Rabbani, 30. Mektuptan:
"Maddeden yapılmış olan, his organlarının esiri bulunan
bir kimse, maddesiz olandan ve his organlarıyla
anlaşılamayandan ne söyleyebilir? Yok iken sonradan
yaratılmış olan bir kimse, hiç yok olmayandan ne
anlayabilir? Maddeli, zamanlı ve mekanlı olan, maddesiz,
zamansız ve mekansız olana nasıl yol bulabilir? Zavallı
mahluk, kendi âleminden dışarıya nasıl çıkabilir?
Çok iyi ve çok fena olsa da bir zerre,
Ömründe dolaşsa, gezer kendi âleminde!"
Bu kendi aleminden çıkamayacak mahluk, gelin görün ki,
kendi zanlarından ördüğü aleminden, izafi, yok
hükmündeki varlığından, Asıl olana, Tek Varolan Mutlağa
ulaşabildiğini, onunla hemhal olabildiğini sanır. Oysa
bu zavallı mahluk, O'nun halifesi olmanın aslında asla O
ya da O'nun unsuru olamayacağının veya O'na
karışamayacağının ispatı olduğunu, zira halifeliğin
kulluk olduğunu, en yüce mertebenin Abdul(Al)lah
olduğunu unutur; unutur da zanının zavallığına aşıladığı
en büyük şeytana köle olur. O'nun kulu olmanın O'nun
ilelebet yolunda olmak olduğunu ve tam da bu nedenle "O"
veya "O'ndan" olunamayacağını bilmez mi? (Allah'tan
gelmek, Allah'ın ruhundan üflemesi, Allah'tan olmak
değildir. O'ndan oluşmak demek, O'nun tarafından
oluşturulması, O'nun yaratması, O'ndan sudur edilmesi
demektir) O sanır ki her şeyin özünde olan Mutlak, kendi
özünde de olduğundan, özünden Mutlağa karışabilir ve
izafiliğinden kurtulabilir. Bu ham hayalden, zan ötesi
bir zandan başka nedir? Bilmez mi ki benliği yoksa kendi
de olmayacaktır ve özgürlüğü sandığı şey kendine
hapsolmaktır. Yaşayabileceği tek özgürlüğün O'nun
yolunda olmak olduğunu, bu yolun bizatihi kulluk
olduğunu ve ne dünyada ne ahrette, hiçbir an
nihayetlenmeyeceğini bilmek istemez. O'nda yok olmadıkça
O'na asla kavuşamayacaktır. Yok olduğunda ise O'na
kavuşan bir şey kalmaz. Zira O ne artar ne eksilir. O, O
dur. Her an ulaşılamayacak olarak kalandır. Diyebilir
ki, "O'ndan olduğumu bilmem, olan bir şeyi idrak
etmemdir, öyleyse bu idrak ediş, O'nda bir artırma
yapmak demek olamaz" Biz de deriz ki, "Gerçekten
O'ndan olduğunu bilmen demek, O'ndan ancak her an
değişen, varlıkla yokluk arasında gidip gelen ilmi
suretler olarak olabileceğini bilmen demektir; Zat'ından
olman demek değildir" Sen ancak an ve an değişim
üzre kurulu, yok hükmündeki varlığının izafiliğini bil,
bil de ne kadar istesen de yokluğundan Varlık
olamayacağını kavra. Yoksa en büyük mertebeye Yokluk
derlerdi, Abullah değil. Senin yok hükmünde varlığın
senin eserin olmadığı gibi, asıl varlığın olan yokluğunu
da kendinden kazanamazsın.
Rabbani, 30. Mektuptan:
"Vilayet derecelerinde, Abdiyyet makamının üstünde
hiçbir derece yoktur. Bu makamda, kul ile sahibi
arasında, kulun sahibine muhtaç olmasından ve sahibinin
kendisinin ve sıfatlarının hiçbir şeye hiç muhtaç
olmamasından başka hiçbir bağlılık yoktur. Burasını iyi
açıklayalım ki, kendisiyle O'nun kendisi arasında ve
sıfatları ile O'nun sıfatları arasında ve kendi işleri
ile O'nun işleri arasında, hiçbir bakımdan bir benzerlik
bulunmayacaktır. O'nun zilli, görüntüsü olduğunu
söylemek de, bir benzerlik, bir bağlılık olur. Bundan da
kaçınmak lazımdır. O'nu yaratıcı, kendisini yaratılmış
bilmelidir. Bundan başka hiçbir şeye ağız açmamalıdır.
Tasavvuf yolunda ilerleyenlerin çoğu, Tevhid-i fiili ile
karşılaşmaktadır. Her şeyi yapan Allahü Tealadır derler.
Bu büyükler bu işleri yaratanın bir olduğunu bilir. Bu
işleri yapan birdir demek istemezler. Böyle söylemek
zındıklık olur."
"Attığında sen atmadın, atan Allah'tı"
ayetinden, sanır ki o kişi, işleri bilfiil yapan o
değişimden münezzeh Allah'tır. Bilmez mi ki,
değişmeyende fiil olmaz. Değişmeyen, değişmeden
değiştiren, fiilleri oldurandır. Yaratandır. Yapan
değil. Değişmeyen'den olan her şey, olduğu anda
vesileler âlemindedir. İlmi suretlerden bir surettir.
Bunu bilenin "Atan Allah'tı" demesiyle (ki bunu
ayette diyen Melektir, Allahın zatı değil), bilmeyenin
demesi bir olur mu hiç? Bilmeyen sanır ki, her fiili O
yapıyor. Bilen bilir ki, her fiil, her oluş, her varlık,
O'nun ilminden bir ilimdir; son tahlilde O'ndan sudur
eden vesileler zincirinde bir halkadır. Hiç yaradan,
zincire dahil olur mu? O zinciri yaratır. Zincirden
olmaz. O attırır, atmaz. Ama gerçekte atmadan atan,
atmayı da atanı da atılanı da yaratan, hareketin de
şeyin de özündeki potansiyel olan, kuvvenin özündeki
bilkuvve olan yalnız ve yalnız O'dur. Bundandır ki O,
şey değildir. Bundandır ki O, hareket değildir.
Bundandır ki O, yapan, atan değildir. O öylece Kemal
olan, O olarak kalandır.
Rabbani, 30. Mektuptan devam edelim:
"Bunu bir misal ile açıklayalım:
Kukla oynatan bir kimse, perde arkasında oturur.
Tahtadan, kartondan insan şeklinde yapılmış cansız
şeyleri iple oynatır. Seyirciler, perdede oynayan
karton, tahta parçalarının birçok şeyler yaptığını
görür. Aklı olan kimseler, bu hareketleri, perde
arkasında oturan adamın yaptığını anlar. Fakat bu işler,
perdedeki tahta parçalarından meydana gelmektedir. Bunun
için bu şekiller hareket ediyor denir. Perde arkasındaki
adam hareket ediyor denmez.
( Bizim maddeye yani zaman ve değişime kayıtlı
beyinlerimizde, bizden biri olan kuklacı, elbette
bizatihi kuklaların hareketini yapmaz, yaptırır. Ancak
fark odur ki, kuklacı da yaptırırken aynı hareketleri
yapmasa bile bir hareket halindedir. Yani o zavallı
ancak değişerek değiştirir. Ancak Allah, asla zavallı
değildir. O değişmeden değiştiren, hareket ve değişime
bulaşmadan, varlıkları hareket ve değişimle yoğrulmuş ve
bundan varolmuş izafilerde hareket oluşturandır.)
Bu sözleri, işin doğrusunu göstermektedir.
Peygamberlerin yolları da, böyle olduğunu
bildirmektedir. İşleri yapan bir yapıcıdır demek, sekr
halinde söylenen sözlerdendir. Sözün doğrusu şöyledir
ki:İişleri yapan çoktur. İşleri yaratan birdir.
…
Bunlara uymamak ya zındıklık ve ilhaddır, yani doğru
yoldan ayrılmaktır, yahud sekr halinde söylenmiştir.
Sekrden tam kurtulmak, Abdiyyet makamında olur. Başka
makamların hepsinde, az çok sekr bulunur.
…
Tasavvuf yolunda ilerlenirken, İslamiyet'te bulunmayan
şeylerle karşılaşılmakta ise de, yolun sonuna varılınca
bu bilgilerin hepsi yok olur. Yalnız İslamiyet'in
bildirdiği şeyler açık ve geniş olarak bilinir. Aklın
dar çerçevesinden kurtularak, keşfin sonsuz meydanına
açılmak hasıl olur."
Mürşidin neyse sen de osun. Mürşidin zannına bulaşmış
bir sekrdeyse, sen de ondasın. Mürşidin keşfi kendi
zannıysa, senin bulacağın da odur. Bundan değil mi ki
Allah'la kul arasına hiçbir şey sokmamak? Bu unutuluyor
mu? Allah'la kul arasına bir şey sokmamak, sadece
ibadetlerde puta tapmamak, sadece ruhban sınıfını kabul
etmemek midir, yoksa dinin temeli olan Allah yolunda
yürümede, yani kullukta, Vahyi ilhamıyla açıkladığını
öne süren Vahy'den başka idraklerin elinden tutup
emeklemek midir? Allah'a ulaşmak için, İslam'ın temel
düsturunu unutan, eninde sonunda unuttuğuna
kavuşacaktır. Mürşidi ilim olan, ilimi İslam olan felaha
erendir. O İslam ki özü ilimdir. O İslam ki özü zanna ya
da mürşidinin zannına köle olmak değil, Allah ilmine kul
olmaktır. Allah ilmide onun bunun ağzında değil,
kitaptadır. O kitap anlayasınız diye indiyse
anlayacaksınız. Anlatanları dinleyecek ama hiçbir ağza
köle olmayacaksınız. Zira, O ilim tüm ağızlardan
fışkırır. Duyan duyacaktır. Her şey, aslına rücu eder. |