Ruh disiplinine bağlı bir sistem içinde yaşamak
Bilal Atış
 
 

Gelecekten beklentilerimizi gözler önüne sermeden önce, geçmişten günümüze gelen dinamikleri belirlersek, konuya daha kalıcı bir cevap bulmak mümkün olacaktır.

Günümüzde anlaşılan en önemli gerçek, insan faktörü ve onun ürünleridir. Daha geniş manada; geçmiş ve gelecek insanla şekilleniyor ve onun ürettiği malzemelerle hayat, huzur veya huzursuzluk noktasında bir seyir gösteriyor. Şu halde insanın çeşitli sistemler içindeki yeri, insanlığa sunduğu mesajlar, özlemleri, gerçekleştirdikleri, ilişkileri gözden geçirilmeli, olumlu manada bir yükseliş grafiği gösteriyorsa gelecekte bu birikim devam ettirilmeli, eğer tersi bir durum söz konusu ise yeni arayışlara girilmelidir.

Şimdi bu hakikatlerin ışığında meseleye dikkat nazarıyla bakalım.

Dünya yeniden yapılanmaya giderken  güç sahibi olmak, insanlara yön vermede önemli bir rol oynuyor. Bir bakıma, dünyanın gidişatına güç kaynaklarını ellerinde bulundurarak hâkim olanlar; İnsanları bağımsız yaşamadan uzaklaştırıyor. Kendi değerlerini ülkelerine taşıyacak liderler ile siyasi mekanizmalar çalıştırılıyor. Ne kadar düşünmesi, ne kadar yemesi-içmesi, siyasal, ekonomik ve ahlaki yönden ne miktar etkinlik yapması isteniyorsa o kadarına müsaade ediliyor. Kontrol altında tutulması ne derece kolaysa o kadar yaşaması isteniyor insanlardan. Genel gidişata güç odaklarının zihniyeti hâkim oluyor. "Dokuz kişiye bir elma, bir kişiye dokuz elma" anlayışı ile dengeler oluşturuluyor. "Kanunlar; sineklerin takılıp kaldığı, yırtıcı hayvanların ise yırtıp parçaladığı bir örümcek ağıdır"  vecizesi ile yönetim biçimi belirleniyor. Muharref bir anlayışın hümanizm adı verilen sloganlarıyla, ahlaki yapı insanlara belletilmeye çalışılıyor.

Yine güç odakları, çok kazanmayı hedef alarak; ölçü tanımadan, sınırsız iştahlarıyla geri kalmış sıfatını verdiği ülkeleri sömürüyor, göz boyamak için de yardım kampanyaları düzenleyerek şefkatli bir büyük izlenimi veriyorlar.

Kurdukları sistemli ve tüm dünyayı ihata eden haberleşme ağı ile bir taraftan saltanatlarını sarsacak girişimleri pasif hale getiriyorlar, diğer taraftan da onları kendilerine bağımlı hale getirmek için emperyalist emellerini empoze çalışmaları yapıyorlar. Nüfus planlaması sömürülecek ülkelere ihraç ediyorlar, iç bünyelerinde ise artışlara pirim vermeyi politik gaye ediniyorlar.

Hukukun üstünlüğü, insan hakları, demokratikleşme, soğuk ve sıcak savaşın sonu, silahsızlanma, teşkilatçılık anlayışına yönelme ve milliyetçilik fikrini körükleme gibi malzemeleri de kurmayı planladıkları yenidünya düzeni için hedefe durak taşları olarak kullanmayı düşünmektedirler.

Şimdi, bütün bu anlatılanların bizim geleceğimize ait beklentilerimiz noktasında ne gibi tesirleri olacaktır? Bunların bizdeki izdüşümleri nelerdir? Sorularına cevap aramak zorundayız. Önce şu tespiti yapalım; düşünürsek bütün bu anlatılanlardan insanımız, içinde bulunduğu sosyal yapı, görev alanı, aldığı kültür, aile konumu itibariyle genel gidişattan belli nispette etkilenmekte ve daha ziyade olumsuz bir manzara ile karşılaşılmaktadır. Bu tespitten yola çıkarak biz gelecekte inanan-inanmayan ayrımının yapıldığı kamplaşma yelpazesini kabul etmeliyiz. Güdülen kesimin bireyleri gerçeğini kavramalı ve işe kültürel faaliyetlere yönelme ve insana oynanan bu oyunları fark ettirecek çalışmalar yaparak insan yetiştirmeye bu perspektiften başlamalıyız. Biz hangi platforma oturacağız? Yerimiz bilinecek, ondan sonra kişi bazında bilgi depolama çalışmalarıyla işe başlayacağız. Bu bilgi; ruhumuzu besleyecek akide kavramı olacaktır. Çünkü insanlar, Tevhidi gerçeklerin dışındaki gayesiz meşguliyetlere inandırılmışlardır. O zaman, ilk görevimiz zerreden kürreye mührünü vuran Allah'ın tasarrufunu insanlara fark ettirmektir. Bu çalışmaya ki; her insan bize bırakılan Veda Hutbesi ile dünyaya ilan edilen Kur'an ve Ehlibeyt emanetidir. Evet, bu çalışmaya her inanan emanetleri içine sindirerek imkânları nispetinde katılacak ve öğrenci okulunda, işçi fabrikasında, memur görev alanında, ilim adamı sahasında insan merkezli olarak bu tür bir yapılanma mücadelesi verecektir. Böylece her sosyal sınıftan bir çekirdek kadro oluşacak, bu kadronun neler yapabileceği araştırılıp bu doğrultuda örnek çalışmaları sunulacak ve kamuoyunu lehine çevirme hizmeti sürdürülecektir. Bu çalışmaların meyvelerini de hemen toplamayı düşünmemeli. Sabır örneği gösterilerek aceleceliğe düşülmemelidir. Maddi manevi yatırımlar, üretime geçiş, toplumun kabulü zamanla yarışılarak gerçekleşecektir. Bilimsel araştırma kurumları, haber ajansları, kitle iletişim araçlarına hakimiyet gibi teşebbüslerle ölçülü, prensipli hareket edilecektir. Bir bilinç oluşması, insanların iç dünyasına bu bilgilerle mücehhez olarak girilmesi sağlanacaktır. Belki çile çekilecek, zor anlar yaşanacak ama huzur dolu, hür bir ortama kavuşmak için insanların kefareti göze almaları gerekecektir.

Böylece biz gelecekten neler beklediğimizi önce tek tek insanlara, sonra içinde bulunduğumuz topluma, daha sonra dünyaya ilan etmiş olacağız. Öyle bir an gelecek ki her şeyi demokratik bir sistem içinde çözeceğiz iddiaasında bulunanlar " Gelin, savunduğunuz düşünceleri devlet planında uygulayın" demiyecekler ama saltanatlarının sarsıntılarını kamu vicdanından mahrum olarak yıkılmaya yüz tuttuğunu görecekler. İşte o zaman tüm güçlerini seferber etseler bile destek bulamayacaklar, yaşamaları için... Bizler, mevcut dengelere sızmayı gerçekleştirerek, her sahada inkilab, ruh inkilabı yapacağız. O zaman, azınlıklar bile hakkını "ayn el-yakın" göreceklerdir.

Sonuç olarak ben diyorum ki; ben, benim şahsımda binlerce beni bulacak yukarıdaki tohum ekme çalışmaları yapılmasının beklentisi içerisindeyim ve geleceğin inananların lehine şekilleneceğini söylüyorum. Bu nedenle, herkesi zerreden kürreye inanç temeline dayalı bir sistemi insanların idraklerine sunmaya çağırarak, inancın şekillendirdiği diriltici solukla çalışınız, çalışınız, çalışınız diyorum. Benim kişisel plandaki evrenselliğe uzanan beklentim budur.

 

 
 

Bilal Atış
İstanbul - 26.08.2008
http://sufizmveinsan.com

b.atis73@gmail.com