Nebevi siyere geniş bakış açısı
Tabip Dr. Mevlüt Katırcı
 

Yaşam, gelişen ve evrim geçiren bir özelliğe sahiptir. İslamiyet’in ilk kuşağı da yaşamı böyle algılıyordu ve buna göre yaşamının her boyutunda geniş yatay ve düşey hareketler gerçekleştiriyor ve o çağın tüm dünyasını kapsayarak düşünce, yaratıcılık ve üretime yöneldi. Bu hareketin azametini ancak İslam öncesi Arapların yaşamının hiç bir ilerleme kaydetmediğini ve sözde yerinde sayan bir yaşam olduğunu ve bu yaşamı İslam sonrası Arapların yaşamı ile mukayese ettiğimizde anlarız.

Bu çok yönlü ve gelişen hareket tüm dünyanın takdir ettiği bir medeniyetin şekillenmesine sebep oldu. Bu yüzden İslam peygamberinin yaşamını yansıtan sünnete uymak yerinde olur. Gerçekte kim yaşam yaratıyorsa sünneti şerifi nebeviye bağlı kimselerdir ve sıra dışı meselelerle uğraşanlar asla yaşam yaratıcısı olamaz ve sünneti şerifi nebevinin izleyicisi sayılamaz.

Bu doğrultuda akla gelen ilk şey, Hacer suresinin 47. ayetinin kavramıdır.

ونزعنا ما فی صدورهم من غل اخوانا على سرر متقابلین

Bu ayeti kerime elbette ki cennet ehli olanlar hakkında konuşuyor, ama ayrıca önemli bir konuya değiniyor, şöyle ki kardeşlik gönüllerden kinleri silmekle olur ve bu gerçek fani dünya için de geçerlidir.

Zaten İslam peygamberinin ilk görevi ve misyonu da bundan başka bir şey değildi.

یضع عنهم اصرهم والاغلال التی کانت علیهم

(Araf suresi, 157. ayet)

Bu ağır yükler gerçekte insanı erdemlilik ve kendi yaşamında ilerlemeden alıkoyan kayıtlar ve bağlardı. Bağlar ve yükler yaşamı ölüme ve hareketi durgunluğa ve evrimi tekrara ve ilerlemeyi yerinde saymaya dönüştürür.

Bağlar ve yükler insanın yaratıldığı çamurun tabiatına sahiptir, eğer belli bir ölçüyü aşarsa bu değerli varlıkta ilahi demi yok eder.

İnsan yaşamında bu bağlar ve yükler tarihi şartlar ve geçim şartları gereği çeşitli türleri söz konusudur. Bu gün biz milliyetçilik, etnik eğilimler, particilik, kabile ve aşiretçilik ve diğer bağlara tanık olmaktayız ki her biri yaşamımıza kök salmış ve hepsi ümmetin bencillik duygularından kaynaklanan bağlar ve zincirler olup yağmacıların bize musallat olmasına vesile olur.

Aşağılık ve zilletin bir çeşidi de fırsatları kaybetmek ve sürtüşmelere dönüştürmektir. İslam dünyasının izzetini ihya etmek için elde edilen her fırsat hızla elden gidiyor veya elden gitmesinde en önemli etken olan etnik yaklaşıma kurban gidiyor. İran’da İslam inkılâbı zaferi hala tazedir. Bu inkılâbın zaferi İslam ümmetine yeni bir yaşam kazandıracak izzet ve onur dalgası yarattı, ama kuşatmaya maruz kaldı ve ateşe tapan Farslarla mücadele adına yıkıcı bir savaş dayatıldı. Afganistan’da da İslami grupların dünyanın ikinci süper gücü yani eski Sovyetler birliğine galip gelmesiyle yeni bir izzet dalgası başlayacak oldu ama bu zafer de bu ülkeye büyük bir faciaya dönüştü. Irak’ta da milletin yolunda birçok şehit veren ve şehit Sadr mektebinde yetişen bir grup Müslüman gencin ülkede iktidarı ele geçirmeleri için şartlar hazırlanmışken Safevilerle savaş adına hala devam eden yıkıcı bir savaşla karşılaştılar. Lübnan’da ise İslami direniş Müslümanların tarihinde en büyük zaferi elde etti, ama bu zafer de bazıları tarafından göz ardı edildi ve etnik grupların karşılaşmasına dönüştü.

İslam ümmetini aşağılayan bir başka yöntem de İslam dünyasının bazı Arap TV kanallarında gösterilen programlardır. Bu kanalların yayınları daha çok Müslümanları aşağılamaya yöneliktir ve izledikleri yol, Müslümanları düşman karşısında psikolojisini bozmak  İslam dinini hurafe dini olarak lanse etmektir.

Bu yüzden biz nebevi siyeri irdelemek ve medeni – evrensel çerçevede, yani Müslümanların nebevi siyerde izzet ve onurunu amaçlayan bir programa ihtiyaç duymaktayız.

Bu araştırma eğitimcileri ve medyayı Müslümanların izzet kültürünü geliştirmekte yardımcı olabilir. Bizler hepimiz güncel yaşamımızda bu bilgilere ihtiyaç duymaktayız. İzzet ve onur önemli bir medeniyetin temelleri ve yaşam kaynağı olup tarih boyunca Eflatun’dan Fukoyama’ya kadar tüm filozoflarla idrak edilmiştir. Umulur ki Müslümanlar da bu önemi kavrayarak yaşamları ve medeniyetlerini yeniden ihya etmeye çalışsın.

 

 
 

Tabip Dr. Mevlüt Katırcı
hursidnasiri@gmail.com
Konya - İstanbul - 12.11.2008

http://sufizmveinsan.com