Şems ve Mevlana
Halil ILBIRA
 

             Eskiden  her sene Konya’ya Hz Mevlana ve Şemsi’n türbesini ziyarete giderdim. Mevlana ve Şems  bu topraklarda yaşamış iki değerli zât… Hayatını birkaç yazardan hayranlıkla okudum. Okuyucuyu derinden etkileyen ilginç bir öyküsü var. Türbeyi ziyarete gelenler arasında,  her türden insana rastlamak mümkündür. Mevlana’nın: “Kim olursan ol yine gel ” çağrısına uyan, müslüman, hıristiyan, bütün dinlerden, tarikatlardan inananlar Konya’ya akın akın gelirler… Buraya gelen insanlar değişik çalışmalarda bulunurlar: sohbet, zikir, sema, konferanslar, bu faaliyetlerden bazılarıdır. Dikkatimi türbe ziyareti sırasındaki davranışların tanrı anlayışı ile yapılması çekmiştir. Bu benim için içler acısı bir durumdur… Gördüğüm o ki; herkes arayış içinde… Kimse ne aradığını bilmeden, genlerindeki haritanın onlara gösterdiği yolda çalışmalar yapıyor. Çünkü herkese yapacağı işler kolaylaştırılmıştır. Kime ne kolaylaştırıldıysa, o yönde fiiller işler.

            Bununla ilgili olarak Mevlana’nın, Şems’in vefatı sonrası içinde bulunduğu ruh halini onun şu rüyası gayet açık anlatmaktadır.
            Şems öldürüldükten sonra Mevlana’nın rüyasına girer ve ona şöyle der: “Oğlun Alaaddin’i ben affettim!  Sen de affet!.. Şunu iyi bil ki: Birbirine bağlı iki kuş uçamaz.’’
 İlahi adalet böyleydi. Benim maksadım,bildiklerimi sana vermekti. Yaşama geçmesi için, ben dünyamı değiştirdim. Bana olan düşkünlüğün,senin yaşamını etkiliyordu. Bu sebepten “ne ki oldu en iyisidir” demek istemiştir.
 
           “İlle de bir Mürşide varmadan olmaz” denilen söz,  işi özüne ulaştırıyor. İşi bilen yakîn ehlinin benimsenmesi lazım. Bunu insanlar alt seviyeden anlamışlar. İnsan her ne halde olursa olsun, mutlaka vahiy denilen, kimsenin erişemeyeceği, bir sistemin bilgisine muhtaçtır. Yani, Hz. Rasulullah’ın öğrettiği sistemin bilgisine yakın olan birini bulmak ya da mümkünse, o bilgiyi net olarak algılayabilecek beyin yapısına sahip olmak gerekir.
 
           Bu sistemi algılayabilecek yapı, her insanda çeşitli ölçülerde vardır. Önemli olan daha derin manalarda ele alabilmek ve mecazı çözebilmek. Bunun  için BESMELE anahtarına ihtiyaç vardır. İnsanı benlik duygusu, bunu anlamaktan alıkoyar. Varlığının hakikatinin, Allah’a ait olduğunu kabullenmek işi kolaylaştırır. Yani MÜRŞİD (irşad eden), herkesin kendi özündedir. Kimse kimseyi, özündeki MÜRŞİD izin vermezse irşad edemez. Dolayısıyla herkes mürşidine kendi varır.
         

         Bu meselenin anlaşılması insanın mutluluğuna adım atması demektir. Uzaklarda ötelerde olmayan hakikati kendi özünde bulmak, şuurlu insanlar topluluğu oluşturur. Böylelikle hiç değilse frontal lobu kullananlardan oluruz.

Kalın sağlıcakla...
 

 

 

 

 
 
17.12.2010
Halil ILBIRA
BODRUM
http://sufizmveinsan.com