Kapı’nın içindeki Latif sultan:sizi Nakşi
yapalım?Kapı’nın dışındaki:ben Mevlevi olmak
istiyorum(bildiği tek şey elbiselerinin çok güzel olduğu
ve onlar gibi giyinmeyi çokkk sevdiğiydi)Kapı’nın
içindeki:”Ali Amca’nın ek kontenjanından birkaç kişiye
yeri vardır..artık rüyalarınızı onunla beraber
göreceksiniz..
…….
Latif Sultan:”bu nasıl olur?..o, rüyalarında Sıdretül
Münteha’ya dek çıkıyor ..”
Ali Sultan:”oluyor….evet…..”
……….
Ve Latif Sultan, çocuğun rüya defterini gülerek, sevgi
ile öperek alnına koydu..dedi ki:”bunun içinde, başından
sonuna her şey var..temize çekeceksiniz değil mi?bu,
basılsa kitap olur..”
…….
Zaman:”rüyalarını( masallarını işaret ederek) bunun gibi
yaz….”
Sizin için ..Siz den Siz e….sadece Siz e……..Siz
den…..Sen den….Sana…
Herkesin içinde yaşadığı zaman kendi ahir zamanı imiş ya
hani;işte bu masalın çocuğu da, Ahir Zaman’ın içinde
yaşarmış vesselam….
çocuk düşlerini yazmakta serbestmiş..o da, bu masalda,
nü-çıplak yorum yazmak istemiş..sınırlarını bilebilmek
adına;küçüklüğünde çok sevdiği gibi,evin terasının,
ince duvar çevrimlerinde ipe tutunarak gezindiği gibi
..düşmekle kalmak arası yani…
Not:tam 6 sayfa nü-yorum yazmıştım bir tıkladım buraya
dek silinmişti..demek ki düşme bölümü oldu. şimdi kalan
sağlara geçelim:)
hayatta bunca senedir yaşayan ve hiç şükretmeyen biri
olarak nelere şükredeceğimi merak ettim..ve bunu
düşündüm..beni ne alakadar ediyormuş, ne mutlu ediyormuş
ve neye şükrediyormuşum bilerek şükrümün masalını
yazmak istedim ki işe yarasın..
Mürşid’i, manada, tesbihin ve sabrın anlamını anlattığı
hafta, çocuğun hayatı değişmeye başladı..29 mayıs
İstanbul’un Fethinde’yse, Haremeyn’in Fetih Kapısı’nın
içini bekleyen Efendisiydi ..ve uyandı şaşkın
düşünüyordu.görüntü devam ediyordu.. Kapı’ya gelen
Efendisi, gülerek neşeyle çocuğa el yapımı kırık beyaz
fermanname rulosunu uzattı… çocuk ruloyu açtı, sayfa
boş ve bembeyazdı... ve dedi ki Nazargah-ı
İlahi=Tanrı’nın bakış yeri gülerek:” biz
mevleviyiz.”
gerçekten mi?çok teşekkür ediyorum ve
şükrediyorum..hayalde olsa muhteşem..benim için bu bile
yeter..
ve gece
Haybabam’ın tasavvuf sınıfına; 2 sene evvel onları
Konya’ya götüren Mevlevi Dedesi teşrif etmiş..sohbete
Fetih ayeti ile başlamış..o Mübarek Belde’nin nasıl Emin
ve Korunmuş olduğunu, girenin selametini anlatmaya
başlamış ve çocuk kalbindeki kahkahayı ilk kez
hissederek ufak bir çığlık atmış ,neşeden.. eli ile
ağzını kapatarak sevinç gözyaşlarını silmiş..zira
Dede’den konuşan Makam-ı İrşad’ı imiş yine ve sorularına
cevap gelmiş…ve sohbet bitince Mevlevi dedesine
sarılarak teşekkür etmiş..Dede:”sizin şiirleriniz vardı.
bana onları hala yollamadınız. yollarsanız düzelteceğim
..daha doğru usulde yazmış olursunuz, yollayın olur mu?
Bekliyorum” demiş.. 2 sene sonra ilk kez karşılaştığının
bu tenezzülü için “teşekür ediyor ve şükrediyorum..…”
Ve
çocuk mağarasından taşınıyordu..ona ev bulunmuştu..tabii
ki, yine, o ,seçme hakkına sahip değildi.Mürşidi ne
gelirse eyvallah diyeceksin-itiraz yok demişti..çocuk bu
ilk bahtına çıkana eyvallah demek üzere yola çıkmıştı
..başka ev bile görmek istemeyecekti-harabe bile olsa
eyvallahtı cevabı ve bir şey yapamanın acziyeti ile
ağlayarak yürüyordu..parkın kenar süsü bitkisinin
üzerine konmuş olan kırmızı gülü uzattı, annesine.. bak
yine aynısı dedi..gülümsedi, aldı..ortadaki açmış güle
ve iki yanındaki açmak üzere olan güllere baktı..üç gül
ama aslında bir güldü, tek saptaydılar ..avucunda
nazikçe sıkıp gülü öptü çocuk ve göğsüne koydu..daha
çok ağlamaya başladı.. yanlız değildi, anladı..evi
görünce şaşırdı. Bu ev eskiden hep oturmak istediği
evdi..bir türlü nasip olmamıştı..17 senedir
değiştireceği 5.evdi bu..hurma kutusunun sonsuz
anlamından ilk mana tezahürüydü anladı çocuk..adı gül dü
evin ..dairesi ve no su ayrı ayrı 5 di..ve katı ile no
su aynı manada 2 idi..ve A idi..bu kadarı fazla bana
dedi ..içine girdi..kusurlar vardı..yapılacak
dediler.yapılmasa da:” tamam, beğendim” dedi ve ev
tutuldu…her zaman olduğu gibi hayatı ile ilgili hiçbir
şeye hüküm veremiyordu..ona bu kadar yüksek estetik
seçim hayali veren ,nedense, bu yetisini ona hiç
kullandırmıyordu..neden demeyecekti artık, çünkü
önemsizdi…
Mağarasındaki son geceyi uyumadan geçirmek istedi..tam
üç senedir bir kere tülünü bile açmadığı-tel no sunu
ezberlemediği-zerre sevemediği bu mahremiyetsiz ev ona
ne kazandırmıştı ne kaybettirmişti..sabaha dek müzik
dinledi..düşündü çok ağladı..ağlama yasağını bu sefer
delebilirdi..
bu
mağarada gerçek ailesini bulmuştu..gerçek dostlarını..
bu evde
yaşayıp yaşayamayacağına karar vermek için bir gece
kalmaya karar vermişti..işte o ilk gece, hep korktuğu
için giremediği o, boğazın derin mavi sularına
girebilmiş ve can havli ile yüzmüşü..çok yorulup kenara
tutunmuştu ama olsun, sonuçta denize girmişti..sabah bu
rüyanın hatırına evde kalmaya karar vermişti bile..ve
gerçekten de Evvel Zaman’la bu evde samimi olmuştu..O,
çocuğu son zamanlarında telefonla hep arardı ve ince
bir muziplikle:” vaziyetler nasıl evladım”
derdi..LatifAli Sultanları bu evde hayatına zuhura
çıkıp, yön vermeye başladılar..gerçek mana ailesini bu
evde keşfetmeye başladı..böyle de bir ailenin olduğunu
ve onları bulmak lazım geldiğini öğrendi..imtihanlar ne
derece şiddetli olursa olsun daima korunup
gözetildiğini bu evde öğrendi çocuk..öylesine korunmasız
ve mahremiyetsiz bir evdi ki inanılmazdı…ama hiçbir
sorun çıkmamıştı..çocuğun imtihanı nefsine
yönelikti..mesela, bunu idrak etmişti..çok ağır bir
nefsi imtihandı..burnunu kaf dağından yere
sürtmüştülerdi..ama insan çok nankör. Hemen, yeni ve
güzel ile eskiyi unutuyordu..
çocuk sabaha dek uyumadı ve olan biten her şeyi düşündü
durdu..bu evde muazzam şeyler yaşamıştı..viranesinde
hazine saklanmıştı ve o hazine bu evden zamanın A’li
Emanetçisi’ne verilmişti..anlamını hiç bilmediği ve hiç
öğrenemeyeceği belki de..geldiği gibi sessiz..çocuk.Hz.
Niyazi Mısri’de bir şey okumuştu, anlayamadığı..her
karında bir kalp vardır cümlesiydi bu..işte hazinelerin
huzurla açılan o dairesel ritmi bu karınlara
gömülüyordu..ve emanetçide onu oradan aynı dairesel
işlemle alıyordu..ne garip değil mi?
hayalinde Makam-ı İrşad ı evi teftiş etmişti ve hüküm
verilmişti tabii…..
Hıdrellez de bu gece Hızır’da gelsin inşallah diye
masalını asmıştı ya hani çocuk..işte o gece Makam-ı
Hızır en lezzetli yemeklerden daha lezzetli bir busegah
olarak teşrif ettiler..ayakları yerden kesip bulutları
aciz bırakan…hımmmm..
ev çok küçüktü ve sofra örtüsünde ekmekler mayalayıp
pişiriyordu..ateşsiz hem de.kendiliğinden. ve üst kattan
başına topraklar saçılıyordu çiçeklikten..
ve ona tesbihin manasını-sabrı anlatmıştı.imtihanın
bitti dedi çocuğa.şükrediyordu çok çok teşekkür
ediyordu.hane ancak, o saraya padişah konduğunda mamur
olurdu ,bunu biliyordu artık..o yüzden davet
ediyordu…birde, şu manayı idrak etmişti burada.bir
padişah asla başkasının evinde- otağında kalmazdı
ki..önden giden heyet orada onun için bir otağ kurar
sarayının benzerini yaparlardı..insan padişahı bile bunu
yapıyorken Yaratan hiç kul yapısına gelir miydi ..O’nun
geldiği, kendinin önden yolladığı Arş-ı Rahman olan
gönlüydü..o deniz kendisinden başkası değildi..ama
yaratılmıştı..onu bir Yaratan vardı..
bela ve
şer sandığı aslında o güzelliğin muhafazası içindi,
çocuk bunu çoktan anlamıştı..anlamış olmak ne yazık ki
yetmiyordu..hayata geçirmek çok zordu..düşünmek çok
kolaydı –yazmakta çok kolaydı ama fiile geçirmek en ağır
olanıydı..ve düşünmek amele dönüşmedikten sonra zerre
önemsizdi.. öğrenmişti..
“Gayb”
a imanı öğrenmişti bu evde bir kere..”bilmediğine
–Gayb’a” iman edince ve bunu hale dökünce; O Şey, zuhur
ediyordu..çünkü siz bildiğinizle amel edin ben size
bilmediğinizi öğretirim demişti Yaratan..ve “Gayb
bilinir olunca küfür ve iman bir oluyordu..”her şey
ortadaydı ve bizler bu kadar sade ve açık net olanı
göremiyorduk..görsek bile idrak edemiyorduk ne muazzam
bir proğram.. acaip ötesi..ve unutmak muhteşem bir
şey..olağanüstü..unutmak üstüne çok düşünmek lazım belki
de..ya unutamasaydık..dayanamazdık ki..
işte
çocuk her zaman olduğu gibi geçmişi kaydetmiyordu..o
aslında hayatında onu üzen –ilgi duymadığı her şeyi
reddediyordu..sadece bir konuda çok başarısızdı..ve bu
onu sinir küpü yapıyordu..ama onu vakti gelince mürşidi
düzeltecekti biliyordu..vakit henüz hamdı..çünkü çocuk
büyümek istemiyordu..O’ndan ayrılacağım korkusu ile asla
da büyümeyecekti…çocuk bu evde İnsan-ı Kamil ne demek
onu öğrenmişti..bu mağara sanki onun imtihanı için
yapılmıştı ve o gelip yaşasın diye hep beklemişti..ama
ardında bıraktığı mağara bundan sonra her gelen için
mübarek bir yuva olacaktı..buna iman ediyordu..içine
öyle bir his vardı nedense..”içinden geçtiğim bu
mağaraya teşekkür ediyorum ve şükrediyorum..en dibe
vurduğum zamanlarda en tepelerde beni dolandırdığı
için..beni viranesinde gözlerden-gönüllerden muhafaza
edip koruduğu için teşekkür diyorum…”
ve ev
taşınırken yine başka yerde beklemeliydi..ve yolunun
üzerindeki bir fakültede olan konferansa katıldı
çocuk..orada hep akademisyenler ve talebeleri
vardı..tek, tebay-ı cahil-ü cühela belki de
çocuktu..madde ve mana ilminde yetkin ve dünyada bu
makamı işgal eden “nadir prof. Zat”; soru sormak isteyen
var mı? dedi..çocuk el kaldırdı..izin verildi..soru:”biliyorsunuz
ki Kamil Zatlar halen var ve ehli bunları, sizin
bildiğiniz gibi biliyor..ve sizin okulun mezunları,
bizi –çocuklarımızı manen eğitiyorlar..yetkin
sizsiniz…ama tasavvufun üzerinde tasarruf edenlerle yan
yana geldiklerinde cazibe onlarda.. madde ilmi çok
yetersiz ve bu çok belli oluyor..neden onları okulunuza
davet edip öğrencilerinize hal yükletmiyorsunuz :)?”
salonda soğuk bir uğultu esti gibi oldu..ama konuşmacı
zevkten mest, iki elini yanlara açarak sevinçle, en
yumuşak hali ile güldü çocuğa ..O,ince bir iltifatla
güven verdi..ve güzel sözler söyledi..anlattı en
akademik lisanla ve çocuk hiççç anlamadı tabii:)ve
önünde az evvel okuduğu, bir evvel zaman imamlarından
birinin yazdıklarını açtı yine..” işte” dedi” demin
,aynını, buradan size okudum bende..O’da bunu
anlatıyor..”zaten çocuk bir O’nu iyi anlamıştı da soruyu
öyle sorabilmişti değil mi?”buna kanunlar müsaade
etmiyor ..izin yok…”dedi zat-ı muhterem..aslında çocuğun
anladığı ve anlatamadığı anlam şu idi..neden madde
ilmine sahip din alimleri ehli tasarrufu bu kadar
incitmişlerdi ve onların gönüllerinden bu kadar uzakta
kalmışlardı..evet, boyları kadar kitap yazabiliyorlardı
ama manasının açılmasına izin verilmiyordu ..çünkü
manayı reddeden- ben bilirim ucubuna kapılmışlardı..bu
ucub denen kibir cinsi sadece alimlere özelmiş, öyle
duymuştu çocuk..tabii bu genelleme..özeller vardı; aynı
konferansı yöneten zat gibi mesela..
Ve
çocuk bekledi..eve dönüyordu..ama hala çok sinirli ve
öfkeliydi..eskisinden daha hırçındı ve
kavgacı..inanılmaz korkunç bir yaratık olmuştu
bence..hani iyi huylu olacaktı,hani sakinlik huzur ve
dinginlik..sufiye hiç benzemiyordu..hele seyr-ü sefer
yapan o sessiz dervişlerle zaten hiç alakası
yoktu..acaba ek kontenjandan olduğu için mi bu kadar
sakildi anlayamıyordu ki..burada safi celal vardı safi
celal..nerede bizim cemal yahuuuu!!!
beraber bir dağa gitmeliyiz ve avazımızın çıktığı kadar,
sesimiz kısılana dek günlerce bağırmalıyız bence(ben
dedim yine ve hala istiyorum:)
hayatında hiç küfretmemişti..çocukken çok isterdi
kızdıklarına küfredebilmek ama ne yazık ki
küfredemiyordu..o dağda; sen, benim yerime de
küfredilmesi gerekenlere söğersin olur mu?(ben yinede
küfretmek istemiyorum, lütfen:)
hala
hiç kimseyi istemiyordu çocuk sadece o
olmalıydı..kendisinden bile nefret eder olmuştu..sadece
iyi huylu-sakin ve edebli olabilmek istiyordu..kendisine
çok yabancıydı..çok acaib bir histi bu..kendinden
kurtulamadığı için daha çok sinirleniyordu işte..
binanın girişindeki kırmızı güller yoluna
serpilmişti..ağlayan çocuk buna hüzünle
gülümsedi..teşekkür etti.bir kaç gün fırtına esti ve
çocuk seccade çok şükrederek çok ağladı..ağlaması
yasaktı lakin o kontrolünü yitirmişti..bu evde çok mutlu
olacağına, çok güleceğine yaratanına söz
verdi..başaracağım dedi başaracağım..
padişahların cülüs şenliklerinde dağıtılan akide
şekerlerinden kırmızı renklileri en çok severdi..çünkü
kırmızı akide şekeri hazzı anlatıyordu çocuk
için..hazzın tanımı, çocuk için; acının ve tatlının eşit
karışımının tadı idi..iki denizin birliği gibi..tuhaf
bir zevk..bağımlılık cinsinden ..ne acısız tek oluyordu,
ne de tatlısız değil mi?denge
..lezzet..farkındalık..seviyeler…ayarlar…kontrolsuz
kontrol misali..otomatik yönetim..
Ve
çocuk geceleri yürümeye karar verdi..onun tek sevdiği
şey yalnızlık ve düşünebilmekti..sıcağa dayanamazdı ve
yeni evi muhteşem esiyordu..yaşam alanları sadece sabah
güneşi alıyordu tam sevdiği gibi…zaten çocuğun güneşi
gönlündeydi gerek yoktu..çocuk bu yürüyüşlerde hiç
birleştiremediği düşüncelerini kıvama gelmiş buldu ve
hayret etti..
Bu
bölüm tehlikeliydi belki de öyle olması lazımdı..bu
yolda insana en az 40 kişi kafir demeliymiş ya, öyle
duymuştu çocuk.o, çok aceleci olduğu için; bu masalla,
birkaç yüz kişiden dinden çıkmış-perdeli-şirkte yaftası
yiyeceğinin eminliği ile şımarmıştı bile hafiften..
İlk
yazmaya başladığında evden hiç çıkmıyordu ,yazdıklarının
anlamının dehşetinden hem korkuyor hem de haddini
bilmezliğinden utanıyordu-ağlıyordu..Ali’si demişti ki
ona:”sizi anlayamayacaklar..diyecekler ki; o, iki tane
şey okudu-duydu şımardı-yoldan çıktı-dinden
çıktı..aklını yitirdi.sizi çok az kişi bilip
anlayacak..”
böyle şeyler umurunda bile olmayan çocuk ağlayarak:”beni
sadece Siz anlayın .başka kimse anlamasın” demişti Evvel
Zaman’a..ve şimdi ona lütfedilen nimetin ne büyük
tenezzül olduğunu biliyordu..o, Mana Padişahlarına masal
yazıyordu..ve lütfediyorlardı..çocuk neden ben diye çok
acı çekmişti..onun ne diplomaları, ne ilmi vardı..ne de
öyle izinsiz çekip durduğu esmaları..ne fazla bir
ibadeti..bu utanç veriyordu..etrafına
bakıyordu..sabahtan akşama dek izinsiz ,nerde ne bulursa
çekip -okuyanlara bakıyordu.inanılmaz riyazatlar
yapıyorlardı .(sonrada çekiyorlardı tabii. geçen bir
rehber şunu anlattı..izinsiz esma sadece negatif
enerjilerin işine yarar..”ancak, bir mürşid esma
verdiğinde, onun nur unu da beraber verir ve hakiki
anlamı açılabilir.. “eğer bir mürşidiniz yoksa, normal
ibadetlerin dışında esmalara filan girmeyiniz. dikkat
ediniz diye uyarmıştı onları.).camii camii ,türbe
türbe gezenlere bakıyordu..(çocuğun şu sıra türbelere
gitmesi yasaktı ya belki kıskanıyordur)tüm ilimleri
yalayıp yutmuşlara bakıyordu ve onların onca ilimle hala
her duydukları rüzgara doğru yön değiştirişine hayretle
bakıyordu çocuk hayretle (iman bu kadar kolay mı yön
değiştiriyordu.)
bu
tenezzülü bir türlü anlayamıyordu..hak etmiyorum
düşüncesi onu mahvediyordu..ama hak etmiyorum demesi
bile artık yasaklanmıştı..çünkü kim hak ediyordu
ki?....kimse.. evet hiç kimse bir haltı hak
etmiyordu..çünkü yoktular ki hak etsinler..neyimiz var
ki?.. ne diyebilirdik ki..hiç bir şeyimiz..biz
yaratılmış tık ve rızkımızda tayin edilmişti ne bir
zerre fazla ne eksik.. ne verilmişse o..kimse bir şey
yapamazdı.çünkü var bildiğimiz her şey
yaratılmıştı..yaratan bir tek olan Tanrı’ydı..işte
Tanrı’yı birlemek en zoruydu..
Şükredebilmem için devam edebilmeye şükrediyor ve
teşekkür ediyorumJ |