Pencere
Nilay Caki
 

Duymuş muydunuz bilmiyorum, ama ben ilk duyduğumda çok sevmiştim şu deyişi:

“Dünya koca bir pencere; her insan bir kere baktı, geçti…”

Ne kadar çok şey anlatıyor, bir o kadar sade ve basit haliyle.

Mesela “pencere”; çok önemli, çünkü ne kadar geniş olursa o kadar fazla manzaraya hakim olacaksın. Penceren darsa, perspektifini genişletmek önemli, bu yönde çalışmalısın…

Bakan gözler; ne kadar keskinse o kadar gerçeklere vakıf olunacak… Keskin gözlere sahip olmak için uğraşacaksın ki daha uzaklara bakarak daha fazla sistemi okuyabilesin, ufkunu açabilesin…

Ve rehberin; ne kadar iyi tarif ederse o kadar bilinçli ve doğru yönelecek, arka planı daha iyi okuyabilecek, manzaradaki  illüzyonlara aldanmadan, takılı kalmadan; gerçeklere vakıf olacaksın…

Pencere ne ola ki?

Beynin!  Ana rahmine düştüğün 120. günden itibaren sistemi algılamana yarayan ve aldığın çeşitli tesirlerle oluşmaya başlayan beynin senin dünyan… Beynin senin sisteme açılan penceren… Ne kadar yüksek kapasitede ise o kadar geniş perspektiften bakacak, farklı açılardan okuyup aslı görmene yarayacak... Beyin kapasiteni geliştirmek yönünde çalışmalısın. Beyin, algılama kısıtlılığına bağlı olarak her ne kadar maddesel bir oluşum gibi gözükse de aslında o senin esma bileşimin…Beynin ve bedenin orijininde bir frekans yumağı olarak var olan esma bileşimin…Evren ise frekans okyanusu.  Beynini geliştirmeli (yani esma bileşimini değiştirmelisin) daha yüksek frekanslara getirmelisin ki okyanusun derinliklerine dalabilesin… Esma bileşimini değiştirebilmek senin fiilinden geçer… Sadece düşünerek esma bileşimini değiştirmek, sünnetullaha aykırı, yani sistemin işleyiş prensiplerine… Nasıl yeryüzünde yer çekimi var; balkondan düşen eşyanın parçalanması önlenemez ise beyin kapasitenin arttırılması için efal boyutuna ait tüm gerekli, tavsiye edilen ve emredilen fiilleri uygulayacaksın. Riyazatlar, dua, namaz, zekat, hac hepsi pencereyi genişletmek için “olmazsa olmazlar”, sistem bu şekilde yaratılmış, püf noktası burada başka yolu yok.  Ayrıca yediğin içtiğine kadar ortaya koyduğun tüm fiillerin beyin kapasiteni geliştirme yönünde olmalı…

Sadece düşüncelerimle değişiklik yaparım demek, şeytanına tabii olmak demek. Bu durumu Risal-i Gavsiye adlı eserinde Gavs-ı Azam Abdülkadir Geylani Hazretleri (k.s.a) şu şekilde anlatmış:  “İlim, Alimin şeytanıdır”.

Ve sonra Rabbim buyurdu:

— Ey Gavs-ı Â’zam! İlim sahibine Benim yanımda hiçbir yol yoktur; ancak imandan uzak bir ilmin yalnız başına sahibini Allah’a kavuşturamayacağını kabul ettikten sonra yol bulabilir. Çünkü imandan uzak bir şekilde o ilmi alıp o vaziyette kalırsa şeytanlaşır.”

İmanı nasıl sadece beden merkezli yaşamak SINIRLILIK ise, aynı şekilde sadece düşünce boyutunda kalmak da aynı şekilde SINIRLILIK’tır.

Ya bakan gözler?

Gözler, duyguların en kolay okunduğu, iç dünyanın dış dünyaya yansıdığı yüzündeki en önemli nokta… Sevinçlerin, üzüntülerin, kızgınlık, kırgınlık ve hatta hırsın en iyi gözlerinizden okunur. Duyguları yoğunlaştığında, çoğu insanın gözüne ayrıntıları göremeyecek kadar yoğun bir perde iner, öyle ki bazen dışardan bakıldığında o buğulu perde fark edilebilir bile…

Oysa ki  açılan pencereden (dünyandan) sistemi okuyabilmek için keskin görüşe ihtiyacın var; tarafsız ve yorumsuz olarak yaşananları okumak için net görüş mesafeni artırman gerek!

Ne var ki duyguların hep gözlerinin önünde perdedir. Misal; sevgin, çocuğunla ilgili gerçeklerin önüne perde indirir; üzüntülerin, olan bitenin hikmetini anlamak yerine, olmuş bitmişle seni kayıtlar. Kızgınlıkların veya hırsların ise yaşadığın olay ve kişilerle ilgili önyargılarını oluşturarak, haksızlıklara sebebiyet verir.  

“DUYGULAR  ŞAŞI BAKTIRIR”

Duygu savaşına girmek şarttır. Zayıf (duygusal) taraflarını belirleyip, üstüne gitmeli; her defasında yenilsen dahi en azından savaşı kaybettiğinin farkındalığı ile bir sonrakine daha iyi hazırlanmalısın. Kendi kendini bu savaşa soktuğunda ve ortada bir savaşın olduğunun farkındalığıyla mutlaka ilerleme kaydedeceksindir.

Aksi takdirde ŞAŞI gözlerinle, okyanusun dalgaları arasında istikameti tutturamadan ve dolayısıyla hedefe birazcık dahi yaklaşamadan, bir o yana bir bu yana savrula savrula yaşarken, aklında cevap bulamayan sorularla ve “galiba ben yaşamı doğru okuyamadım” kaygısıyla şu kısacık ömrü tüketip sonunda “kör olarak” göçüp gitmek de var işin ucunda…Muhteşem manzarayı göremeden çekip gitmek, maalesef bir sonraki manzaranın da görülememesi demekmiş… Dünya manzarası bir sonraki manzarayı görebilmek için gerekli gizli anahtarlara sahipmiş, tespit edip, kaydettiğin  anahtar bilgiler, bir sonraki etaptaki performansının ana belirleyicisi!

Allah (c.c.) şöyle buyurmuş: Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.” (İsra/72)

Ve Rehberin:

Rasul ve Nebi’ler olmasaydı kimin  Allah sisteminin işleyişi hakkında bir fikri olacaktı? Kimin bir sonraki aşamaya hazırlığı olacaktı, manzaraya bakış açımızı genişletmeyi ve gözlerimize daha keskin bakış edinmeyi bize kim öğretecekti? Anahtarlar nerede, anahtarları görebilmek için nerelere, nasıl bakmak gerekir, nereden bilecektik?

 

Manzaradaki bizi kandıran ilüzyonist hilelerden nasıl haberimiz olacak ve onlardan nasıl kurtulacaktık?

İşin gerçeği bize nasıl bakmamız ve nereye bakıp, nereye bakmamamız gerektiğini anlatan Rasul ve Nebiler olmasaydı, herhalde hepimiz ne kadar kapasiteli olursak olalım, “onların ulaştırdığı ilim” olmadan ne yapmamız gerektiğinden habersizdik. Hani araba sürmeyi bilmeyen bir kişiye teslim edilen super hızlı, güçlü bir araba misali… Kullanmasını bilmedikten sonra bahçedeki araba, olsa olsa herhalde yerinde sabitlenmiş küçük bir barakanın hizmetini görüp, çürüyüp giderdi ancak…

Efendimiz (s.a.v)’in ilim mucizesi olmasaydı ve varislerine intikal ettirilmiş olmasaydı, bu konuları konuşuyor, yazıyor, kendimizi geliştirmeye ve hazırlamaya çalışıyor olamazdık..

Yunus Emre der ki:

Kadılar müftüler cümle geldiler

İlimlerin bir arada koydular

Sen bu ilmi kimden aldın diye sordular 

Bir kâmil mürşide varmadan olmaz

Varıp da sözünü tutmadan olmaz

Yunus Emre

Ehlinin sohbetinden dinlediklerimden anladığım kadarıyla ve sen hitabıyla kendimi muhatap alarak  yazdığım bu yazıyı her zamanki gibi paylaşmak istedim.

Selamlarımla,

 

 

 
 
16.12.2010
ncaki2007@yahoo.com

http://sufizmveinsan.com