Adam kamerasıyla manzarayı kaydediyordu. Ve şunları
düşünüyordu: “Doğayı, dört duvar arasında da
görebileceğim. Oysa kamera, karşısında olduğu ve
kaydettiği halde, göremiyor. Onun yaptığı, canlı,
cansız, yakın, uzak, menziline giren her şeyden yansıyan
ışığı, elektromanyetik frekanslara çevirip kaydetmekten
ibaret. O, hiçbir şeyin farkında değil. Hiçbir şeyi
görüp yorumlayamıyor; bir anlam veremiyor. Çünkü idrak
sahibi değil. Çünkü hayat sahibi değil. O, sadece
kaydediyor. Hem de ağacı ağaç, çiçeği çiçek olarak bile
değil, sadece frekanslar olarak… Ve ben, bu kaydı ekrana
ilettiğimde, ekrana yansıyan elektrik sinyalleri olacak.
Ama yine de ben, onların ağaç, çiçek, kuş olduklarını
anlayacağım, seslerini duyacağım. Bir köpek ise, o
ekranda yalnız anlamsız karıncalanmalar görecek. Hiçbir
zaman zihninde, o ışıklı karıncaların farklı
sinyallerine bir bütünlük getirip, onların gerçeğini
idrak edemeyecek. O, her zaman bizim yayın yokken
algıladığımızı algılayacak: ışıklı cızırtılar… Cansız
kamera, canlı köpek ve ben. Madde, evrim geçirdikçe
idrak kazanıyor olmalı.”
Adam bunları düşünürken, onun düşüncelerini de kaydeden
kamera, şunları dedi: “Ah cahil adam. Şuur sahibi olan
sensin öyle mi? Anlasan benim her şeyi gerçekten olduğu
gibi kaydettiğimi. Bilsen ağacı ve çiçeği frekanslara
dönüştürmediğimi. Senin ağaç ve çiçek olarak
gördüklerinin gerçeğini gördüğümü. Her şeyin zaten
frekanslardan ibaret olduğunu. Sonsuz frekans
okyanusundan aldığın damlaları, farklı kaplarda
biriktirip, farklı adlar verdiğini, beyninde onlara
başka başka elbiseler giydirdiğini bilebilsen. Ah kör
adam, gözünle değil, özünle görebilsen…”
Adam, kameranın dediklerini duymadı. Ama kamera, kendi
dediklerini de kaydetti…
Ve seneler sonra adam, kaydettiği kaseti en son
izleyişinde, o zamanlar düşündüklerini hatırladı. Sanki
düşündükleri ağaçlara, dağlara, gökyüzüne, çiçeklere
sinmişti. Ve o düşünceleri ancak şimdi manzaradan çekip
çıkarıyor, idraksizce algılıyordu. Ekrana daldı. Küçük,
ışıklı noktaların boyutuna indi. Her şey karıncalanmaya
başlamıştı. Sanki ekran, gittikçe çözünürlüğünü
kaybediyor, manzara, parlak, hareketli bir noktacıklar
yığını, bir dalgalar evreni haline dönüşüyordu. Ve
kameranın dediklerini duydu. Ve kameranın söylediklerini
dinledi. Sonra birden irkildi. Boyutuna geri döndü. Yine
televizyon seyrederken dalmıştı…
Televizyonu ve gözlerini kapatıp kanepeye uzandı.
Bilincinde, sezdiği şeylerden hiçbir eser yoktu.
Düşünceleri uyuştu, tatlı bir yorgunluk hissetti.
Kendini, gamsız, tasasız bir uykuya terk etti. Kaset
ise, kapalı televizyona bağlı, çalışmaya devam ediyordu.
“İnsanlar uykudadır. Ölünce uyanırlalar.”
Hz. Muhammed |