Hz. İsa, " Uzaktan bulutları görünce, yağmurun
yağacağını anlarsınız" der.
Muhyiddin Arabi ise Tevilat' ında, aynı anlama gelen şu
açıklamayı yapar: "Onlar henüz sıfat tecellilerine
mazhar olmamışlardır. Ama bu sıfat tecelileri diye
anlatılmaya çalışılan o düzeyin nûru ile aydınlanmaya da
başlamışlardır. Yani o kokuları alırlarken, bu
hissedişler onları o yolda yürütür ve nihayetinde hedefe
ulaştırır."
Konuyu biraz daha anlamaya gayret edince şöyle bir
açılım da oluşabiliyor. İnsanlara "hakikat"
bilgisi bir şekilde ulaştırılır. Bu olay, toplumun
karşısına resmi kanallardan, ya Nübüvvet ya da
Risalet kisvesi altında getirilir. Risalet
yönüyle konu, idrakları nispetinde, aşama aşama müsait
olanlara açılır. Nübüvet işlevi ile de, yine bu
hakikatin gereği sisteme yansımasından dolayı
yaşanacaklar haber verilirken, kişilere bu bağlamda
yaşam modelleri teklif edilir, konuyu anlasalar da
anlamasalar da. Risaletinin takipçisi olanlarda şöyle
bir fark göze çarpar ki; onlara idrak edemedikleri
yerlerde iman/teslimiyet öngörülürken hemen uyarılırlar;
"bu süreçte anlayamadığını inkar etme, idrak edene
kadar, kabul et, bunu da bünyende tatbik eder görün.
Umulur ki, gerçek manadaki "kabul ediş" yani
"istidat" bir şekilde genişleme/açılım ile sende
ortaya çıkar."
Yoksa idrakın olmadığı her tavır taklid kapsamındadır ve
taklid ile değil, tahkik ile hakikate varılır.
"Soru
ilmin yarısıdır" uyarısını belki şöyle de
anlayabiliriz. Sorunun kendisi değildir ilmin yarısı
değerinde olan. O soru sorma halidir. Yani kişide,
sorunun sorulması denilen o hareketlenme, kıpırdanma
oluşmuştur. Bu, bebeğin annesinden süt emme isteğini
ortaya koyuşuna benzetilebilir. İşte böylelikle, soru
oluşmasıyla o beyinde, kendisine ulaşacak olan
konunun/anlamın da emareleri belirmiş demektir. Bu,
ilmin yarısı diye anlatılmış.
Ayrıca kişi, kendisinden çıkan bir sonuç ile, bazen
kendisinin bile anlayıp idrak edemeyeceği hallere
ulaşabilir. Hesapsız rızık veren, rızkı orada
dilediğince veriyor da denilebilir. Kaldı ki,
halini/yaşamını oluşturacağı konunun önce idrakının
verildiği de malumdur. Önce duanın sona icabetin
oluşması misali. Bu durumda kotrolsüz, başıboş hiçbir
olay meydana gelmiyor, yol alınamıyor demektir.
Şimdi burada, bir anlamda dağınık gibi görünen konunun
toparlanması lazım. Tanrı var olmadığı için, hakikat
birimin birimlik var kabulünü de terk ederek
aslında-özünde arayıp bulacağı bir kavramdır. Mesela,
ayetlerde geçen "semadan su inzal olur" ifadesi
bu durumda, RUH semasından İlim inzal olur
şeklinde anlaşılır. Yani, aslını/özünü/kendini
bildirecek tecelliler, bu RUH dediğimiz orijin boyuttan
kaynaklanıp da birim adı altında açığa çıkar. Kişide
yokken sonradan, ulaştığı, kesbettiği (çalışarak
kazandığı bir özellik/işlev değildir) Sonra yüksek
kapasitede/bu özellik ile var olmuş beyinler bu
tecellileri, bu ilmi yaşantıya geçirebilirler.
"Hiçbir
şeyde zahir olmadım, insanda zahir olduğum gibi"
ifadesinin anlamı; ancak beyin adı altında açığa çıktım,
algılanır hale geldim demektir.
Bu
beyin adı altında kişi, belli bir kişilik kabulü ile
emmare, levvame nefs düzeylerinde, hakikat ilmi ile
tanışmış olabilir. Buradaki beyin, hayvanlardan farklı
olarak düşünebilme özelliğine sahiptir. İleriye
geçebilip de, kapsamlı ve derin düşünebilme yani
tefekkür özelliklerini de ortaya koyabilirken,
ilham denilen yarı beşerî, yarı ilahî oluşlara da
mazhar olursa bu beyin, bu sefer ona mülhime nefs diye
hitap edilir.
Tefekkür eşliğinde hassaslaşmış olarak ilham adı verilen
alışların kapsamı, kapasitesi genişleyip, bu durum
kişide oturaklı bir hal alınca, bu kapsamlı
değerlendirmelere keşif adı veriliyor, burada
velayete adım atılmış oluyor.
Ne
var ki beyin dur durak bilmiyor ve Ehlinin ifadesiyle,
mülhimede tefekkürle başlayıp, ilhamla devam eden,
mutmainne ve radiye mertebelerinde keşif mertebeleri
şeklinde açığa çıkan tüm bu değerlendirmelere "hissi
müşahede" adı veriliyor. Ve, "hakikat yaşamının
mecazıdır" "sadece hissedişidir" denilen bu
algılamaların gerçeği/hakikati "somut yaşamı"
ise, Mardiye nefs mertebesindeki fetih
sahiplerinde oluşur deniliyor.
Buradan sonrası ise çok ilginç. Bu da Abdülkerim
Ciyli tarafından dile getiriliyor "hacda göze
sürme çekmeyi terk" bahsinde ve şöyle ifade
ediliyor; "Ahadiyyet=Hiçlik yaşamı için, keşif
özelliklerinin, fetih özellikleriinin terk edilmesi
gerekir."
Okuyup duyduğum kadarıyla sizlerle paylaştığım bu konuda
kendimce önemli gördüğüm, düşünebildiğim yer ise şu;
String Teorisi ile dile getirilen 11 boyutlu Evren ve
bunda meydana gelen İnsan adıyla işaret edilen Beyin
kapsamında, tüm bu mertebelere ait idrakların/yaşamların
oluşuyor olmasıdır. Başlangıç noktasından insana-beyine
ulaşan yarım daire, bu beyinle tekrar o nokta şuuruna
ulaşabilen ikinci yarım daire.
Yolun sonunda beynin kendisini devre dışı bırakıp, iptal
edişi de düşüncenin durduğu suskunluk noktası olmalı. |