Şehid, şuhud,
müşahid, müşahede, meşhud, şehadet gibi kelimeler hemen hemen
aynı mânâya delalet etmektedir. Şehadet mertebesi de Allah yolunda,
din, vatan ve mukaddes değerler uğrunda ceht ve gayretteyken vefat
eden insanın vasıl olduğu mertebeyi ifade eder. Bu noktada farklı
derecelere haizdir. Kuranı Kerimde 15e yakın ayette şehitler
övülmüş, ilahi lütuf ve ikramlara mazhar oldukları beyan edilmiştir.
Bu mertebe, derece olarak nübüvvetten sonra gelmektedir. Cennete
nail olmayı, rahmet melekleriyle birlikteliği, ilahi rahmet ve
gufranı, rahmet nazarının sürekliliğini, manevi olarak rızıklanmayı
ve pek çok nurları ve feyizleri temin etmektedir. Nisa 69. ayette,
Allah ve Resulüne itaat edilmesi durumunda bir insanın resuller,
sıdıklar, şehitler ve salihlerle birlikte olacağı müjdelenmiştir. Bu
da bize gösterir ki Allah’a ve onun yarattığı sistemini açıklayan
veli resullere ve açıkladıkları gerçeklere teslim olup hayata
geçirenler, manevi açıdan yükselerek dünyada yaşarken
berzah boyutu ve ehliyle iletişim
kurabilecek seviyeye gelmektedirler. Bu birliktelik, mevt
denilen boyutsal dönüşümle berzah boyutunda da devam etmektedir.
Rableri katında hay olarak diri olan şehitler,
ilahi feyiz ve inayete mazhardır.
Şehadet mertebesinin
farklı dereceleri bulunmaktadır. En önde gelen derece ise Allah’a
dünyada iken nefis mücahedesiyle yakin elde etmeyi sağlayan Şuhut
derecesidir. Ölmeden önce ölme sırrına eren Şuhut ehli veliler,
Karib esması gereği özlerindeki yaratıcı cevhere kurbiyet
sağlamışlardır. Bu yakınlık derecesi, Allah’ın Ahadiyeti ve
Vahidiyetinin daimi müşahedesidir ki
tüm manevi lezzetlerin fevkindedir.
Nazarları yükseklerde ilahi veche yönelmiştir. Bu hali
yaşayanlara müşahede ehli denir. Şehid esmasından sürekli
olarak feyiz alırlar. Dünyada yaşarken cemal tecellilerini esma
mertebesinde müşahede ederek ahrette de rüyete mazhar olurlar.
Onlar, Allah’ın sonsuz ve sınırsız tekliğine şahit olmuşlardır ve bu
mutlak gerçeğin hazzını yaşar, zevkini sürerler. Bedensel
kayıtlardan, zorlu bir mücadele neticesi arınabilmeyi
başarmışlardır. Nefislerinin hakikati olan nura vasıl olabilmek için
uzun bir tezkiye sürecinden geçmişlerdir. Nihayetinde özlerindeki
eşsiz hazineye kavuşmuşlardır. Kendinden gayrı olmadığına Şehadet
eden Allah’ın bizatihi kendisidir. Şehadet mertebesine ulaşan
insanın, yaratılış sırrına erdiğini söyleyebiliriz. Zira alemlerin
varlığı, Allah’ın ilmiyle ilmini yine ilminde seyretmesinin
sonucudur. Bu noktada seyir ve müşahede
işlevlerinin aynı olduğu sonucuna varırız. Başka bir deyişle
Tek’in kendi varlığını seyretmesiyle Tek’in seyredilişi(müşahede)
aynı gerçeği ifade eder. Sen, Tek varlığın açığa çıkış
özelliklerini esma mertebesinde müşahede ederken –sen-de
kendi varlığını seyreden O’dur. Rabbimiz bize adeta”Hayatımı
kendi gözlerinden göreceksin. Ben de senin hayatını gözlerimle
göreceğim. ”demektedir. Tüm bu verileri bir arada
değerlendirdiğimizde, Şehadet mertebesini ifade eden
Allah yolunda öldürülme işlevinin,
mutlak tekliği müşahede anlamında ölmeden önce ölme sırrına ermek,
içselliğe dönük yaşam haline geçmek olduğu ve bu halin başka
insanlarca da yaşanması için mücadele etmek ve hakikati dillendirmek
olduğu neticesine varırız. Şehit olarak ifade edilen
birim de bu farkındalığı yaşayabilen ve Allah’ı tanıma ceht ve
gayretinde olandır. Allah bizlere de Şehadet mertebesine ulaşmayı
kolaylaştırsın.
“Allah,
Tanrının varolmadığına, sadece kendisinin var olduğuna, bizatihi
kendisi şahittir. Varlığın özündeki meleki kuvveler ve hakikati
dillendiren ilim sahibi ulular(ulul ilm) da bu hakikatle kâim
olduklarının hakkını(vahdet müşahedesiyle) her an vermededirler.
Tanrı yoktur, sadece Allah mevcuttur. Aziz ve Hakimdir(İzzet ve
hikmet sahibidir. ). Ali İmran 18” |