Toplumsal güvenin oluşması için; hak, adalet ve
ehliyete riayet şarttır.
İslam
Dini, sosyal hayatı sağlıklı bir temele oturtmak
için kul hakkına büyük ehemmiyet vermiştir. Zira
hakka riayet edilmeyen toplumda yaşamak ızdırap
haline gelir. Bu noktada hakkın takibini
yapmak durumunda olan hukuk sistemine büyük
görevler düşmektedir. Geciken adalet, adalet
olmadığı gibi, mazlumun hakkını teslim etmeyen
hukuk da haklara sahip çıkmıyor demektir.
Modern
hukukun da kabul ettiği ‘Cezada aslolan
caydırıcı olmakdır’ kaidesince İslam hukuku, kul
hakkına tecavüz suçlarına büyük cezalar
öngörmüştür. Bu cezaların bir kısmı fiziki ve
maddi, bir kısmı da manevidir. Maddi ceza,
tazminat, kısas, tahzir, haps gibi cezalardır.
Manevi olan ceza ise, inanan kimse için büyük
mana ifade eder. Zira suçlu hak sahibiyle
helâlleşmediği sürece Allah’ın affından
yararlanamaz. Bir Müslüman için Allah’ın
mağfiretinden mahrum kalmaktan daha büyük bir
ceza olabilir mi? Ayrıca İslam hukukuna göre
hakka tecavüz edenin şahitliği kabul edilmediği
gibi, devlet hizmetlerine de tayin edilmez.
İslâmiyet, toplumun mal ve can emniyeti için ilk
anda ağır gibi görünen cezaları mâkul görmüş,
her türlü haksız kazancı haram saymıştır.
Böylelikle istismara gidebilecek yolları tamamen
kapamıştır. Nitekim Rabbimiz “Ey akıl sahipleri!
Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki suç
işlemekten sakınırsınız” [Bakara, 2/179]
buyurarak kısas cezasının hikmetini beyan etmiş,
kan davalarına gidebilecek yolu böylece
tıkamıştır. Eğer cezalar caydırıcı olmaz ise,
günümüzde olduğu gibi kapkaç, hortumculuk,
naylon fatura gibi haksız kazanç ve
istismarların önüne geçmek mümkün olmaz.
Kur’ân-ı Kerîm
haksız yoldan kazancı ve rüşveti de kesin bir
dille yasaklamıştır. “Aranızda mallarınızı
haksızlıkla yemeyin; bildiğiniz halde günaha
girerek insanların mallarından bir kısmını yemek
için onu hakimlere rüşvet olarak vermeyin
[Bakara, 2/188]. Bu gibi maddi ve manevi
hükümler ile hukuk sistemine otokontrol ve inanç
boyutunu eklediği için İslam hukuku, modern
hukuktan ayrılmaktadır. Herkesin başına bir
görevli dikmek mümkün olamayacağına göre
vicdanlara da hitap etmek kalıcı çözüm için
kaçınılmazdır.
Eğer bir
toplumda, ne din ve ne de devlet korkusu olmaz
ise, o toplumdaki istismarların önüne geçmek
mümkün olmaz. Bir kısım zenginler trilyonlar ile
huzursuz, mahkeme kapılarında veya yurtdışına
kaçma telaşına düşerken, diğer bazı zavallılar
da çöplerden ekmek toplama zorunda kalırlar.
Sosyal adalet lafta kalır, hayata geçmez.
Kuşları bile düşünen bir vakıf kültürüne sahip
bir toplumu, vatandaşının mal, can ve ırzına göz
diker hale getiren acaba nedir?
Atalarımız “Hak deyince akan su durur”
sözleriyle kul hakkının önemini veciz bir
şekilde ifade etmişlerdir. Hak ve adaletin
olmadığı toplumda yaşamak insana sıkıntı verir.
Güven ortamının oluşması için, hak, adalet ve
ehliyete riayet şarttır.
Kul
hakkına riayet etmeyen dünya ve ahiret
saadetinden mahrum olur.
Yazıma son verirken kıymetli notlarını benimle
paylaşma nezaketi gösteren değerli ilim adamı
emekli vaiz Osman Horasanlı’yı saygıyla anar,
hepinize deruni ve afaki huzur dolu hayatlar
dilerim. Hayatımızın akışı su gibi aziz olsun.