabilmeye layık
görülmesi, yani vahye muhatap kılınması, kendisine
verilen üstünlüğün ve değerin bir göstergesidir. Ancak
insanın bu üstünlüğe uygun bir hayat tarzına sahip
olarak günah ve kusurlardan uzak durması gerekmektedir.
Kur’ân, Rum suresi 30. ayette "Sen yüzünü hanif olarak
dine, yani Allah insanları hangi fıtrat üzere
yaratmış ise o fıtrata çevir. Allah'ın yaratışında
değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat
insanların çoğu bilmezler" şeklindeki ifade ile dini
anlarken ve anlatırken tutulması gereken en doğru yolun,
insanın yaradılışında var olan değerlere yönelmek
olduğunu ve insan doğasının özelliklerini araştırmanın
gerekliliğine de işaret ediyor. İnsanı tanımadan ona
yönelik bir takım faaliyetlerde bulunmak, bilinmeyen ve
tanınmayan bir yola kılavuzsuz çıkmak gibidir.
Dolayısıyla tebliğ, öğretim ve eğitimde de insan
fıtratının dikkate alınması zorunluluğu vardır. Mesela,
insan unutkan yaratılmışsa ondan hiç unutmaması
beklenmemelidir. Bunun için Allah insanları
unuttuklarından dolayı sorumlu
tutmamaktadır. Yani O, insana yetenek ve eğilimlerine
göre hitap etmekte ve sorumluluk yüklemektedir.
Kur’ân,
toplum huzur ve disiplinini sağlamak için koyduğu
kurallarda insan psikolojisini ve biyolojik varlığını
göz önünde bulundurur ve insana mutlaka alternatifler
sunar. Akıl, insan doğasına uygun bir tebliğ ve terbiye
sayesinde kötülüğü bırakarak iyiliğe yönelir. Neden
yaratıldığının bilincinde olan insan, Yaratıcıdan
gelecek tebliğ ve davete daha elverişli ve hazır hale
dönüşür. Böylece bir anlamda Allah ile insan arasında
bir iletişim koridoru oluşur.
İnsan,
beden ve ruhtan oluşmuş bir bütündür. Yaratılışında
belli bir oluşum ve tekâmülden geçirilen insan, dünya
hayatı içersinde de gerek bedenî, gerekse ruhî olarak,
birtakım gelişim safhalarından geçer. Kur’ân'da
ayetlerin çoğunun insanın ruhî hallerini ve Rabbiyle
olan ilgilerini dile getiren ayetler olduğunu söylemek
mümkündür.
İnsan maddi
ve manevi yönüyle, bölünmeyen bir bütündür.
Kafasıyla, kalbiyle, duygularıyla, zaaflarıyla,
kıskançlıklarıyla ve bütün yönleriyle değerlendirilen
insan, Kur’ânı okuyup anladıkça kendini bulmaktadır.
İslamın insana bakışı, insanı değerlendirişi kapsamlı,
birleştirici, dengeli ve mutedildir. Kur’ân insanın,
madde ile ruhun birleşmesinden meydana geldiğini
belirtir. Bu ikisi birbirine bağlı ve ortaklaşa faaliyet
halindedir. Çünkü Kur’ân'ın ilk ve en önemli fonksiyonu
insan ruhunu eğitmek ve belli bir yöne sevk etmektir. Bu
rehberlik ve yönlendirmeye uygun davranan kişi, Kur’ân
insanı haline gelebilir. Bu sayede ferdi ve toplumsal
kötülükler ortadan kalkabilir. |