ORMAN KANUNU


Ormandaki bütün hayvanlar sonunda bıkmışlar. Çünkü her birinin, kendinden daha güçlü olanla başı dertteymiş.
Her hayvan, başka en az bir hayvanın kendisini yutacağından korkuyormuş. Öyle ki, korku, ormanın tek gerçeği olmuş. Herkes, sürekli kaçıyor, saklanıyor, uyumuyormuş.

Nihayet, bazıları ön ayak olmuş ve bir araya gelip durumu konuşmak, tartışmak için bir toplantı düzenlemeye karar vermişler...
Diyorlarmış ki:
'Yüzyıllardır birbirimizi yiyoruz, hep korku içinde yaşıyoruz, kendi yaşadığımız korkuyu bizden daha zayıflara yaşatıyoruz; hayat bir korku çemberi içinde dönüp duruyor; ama artık buna son vermeliyiz.'
Ve toplanmışlar...
Toplantının başkanlığını doğal olarak Aslan yapıyormuş.
Hayvanlar sırayla söz alıp şikâyetlerini, korkularını anlatmışlar. Hepsi de çok dertliymiş. Hatta, Fil bile şöyle konuşmuş:

'Ben sadece ot yiyorum. Evet, çok kuvvetli olduğumu bilen bir sürü hayvan, bana saldırmıyor. Ama beni de sivrisinekler mahvediyor. Sürüler halinde üzerime konuyor, oramı buramı deliyorlar. Birkaç kere de şu yüzsüz fare, hortumumdan içeri girdi...'
Sivrisinekler Fil’e hemen cevap vermiş:
'Sadece ot yediğini söylüyorsun, ama bizim kısa ömrümüz de bu otların civarında geçiyor ve sen sadece ot yediğini zannederken yüzlercemizi de aynı anda yutuyorsun!..'

Böylece, herkes derdini sonuna kadar ve en açık biçimde anlatmış. Hepsi de bu birbirini yutma üzerine kurulu düzenin bir an önce değişmesi gerektiği üzerinde birleşmiş...
Herkes konuştuktan sonra, sıra başkan Aslan'a gelmiş.
'Bütün şikâyetlerinizi çok iyi anlıyorum ve hepinize hak veriyorum' demiş Aslan, ‘Fakat, ben bazılarınız gibi ot yiyemem, bana gereken ettir.'
Diğer hayvanlar ses çıkarmamışsa da, cüssesine güvenen Fil, Aslan'ın sözünü kesmiş:
‘İyi de, et dediğin sadece hayvanda var. Bir hayvan olmadan nasıl et yiyebilirsin ki?..'
Fil
'den cesaret alan öbür hayvanlar da konuşmaya başlamışlar ve en çok Aslan'dan şikâyetçi olduklarını söylemişler. Aslan da sürekli olarak, sadece et yiyebileceğini tekrarlıyormuş.
Diğer hayvanlar da yakınmalarına devam etmişler. Sonunda Aslan bir pençe hareketiyle hepsini susturmuş ve ‘tartışma kaç saattir sürüyor' diye sormuş.
Fil de 'Neden soruyorsun' demiş.
'Çünkü acıkmaya başladım' diye cevap vermiş Aslan.
Toplantıdaki hayvanlar bir ürperme hissetmişler. Aslan ise, sözüne devam etmiş:
'Evet acıkmaya başladım, midemdeki kasılmalardan anlıyorum. Ben de herkes gibiyim, acıktığım zaman yemek yemem gerek. Ve ben et yerim. Onun için de bir hayvan bulmam lazım. Yani sizlerden birini...'
Daha cümlesi bitmeden bütün hayvanlar kaçışmaya başlamışlar . Aslan da kibarlık ederek onların iyice dağılmasını beklemiş. Sonra her zamanki gibi, herkesin bildiği ve alıştığı şekilde avlanmak için hareket etmiş...

Ormandaki kanun böyle uygulanıyor bildiğiniz gibi...
Aslında, bu hikâyeyi anlatmamın sebebi şuydu;

İnsanlar, geçtiğimiz depremin felaketini, inanılmaz boyutlarda yaşarken, belki ondan daha da korkunç gerçeklerle  karşı karşıya kaldılar.
Yağmacılar,
Açık gözler,
Organ avcıları,
İstismarcılar,
İstifçiler...
Ekranda ve basında onlarla ilgili haberleri dikkâtle izledim ve hayretle okudum.

Deprem sahnelerini yakından veya uzaktan yaşayan insanlara bir de böylesi hareketlerle yaklaşan toplum dışı bu vicdansızlara ne demeli, ne ad vermeli!..
“Orman kaçkınları” desek az olur!..
Zira, ormandakiler yaşamak için parçalıyor...
Dilin ‘insan’ demeye varmadığı bu yaratıklara doğada tarih boyunca rastlamanız mümkündür.
Ormanda olanı tanırsınız...
Bulduğunu parçalayanı ve ete doymayanı...
Ya aramızda yaşayanları?...
O et yiyiciler ete doymaz; kan görmekten hoşlanır...

Tüm dünyanın insan haklarını kabul ettiği ve üzerinde önemle durduğu bir dönemde, şahsi çıkarlar uğruna, insanlık dışı vasıflara sahip,“orman kanunu” uygulamaktan  kaçınmayan, tanınması da çok güç olan  bu tip insanların iyi niyet teranelerine aldanmayın.
Onları asla yanınıza yaklaştırmayın!...

Haftaya buluşmak üzere...

Ahmet F. Yüksel
Londra - 16.2.2000