17
Şubat, 2009
Kimine kâfi
gelir bu ten sûreti / Böyle doğar, böyle sırlanır
Kimine dar
gelir bu ten sûreti / Hep arar savrulur
Kiminin
imanı korkudur.
"ve inne
rabbeke le şediydül'ikaab" [13:6]
وَإِنَّ
رَبَّكَ لَشَدِيدُ الْعِقَابِ
Kiminin
imanı sâfi aşktır.
"vema
rabbüke bi zallamin lil'abiyd" [41:46]
وَمَا
رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَبِيدِ
Her kim Hak
için aşk ile yaşar
Aşkı
arar, aşkla yanar, İşbu vücud şehrinin kapısını
aralar...
“Şeriat ve
din” denince akla hemen korku gelir. Ateşte
yanmak korkusu. Aslında şeriatta da, tarikatta da
yanmak vardır. Biri, saçı gözükse, saçının her bir terli
için “ahiret senesiyle” yetmiş bin sene yanacağından
korkar; öbürü ise, kör gelip kör gitmekten, Hak’kı
bulamamaktan korkar. Delicesine korkar. Yana yana
korkar. Allah’a kavuşamamak korkusu iliklerine kadar
içini sızlatır. İnim inim inletir. Titretir Hak’tan ayrı
kalma korkusu. Canını yakar. Velhasılı, ikisi de yanar.
Biri korku ile, öteki hasret ile...
Tarikat
ehlinin, Hak’ka eremedikçe yanmasının sonu da yoktur. Ya
vuslat, ya yanmak...
Şeriat
ehline cennet ve cehennem vardır; tarikat, “aşk” ehline
ise “O” ve cehennem vardır.
“Sensiz her
an yanmadayım ben. Cennete de koysan, Sen yoksan,
bulamazsam Seni, bildim ki cehennemdeyim. Ha dünya, ha
ahiret!.. Ah! Cehennemi ahirette aramaya ne gerek var?
Sensizlik cehennem demek. Öyleyse ben şimdi de
cehennemdeyim. Kat kat perdeler içindeyken, dünyadan âlâ
cehennem mi ola?”
Allah’a
haşyet duymak başkadır, korkmak, ateşten korkmak ve bu
korkuyla amele ibadete sarılıp, yaptıklarına karşılık
beklemek, muhabbete ticaret sokmak başka...
İnsan bir
düşünmeli:
Ben bu
dünyaya gelmek için Allah’a dilekçe mi verdim? Bedenimin
oluşmasına bir talebim ve katkım oldu mu?
Olmadı.
Dileyen O.
Ben kendimi
hazır buldum.
O’nun
dilediği gibiyim.
Öyleyse,
bana “ahirete hazırlan” dendi diye niçin herşeyi
sadece nefsime ve amellerime bağlayayım?
Şu et ve
kemik olan bedeni ben mi meydana getirdim de onun
akıbetini onun amellerine bağlıyorum, hem de umutsuzca,
korkuyla? Ya, ondaki nefsi ve ruhu ben mi üfledim ona?
Ben mi çekip götürüyorum alnında?
Bir kısım
ehli şeriat Allah’tan öyle korkar ki Allah’ı sevemez.
Korkmaktan sevemez. Oysaki sevilmeye en lâyık, dahası
yegâne sevilen Allah Tealâ değil midir?
İnsanları
Allah’tan daha da perdelenecekleri ve onları umutsuzluğa
itecek şekilde korkutmanın ne gereği var? Haşyet başka,
korkmak başka... Zaten böyle korkmak Allah’tan değil,
daha ziyade Allah’ın ateşinden korkmaktır. Ateş de
Allah’ın emrine tâbidir, bütün mülk gibi. Yakabildi mi
ateş Allah’ın Halil’ini? Allah izin vermezse yakabilir
mi ateş?
Sıfat
mertebesinde insan her şeyi sebeb sonuç ilişkisi
olarak görür. “Otomatik pilot”a bağlar kaderini. Hatta
otomatik pilotu “kader” zanneder. Halbuki, “benden içeri
ben ” denen bir “ben” yani “Pilot” vardır otomatik
pilotun düğmesine basan.... Pilota tâbidir otomatik
pilot. Ve her an pilotun gözetimindedir.
Bu
teşbihte, otomatik pilot kainattır, sıfattır. Pilot ise
Zât’tır ki dilediğini dilediği gibi evirip çeviren ve
sıfatlarıyla kayıtlanamayacak olan, mülkün yegâne
sahibidir. İşleri otomatiğe bağlamak Allah’ın Zât’ından
perdelenmektir.
Allah’ın
sıfatlarıyla zuhur eden kainat ölüdür. O’na hayat veren
Ruh Adem’dir. Adem, Zât tecellisidir.
Ve Zât’a
nedensellik olmaz. Bu kesindir. Zât’a
“nedensellik”, insanı ümitsizliğe ve nefsine götürür ki
Kur’an’ı Kerim defaatle “Allah’tan ümidi kesmeyin”
buyurmaktadır. “Allah’tan sadece kâfirler topluluğu
ümidi keser”.
Kâfir
kimdir?
Kim ki
O’nun (c.c) Afüv, Gafûr, Gaffar isimlerini örter, o
kâfirdir, örtendir.
Yine
düşünmelidir insan:
Allah
kulunun düşmanı mıdır?
Allah’ın
Afüv, Gafûr, Gaffar isimlerini örtmek müminlik
midir?
“Ey
Allah’ın kulları! Allah’tan ümidi kesmeyin!”
Bir kısım
ehli şeriat bütün ahiretini kendi yaptığı ibadetlerine
bağlamıştır. İbadet etmeyeni Allah cehenneme atacak,
yakacak, kavuracak diye bütün imanlarını korkuya teslim
etmişlerdir. Muhabbetsiz.
Oysaki
kaçtıkları yanmak dahi insanın istidadına göre değişir!
Evet, istidada göredir yanmak. O dahi bir beceridir.
Alkolün yanmasıyla, yaş odunun yanması bir midir?
Allah
ahireti sırlamıştır. Gidip de gelen yok. Sadece,
inşallah, inananlar olarak bize bildirilenleri Allah’a
ve Resulüne (s.a.v) imanla, itaatle, muhabbetle, kusurlu
ve eksik olarak yerine getirmeye gayret ederiz. Allah’ın
vereceği mükâfatı, yani ibadet ve amellerimizin
ecrini bilmiyor, sadece O’ndan ümit ediyoruz. Hatta,
ümit etmeye gayret ediyoruz. Allah ümitsizliğe
düşürmesin. Düşürüp de ahirette kâfirler güruhuyla
haşreylemesin. Amin.
Bir kısım
ehli şeriat ibadetlerin sonunda birbirine “Allah kabul
etsin” der. Bir kısım yeni jenerasyon da ibadetin
sonunda “ruh bedenime enerji yükledim” diyor.
Tevekkül varsa, ikisi aynı kapıya çıkabilir. Tabii,
çıkar mı, çıkmaz mı elbette ancak Allah bilir. Ama ne
olursa olsun, Rahman, tevekkülsüz amel ve ibadetten,
nefislerimize uymaktan bizleri korusun.
“Allah
kabul etsin” diyorum; çünkü Allah ibadetimi kabul etti
mi, etmedi mi, bilmiyorum. Bilemem! Böylece işimi
Allah’a bırakıyorum. O’na dayanıyor ve nefsimle hüküm
vermiyorum. Aynı şekilde, “ruh bedenime enerji
yüklüyorum” ama yüklemenin neticesini yine bilmiyorum.
Garantisi var mı ki enerjinin yüklenip yüklenmediğinin?
İnsan şurda yer, şurda çıkarır da, yediği yemeğin
hayrını görmez. Ağzına koyduğu lokmanın akıbetini
bilmekten acizdir insanoğlu. Bazı yediklerimiz bize
Allah’ın izniyle şifa olurken, bazısı kanser yapar. Kimi
namaz kılar da ahirette yüzüne atılır o namaz. İşte bu
yüzden, enerji yüklemenin bir “ölçer”i olmadığından,
ahireti de Allah sırladığından, gidip gelen de
olmadığından yüklemenin neticesini peşinen bilemem.
Öyleyse, enerji yüklerken de “yüklensin inşallah” diye
umut etmek, dua etmek, tevekkül etmek, Allah’tan
“kabulünü” niyâz etmek zorundayım.
Her koşulda
işim Allah’a kalmıştır. “O gün herkesin işi Allah’a
kalmıştır” Yaklaşımım ne olursa olsun, ister eski
usul “Allah kabul etsin” diyeyim, ibadeti görev gibi
göreyim; ister “enerji yüklemesi” yaptım deyip ibadetin
mahiyeti hakkında fikir yürüteyim, bilmeliyim ki bütün
fiiller de, sıfatlar da Zât’ın elindedir ve O’na hesap
sorulmaz ve O, neden sonuç ilişkisinden de münezzehtir.
“Enerji
yüklüyorum” demek eşitttir “BEN yaptım, OLdu” demekse,
eyvah! Çok dikkât etmek lâzım. Ameller daima niyetlere
göredir. İnsanların biliş seviyeleri çeşitli, “dereceli”
olsa da, salih niyet daima salih niyettir. Her biliş
seviyesinde kişinin Allah’a tevekkülden ne anladığı ve
tevekkülü nasıl yaşadığı değişse bile, değişmeyen bir
şey vardır: O da, “Allah’a tevekkül her biliş
seviyesinde esastır.” Olmazsa, OLmazdır.
Allahû
Tealâ ruh bedeninize yüklediğiniz enerjileri kabul
eylesin, inşallah!
“Güzel
âşıklar ve pek aziz canlar,
Gönül
çalamazsan aşkın sazını, ne perdeye dokun ne teli incit
Eğer
çekemezsen gülün nazını, ne dikene dokun ne gülü incit
Bekle
dost kapısın sadık dost isen, gönüller tamir et ehli dil
isen
Sevda
sahrasında mecnun değilsen, ne leyla'yı çağır ne çölü
incit
Rızaya
razı ol hakka kailsen, ara bul mürşidi müşkülde isen
Hakikat şehrine yolcu değilsen, ne yolcuyu eğle ne yolu
incit”
Okuma:
http://www.sufizmveinsan.com/konuk/magfiretkime.html |