Amerikalı yüzücü Michael Phelps’i seyrederken hep aynı duyguya kapılıyorum: Bu delikanlı sâdece sürnormâl değil, anormâl de!
Pekin’e sekiz altın madalya ve sekiz dünya rekoru hedefiyle gelen ve bu yazının yazıldığı güne kadar yüzdüğü yedi yarıştan yedi altı altın madalya alan (sonuncusu Dünya değil de Olimpiyat Rekoruyla), sekizinciye hazırlanan, 23 yaşında iken Olimpiyat tarihinin en çok altın madalya kazanan sporcusu unvanını alan bu gençte bir gariplikler silsilesi var.
VÜCUDU SANKİ SUDA YAŞAMAK İÇİN YAPILMIŞ VEYA O HÂLE GETİRİLMİŞ
Antrenörü Bob Bowman birçok kez dile getirmiş: Michael Phelps’in bir Su Vücudu (Aquatic Body) varmış. Boyu 1.93 metreymiş. Bacakları kısa ama gövdesi iriymiş. Kol açıklığı tam 2.10 metreymiş. Elleri büyük, belli. Ayak numarası 48.5’muş. Böylece daha az ama daha etkili kulaç atabiliyormuş. Eklemleri çok esnekmiş (MKD: Ehler-Danlos sendromu varyantı?)… Bu sâyede yarış başlangıcında ya da dönüşlerden sonra o meşhur yunus yüzüşünü yapabiliyormuş ama en önemli üstünlüğü kardiyovasküler kapasitesiymiş. Kalbi vücuduna dakikada 30 litre kan pompalıyormuş, yâni normâl insanınkinden üç kat fazla (MKD: eğer hasta değilse, bu bahsedilen özellik sürmormâlite değil abnormâlite)! Vücudu çok az laktik asit salgılıyormuş (nasıl olur yâhu). Oksijenin yanmasından sonra kanda oluşan laktik asit oranı bir yarıştan sonra bile gramda 5 milimol çıkıyormuş (MKD: Dedim ya, eğer hasta değilse, bu bahsedilen özellik sürmormâlite değil abnormâlite). Bu, normâl bir yüzücünün ikide biri, hâttâ üçte biri düzeyindeymiş (aynen). Kısacası Phelps, rakiplerinden daha geç yoruluyormuş. Ama sudan çıkınca sorun başlıyormuş; çünkü esnek eklemleri nedeniyle sık sık düşüyormuş ve bu yüzden koşması bile yasakmış: MKD: Bunlar sürnormâllikten öte!
BABA ROLÜNÜ ÜSTLENEN MONOMANYAK BİR ANTRENÖRÜ VARMIŞ
Bob Bowman (43), son derece titiz, otoriter, çalışma delisi bir antrenörmüş. Her akşam 21.00’de yatıyor, sabah 4.30’da kalkıp 5.15’te havuza varıyor ve akşam 19.30’a kadar oradan çıkmıyormuş. Yüzme dünyasına girmeden önce klâsik müzik bestecisi olmak için uğraşmış. 10 yaşında piyano çalarak müziğe başlamış (geç bir yaş). Sonra buna keman ve trombonu eklemiş. Florida Üniversitesi’nde müzik eğitimi görürken yüzme takımında kulaç sallıyor, bir yandan da gelişim psikolojisi okuyormuş. 11 yılda yedi yerde yüzme antrenörlüğü yaptıktan sonra 1996’da Phelps’in çalıştığı NBAC’a geçmiş. 2004’te yıllık 80 bin Dolar maaş karşılığı Michigan Üniversitesi’ne baş antrenör olmuş. Ama bu görevi geçen Mayıs’ta bırakmış. Bıktırıcı antrenmanları ve sert tutumuyla tanınıyormuş. Hâlâ boş zamanlarında Bach, Beethoven ve Prokofiev çalmaya devam ediyormuş. En büyük hobisi yarış atlarymışı: Hâlen Maryland’da altı atı varmış. Çocukluğundan beri babasından ayrı yaşayan Michael için tam bir otoriter baba figürü teşkil ediyormuş.
HAFTADA YEDİ GÜN ANTRENMAN YAPIYORMUŞ
Micheal Phelps, 11 yaşından beri aynı antrenörle yâni Bob Bowman’la çalışıyormuş. 1996’da Bowman genç talebesinin ergenlik öncesi aerobik kapasitesini artırmak için yüklü bir antrenman programı yapmış. 1997 sonunda anne babasıyla konuşup “geleceğin olimpiyat şampiyonunu yetiştirebiliriz” demiş ve Michael’ın Amerikan futbolunu ve beyzbolu bırakmasını sağlamış. Ertesi yıl haftalık antrenman günlerine pazarı da dâhil etmiş. Artık Noel tatili dâhil, neredeyse 365 gün havuzdaymış ve haftada 80 kilometre yüzüyormuş. Ama 2000 yılına kadar havuz dışında hiç ağırlık çalışması yapmamış. 2004’ten sonra antrenman sayısı haftada altıya inmiş. Yılın üç haftasını, yine Bowman yönetiminde ve 10 takım arkadaşıyla Colorado Springs’te, ABG Olimpiyat Antrenman Merkezi’nde geçiriyormuş. 1.800 metre râkımlı merkezde 24 günde 70 antrenmana çıkıyormuş. Her gün, üçü havuzda biri havuz dışında dört antrenman seansı varmış. İlk antrenman bâzen sabah 4’te başlıyormuş.
HER KULACI, HER SOLUĞU KAYDEDİLİYORMUŞ
Böyle büyük bir şampiyonu yetiştirmek için elbette bilimden çok iyi faydalanmak lâzım olduğu için, antrenör Bowman, ABG’deki en nitelikli uzmanlarla işbirliği yapıyor ve şampiyon yüzücüsünü sürekli denetliyormuş. ABG Yüzme Federasyonu Bilim Direktörü Genadijus Sokolovas kendi geliştirdiği bir cihazla, yıl boyunca swim-power testi uyguluyormuş Phelps’e. Antrenman sırasında göğüs çevresine bir elektronik kuşak takılıyormuş. Bu kuşak saniyede 60 kez veri gönderiyormuş. Ayrıca, havuzun kenarındaki ve dibindeki iki kamerayla her hareketi kaydediliyormuş. Sonuçlara göre kollarının ve bacaklarının hareketini daha da mükemmelleştirmek için uğraşıyorlarmış.
EN ÇOK PARA KAZANAN YÜZÜCÜYMÜŞ
Dünyanın en çok kazanan yüzücüsüymüş. Bütün reklâm ve sponsorluk anlaşmalarından yılda 5 milyon Dolar kazandığı tahmin ediliyormuş. Çok sponsoru varmış ama en önemli anlaşmayı 2003’te mayo sponsoru Speedo’yla yapmış. Altı yıllık bu anlaşmaya göre Olimpiyat’ta yedi altın madalya kazanıp Mark Spitz’in 1972’deki rekorunu egale ederse 1 milyon Dolar ödül kazanacakmış (cepte bilin). 2004’te Çin şirketi Matsunichi’yle yaptığı dört yıllık anlaşmadan da 4 milyon dolar almış. 2004 Olimpiyatları’ndan sonra takım arkadaşlarıyla çıktığı Walt Disney’in “Swim With The Stars” turnesi kapsamında ABG’nin 15 şehrini gezmiş, gençlere yüzme öğretmiş. Bu turnenin biletleri 25 ve 100 dolardan satılmış. Tüm bu ticarî başarının arkasında 2001’den beri menajerliğini yapan Octagon firmasından Peter Carlisle’nin büyük katkısı varmış.
SEVGİLİSİ SORULUNCA KIZIYORMUŞ
Michael 30 Haziran 1985’te Baltimore’da doğmuş. Annesi Debbie, öğretmen, babası Fred ise polis memuruymuş. İki ablası Hillary (30) ve Whitney (28) imiş. İlkokulda hiperaktifmiş (MKD: bu çok önemli). Bir öğretmeni, annesine “üzgünüm Debbie! Hayatında hiçbir işe yoğunlaşamayacak” demiş. Çâre olarak annesi onu yüzmeye başlatmış. 9 yaşındayken anne ve babası boşanmış. O günden sonra babasıyla arası açılmış (çifte travma). Antrenörü Bob Bowman yıllarca baba rolünü de üstlenmiş (MKD: “Baba beni yüzdür”). Bir yıl ara verdiği liseyi 2003’te bitirdi. 2004’te antrenörünün peşinden Michigan Üniversitesi’ne gitmiş. Spor Yönetimi eğitimini sürdürüyormuş. Üniversite yakınında dört katlı evinde oturuyormuş. Az kalan boş zamanında X-box, Playstation, Blackberry gibi cihazlarla oynuyor, ilkokul arkadaşlarıyla takılıyor, sevgili konusu açılınca gazetecilere bozuk atıyormuş. Gençlere özgü çılgınlık yapmaya zamanı yokmuş zâten. Bir kere Cadillac Escalade model otomobilini alkollü kullanırken yakalanmış o kadar.
***
Vallahi de billâhi de milliyetçilik damarım kabarıp, ABG’li diye kara çalmıyorum. Etiyopya’daki Addis Ababa’da Hewan Abeye adıyla doğup, sonradan tipik bir Türk olan Elvan Abeylegesse ve bir kızımız daha olmasa, hüngür hüngür ağlayarak dönecektik bu Olimpiyat’tan. Fakat bakın, Elvan normâl bir insan! Hâttâ kim olduğunu bilmeseniz de, Eminönü’nde elinde bir bebeyle dolaşsa iyi sadaka dahi toplar çünkü bütün orta ilâ uzun mesafe koşucularında görülen o gariban, “vur ensesine al lokmasını” duygulanımı tipik; eh, üstüne üstelik bir de zenci! Benim akşam yemeği zulası olmayan garibanım çıkarır balık ekmek parası verir vallahi!
Şimdi, Michael Phelps’e bir daha bakalım: Eklemlerde aşırı esneklik, yürüme zorluğu hâttâ düşmeler, kısa bacaklar, uzun gövde ve bacakları kadar uzun kolları (2.10m açıklık ile 1.93m olan boyundan fazla) + Basık ve ablakça bir surat, koca kulaklar, uzun bir yüz ve sanırım sıradan veya sınırda zekâ: Bunlar natürel özellikleri. Bunlardan –bence– gayrı insanî derecede istifâde ederek bir hilkat garibesi yaratan sıra dışı bir antrenör olan Bowman ve başkaları bu çocuğun sırtından köşeleri dönüyorlar (meselâ Octagon firmasından Peter Carlisle). Bkz. http://en.wikipedia.org/wiki/Fragile_X_syndrome mekânındaki tipik surat resmi.
Arkadaşları ilkokuldakiler, başka yok! Boş vakitlerinde X-box, Playstation, Blackberry gibi cihazlarla oynuyor ve kızlarla düşüp kalkma gibi 23 yaşındaki bir ABG’li için normâl âddedilen davranışları yok; sorulunca da kızıyor; demin (16:34) TV’de seyrettim konuş(ama)masını, IQ skoru kaç acaba? Bir kere kafa çekip araba kullanmaya kalkmış, onu da becerememiş; ne anlar yürümeyi beceremeyen adam Cadillac Escalade gibi süper bir oyuncaktan!
Çocukken de hiperaktif! Bakmayın siz Michigan Üniversitesi’nde Spor Yönetimi eğitimini sürdürüyor olmasına; böyle bir değer için bütün kapılar açılır.
Yâhu, biz Mark Andrew Spitz’i de seyrettik; benden yedi yaş büyüktü. Babalar gibi zeki, yakışıklı ve hafifçene de çapkın bir Yahudi’ydi. Hobileri arasında da denizcilik, ski yapma ve resim koleksiyonculuğu gibi sofistike şeyler vardı. Sonradan da TV şovlarına katıldı; şimdilerde o da açık kır saçlı…
Bu delikanlı ise normâl değil. Yukarıda saydığım natürel vasıflara inzimam eden nurtürel hâdiseler: Erken yaşta ebeveyn boşanması, (nedense) babasıyla bozuşmaları ve akıl sağlığı sorgulanabilir bir antrenörün diktası altında yaşantılanan otistik bir hayat!
Anahtar Kelimeler: Ehler-Danlos Sendromu, Frajil X sendromu, subklinik formlar, hiperaktivite, otizm, aşırı spor, genetik testler ve cilt biyopsisi
***
Bu arada…
Usain Bolt (MKD: Hüseyin?) 100 metreyi 9.69 saniyede koşmuş; hâttâ şımarıp son 10 metrede hız kesince, 9.60’ın altına inme tâlihini harcamış. Ben gençken 10 saniyenin altına inilmesinin insan vücudunun kapasitesini aştığı için imkânsız olduğu düşünülürdü! Ben daha dünyada değilken de 50 Km/sn üzerindeki süratlerde insan vücudunun iflâs edeceği söylenirdi; ilk trenlerde sıkılanlar inip çiçek toplayıp, tekrar binerlerdi. Rahmetli pederim de “lise mezuniyetimdeki fizik kitabının sonunda atomun parçalanmasının ilmen neden imkânsız olduğunu anlatan bir makale vardı” diye gülerek anlatırdı…
İster hilkat garibesi, ister insan yaratısı olsun, kimse 100 metreyi 5 saniyede koşamaz veya 10 saniyede yüzemez herhâlde! En azından, 0 saniyede koşamaz veya yüzemez.
Peki, ne olacak bu işin sonu?
Eğer evrim yeni türü alelacele şekillendirmezse, bir noktada tıkanacak bu yarışlar.
O zaman da alternatif spor ve aktivitelere yönelecek, icatlarda bulunacak insanoğlu.
Şimdiden başlamadı mı?
Sondan birinci not: Akşam’da Cemil Meriç Amcam’ın kemikleri sızladığı gibi, oğlu kadim dostum Mahmut Âli Meriç’inkiler de daha hayatta iken ağrıyor: Onun ve Dr. Necmettin Turinay’ın fotoğraflarının yerine Dücane Cündioğlu ve Sezai Karakoç’unkileri bastılar.
Sondan ikinci not: ABG’de de Başkan olabilmek için gençken ne kadar çok içip marihuana kullandığını itiraf etmek modası var. Niyetlendim vallahi. Benden 10 yaş büyük Arnold Schwarzenegger (Avusturya Yahudisi, şimdilik sâdece Kaliforniya Vâlisi) de aynı şeyi yapmıştı. O eski vücutçu, ben eski Taekwon docuyuz; 11 yaşında başladığım sigarayı 24 yaşında bıraktım, hiç esrar veya başka bir madde kullanmadıysam da (çok utanıyorum ama ne yapiim), yakın tarihlere kadar sıkı rakı içerdim; kardiyologum Memorial Okmeydanı Hastânesi’nden Dr. Türker Baran (turker.baran@memorial.com.tr) yasaklayınca mecburiyetten tövbekâr oldum. Artık sâdece ayran, meyve suyu ve ıhlamur tüketiyorum.
Bir de ABG’den icâzet alabilirsem önce yazar olup soyuma kara çalıp Nobel kapacağım, sonra politikaya atılıp çifte pasaportla Başbakan olacağım (bunun için cinsiyet değiştirip sarışınlaşmam icap ederse de yaparım, ne olacak; “günahı bir kere işledin mi alışkanlığın olur” demez mi birileri), sonra da –performansıma göre– ABG’ye zıplamayı düşünüyorum, ne dersiniz ihvân?