Hayatımızda hep baki olan nedir?
Ben(liği)imiz mi?
Ya da ailemiz, işimiz, etrafımız mı? Yani başkaları mı?
Yoksa hepsi birden mi?
Kendimizi kısıtlı araçlarımızla (beş duyu) algılarız,
kendimizi algılarken aynı sistem prensipleri nedeniyle
başkalarını da algılarız. Algılama kapasitemize göre
başkaları ve kendimizle ilgili veri tabanımızdaki
bilgilere dayanarak karşılaştırmalar da yaparız.
Deriz ki: “bu doğrudur, şu yanlış…”
“Bunun hareketleri bana uyar şunun ki aman benden uzak
olsun!”
“Bak ne doğru konuşuyor yazıyor, tam benim kafada… “
“Hale, tavra bak biri buna bir çeki düzen verse!”
Bu şekilde,hayat boyu karşımıza çıkan olaylar ve kişiler
hakkında, doğduğumuz andan itibaren genetik, çevresel,
doğum aşamasında ve yaşarken alınan astrolojik etkiler
aracılığıyla oluşan veri tabanı ile benzetmeler ve
zıtlıklar tespit ederiz ve ona göre etiketleriz.
Oysa bizim yaptığımız tüm etiketlemeler,
sınıflandırmalar sadece bizi bağlar, karşımıza çıkan ve
kendimize benzer veya kendimizden ayrı algıladığımız ise
kendine çizilen orijinal yolda ilerleyecektir.
Biz ise içinde ne olduğu bir tek Allah tarafından
bilinen veri tabanımızdan çıkarabildiklerimizle kendi
hayatımıza kesin sınırlar çizmekle meşgulüzdür, kendi
hapishanemizi yaratmakta, parmaklıkların ardına
kendimizi koymakta üstelik bununla gurur duymaktayızdır:
-
Ben hayatta prensipleri olan bir kişiyim!
-
Beni kimse yolumdan döndüremez…
-
Ben buna inanır, bir tek bunu bilirim!
Bir şey söyleyeyim mi? “Büyük laf etme” diye bir söz
vardır. Ah ne doğru laftır…
Şimdi mesela siz dini bütün, kılı kırk yararak her türlü
kaideye uyan bir kişisiniz. Adamın biriyle karşılaştınız
adam ben ateistim diyor, siz ise “ Tövbe estağfurullah
“deyip üç km. uzağa kaçıyorsunuz .
Peki, adam şimdi ben ateistim diyor, yarın hacı
olmayacağı ne malum? Yani sana mı malum? Benim etrafımda
dolu… Zamanında ben ateistim deyip şimdi hacca gitmiş
kendi ailemde örnekler var.. Sonrası hakkında da yine
bir tek Allah bilir!
Bir başkasına bakıyorsun dünyanın tüm nimetlerinden
yararlanmayı kendine prensip edinmiş, en iyisini yerim,
en iyisini giyerim, en iyi yerlerde bulunurum, her şeyin
en iyisini ben hak ederim diyor… Sen de aman aman
diyorsun belli ki dünya ehli, ahiretle alakası yok…
Adamla ne konuda konuşayım, boşver benden uzak dursun! O
adam bir bakıyorsun iki gün sonra tüm o zevk
aldıklarından zevk almaz hale gelmiş, mutlu olmak ne
demek, mutsuz olmak ne demek unutmuş gitmiş, tek derdi
Allah, Rasulallah, bir de ilim için yazıyor, sen de bal
gibi keyifle onun yazdıklarını okuyorsun…
Başkaları hakkında bir fikrimiz var ise de yüksek
ihtimal yanlış. Peki kendimiz? Biliyor muyuz bize
yazılan nedir? Hangi hal ile öleceğiz, elimizde buna
dair senedimiz var mı?
“ Kişi hangi hal ile ölürse, o hal ile diriltilir”
Rasulallah (s.a.v)
İlmi’n bizlere bildirdiğine göre kişinin daha ana
rahmindeyken, 120. gününde aldığı Allah Rızası
altındaki astrolojik güçler ile şaki mi Salih mi olacağı
belirlenir. İsterse hayatı boyunca hep salih amel
işlesin, ölümünden once öyle bir an gelir, öyle bir iş
eder ki çevrilir, şaki olarak bu dünyadan göçer gider…
Ya da tam tersi tüm hayatı boyunca yaramaz haller
göstermiştir, son anda öyle bir eylemi olur ki Salih
olarak kabrine konulur.
Hadis:
Bize, doğru söyleyen, doğruluğu tasdik ve kabul edilmiş
olan Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem haber verdi
ve şöyle buyurdu :
"Sizden birinizin yaratılışının başlangıcı, annesinin
karnında kırk günde derlenir toplanır. Sonra ikinci kırk
günlük süre içinde pıhtı haline döner. Sonra da bir o
kadar zaman içinde bir parça et olur. Daha sonra Allah
bir melek gönderir ve melek, ona ruh üfler. Bu melek
dört şeyle; anne rahmindeki canlının rızkını, ecelini,
amelini, iyi biri mi, yoksa kötü biri mi olacağını
yazmakla emrolunur."
Abdullah İbni Mes'ud der ki: Kendisinden başka ilah
olmayan Allah'a yemin ederim ki, sizden biri,
cennetliklerin yaptığı işleri yapar ve kendisi ile
cennet arasında sadece bir arşın mesafe kalır da, sonra
anne karnında yazılan yazının hükmü öne geçer,
cehennemliklerin yaptığı işleri yapar ve cehenneme girer.
Yine sizden biri cehennemliklerin yaptığı işleri yapar
ve kendisi ile cehennem arasında bir arşın mesafe kalır;
sonra anne karnında yazılan yazının hükmü öne geçer ve o
kişi cennetliklerin yaptığı işleri yapmaya devam eder
de, neticede cennete girer.
Buharî, Bed'ü'l-halk 6, Enbiya 1. Kader 1; Müslim, Kader
1. Ayrıca bk. Ebu Davud, Sünnet 16; Tirmizî, Kader 4;
İbni Mace, Mukaddime 10
İşin gerçeğini bilmiyoruz, sonumuz meçhul…
Ne kendimiz ne de başkası için ahkam kesemeyiz,
etiketlemeler yapamayız…
Tek yapabileceğimiz, Allah sistemi’ni anlamaya çalışmak,
Allah ahlakıyla, aklımız yerinde olduğu sürece,
ahlaklanmaya çalışmak…
Hele şimdi böyle bir dönemde dünya hayatı belki de hiç
olmadığı kadar negatif tesirlerle bombardıman
altındayken, kimse hakkında hüküm vermeden, ama kendimiz
için Allah hükümlerine sımsıkı sarılarak, namazı, orucu,
duayı, zekatı elden bırakmayarak, negatif etkilerden
kendimizi bu şekilde korumaya çalışarak sırat-ı
müstakim’de sabitlenmeye çalışacağız. Bana ehli böyle
korunacağımı söyledi, benden de duyamamış olanlara
iletmesi.
Aksi takdirde akıl hastalıklarına maruz kalmamak elde
değil… Haberlerde okuyoruz, duyuyoruz; herkes anti-depresan
ilaçlarla bugünlerde ayakta kalmaya çalışıyor.
Levh-i Mahfuz’a Salih de yazılmış olabiliriz, şaki de…
Ne fark eder ? Gidecek başka yer var mı? Dönecek başka
makam var mı? Başkası var mı ki? Sen de yoksun, ben de
yokum, tüm varlık yok… Dünya, dünya dediğin senin
beyninde oluşturulan bir ilüzyondan ibaret…
Sadece Allah..
İllallah…
La ilahe illallah…
Bu konuya ilişkin Hacı Ahmed Kayhan Dede’nin aktardığı
güzel bir hikaye’yi aşağıdaki linkte bulabilirsiniz:
http://www.netpano.com/haber/3977/Levhi/
Mahfuz/ve//“Gidecek/başka/Allah/yok”
Selamlarımla, |