İdrak

Savaş Eren
 

Hz. İsa, " Uzaktan bulutları görünce, yağmurun yağacağını anlarsınız" der.

Muhyiddin Arabi ise Tevilat' ında, aynı anlama gelen şu açıklamayı yapar: "Onlar henüz sıfat tecellilerine mazhar olmamışlardır. Ama bu sıfat tecelileri diye anlatılmaya çalışılan o düzeyin nûru ile aydınlanmaya da başlamışlardır. Yani o kokuları alırlarken, bu hissedişler onları o yolda yürütür ve nihayetinde hedefe ulaştırır."

Konuyu biraz daha anlamaya gayret edince şöyle bir açılım da oluşabiliyor. İnsanlara "hakikat" bilgisi bir şekilde ulaştırılır. Bu olay, toplumun karşısına  resmi kanallardan, ya Nübüvvet ya da Risalet kisvesi altında getirilir. Risalet yönüyle konu, idrakları nispetinde, aşama aşama müsait olanlara açılır. Nübüvet işlevi ile de, yine bu hakikatin gereği sisteme yansımasından dolayı yaşanacaklar haber verilirken, kişilere bu bağlamda yaşam modelleri teklif edilir, konuyu anlasalar da anlamasalar da. Risaletinin takipçisi olanlarda şöyle bir fark göze çarpar ki; onlara idrak edemedikleri yerlerde iman/teslimiyet öngörülürken hemen uyarılırlar; "bu süreçte anlayamadığını inkar etme, idrak edene kadar, kabul et, bunu da bünyende tatbik eder görün. Umulur ki, gerçek manadaki  "kabul ediş"  yani  "istidat"  bir şekilde  genişleme/açılım  ile sende ortaya çıkar."

Yoksa idrakın olmadığı her tavır taklid kapsamındadır ve taklid ile değil, tahkik ile hakikate varılır.

"Soru ilmin yarısıdır" uyarısını belki şöyle de anlayabiliriz. Sorunun kendisi değildir ilmin yarısı değerinde olan. O soru sorma halidir. Yani kişide, sorunun sorulması denilen o hareketlenme, kıpırdanma oluşmuştur. Bu, bebeğin annesinden süt emme isteğini ortaya koyuşuna benzetilebilir. İşte böylelikle, soru oluşmasıyla o beyinde, kendisine ulaşacak olan konunun/anlamın da emareleri belirmiş demektir. Bu, ilmin yarısı diye anlatılmış.

Ayrıca kişi, kendisinden çıkan bir sonuç ile, bazen kendisinin bile anlayıp idrak edemeyeceği hallere ulaşabilir. Hesapsız rızık veren, rızkı orada dilediğince veriyor da denilebilir. Kaldı ki, halini/yaşamını oluşturacağı konunun önce idrakının verildiği de malumdur. Önce duanın sona icabetin oluşması misali. Bu durumda kotrolsüz, başıboş hiçbir olay meydana gelmiyor, yol alınamıyor demektir.

Şimdi burada, bir anlamda dağınık gibi görünen konunun toparlanması lazım. Tanrı var olmadığı için, hakikat birimin birimlik var kabulünü de terk ederek aslında-özünde arayıp bulacağı bir kavramdır. Mesela, ayetlerde geçen "semadan su inzal olur" ifadesi bu durumda, RUH semasından İlim inzal olur şeklinde anlaşılır. Yani, aslını/özünü/kendini bildirecek tecelliler, bu RUH dediğimiz orijin boyuttan kaynaklanıp da birim adı altında açığa çıkar. Kişide yokken sonradan, ulaştığı, kesbettiği (çalışarak kazandığı bir özellik/işlev değildir) Sonra yüksek kapasitede/bu özellik ile var olmuş beyinler bu tecellileri, bu ilmi yaşantıya geçirebilirler.

"Hiçbir şeyde zahir olmadım, insanda zahir olduğum gibi" ifadesinin anlamı; ancak beyin adı altında açığa çıktım, algılanır hale geldim demektir.

Bu beyin adı altında kişi, belli bir kişilik kabulü ile emmare, levvame nefs düzeylerinde, hakikat ilmi ile tanışmış olabilir. Buradaki beyin, hayvanlardan farklı olarak düşünebilme özelliğine sahiptir. İleriye geçebilip de, kapsamlı ve derin düşünebilme yani tefekkür özelliklerini de ortaya koyabilirken, ilham denilen yarı beşerî, yarı ilahî oluşlara da mazhar olursa bu beyin, bu sefer ona mülhime nefs diye hitap edilir.

Tefekkür eşliğinde hassaslaşmış olarak ilham adı verilen alışların kapsamı, kapasitesi genişleyip, bu durum kişide oturaklı bir hal alınca, bu kapsamlı değerlendirmelere keşif adı veriliyor, burada velayete adım atılmış oluyor.

Ne var ki beyin dur durak bilmiyor ve Ehlinin ifadesiyle, mülhimede tefekkürle başlayıp, ilhamla devam eden, mutmainne ve radiye mertebelerinde keşif mertebeleri şeklinde açığa çıkan tüm bu değerlendirmelere "hissi müşahede"  adı veriliyor. Ve, "hakikat yaşamının mecazıdır" "sadece hissedişidir" denilen bu algılamaların gerçeği/hakikati "somut yaşamı" ise, Mardiye nefs mertebesindeki fetih sahiplerinde oluşur deniliyor.

Buradan sonrası ise çok ilginç. Bu da Abdülkerim Ciyli tarafından dile getiriliyor "hacda göze sürme çekmeyi terk" bahsinde ve şöyle ifade ediliyor; "Ahadiyyet=Hiçlik yaşamı için, keşif özelliklerinin, fetih özellikleriinin terk edilmesi gerekir."

Okuyup duyduğum kadarıyla sizlerle paylaştığım bu konuda kendimce önemli gördüğüm, düşünebildiğim yer ise şu; String Teorisi ile dile getirilen 11 boyutlu Evren ve bunda meydana gelen İnsan adıyla işaret edilen Beyin kapsamında, tüm bu mertebelere ait idrakların/yaşamların oluşuyor olmasıdır. Başlangıç noktasından insana-beyine ulaşan yarım daire, bu beyinle tekrar o nokta şuuruna ulaşabilen ikinci yarım daire.

Yolun sonunda beynin kendisini devre dışı bırakıp, iptal edişi de düşüncenin durduğu suskunluk noktası olmalı.

 

 

 
 
İstanbul -24.12.2008
Savaş Eren
sorsavaseren@hotmail.com
 http://sufizmveinsan.com