Biliyormusun, eskiden de yazdığım gibi, duygularımın
rengini hissederdim ve sorardım: şimdi ne rengim?
diye..kimse ne renk olduğumu bilemezdi kimse..aynı,
şimdi ne yazdığımı senden başka kimsenin bilmediği gibi,
değil mi?hatta ben bile, ne yazacağımı - ne yazdığımı
yazarak öğreniyorum ve o yüzden yazmaya muhtacım..gelen
geçen ve hırpalayarak yoran hayat bana bu güzelliği
unutturmuştu.. şimdilerde, Sen yine bana
hatırlatıyorsun.. ne güzelsin..Sen geldiğinden beri
hayatım senin cennetine dönüştü.. bana bu yeterde
artar(desem de inanma- yetmiyor inan) ..Sana da yetmez
biliyorum..beni peşinden sürükleyip duruyorsun..
korkuyorum yine, neden biliyor musun?. bitecek
diye..Sana ilk geldiğim zamanlardaki gibiyim.. bitecek
ve Sen beni bırakıp diğer limanlardakilerle
yürüyeceksin diye kıskanıyorum..hem de nasıl…bir
bilsen….
geçen gece Hakim’e netten yazdım:ilerlemekten
,yükselmekten korkuyorum..yapayanlız kalacağım
anlıyorum..beni bırakacak diye çok korkuyorum..
Hakim:yalnız kalmazsın ki Allah var..çocuk:hep yeniler
gelir ve işi biten unutulur gider ama diyor..Hakim:eee
mevsimleri düşün,o mevsimlerle gelip geçen renkleri …hep
aynı renk ve biçim ve Zaman olsaydı sıkıcı ve bıktırıcı
olurdu..nasıl Zaman geçerdi ki..usanmamak lazım.. o
yüzden de hep değişir….
çocuk:nübüvveti veli ne demek duydunuz mu?Hakim:nerden
çıktı bu..çocuk:bilmiyorum, duydum.. öyle bir şey var
mı ne demek?..Hakim:bilmiyorum ama Celvetilerin Tac-ı
Şeriflerinin en tepe ortasındaki Noktaya denir diye
okumuştum sanırım..nedir o nokta?.. çocuk:……Hakim:ben
söylemedim ,sen söyledin..çocuk:sayılmaz çünkü bilmeden
söyledim:)
………………
Bugün Mavi Tuareg gibiyim..gece mavisi ve siyahım..ruh
halimde öyle demek.... Sahra’nın bu yalnız yaşayan ve
kendi sahalarına en yakınlarını bile yaklaştırmayan Mavi
Tuaregleri gibiydim..ya da bu yansıyan Sendendi kim
bilir..ne kadar uzun zaman geçmişti. Sen, ne sesini
duyurmuştun, ne de kendini göstermiştin.. ben
yollardaydım, Sana doğru akıyordum..ama dünya hali, tüm
yollar inadına yavaştı..Sadece gözlerimin arası hareket
edip duruyordu...yüreğime giden tek yol.. ve sen oradan
belki de bana akıyordun.. orada senden başka trafik
işlemiyordu değil mi?
Arada, onca kalabalığın içinde umarsızca akan
gözyaşlarımı siliyorum aynen şimdiki gibi.. çünkü Sen,
benden kaçıyorsun ..Sana yetişemeyeceğimi
biliyorum…geliyorum ..Sen kalkıyorsun.. bir an, sadece
bir dakika görmeme izin veriyorsun..ellerimi
çaresizlikle iki yana açıyorum.. yine yetişemedim
diyorum..çoooook hoş gülüyorsun “olsun,bir dahakine
yetişirsin” diyorsun.. üstelik beni hatırlıyorsun ve
halimi bile soruyorsun:)..çok hoşsun..halim Mavi Tuarek
bil..çöllerdeki kumlardan, zavallı bir kumdan başka bir
şey değilim ki.. Sen üzerime bas da geç diye
bekliyorum..bu kum zerresinin üzerine basıp geç ki, kum
kumluğunu idrak edip miracını tamamlasın…
geldiğim anda kendimi dışarıda buluyorum..Uşşaki
DervişiTerzi Osman Amcama diyorum ki:Allah bizi ne çok
seviyor değil mi?bize nasıl da aşık..”evet” diyor
dostum” O bizi çook seviyor, hem de nasıl aşık.”.çocuk
:,O bize kör kütük aşık..her şeyini bize veriyor …ben
olsam hiçbir şeyimi vermezdim,çok kıskanırdım” diyorum
gülerek ama aslında bağırarak ağlamak istiyorum biliyor
musun..dostum:merak etme diyor kulağıma eğilerek “O’da
kendisinden başka kimseye bir şey vermiyor zaten “……
sanki bir teselli var..akabinde Ceviz Ağacı cafe’ye
davet ediliyorum…dumansız hava sahası… güzelim, türküm,
doğruyum,çalışkanım insanımda yeni açılımlar yapmış,
dışarıya sıcak hava yakılıyor..kışın sıcacık sokaklarda
oturmak kadar keyifli bir şey olamaz herhalde değil
mi?hava ısıtılıyor ve içeriden daha hoş olmuş böylesi..
her şer gözüken şeyden bir incelik doğuyor sanki..rakçı
(rockeri:)çocuk ve kardeşlerim var..garson geliyor;
kahve istiyorum orta şekerli.. konuşuyoruz..seni
göremeyişimi anlatıyorum..birazdan hayatımda gördüğüm en
zarif sunumlu kahveyi getiriyorlar..o da ne?.. bu ne
?diyorum.. ne muhteşemsin.. teşekkür ederim…garsona
şaşkın bakıyorum: herkese böyle mi sunuyorsunuz
?diyorum..”hayır” diyor garson “sadece özel
müşterilerimize”.. peki diyorum nasıl anlıyorsunuz özel
olduğunu..”ben anlarım” diyor garson: ben karar
veriyorum.. bu kahve sadece sizin için.. size özel..
ben yaptım diyor..çook teşekkür ediyorum..”bir daha
gelirsem yine aynı kahveden isterim” diyorum.. garson
beni bulursanız ,size aynı sunumu yapacağım. beni bulun
olur mu? diyor..gülüyoruz…ne özel bir garson…kararmış
bakır küçük bir yuvarlak tepsi içinde; bakır bir
cezveden beyaz dumanlar çıkıyor ama ne duman ooofff
yani..yanında bir mini oval bakır kap, kapağında bir
hilal var ve içinde bir sarı, bir yeşil iki lokum
duruyor.. cami kubbesi gibi kapağının da hilal olan
zarfın içinde, beyaz bir porselen fincanda miss gibi
kahve duruyor..ve incecik camdan küçük bir bardak
su..sadece bu zarafeti izliyorum, öylece kalakalıyorum..cama
sahip olmak demek aslında hiçbir şeye sahip olmamak
demek mişi hatırlıyorum…hüzünlü bir keyif bu
..kardeşim: bu sana hediye.. göremediğin için hediye..
senin için, bak diyor..” evet “diyorum..rakçı çocuk ve
kardeşi bu güzel jesti fotoğraflıyorlar…
Akşam tek taş alyans sınıfına Ahmed Efendi
gelmiş..çocuk O’nu ilk gördüğünde sorduğu soruya verdiği
cevabı hatırlamış..Ahmed Efendi masadan aşağı
sarkarak,ellerini yere doğru uzatmış: o kadar derindesin
ki göremiyorum.. çık yukarı, sana ulaşamıyorum
demişmiş..işte bu gece gelir gelmez çocuğa takılmış:
Evvel Zaman’dan sonra bir yere gittin mi? demiş.. “hayır
“demiş çocuk.. hoca:seni nakkaş yapalım olur
mu?...çocuk” zaten ben ilk evvela bir nakkaşım
yahu” demiş…ders başlamış.. hoca anlatıyormuş:soru
sormak isteyen var mı? .... çocuk el
kaldırmış.hoca:aman!!.. sen, sorma sakın demiş..sen soru
sorunca dersi istediğin yere kaydırıyorsun ve ders
uçuyor.. sen nakkaş ol sus:)çocuk: zaten yaratılmış her
şey nakkaş değil mi hocam?.. hafi yani gizli
zikir yapıyorlar.. biz duymasak da anıyorlar-hiç
unutmuyorlar yani..hoca gülmüş, sınıf gülmüş…uzun
zamandır yok olan neşe geri dönmüş bu gece.. çok
hoş bir zaman geçmiş.. herkes çok mutluymuş sanki…bir
güzellik varmış da ne?….kim bilir ne?çocuğun iki gözünün
arası hiç durmuyormuş ve çocuk hep Zaman’ı anıyormuş..
en hoş ana gelmiş şimdi çocuk..hoca kürsüde “lahuti
alemi “anlatırken cep teli hiç durmuyormuş.. o
kapatıyormuş ama tel durmuyormuş..tam lahuti alemin
zirvesindeyken:) teli açmak zorunda kalmış
hoca,kendisini arayan oğluna:”çok mu acıktın
oğlum?..tamam..ne mi yiyeceksin?..bak buzdolabımı aç, şu
rafta ekmekler, şu rafta sucuk ve tabakta kaşar var..
tost yap ve ye olur mu?..yatarken güzel örtün,üşütüp
hastalanırsın sonra demiş.:)karnını iyice doyur ..aç
kalma sakın tamam mı?dersin
karizması yerle bir mi oldu sanıyorsunuz.. yooo tam
olması gerektiği gibi, yere döndürüldü yani..yine
bir çocuk tarafından değil mi?padişahları bile dize
getirirmiş çocuklar, hep eskiler öyle derler hani..
çocuk: ya hocam tasavvufta düşünceler ne kadar yüksek
olsa da, hiç karın doyurmuyor değil mi? hep aşağıdan
seyretmek lazım..istediğin kadar düşüncede yüksel, hep
işler fiillere bakıyor, şeriatsız –amelsiz hiçbir şey
yürümüyor yani..ancak çalışan, elleri ile işlediğini
yiyebiliyor demiş..gerçekten şimdi Haybabam sınıfı
olmuşlar yani..herkes gülmekten kırılırken, Ahmed Efendi
daha çok gülmüş..”sen nakşi ol” demiş yine..
“sus” diyormuş yani “sus”..ne güzelmiş tasavvufi dünya
hayatı ve ne eğlenceli imiş şu tasavvuf Ademleri ve
Havvaları..hiç dışarıda eğlence- magazin aramaya gerek
yok.. hem de bedava..insanın kendisinden daha komik bir
şey bulmasına ise hiç imkan yokmuş..ama bu olayda çocuk
celveti ne demek sanki biraz idrak etmiş…halvette
celvet yani..yani
bir yanın şuursallığınla =gönlünle hep Allahlı olacak
ama sen bu cumhuriyetin içindeki ferdiliğinle de;
kendi hayatın için mücadeleye devam edeceksin..yaşamak
için çalışmak zorundasın....düşüncede istediğin kadar
yüksel hayata geçmedikten sonra hiçbir değeri yokmuş..
Kütahya’da Dönenler Camisindelermiş…Arabi uzmanı Hocası
ve felsefeci arkadaşı camii seyrediyorlarmış..çocuk
Demirli Hocasına demiş ki: her şey dönüyor, her şey
semada..hoca:
evet ama biliyorsun Arabi Hazretleri sema ya karşı
değil, aksine sema yı –işitmeyi- duymayı-dinlemeyi
seviyor.. çünkü sema dönmek değil işitmek-dinlemek-itaat
etmek demektir ..O, devrana yani dönmeye
karşı demiş..çocuk: ama sesi işiten,itaat edip dönüyor
..işte o devranı-dönmeyi de seviyor bence ..”hayır”
demiş Demirli Hocası:sevmiyor.. O, devran
sevmiyor....”seviyor… eskiden sevmiyordu belki ama artık
seviyor” demiş çocuk..”nereden biliyorsun sevdiğini,
sevmiyor” demiş hocası…” artık seviyor” demiş çocuk
:seviyor işte.çünkü bu bir çocuk masalıymış ve masalda
kuralları masalcı koyarmış:)..
dönmek kolay ..zor olansa durmak
diyen Hazretimiz Pirimiz Mevlanamızın bu sözü
üzerine çookk düşünüyormuş çocuk…evet dönmek ne kolay
..neden duramıyorum ki?..durduğumda
ne yer kalır ,ne gök kalır be ya hu
yu anladığı içinmiş sanırım…Evvel Zaman, çocuğu
kendinden sonrakine yolladığında sorduğu ,Zaman’mış
çocuğun..O’nu gösterdikleri için, O’nu sormuş tabii..tüm
bedeni zelzele ile titreyerek:yerler ve gökler, kendisi
için ayakta duranlardan O, demiş Evvel Zaman …
durduğum da aşkımı yitireceğimi anladım biliyor musun?
..durduğumda Seni asla bulamayacağımı, Mavi bir Tuareg
gibi, çölde yıldızlara tek başıma bakacağımı
anladım..elimi uzattığımda Seni tutamayacağımı
biliyorum..
çocuk:biliyor musunuz, şu an gökyüzünde İki Güneş
var…İki Kutuplu Zaman gibi demiş..Demirli Hocası
gülmüş:hatta, bazen ikiden çok daha fazla Güneş olabilir
demiş..evet demiş çocuk.. ve bir anneden; bir batın
dan doğan ikizleri, üçüzleri ve diğerlerini düşünmüş
nedense…tuhaf bir düşünce ama neden aklına gelmiş henüz
düşünmemiş..ama ilk evvel doğan, bir dakika evvel bile
doğsa o daha büyük sayılıyormuş hani..çünkü dünyaya bir
dakika evvel teşrif etmişmiş.Alaaddin Keykubat Cami
Minberi’ndeki Feleklerin ahşap işçiliğini hatırlamış
nedense..Arabi Hocası, çocuğu bugüne yansıyan Horasan
Ekolü tarzında görüyormuş..çocuk ise O’nu Endülüsün
Sultanının varisi..Horasan Ekolü hakkında sadece
Hocasının anlattıklarından izler hatırlıyormuş.. başka
bir bilgisi hiiç yokmuş zaten..
şu dönenler üzerine tefekkür etmek istemiş çocuk ve
tövbe edenler tabii..mesela Arafat ‘a çıkan kişi
arınmış sayılıyormuş.. kim ki: ben hala günahkarım,acaba
affedildim mi? diyorsa o Allah’ın sözüne riayet
etmediğini varsaydığından en büyük günahı işlemiş
sayılıyormuş değil mi?Osmanlı Türk Milletinde de
savaşta esir edilen küffarın en kolay kurtuluş yolu
Kelime-i Şehadet getirmekmiş..”döndüm artık,
Müslüman oldum” diyen başını anında kurtarıyormuş. kimse
sorgulamıyormuş bile bu nasıl iman ediş diye..çünkü en
büyük günah başkasının ayıbını aramakmış..settar
olmayanı Allah’da setretmezmiş..kendi ayıplarımızı bir
düşünsek en yakınlarımızın bile yüzüne bakamazdık değil
mi?
ama adamın biri çıkmış ve bir kitap yazmış..yazdığı
kitabın; dönen oyununun tuzağına düşmüş ya hani
sonra..kim dönekmiş oyunu hani?zırcahil insanlar bu
kitabı okuyup kafayı yemişler(çocuk okumamış çünkü
okusaymış,her okuduğundan çok etkilendiğinden, o da,
aynen öyle olurmuş biliyormuş)..kişilerin soy isimlerine
bile bakıp bu dönme, bu değil diye karar veriyor ve
yargılıyorlarmış ya hani..Allah’ın yapmadığını bu zırzır
cahiller yapıyorlarmış değil mi?bazı zengin, okumuş,
şımarık,lakin ailelerinin hiç maneviyat vermediği
çocukları tuzağına düşürenler varmış..sahte-boyalı
yaldız düşkünü rehbercikler yani…o ailelerin tüm
imkanlarını, servetlerini ve çocuklarını
çalıyorlarmış..onların geniş çevrelerini de ve çocuklara
senin ailen dönme onlar müminim dese de sakın inanma..
biz Allahçılık oynuyoruz.. sana, senden çaldığım
servetinle sahte cennetler yaptım, gir cennetime
diyorlarmış..sen benim yanılsayan yansımalarımın ağına
takıldın ya hani…bak bizim çiftliğin içinde her şey
serbest.. biz kendimize dönekleriz ama sen sakın ha
gerçek imana ve ailene dönme diyorlarmış nedense..ve
çocuklar tüm ailelerinin onlara sunduğu tahsil ve bilgi
birikimleriyle; oradan al buraya yapıştır ve birleştir
altına da maneviyat hırsızı sahiplerinin adını
yapıştırla ilerliyorlarmış değil mi?..gerçi öğrenmek
için belki başlangıçta, her şey kabul edilebilir gözükse
de; yeter artık demenin de bir vakti olmalı..aynı yerde
kalmak değil, ilerlemek lazım ya hani..her yanı altın
yaldıza boyalı bu sahte-kalp –teneke altınlar çocuğun
ağrına gidiyormuş..oysa İslam da hiç hakkını veremesek
de(kendi adıma söylüyorum tabii);aile
–ehlibeyt(herkesin kendi ailesi, kendi ehlibeytiymiş ya
hani) en değerli şeymiş..sürekli
onun bütünlüğü anlatılırken, ana- baba hürmeti
anlatılırken bu sahte ve tehlikeli yolda aileye sırtını
dönüp onları sırtından vurmak ve düşürmek esasmış değil
mi?insan ancak kendi çocukları büyürken ve de sahtelerin
ağına düştükten sonra böyle şeyleri düşünebiliyor ne
yazık ki……
Dönenler Camiinde dönerek dolaşmak lazım aslında:)..
burası gerçekte bir Semahane, ahşap ve çok şirin; içinde
Mevlevilerin Türbesinin de olduğu bir şaheser…ince
insanların işi yani..hiçbir şeyi ayırmayan, her şeyi
camiinin-celvetin ,halvethanenin içinde yaşayanların
eseri..
çocuğun muhteşem güzel,tertemiz dostları varmış ve bu
masalla ilintiliymiş..Üsküdar’daki bir türbenin
görevlisi ve o türbenin eski türbedarının manevi evladı
ve onun pek muhterem zevceleri Şükran Teyze...önce
türbeye gitmiş çocuk.. gidecekleri evde elinde çocuğun
masalı ile gelen Tülin’i bulmuş..ve onunla gelen Ahmed
Kuddusi hazretleri Divanı kitabıymış hani....beraber
Hüseyin Dedelere gitmişler..bir sofra kurulmuş ki, bu
kadar sadelik ama bu kadar lezzetlilik çok az sofraya
nasip olur herhalde diye düşünmüş çocuk..herkes çok
mutluymuş..bir hayalin hayata dönüşümüymüş onların
dostlukları aslında..önce hayalmiş,sonra yazılıp masal
olmuş ve artık hep genişleyen bir dostluk zincirine
dönüşüyormuş..
Üsküdar’lı Bir Aktarın
Nazarına denk gelmiş biri varmış çocuğun
karşısında..sıkı bir Ehlibeyt Aşığı..çocuk ,O’nun kadar
Ehlibeyt aşığı hiç tanımamış şimdiye dek(çocuğun
kabul etmediği bölümler varmış bu şiddetli aşkın içinde
ama aşka sınır ve tavır koyamayacağını artık öğrendiği
için bu konuda susuyormuş burada:)Hüseyin Amca daha
isimlerini anarken ağlamaya başlıyormuş…hatta geçen yıl
tv de Ehlibeyt proğramını izlerken üzüntüden fenalaşarak
ambülansla hastaneye bile kaldırılmış..sohbet
muhteşemmiş.. yemekten sonra Hüseyin Dede: size kahve
yapayım mı ?demiş..çocuk: ben zaten size kahve içmeye
geldim.. sizin elinizden demiş..nasıl içmek
istediklerini sormuş Dede..çocuk orta demiş..”tamam”
demiş neşeyle Hüseyin Dede: zaten benim kaşık ölçüm
değişmez üç kaşıktır..Ya Allah ,Ya Muhammed, Ya Ali
şekeri atacağım demiş..hepsi gülmüşler tamam demişler..o
kahveleri mutfakta pişirirken, içeride Şükran Teyze ve
Tülin çok güzel ilahiler okuyorlarmış..çocuk tavus
kuşunun ayakları gibi sesi olduğundan zevkle bu güzel
sesleri dinliyormuş..arada coşan Hüseyin Dede; mutfak
kapısını açıp ilahilere katılıyormuş, ne sıcak bir ortam
anlatılamıyor tabii..
Hüseyin dedem kahvelerle gelmiş..hayatımda içtiğim en
sulu, en şekerli kahveydi yani.. ama onu yapan yürek
şekerdi ,o yüzdendi bu hal..Hüseyin Dedem bize Aziz
Mahmud Hüdai Hazretlerinden pek çok ilahiler
okudu..onların birbirlerine düşkünlükleri vardı değil
mi?ve Hüseyin Dede içeriden-çok kıymetli odasından,
tuttuğu not defterini getirip okumaya
başlıyor..hocasından dinlediklerini yazmış..başlık:
Hamzavi Melamilik ve okuyor ve
anlatıyor..çaktırmıyor:)..biz de zaten anlamıyoruz..O’nu
çooook ama çoook seviyoruz ve ilahilerle irşad
olduğunu söyleyen Şükran Teyze’yi de…ve Tülin…Ahmed
Kuddusi Hazretleriyle gelen kadın…her şey çok
güzel tabii..görene.. köre ne demişler ya hani..işte
öyle bir durum..her gördüğünü Hızır bil kendini
hınzır durumu var ya hani..işte bazen her gördüğümüz
Hızır olabilir..önemli olan hınzırlıkta kalmamak
yani..hınzırlıkta kaldığımız müddetçe bizde, başkalarına
Hızır olamayız ..
İŞİTTİK VE İTAAT ETTİK (DURMALI VE DÖNMELİ ZAMAN)
bir dönmeli insan, bir durmalı galiba..durmalı ki
durduğunda dinlensin ve olan biteni hazmetsin ve dönmeli
insan..dönmeli ki seyredip zevk etsin…ve aslında
ikisinden de kurtulmalı insan..bir varmış bir yok muş
davası bir bitsin…ya da hiç bitmesin bu masal, Sen
bilirsin…Sen nasıl dilersen….ben hep Zaman’a uyarım
çünkü:)
tüm masal severlere ve sevmeyenlere
muhabbetle..en çok da sana..senden …aşkla….
Ben özlemedim ki seni
Kedi özledi
Çağır onu gelsin diye
Bana kedi söyledi
Çok severmişsin onu
Doyamaz öpermişsin
Sarılıp uyurmuşsun
Nasıl özlemesin ki seni
O da çok severmiş hani
Derdinde yanındaymış
Sevincinde o da mutlu
Sen özlemedin mi onu
Ben istemedim gitmeni
Kedi istedi
Sonra pişmanım diye
Bana kendi söyledi
Sen bilirsin bu kedi
Karşılıksız sevdi seni
Belki de her kedi gibi biraz bencildi
Sende itiraf et hadi
Suç biraz da senindi
Dayanamıyorum de hadi
Çok özlemesin bu kedi
Şarkıyı okuyan:candan erçetin
……………………
9.mektup
http://umutrehberi.wordpress.com/2009/11/13/9-mektup/ |