19
Haziran 2009
Geçen
haftaki yazım bir sevgi fırtınası estirdi ve Okur da boş
durmayıp hemencecik sordu:
“SİZCE,
sevgi bir duygu mudur, yoksa o bir öz müdür?!”
Bendeniz de
şöyle bir soru sorayım: “Sevginin duygu olmama
ihtimali mi varmış ?!”
Şaşkınlığımı bağışlayın, “Sevgi duygu değildir”
önermesine kapı açacak bir yaklaşıma hayatımda ilk defa
rastlıyorum, şahsen!
İşleri
karmaşıklaştırmaya nedense bayılıyoruz! Huyumuz kurusun!
Sevgiye duygu demek sevginin sevgi oluşuna bir halel mi
getirir ki? “O duygu değildir, özdür” deyince sevginin
başı göğe mi erer ki? Sevgiyi hissedişimizde ne
değişir ki?!
Yanlış
anlaşılmasın, hakikâtten ağzım açık kalıyor, bazı
sorulara...Şaşırıyorum, elimde olmayarak!
Bir insan
bir şeyi sevdiğini veya nefret ettiğini ya da acıdığını
söylediğinde fikrini mi, yoksa “öz”ünü mü
ifade etmiş oluyor, eğer ki duygusunu ifade etmiş
olmuyorsa?
Bir insan,
fırlayıp da bir insana sarıldığı zaman fikrinden
dolayı mı koşmuştur ona, yoksa duyguları mı
coşmuştur?! Sevgi anlaşmak değildir ki, nedensiz de
sevilir !
Efendim, bu
tezahürlerde bahsedilen sevgi ne fikirdir, ne de öz!
Duygudur duygu !!! Bütün dünya bunu böyle bilir, böyle
ifade eder... Kırk yıllık kanidir yani, anlayacağınız..
Hatta bu kani binlerce yıllıktır, belki de
milyarlarca...
Sevgi,
öz’ün “duygu” diye isimlenen bir tezahürüdür, bizim
bildiğimiz kadarıyla.
İki kere
iki de dörttür..
Bütün
literatürlerde (psikoloji, parapsikoloji, din, bilim,
tasavvuf vs.) bunlar; sevgi, merhamet, nefret, haset
vs. “duygu” (“emotion”) olarak geçer. “Öz”, “cevher”
(“essence”, “substance”) değil.
Yapılan bir
araştırmaya göre “korku” DUYGUsu bir tek psikopatlarda
yokmuş. Bu araştırmaya konu olan psikopatların bir grup
“seri katil” olduğunu da hemen ifade edeyim..
Sistemde duygu (korku) olmasa, eyvah, demek hepimiz
belki de seri katil olacaktık! O zaman da dünyada yaşam
olmazdı herhalde... Birbirimizi öldürmekten
yaşayamazdık! Bırakınız sevgiyi, kendisinden pek de
hoşlanılmayan korku duygusu bile nelere kâdir, görüyor
musunuz?! Yâ Hû! “Vuku bulanda hayır vardır”;
sistemde lüzumsuzluk yoktur!
Çocukken
mahallede oyun oynayarak kazandığımız karşısındakinin
yerine kendini koyma anlamındaki empati duygusu
için, şimdilerde kurslar düzenleniyor. Empati
noksanlığından toplumlar sarsılıyor. Duygu deyip
geçmemek lazım. Duygu kıymetli nesnedir. Her şey gibi
onun da iyisi var, kötüsü var...Bu yüzden terbiyeye,
gelişmeye, olgunlaşmaya muhtaç!
Duyguların
kaynağı nedir denirse, elbette, o ilk “öz”dür, denir.
Akıl da o özden gelir, herşey de. Bu noktadan bakınca;
ha duygu, ha akıl.. İkisi de aynı “öz”dendir. Fakat
ef’aldeki işlevleri ve bu işleve göre aldıkları isimler
farklıdır. Ağacın dalına tohum denir mi? Fakat
“tohumdandır” denir.
Cahiliye
devri Araplarının kızlarını diri diri gömmeleri
duygusuzluklarından değil, başta “gadap” denen kimi
duygularındandı... Bunu yaparken akıllarını bir güzel
işletiyorlardı. Çünkü akıl menfaatçidir. Duyguya filan
bakmaz, işine geleni yapar. Tabii, yüksek akıldan değil,
alçak akıldan söz ediyorum. Cahil Arapların biraz
duyguları eğitilmiş ve gelişmiş olsaydı ve de inat
etmeselerdi bu fenalığı yapabilirler miydi? Akıl
erdiremedikleri için değil, bir çoğu, inatları yüzünden
putlarından dönmediler. Bilmem söyleyemeye gerek var mı,
“inat, bir huydur!” Hem de bir hayvan huyudur. Eşeğinden
keçisine, devesine kadar pek çok hayvanda vardır. Şimdi,
“inat”a da huy demeyip, “öz” mü diyelim ki inadın başı
göğe ersin ya da sınıf atlasın “inat”? Ya da
inadı ve soyunu dışlayıp “kötüler öz’den değildir” ya da
“onlar başka özdendir” mi diyelim? Başka ne
demek? Öyleyse; o da özdendir, bu da özdendir, hepsi
özdendir; fakat o öz zuhur ettikçe, tecellide değişik
isimler alır. Ağacın dalına tohum denir mi? Fakat
“tohumdandır” denir. Mertebeler, hani, mertebeler!...
“İnat”
deyince, insanın aklına hemen “şartlanmak”, “fikri
sabit olmak” geliyor. İnsanların çoğu fikri sabit ve
düşünme tembelidir maalesef. Fikri sabit olmak daha
aklîdir. Bunun duygu âlemindeki karşılığı ise “aşırı
duygusallık”tır. İşte, bam teli burası sanırım:
İnsanların, aşırı duygusallıkla “duygularını
akıllarına perde yapmaları..” Halbuki, o perdeyi
bir kaldırsalar, ah bir kaldırsalar, akıl ve duyguları,
aynı “öz” olduklarını görüp, kucaklaşacak! İki deniz
birbirine karışacak âdeta, iki deniz birbirine
kavuşacak! Ya Vedud tecelli edecek! O zaman mesele
kalmayacak. Çünkü “İslam” olacak.
İdeal
olanı, akıl – duygu dengesini kurmaktır. Kalbi kötü
duygulardan, aklı kötü fikirlerden arındırıp, iyi ve
faydalı insan olmanın yoluna bakmaktır. Duyguların
sağlıklı ve objektif düşünmeye; düşüncenin ise,
duyguların yücelmesine engel olmaması gerekir. Bimeli
ki, insanda – sistemde- duygular, huylar,
fikirler hepsi birlikte çalışır; hepsi birlikte arınır;
hepsi birlikte olgunlaşır.
Duygusuz
robotlar veya akılsız ahmaklar olmaktan Allah’a
sığınırız.
Lâ havle
velâ kuvvete illâ billâh!
Ey
Âlemlerin Rabbi!
Huylarımızı
güzelleştir, bizi inattan kurtar ki tefrikaya
düşmeyelim!
Amin.
***
Not:
Ey padişah! Ben bir doğan kuşuyum. Saraydan kaçtım;
suçluyum. Ceza olarak bilgisiz insanların eline düştüm;
uzamış diye tüylerimi, tırnaklarımı kestiler. Çok
hırpalandım. Fakat, padişaha yakışan, ne olursa olsun,
doğan kuşunu arayıp bulmak değil midir? Mesnevi’deki
hikâyede böyleydi. Padişah bütün gün, işini gücünü
bırakıp, saraydan kaçan doğanını arıyor ve onu nihayet
bir çadırda tutsak ve perişan halde bulduğunda
yaptıklarını “kuşluğuna” veriyor, ona kaçtı diye hiç
kızmıyor, alıp götürüyor! Çünkü onun olgunlaşması için
böyle bir cezayı çekmesi gerektiğini biliyor! Sorarım
şimdi: Ben tüyleri yolunmuş, kaçak bir kuşsam bile, sen
nasıl padişahsın?! Doğan kuşu ortalarda yok, ama sen
daha oturuyorsun! Aramaya bile çıkmadın! Hayret doğrusu!
Yoksa padişah değil misin?! Hem, çorbayı dökmekte
hiçbir hayır yoktur, demedim ki… Selâm olsun Hz.
Hüseyin’e ve kölesine…
Müzik: http://video75.com/zO3l2mkcEYD/zerrin-ozer-beni-hor-gorme/
Beni hor
görme kardeşim
Sen altınsın ben tunç muyum
Aynı vardan var olmuşuz
Sen gümüşsün ben sac mıyım
Ne var ise sende bende
Aynı varlık her bedende
Yarın mezara girende
Sen toksun da ben ac mıyım
Kimi molla kimi derviş
Allah bize neler vermiş
Kimi arı çiçek dermiş
Sen balsın da ben cec miyim
Topraktandır cümle beden
Nefsini öldür ölmeden
Böyle emretmiş yaradan
Sen kalemsin ben uc muyum
Tabiata Veysel aşık
Topraktan olduk kardaşık
Aynı yolcuyuz yoldaşık
Sen yolcusun ben bac mıyım |