İçinde yaşamakta olduğumuz ve algıladığımız dış evren
gibi, kendi yaşamsal evrenimizin de var olduğu
muhakkaktır. Bu evreni herkes kendi varlığında
hissedebilir. İnsan evrenin bir kopyası ve özetidir.
Bununla birlikte her ne kadar evrensel bütünlükte bir
birim olarak yer alsak da gerçekte algıladığımız evren
de kendi düşünsel evrenimiz olmaktadır. Gerçek
boyutlarıyla evreni algılamak ve tanımlamak hemen hemen
imkansızdır. Bu noktada mutlak evrenden söz edemez,
üzerinde tefekkür edemez ve değerlendiremeyiz.
Araştırmacı yazarlardan Bob Frissel’in gizem
dolu, ezoterik içerikli “Onlar Burada”isimli kitabını
okurken Lucifer’in isyanı başlığını taşıyan
ilginç bir yorum dikkatimi çekti. Lucifer, bildiğimiz
gibi İblis’in lanetlenmeden önceki adı. “Işık getiren”
anlamına geliyor. Melekler topluluğunun kozmik
hiyerarşideki lideri de diyebiliriz. Işık meleği
Lucifer, kadim dönemlerde (insanın yaratım sürecinden
de önce) Mars gezegeninde büyük bir isyana öncülük
etmişti(Bkz. Kadim Medeniyetlerden Günümüze Marifet
Arayışları-www. sufizmveinsan. com). Elde ettiği İlahi
güçler sebebiyle kendini ilah gibi görüyordu ve elindeki
tüm imkanlarla firavunluğunu yaşıyordu. Yazarın yorumuna
göre Lucifer, Yaşam Ağacı (Tree of
Life)bilgisine de sahipti. Bu ağaç sembolizmi, vahiy
kaynaklı kutsal metinlerde geçmektedir. Büyük sufi
Muhyiddin Arabi bu ağacı Kainat Ağacı olarak
isimlendirirken, İngiliz asıllı batılı sufilerden
Martin Lings de Ölümsüzlük Ağacı olarak tanımlar. Yakiyn
Risalesi isimli eserinde de bu ağaç sembolüyle ilgili
bazı bilgiler verir. Tasavvufi kaynaklarda da
Şeceretül Kevn ya da Şeceretül Tuba olarak
geçer. Batıni yoruma göre de ağaçtan kastedilen insanın
fizik ve kozmik yapısıdır. Lucifer, ilahi kozmik
yasalara göre sadece kendi içsel yaratımını
gerçekleştirme yetisine, yetkisine ve iznine sahipti.
Bu içsel yaratım, duygusal bedeni bilişsel bedenin
içinde bozulmadan tutabilme gücüydü. Lucifer ise haddini
aşarak dışsal yaratımı da gerçekleştirmeye yeltendi.
Bunu başarması imkansızdı, zira kendini ilahi öz
kaynaktan ayırması gerekirdi. Bununla birlikte kendini
kozmosun yaratıcısı ve düzenleyicisi olan Allah’tan ayrı
ve bağımsız bir varlık olarak kabullenme vehmi onda
iyiden iyiye güçlenmişti. İşte tam bu noktada sözünü
ettiğimiz içsel yaratım sürecine paralel olarak şu
değerlendirmeyi yapabiliriz:
İnsan şayet dengeli bir şekilde
sevgi ve duygu yoğunluğunu sağlayabilirse içsel bir
enerji anaforu meydana getirecek ve böylece kendi fizik
bedeninin etrafında enerjik bir yaşam alanı (merkaba)
oluşturabilecektir. İşte biz bu yaşam alanını kendi
yaşam evrenimiz olarak tanımlıyoruz. Bu yaşam
evrenimiz, gerek sevgimizin, gerek duygularımızın ve
gerekse varlığımızda keşfettiğimiz tüm evrensel ilahi
özellik ve güçlerimizin yoğunluğu ve gelişimi oranında
genişlemekte ve şekil almaktadır. Bu gelişim
evresinde Bastı Zaman ve Tayyi Mekan gibi olağanüstü
deneyimler yaşanabilir. Nihayetinde ise galaktik cennet
boyutlarına kadar uzayan bir sonsuzlukta yerimizi
almaktayız ve yaşamımızı da bu sonsuzluk düzleminde
dünyadayken keşfettiğimiz kendi yaşam evrenimizi
genişletebildiğimiz ölçüde aşkın bir sevgi
potansiyeliyle sürdürmekteyiz. Bu yaşam da sanal bir
gerçeklikte yaşanacak ve sonsuza kadar(The Infinity)
süregidecektir.
Not: Sufizmde geçen Tayı Mekan, mekan
atlama, mesafe kısaltma, boyut değiştirme,
ışınlanma gibi anlamlara gelirken Bastı Zaman
ise zamanın genişlemesi ve düşünce hızında durması
anlamındadır. Kelimeleri yer değiştirdiğimizde ise
ifadeler Tayyı Zamana ve Bastı Mekana
dönüşür. Yeniden anlamlandırdığımızda ise Tayı Zaman,
zaman atlama, zaman yolculuğu (Travelling Through
Time), Bastı Mekan ise mekanın genişlemesi, boyutsal
derinlik algısının gelişmesi gibi anlam verilerine
ulaşırız. |