Prof.Dr. Faruk ÖZGÜVEN’in Aramızdan Erken Ayrılışı ve Ölüm Bilinci

Prof.Dr. İbrahim Ortaş
 

Ölüm insanı en çok düşündürten ve ilgilendiren konu olsa gerek. İnsan bildiği, tanıdığı ve sevdiği birinin ölümünü duyunca günlerce etkisinde kalıyor. Sanırım diğer canlılarda ölülerinden etkileniyorlar. Ölüsünün yanı başında belki canlanır diye günlerce bekleyen filler, köpekler, kediler, maymunlar ile ilgili resim ve belgeseller beni hep derin derin düşündürtmüştür. Ben de bütün gün aklımdan çıkmayan sevgili dostum, ağabeyim ve meslektaşım Prof. Dr. Faruk Özgüven’in ölüm haberi ile dolaştım. Hiçbir bir iş yapmak gelmedi içimden. Yeniden yaşamı sorguladım. Hele bir de uzakta olunca insan daha duygusal oluyor. Keşke son yolculuğunda yanında olabilseydim.

Ölüm Bilinci Yasam Bilincini Güç lendiriyor

Ölüm bilinci hakkında tutuğum dosyamı zaman zaman güncellerim. Değişik filozofların ölüm hakkındaki düşüncelerini derler ve ölüme dair düşünceleri üzerinde kendimce düşünürüm. Bu ölümden korktuğum için değil ölümü anlamak için yaptığım bir şeydir. Şairin dediği gibi”ne ölümden korkmak ne de ölümü düşünmek ayıptır”. Tanıdığım, değer verdiğim şahsiyetlerin ölümleri sonrası dosyamda tuttuğum notlarımı okuyunca ölüm ve yaşam diyalektiğini yeniden irdeler ve zaman tünelinde yolculuğa çıkıyorum. Tabii ölüm derinden etkileyici olduğu için etkisinden kurtulmak kolay olmuyor. Belki de ölüm bilinci insana yaşam bilincini aşılıyor ve kaliteli yaşamaya yönlendiriyor. Sabahattin Eyüpoğlu “Öleceğine inanamayan insan derin düşünemez, derin düşünmeyen insan hiçbir şeyi değiştirmez, hiçbir şeyi değiştirmeden de uygarlık olmaz” diyor. Önemli bir tespit. Yine Sabahattin Eyüpoğlu “insan ölüm üstünde durmadan yaşamın tadına varamaz” diyor. Gogol ise “Ölüm olmasaydı yaşam tüm güzelliğini yitirirdi” diyor. Ölüm bilinci insanı bencilliklerden ve ihtiraslardan arındırıyor, gerçek yaşamın bütünselliği içinde diğer insanlar kadar diğer canlılarında varlığını bilinçlere hissettiriyor. Bu konuda çok sayıda düşünürün önemli tespitleri bulunmaktadır. “İnsan nasıl ölebilir, Yaşamak bu kadar güzelken” diyor Fazıl Hüsnü Dağlarca. Evet yaşam güzel ancak ölüm bilinci içinde hareket edince. Onemli olan bu bilince erişebilmektir.

Genelde her ölümden sonra veya mezarlık ziyaretleri sırasında aklımıza gelen ölüm ve yaşamın anlamlılığı kısa süre sonra yeniden günlük yaşamın koşuşturmasına bırakıyor. Ancak ne yazık ki günlük yaşamda karşılaştığımız sorunlar, bencilliklerimiz, ihtiraslarımız bazen bize nefes aldırmıyor. Ölüm bilinci kayboluyor adeta ve her birimiz kendi küçük dünyalarımızda birer dikta oluyoruz. Küçük çıkarlar ve makam mevkiler için başvurulan akıl almaz yol ve yöntemler herkesin yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor.

Ölüm Direnmek İnsanı Yeni Arayışlara İtiyor

Ölüm bilinci yaşamı anlamlı kılıyor ki insanlık ölüme direniyor ve uzun yaşamak için her türlü yola başvuruyor. Günümüz tıp bilimi bu konuda çok ciddi çalışmalar yapıyor. Günümüzde ölüme direnme uğruna inanılmaz çabalar harcanıyor. Genç kalmak ve uzun bir yaşam için alınan iksirler, yapılan fiziki aktiviteler, "Antiaging" denilen "yaşlanmayı geciktirecek” yiyecekler, hücre tedavileri, ilaçlar, estetik ameliyatlar ve zorlu fiziki eksersizlerin tek bir amacı var ölümü erteleyebilmek.

Ancak ölümün kaçınılmaz olduğu bir gerçek. Ölümün kaçınılmazlığını anıyor ve bazı ölümleri de doğal buluyorum. İleri yaşta olan ve ölümcül hastalık nedeniyle elden ayaktan düşülmeden gerçeklesen ölümü kabullenebiliyorum. Hatta diktatörlerin ve zalimlerin ölümleriyle dünyamızdan ayrılmasını da insanlığın yararına buluyorum. Hatta ileri düzeyde yaşlı ve elden ayaktan düşmüş kişiler ve diktatörlerin ölümünü bir şekilde temizlik olarak da algılayabiliriz. Ancak erken ölümü kabullenemiyorum. Halen yapacağı ve paylaşacağı çok şeyi olan, ailesi ile birlikte olması gereken, çevresine yararlı olacak üretken genç bir insanın ölümünü hiç kabullenemiyorum.

Her canlının bir yaşam suresi vardır. Bazı canlılar için bu sure bir gün bazıları için onlarca yıldır. İyi bir gözlemci olan Aristoteles ırmakta yaşayan küçük canlıların ömürlerinin bir gün olduğunu söyler. Canlı, uzun veya kısa yaşam suresi içinde kendisinden beklenen sürdürülebilirliğe katkıda bulunup geleceğin neslini arkasında bırakıp ayrılır. Tabii yaşadığı sürede yapacaklarını yaptıysa toplum  bunu genelde daha kolay kabulleniyor. Ancak halen geride bitmemiş işler kaldıysa ölüm erken oluyor ve kabullenmesi zor oluyor. İşte Faruk hocamın ölümünü de bu nedenlerle erken bularak bütün gün düşünerek geçirdim.

Faruk Özgüven İle Tanışmamız

Bir anda Faruk Hoca'mla nasıl tanıştığımızı düşünmeye başladığımda hafızam beni örnek bilim insanı Mahmut Sayın ile Faruk Özgüven’in arkadaşlığına götürdü. Sanırım ben Yüksek Lisan yaparken bir öğlen yemek sonrası Faruk Bey bizi bölümlerinin önünde çay içmeye davet etmişti. Mahmut Bey'in genel kültürüne olan hayranlığımız nedeniyle onu dinliyorduk. Arada bir Faruk Bey ile konuşuyorlardı. Sonradan anladım ki bekâr evinde birlikte kalmışlar ve oradan kalan bir dostlukları varmış. Daha sonra Mahmut Bey hakkında inceme (araştırma) yaparken Faruk hocam Mahmut Bey hakkında geniş bilgi verdi. Bir ara bana gelerek Mahmut Sayın'ın Kanada’dan kendisine gönderdiği ve uzun sure sakladığı bir kartpostalı bıraktı. Kartpostalda Mahmut beyin Kanada da çetin kış koşullarına rağmen insanların bilimsel çalışmalarını büyük bir gayretle yürüttüklerini belirtiyordu. Bir şekilde batinin bilimde gelişmişliğinin altında sürekli ve düzenli çalışmanın önemi vurgulanıyordu.

Faruk hoca ile ilişkimiz hep seviyeli ve saygın bir kardeş-ağabey ilişkisi şeklinde oldu. Samimi, sözüne güvenilir bir ağabey oldu hep benim için. Dekan Yardımcılığı sırasında da hep ilkeli ve yardımsever oldu. Bu yönü ile kendisini hep takdir ettiğimi belirttim. Dekan Yardımcısı olduğu dönemde zaman zaman karşılaştığımızda benim yapıcı eleştiri yapmamdan yararlandığını, kendisinin hatası olması durumunda söylememi istediğini ve eleştiriye açık olduğunu belirtirdi. Bende mütevazı kişiliğinin ve samimiyetinin yeterli olduğunu söylemişimdir. Bu anlamda karşılıklı saygı, sevgi ve güvene dayalı bir kardeşliğimiz vardı.

Uzun Değil Coşkulu Yaşamak Önemli

Ömrü bir gün olan içinde, yüz yıl olan içinde önemli olan bu süreçte, yaşantıdan iyi yararlanmak ve yaşama kendi ve başkalarının yaşamına katkıda bulunmak olmalıdır. Yaşarken sağlıklı yaşamak ve dünyanın sunduğu bütün imkânlardan, doğanın ve tüm canlıların yaşam dengesini bozmamak şartı ile yararlanmak önemlidir.

Montaigne bu konuda önemli bir söylemde bulunuyor.  "Hayatın değeri, uzun yaşanmasında değil, iyi yaşanmasındadır. Öyle uzun yaşamışlar vardır ki, pek az yaşamışlardır. Doyasıya yaşamak, yılların çokluğuna değil, sizin coşkunuza bağlıdır" diyor. Yaşarken doyasıya yaşayacaksın diyor şair.

Sanırım Faruk Özgüven bu anlamda coşkulu yaşadı. Mütevazı, çok büyük ihtirasları olmayan, kendine özgü yaşamı vardı. Faruk Hoca'da doğal olarak olup biten olumsuzluklardan etkileniyordu. Son yıllarda genel gidişattan şikâyetçi olmakla berber mutluydu.  

Amansız hastalığa yakalandığını öğrendiğimizde hepimiz çok üzülmüştük. İyileşeceği umudu hepimizi etkilemişti. Ne yazık ki arkadaşımız, ağabeyimiz ve meslektaşımız amansız hastalığa yenik düştü ve aramızda erken ayrıldı. Yurtdışında eğitim görmüş, halen yapacakları olan, mutlu bir yuvası olan, yaşamdan zevk aldığını bildiğimiz Faruk Hoca'mız için bu çok erken bir ölüm.

Evet, erken ölümlerde insan bazen çaresiz kalabiliyor. Yapılacak bir şeyin olmadığı bilmekle beraber insan yinede etkileniyor. Dün var olan bugün yok! Ölümün arkasından ne söylersek söyleyelim yapılacak bir şey yok. Her ölüm kendi acısını getiriyor. Şairin dediği gibi “ölüm Allahın emri, ayrılık olmasaydı”. Başta sevgili eşi Ahsen hocam, biricik kızı, sevgili ablası Menşure hocam ve diğer yakınları için olduğu gibi biz dostları içinde ayrılık zor gelecektir.

Ancak her şeye rağmen hayat devam ediyor. İşte bu noktada yeniden erken ve geç ölüm tartışması beyinleri (aklimi) meşgul ediyor.  Uzun yaşam mı yoksa kaliteli yaşam mı? sorusu yeniden gündeme geliyor. Ömrü bir günlük olan canlıyı düşününce doğal olarak Montaigne'nin “uzun yaşamdan çok anlamlı ve coşkulu yaşam anlayışı” öne çıkıyor. En azından merhumun bizde bıraktığı olumlu kışlığı ve mütevazılığini hep hatırlamak ve anısına saygı duymaktan yaşamın bir parçası olarak algılanmalıdır. Bu anlamda kısa ancak anlamlı yaşadığını düşündüğüm Faruk ağabeyime rahmet, ailesi ve dostlarına sabır dilemekten başka bir şey gelmiyor elimden. Hepimizin başı sağ olsun.

 

 

 
 
Çukurova Üniversitesi
Ziraat Fakültesi, Toprak Bölümü
OHIO, ABD - 21.07.2010
iortas@cu.edu.tr
 http://sufizmveinsan.com