Ölüm insanı en çok düşündürten ve
ilgilendiren konu olsa gerek. İnsan bildiği,
tanıdığı ve sevdiği birinin ölümünü duyunca
günlerce etkisinde kalıyor. Sanırım diğer
canlılarda ölülerinden etkileniyorlar.
Ölüsünün yanı başında belki canlanır diye
günlerce bekleyen filler, köpekler, kediler,
maymunlar ile ilgili resim ve belgeseller
beni hep derin derin düşündürtmüştür. Ben de
bütün gün aklımdan çıkmayan sevgili dostum,
ağabeyim ve meslektaşım Prof. Dr. Faruk
Özgüven’in ölüm haberi ile dolaştım. Hiçbir
bir iş yapmak gelmedi içimden. Yeniden
yaşamı sorguladım. Hele bir de uzakta olunca
insan daha duygusal oluyor. Keşke son
yolculuğunda yanında olabilseydim.
Ölüm Bilinci Yasam Bilincini Güç
lendiriyor
Ölüm bilinci hakkında tutuğum dosyamı zaman
zaman güncellerim. Değişik filozofların ölüm
hakkındaki düşüncelerini derler ve ölüme
dair düşünceleri üzerinde kendimce
düşünürüm. Bu ölümden korktuğum için değil
ölümü anlamak için yaptığım bir şeydir.
Şairin dediği gibi”ne ölümden korkmak ne de
ölümü düşünmek ayıptır”. Tanıdığım, değer
verdiğim şahsiyetlerin ölümleri sonrası
dosyamda tuttuğum notlarımı okuyunca ölüm ve
yaşam diyalektiğini yeniden irdeler ve zaman
tünelinde yolculuğa çıkıyorum. Tabii ölüm
derinden etkileyici olduğu için etkisinden
kurtulmak kolay olmuyor. Belki de ölüm
bilinci insana yaşam bilincini aşılıyor ve
kaliteli yaşamaya yönlendiriyor. Sabahattin
Eyüpoğlu “Öleceğine inanamayan insan derin
düşünemez, derin düşünmeyen insan hiçbir
şeyi değiştirmez, hiçbir şeyi değiştirmeden
de uygarlık olmaz” diyor. Önemli bir tespit.
Yine Sabahattin Eyüpoğlu “insan ölüm üstünde
durmadan yaşamın tadına varamaz” diyor.
Gogol ise “Ölüm olmasaydı yaşam tüm
güzelliğini yitirirdi” diyor. Ölüm bilinci
insanı bencilliklerden ve ihtiraslardan
arındırıyor, gerçek yaşamın bütünselliği
içinde diğer insanlar kadar diğer
canlılarında varlığını bilinçlere
hissettiriyor. Bu konuda çok sayıda
düşünürün önemli tespitleri bulunmaktadır.
“İnsan nasıl ölebilir, Yaşamak bu kadar
güzelken” diyor Fazıl Hüsnü Dağlarca. Evet
yaşam güzel ancak ölüm bilinci içinde
hareket edince. Onemli olan bu bilince
erişebilmektir.
Genelde her ölümden sonra veya mezarlık
ziyaretleri sırasında aklımıza gelen ölüm ve
yaşamın anlamlılığı kısa süre sonra yeniden
günlük yaşamın koşuşturmasına bırakıyor.
Ancak ne yazık ki günlük yaşamda
karşılaştığımız sorunlar, bencilliklerimiz,
ihtiraslarımız bazen bize nefes aldırmıyor.
Ölüm bilinci kayboluyor adeta ve her birimiz
kendi küçük dünyalarımızda birer dikta
oluyoruz. Küçük çıkarlar ve makam mevkiler
için başvurulan akıl almaz yol ve yöntemler
herkesin yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor.
Ölüm Direnmek İnsanı Yeni Arayışlara
İtiyor
Ölüm bilinci yaşamı anlamlı kılıyor ki
insanlık ölüme direniyor ve uzun yaşamak
için her türlü yola başvuruyor. Günümüz tıp
bilimi bu konuda çok ciddi çalışmalar
yapıyor. Günümüzde ölüme direnme uğruna
inanılmaz çabalar harcanıyor. Genç kalmak ve
uzun bir yaşam için alınan iksirler, yapılan
fiziki aktiviteler, "Antiaging" denilen
"yaşlanmayı geciktirecek” yiyecekler, hücre
tedavileri, ilaçlar, estetik ameliyatlar ve
zorlu fiziki eksersizlerin tek bir amacı var
ölümü erteleyebilmek.
Ancak ölümün kaçınılmaz olduğu bir gerçek.
Ölümün kaçınılmazlığını anıyor ve bazı
ölümleri de doğal buluyorum. İleri yaşta
olan ve ölümcül hastalık nedeniyle elden
ayaktan düşülmeden gerçeklesen ölümü
kabullenebiliyorum. Hatta diktatörlerin ve
zalimlerin ölümleriyle dünyamızdan
ayrılmasını da insanlığın yararına
buluyorum. Hatta ileri düzeyde yaşlı ve
elden ayaktan düşmüş kişiler ve
diktatörlerin ölümünü bir şekilde temizlik
olarak da algılayabiliriz. Ancak erken ölümü
kabullenemiyorum. Halen yapacağı ve
paylaşacağı çok şeyi olan, ailesi ile
birlikte olması gereken, çevresine yararlı
olacak üretken genç bir insanın ölümünü hiç
kabullenemiyorum.
Her canlının bir yaşam suresi vardır. Bazı
canlılar için bu sure bir gün bazıları için
onlarca yıldır. İyi bir gözlemci olan
Aristoteles ırmakta yaşayan küçük canlıların
ömürlerinin bir gün olduğunu söyler. Canlı,
uzun veya kısa yaşam suresi içinde
kendisinden beklenen sürdürülebilirliğe
katkıda bulunup geleceğin neslini arkasında
bırakıp ayrılır. Tabii yaşadığı sürede
yapacaklarını yaptıysa toplum bunu genelde
daha kolay kabulleniyor. Ancak halen geride
bitmemiş işler kaldıysa ölüm erken oluyor ve
kabullenmesi zor oluyor. İşte Faruk hocamın
ölümünü de bu nedenlerle erken bularak bütün
gün düşünerek geçirdim.
Faruk Özgüven İle Tanışmamız
Bir anda Faruk Hoca'mla nasıl tanıştığımızı
düşünmeye başladığımda hafızam beni örnek
bilim insanı Mahmut Sayın ile Faruk
Özgüven’in arkadaşlığına götürdü. Sanırım
ben Yüksek Lisan yaparken bir öğlen yemek
sonrası Faruk Bey bizi bölümlerinin önünde
çay içmeye davet etmişti. Mahmut Bey'in
genel kültürüne olan hayranlığımız nedeniyle
onu dinliyorduk. Arada bir Faruk Bey ile
konuşuyorlardı. Sonradan anladım ki bekâr
evinde birlikte kalmışlar ve oradan kalan
bir dostlukları varmış. Daha sonra Mahmut
Bey hakkında inceme (araştırma) yaparken
Faruk hocam Mahmut Bey hakkında geniş bilgi
verdi. Bir ara bana gelerek Mahmut Sayın'ın
Kanada’dan kendisine gönderdiği ve uzun sure
sakladığı bir kartpostalı bıraktı.
Kartpostalda Mahmut beyin Kanada da çetin
kış koşullarına rağmen insanların bilimsel
çalışmalarını büyük bir gayretle
yürüttüklerini belirtiyordu. Bir şekilde
batinin bilimde gelişmişliğinin altında
sürekli ve düzenli çalışmanın önemi
vurgulanıyordu.
Faruk hoca ile ilişkimiz hep seviyeli ve
saygın bir kardeş-ağabey ilişkisi şeklinde
oldu. Samimi, sözüne güvenilir bir ağabey
oldu hep benim için. Dekan Yardımcılığı
sırasında da hep ilkeli ve yardımsever oldu.
Bu yönü ile kendisini hep takdir ettiğimi
belirttim. Dekan Yardımcısı olduğu dönemde
zaman zaman karşılaştığımızda benim yapıcı
eleştiri yapmamdan yararlandığını,
kendisinin hatası olması durumunda söylememi
istediğini ve eleştiriye açık olduğunu
belirtirdi. Bende mütevazı kişiliğinin ve
samimiyetinin yeterli olduğunu
söylemişimdir. Bu anlamda karşılıklı saygı,
sevgi ve güvene dayalı bir kardeşliğimiz
vardı.
Uzun Değil Coşkulu Yaşamak Önemli
Ömrü bir gün olan içinde, yüz yıl olan
içinde önemli olan bu süreçte, yaşantıdan
iyi yararlanmak ve yaşama kendi ve
başkalarının yaşamına katkıda bulunmak
olmalıdır. Yaşarken sağlıklı yaşamak ve
dünyanın sunduğu bütün imkânlardan, doğanın
ve tüm canlıların yaşam dengesini bozmamak
şartı ile yararlanmak önemlidir.
Montaigne bu konuda önemli bir söylemde
bulunuyor. "Hayatın değeri, uzun
yaşanmasında değil, iyi yaşanmasındadır.
Öyle uzun yaşamışlar vardır ki, pek az
yaşamışlardır. Doyasıya yaşamak, yılların
çokluğuna değil, sizin coşkunuza bağlıdır"
diyor. Yaşarken doyasıya yaşayacaksın diyor
şair.
Sanırım Faruk Özgüven bu anlamda coşkulu
yaşadı. Mütevazı, çok büyük ihtirasları
olmayan, kendine özgü yaşamı vardı. Faruk
Hoca'da doğal olarak olup biten
olumsuzluklardan etkileniyordu. Son yıllarda
genel gidişattan şikâyetçi olmakla berber
mutluydu.
Amansız hastalığa yakalandığını
öğrendiğimizde hepimiz çok üzülmüştük.
İyileşeceği umudu hepimizi etkilemişti. Ne
yazık ki arkadaşımız, ağabeyimiz ve
meslektaşımız amansız hastalığa yenik düştü
ve aramızda erken ayrıldı. Yurtdışında
eğitim görmüş, halen yapacakları olan, mutlu
bir yuvası olan, yaşamdan zevk aldığını
bildiğimiz Faruk Hoca'mız için bu çok erken
bir ölüm.
Evet, erken ölümlerde insan bazen çaresiz
kalabiliyor. Yapılacak bir şeyin olmadığı
bilmekle beraber insan yinede etkileniyor.
Dün var olan bugün yok! Ölümün arkasından ne
söylersek söyleyelim yapılacak bir şey yok.
Her ölüm kendi acısını getiriyor. Şairin
dediği gibi “ölüm Allahın emri, ayrılık
olmasaydı”. Başta sevgili eşi Ahsen hocam,
biricik kızı, sevgili ablası Menşure hocam
ve diğer yakınları için olduğu gibi biz
dostları içinde ayrılık zor gelecektir.
Ancak her şeye rağmen hayat devam ediyor.
İşte bu noktada yeniden erken ve geç ölüm
tartışması beyinleri (aklimi) meşgul
ediyor. Uzun yaşam mı yoksa kaliteli yaşam
mı? sorusu yeniden gündeme geliyor. Ömrü bir
günlük olan canlıyı düşününce doğal olarak
Montaigne'nin “uzun yaşamdan çok anlamlı ve
coşkulu yaşam anlayışı” öne çıkıyor. En
azından merhumun bizde bıraktığı olumlu
kışlığı ve mütevazılığini hep hatırlamak ve
anısına saygı duymaktan yaşamın bir parçası
olarak algılanmalıdır. Bu anlamda kısa ancak
anlamlı yaşadığını düşündüğüm Faruk
ağabeyime rahmet, ailesi ve dostlarına sabır
dilemekten başka bir şey gelmiyor elimden.
Hepimizin başı sağ olsun.