Önce
geçiciliğin hüznü çöktü yüreğime.
Bir’den
biten her şeye yas tuttu ruhum.
Ben, yiten
ve yitişinden yenilenen bir mahluğum.
Yaşanan
anlardan kalan anılardan örülen bir sır idi yaşam.
Bünyesinde
biriktirdiği ölüşlerle tükenişe giden
bir kısır
döngüden başka neydi?
Öyleyse bu
döngüde dönen ben,
her an
değişen ve yenilenen düşüncelerden ve idrakten,
her an ölen
ve doğan hücreler bütününden,
her an
akan, bir anı başka bir anıyla aynı olmayan yaşam
ırmağına
ikinci kere
aynı beden ve ruhla giremeyen ben,
değişim
üzre kurulu,
değişimi
anlık ölüşlerle ve doğuşlarla dolu
bu evren
içre bir evren…
değişim
içre değişen..
Öyleyse
ben,
geçip giden
evrenimde, değişime endeksli bir varoluş biçiminden
başka ne
olabilirim? Nasıl olabilirim?
Benim
olmam,
ölmem
demektir her an; ve sırf bundan,
ölmem, ne
olmamı yok edecektir;
ne de
olmam, olamayacaktır asla,
ölümü
barındırmayan.
Böylece,
değişim büyüsünü sürdü yüreğime…
Ve anlayan
ben, değişmek demek olmak demek olduğundan olsa gerek,
olmak,
değişmektir dedi başlı başına…
Ve anlayan
ben anladı ki, değişimden uzak, salt bir oluş,
yokluktan,
ölümden, geçip gitmelerden münezzeh Mutlak varoluş,
hep uzak
olacak kendinden, evrenden, ve her şeyden…
Tüm
oluşları besleyen… |