29
Subat 2008
Seyir var seyir içinde...
“Bir yazı
yazdım, okuyup bir yorumda bulunur musun?” dedi.
“Tabii,
memnuniyetle” dedim.
Okuyunca
suratım ekşidi biraz.
“Benim
laflarımı yazmış... Esinlenmek değil bu. Bal gibi benim
lafım. Laflarımdan yazı yazmış düpedüz, ama beni yok
saymış.”
Şimdi buna
ne yorum yapılır ki?
“Eline
sağlık, Allah gönlünü ağartsın. Pek güzel olmuş”.
Öyle mi
gerçekten? Öyle öyle... Güzel olmuş. Tek kusuru benim
laflarımı benden izinsiz, benden söz etmeden kullanmış..
Neyse! Canı sağolsun. Helali hoş olsun! Sadaka hep
parayla olmaz ya, yazana da kelime verilir. Kimin
ihtiyacı neyse, onu ver!
***
Demek
sadaka veriyorum! BEN! Kelimeler benim malım, öyle mi?
Nereden benim? Hani mülk Allah’ın idi? Kelime mülkten
değil mi? Nerden peki?
Uğruma bir çayır düştü
Bir ucu mahşer içinde
Açıldı bir şar dükkanı
Ne ararsan var içinde
İnsan zahir
alemde sahiplikten daha kolay kurtuluyor. Bakıyor ki
herşey el değiştiriyor: “Mal sahibi mülk sahibi / Hani
bunun ilk sahibi” deyiveriyor. Ama birşey alemden değil
de, Adem’den zuhur etmişse, insan başlıyor sahiplik
iddiasına... Kelimeler benim, duygular benim, fikir
benim aklıma geldi, öyleyse fikir de benim! Çünkü akıl
benim. Benden çıkan, benim. İnsanın zahirde sahiplik
iddiasından vazgeçmesi nispeten kolay da, ya batından
soyunmak? O nasıl olacak? Batından soyunmadan Zat’a
gidilir mi? Batın da isim değil mi? Hu demek, O demek.
Tarifi imkansız. Onun için “O”. Ne isim var, ne sıfat
“Hu”da. Amaiyyet. Mutlak Gayb.
Var dükkana pazar eyle
Hışmından kork hazer eyle
Aya güne nazar eyle
Ay Ali gün nur içinde
Bu nefsimin
ali cengiz oyunlarına alıştım artık. Eğer birşeyden
rahatsız olmuşsam, mutlaka altında o vardır. Eğer
birşeyden çok hoşlanmışsam yine altında o vardır. Ve
rahat yüzü görene kadar iz sürmek lazım. “Yüzü” görmeden
rahat yok! Ama onun bir yüzü yok ki! Çok yüzü var.. O
yüzleri tek tek tanımalı. Aldanmamalı. Sonuna kadar
gitmeli. En son yüzü görene kadar peşini bırakmamalı.
Yüzleşmemek
gaflette kalmaktır. Gaflet ise zifiri karanlık. Düşmanı
tanımak şarttır. O yüzden peçeyi kaldırmalı. Fakat o
kendini çok güzel saklar... Kolay ele geçmez. Hep
başkasını hedef gösterir. Gerekirse allar pullar
kendini. Göz kamaştırır ki görmeyesin. “Nefsini bilen
Rabbini bilir”. Bilmek, görmektir. Aynel yakin. İnsan
ancak o zaman rahat eder.
Ay Ali’dir gün Muhammed
Okunur doksan bin ayet
Balıklar da suya hasret
Çarh dönerler göl içinde
Bana şimdi
ne oluyor? Niye huylandım? Huylandımsa imkanı yok,
birşey vardır. “Benim laflarımı yazmış.” Peki...
Yazsın. Hakk’ın benden izhar etmeyi dilediği söz nereden
benim oluyor? Olmuyor. Ona da peki. Helali hoş olsun bir
kez daha. Bir daha sesimi çıkarmam.
Çıkarmam
demekle olmuyor ama. Salt idrakla olmuyor işte. Ben
bilmez miyim beni? Madem anladım meseleyi, o halde neden
rahatsızım hala? Bildik ve tasdik ettik ki kelimeler de
Allah’ındır, herşey gibi. O halde neden içim soğumuyor,
gönlüm hoş değil? Rahat etmeden, rahat etmem ben. Var
bir yangın işte. BENi ancak nefsim yakar!
Kelimelerin
sahibi Allah olsa da, Allah’ın bir de hukuku, şeriatı
var. Ben helal etsem de, Allah’ın hukukunu göz ardı
edemeyiz. Adalet nasıl tecelli edecek? El Adl! Çalmak,
çalmaktır. Tamam işte! İster ekmek çal, ister şeytanlar
gibi kelime çal. Evet. Arkadaş herhalde gaflete düştü.
Çaldığının farkında değil. Vah vah! İşte ben bu yüzden
rahatsız oldum. Yoksa kelime falan umurumda değil.
Sebildir benden yana. Ama arkadaşımın gafleti beni hem
şaşırttı, hem üzdü. Bunu ona söylemedim. Dedim: Ya
Settar! “İncinsen de incitme” Çok şükür, incinmemeyi
başaramasam da, zorlaya zorlaya, incitmemeyi
başarabildim inşallah!
Göl içinde çarhı döner
Susuzluktan bağrı yanar
Müminler secdeye iner
Seyir var seyir içinde
Nihayet
yüzleştik. Konu aydınlandı: “Arkadaşıma üzüldüm
ben.Yaptığı doğru birşey değil. Ben de onun kabahatine,
gafletine yandım. Onun adına rahatsız oldum. Bu yangın
onun içindi.”
-
Söndü mü ateş sonra?
-
Yok
sönmedi, halâ yanıyorum. Niye bilmem. Kelimelerim,
kelimelerim... Eğer çalmaksa bu iş, hem de kalpten helal
ettim etmesine ve asıl Sahibi de tasdik ettim etmesine
ama halâ aradan çıkamıyorum! Rahatsızım işte...
Ra-hat-sı-zım. Gitmedi, bitmedi. Bereket, kendime yalan
söyleyemiyorum, hamd olsun. Bir de yalan söylesem hepten
yanardım! Yandığımın farkında olmadan yanardım... Yalan,
cehennemden bir kıvılcım!.
Karşısındakine yalan söylememek kolaydır. Nefsin
yalanlarına kanmamak ise zor. Esasen şer’an yasak olan,
günah olan fiiller hep ikiliğe düşürdüğü, ikiliğe
götürdüğü için yasaktır. Yalan da öyle. İnsan Allah’ı
kandırabilir mi? Bilir ki kandıramaz. O zaman niye yalan
söyler, kime yalan söyler? Karşısındakini Hakk’tan ayrı
gördüğü için kandırmaya çalışır insan. Kendini de ayrı
görmektedir tabii. Yalan, ayrılık halini körükler. Yalan
“birlikten” uzaktır. Yalan, insanı birliğe değil,
ikiliğe götürür. Şeytaniyet de budur.Yalan, küfür haline
yaklaştırır. Küfür ki ayrılıktır. Bütün şerri yasaklara
bu gözle bakarsak, aslında körü körüne veya sırf
“iyilik/kötülük” için olmadıklarını, birlikten,
tevhidden uzaklaştırdıkları için o fiillerin “şeytan
işi” ve yasak olduğunu görebiliriz. Çalmak da, adam
öldürmek de hep böyledir...
Zahiren
işler daha kolay, daha anlaşılır da, batınen öyle değil.
Zahir gözüyle görmüyorsun batını. Kör döğüşü gibidir,
nefisle mücahade. Hep başkasını görür nefis. Göz odur ki
kendini göre! Gören odur ki kendin göre! Ama nefsin
kendini görmeye gözü yok! Üstelik de yedi başı var!
Kudretten derildi arı
Arılar çeker dizarı
Dinle imdi sen o zarı
Arı oynar bal içinde
Derler ki
bu yedi başlının en büyük başı “baş olma sevdası” dır.
İnsandan en son baş olma sevdası çıkarmış. Bir türlü
bulamaz insan nefsinin başını! Nefis binbir yüze
bürünür. Kandırır da kandırır, Ruh’u duymaz
insanın! Öyle kisvelere bürünür ki kişi bir de doğru
yoldayım zanneder. Nefis, başı ezilsin istemez asla.
Ben de
istemedim. İnsan başkasının kusuru, hatası ile
rahatsızlık hissi yaşamaz. Rahatsızlık insanın kendi
nefsindendir. Ve onu nefiste bulana kadar
sorgulamaya devam etmek gerekir. Ta ki rahatsızlık hissi
bitsin, başkasının değil kendi nefsinin kusurunu görsün.
İnsan başkasının hatasını bilmekle rahata eriyorsa,
nefsi onu galebe çalmıştır.
Arkadaştan
Allah razı olsun! Benim laflarımı kullanıp, benim adımı
anmayarak, beni “yok/fena” mertebesine koymuş
(!). Ama ben o mertebede olmadığımdan, rahatsız oldum.
İlle varlık istedim. “Beni gölgeleme” dedim. Nefsim
gölgeyi sevmedi. Görünmek isedi. Onu örtenden
hazzetmedi. Her zamanki gibi bahaneler uydurdu. Ama onun
da hep açık verdiği bir husus var. Nefis kendini şöyle
ele veriyor: Batıyor! İnsan rahatsızlığının sebebini
kendi nefsinde bulmadıkça, gerçek sebebten uzaktır.
Rahatsızlığı kendinde bulmadıkça nefsiyle yüzleşmemiştir.
Pir Sultan’ım hey gaziler
Alnımızda ak yazılar
Tâlib müşidin arzular
Gönül oynar dil içinde
Şimdi
rahatım işte! Bildim ki hala nefsimin başı dik. İllâ
varlık istiyor. Hiçbir fırsatı kaçırmıyor!
***
Hikâye:
16.
yüzyılda büyük İslâm âlimlerinden olan Kemalpaşazâde,
müftiüssakaleyn (insanların ve cinlerin müftüsü) olacak
derecede bir ilme sahipti. Bu ilmi
sebebiyle bir dönem kibir ve gurura kapılır.
Talebelerinden biri hocasının bu durumuna üzülür ve ders
bitiminde hocasına sorar:
-Hocam Allâh’ın ilmine nispetle kulların ilmi ne
kadardır?
Kemalpaşazâde Allâh’ın ilmini kıyasla anlamak isteyen
talebesine sinirlenir:
-Be hey gâfil molla! Bu söylediğin, kıyas kabul etmez
bir şeydir.
-Haklısınız Efendim. Yalnız farz ederek de söyleyemez
misiniz?
Kemalpaşazâde talebesine izah için bunu kabul eder ve
bir kağıda bir çember çizip içine de küçük bir nokta
koyar.
-Bak molla. Bu dâire Allâh’ın ilmi ise kulların ilmi
bu küçük nokta kadardır.
Talebe:
-Üstadım lutfedip gösterir misiniz? Bu nokta içinde
sizin ilminiz ne kadardır?
Kemalpaşazâde bu hâdisenin tesiriyle kibir ve gururu
terk ederek eski mütevâzı hâline bürünmüştür.
***
“İnsanlar helak oldu,
içlerinden ancak alimler kurtulabildi. Alimler de helak
oldu; ancak içlerinden ilmi ile amel eden kimseler
kurtuldu. Ve ilmiyle amel edenler de helak oldu; ancak
onların içlerinden sadece amelini ihlasla yapanlar
kurtulabildi. Bu insanlar da büyük bir tehlike
üzerindedir.” Hadis
“Kimin ilmi artar da zühdü artmazsa,
onun sadece Allah’tan uzaklaşması artmış demektir.”
Hadis
“İlim, her öğrenilen şeyin
başkalarına aktarılması ve bolca rivayet edilmesi değil;
o, Allah’ın kalblere koyduğu bir nurdur.”
İmam Malik
Okuma:
http://www.semazen.net/roportaj_detay.php?id=68
“…Önemli olan
neticede Ahlak-ı Muhammediye’yi kazanmak olmalı. Aksi
takdirde okuduklarımız sırtımızda yük olur. Allah
korusun….”
“…Bu
dünyada aşkı tam mânâsıyla yaşamadan ve öğrenmeden
Allah’ı sevmek mümkün değildir.
Öyle olsaydı Allah, o âlemden bu
âleme indirmezdi bizleri. Çünkü orada zaten birlik
içindeyiz. Burada
oluşumuzun en önemli sebeplerinden birini mutasavvıflar;
sevilen ve sevilenin oluşması olarak gösteriyorlar.
Aslında, Şems, Mevlâna'ya gördüğü tecellinin Allah'a ait
olduğunu öğretti. Mevlâna, Şems'de bunu gördü. Şems diye
bir adam görmedi. Onun hakikatinde Peygamber'i gördü.
Onun hakikatinde Allah'ı gördü. İşte o zaman sevmeyi
öğrendi.…”
Uğruma bir çayır
düştü
Bir ucu mahşer içinde
Açıldı şar dükkanı
Ne ararsan var içinde
Var dükkana pazar eyle
Hışmından kork hazer eyle
Aya güne nazar eyle
Ay Ali gün nur içinde
Ay Ali’dir gün Muhammed
Okunur doksan bin ayet
Balıklar da suya hasret
Çarh dönerler göl içinde
Göl içinde çarhı döner
Susuzluktan bağrı yanar
Müminler secdeye iner
Seyir var seyir içinde
Kudretten derildi arı
Arılar çeker dizarı
Dinle imdi sen o zarı
Arı oynar bal içinde
Pir Sultan’ım hey gaziler
Alnımızda ak yazılar
Tâlib müşidin arzular
Gönül oynar dil içinde |